HİTİTLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Asur Ticaret Kolonileri sırasında Anadolunun gevşek bir siyasal dokuya sahip olduğunu, yani o dönemde henüz güçlü bir merkezi otoritenin varolmuştur .
Kültepede ele geçen ve Mama Kralı Anum-Hirbiden, Kaneş Kralı Wrşamaya yazılmış bir mektup, Anadolunun siyasal durumu ile ilgili çok ayrıntılı bilgi vermektedir. Bu belgede Anum-Hirbi, Kaneş kralına şöyle demektedir:
Sen bana şöyle yazmışsın: Taişamalı benim kölemdir, ben onu sakinleştiririm. Fakat sen kölen Sibuhalıyı yatıştırabiliyor musun? Taişamalı senin köpeğin ise, o nasıl oluyor da diğer hükümdarlara karşı bağımsız gibi davranabiliyor? Benim köpeğim Sibuhalı diğer hükümdarlara karşı istediği gibi davranıyor mu? Taşimalı aramızda nerdeyse üçüncü kral mı olacak? Benim düşmanım beni yendiğinde, Taişamalı benim ülkeme saldırdı, 12 kentimi yıkıp, sığır ve koyunları yağmaladı.
Bu belge, koloni çağı Anadolusunda küçük bölgeleri egemenliği altında tutan ve sahip oldukları Askeri Yüksek İdare Mahkemesi güç nedeniyle başka kralları da kendilerine bağımlı kılan yerel kralların varlığını açıkça ortaya koymaktadır.
Genişleme siyasetlerinin birbirine ters düşmesi nedeniyle, bunlar arasında zaman zaman sert mücadeleler olmakla beraber, zaman zaman da anlaşmalarla çıkarlarını daha iyi koruyacak ittifaklar oluşturulmaktaydı.
Bu mektubun başka bir yerinde, gerçekten de Warşamanın babası Kaneş kralı İnar döneminde, iki yerel devlet arasında bir anlaşma imzalandığı ve aralarında elçiler aracılığı ile diplomatik ilişkiler kurulmuş oldukları Asurcanın Eski lehçesidir. Bu nokta Anadolu için çok önemlidir ve Asurcanın siyasal yazışma dili olarak yerel hükümdarlar arasında da geçerli olduğunu ve yerini ilerde göreceğimiz gibi, Hint-Avrupa dil ailesinin bir üyesi olan Hititçe almıştır.
Asur Ticaret Kolonilerinde bulunmuş yazılı belgelerde, aslında Asurca olmayan birçok teknik terim geçer. Bu terimler, köken bakımından dilbilimciler tarafından Hint_Avrupa dil ailesine bağlanmaktadır.
Bu özel sözcüklerin yanında, belgelerde bulunan kişi adlarından birçoğu da, yine etimolojik açıdan Hint-Avrupa kökenli olarak analiz edilebilmekte ve Hititlerin İÖ 19. yüzyılda Anadoluda varolduklarının kanıtı sayılmaktadır. Daha ilerideki bölümlerde göreceğimiz gibi, kendilerini Kültepede krallık yapmış kişilerin soyuna bağlayan Hititlerin öncülleri, Asur Ticaret Kolonileri çağında Anadoluya çoktan girmiş, dil ve varlıklarını duyurmaya başlamış ve hatta yerel devletlerin yönetiminde etkin bir rol oynamaya başlamışlardı.
Hint_Avrupa soyundan olan Hititlerin, Anadolunun yerli halkı olmadıkları bilinmekte, ancak göç tarihleri ve Anadoluya ya da Anadoluya giriş yolları henüz kesinlikle saptanamamaktadır. Hititlerin ya da daha genel bir terimle Hint-Avrupalı toplulukların Anadoluya, Trakya ve Boğazlar üzerinden; Doğuda Karadenize olan kıyılarından deniz yoluyla Orta Karadenize geldikleri yönünde varsayımlar bugün tartışma konusu olmaktadır. Arkeolojik veriler, bunlardan hangisinin daha doğru olduğunu kanıtlayacak sağlam ipuçlarını henüz ortaya koyamamıştır.
Bilim dünyasının Hititler ile ilk karşılaşması 1887 yılına rastlar. Orta Mısırdaki Tell el-Amarnada yapılan kaçak kazılarda, büyük bir tablet arşivine ait ilk belgeler bu tarihte eski eser pazarlarına sürülmüştü.
Bu belgeler, İÖ. 14. yüzyılda Mısır firavunları olan 3. Amenofis, 4. Amenofis ve Tutenkamonun, Ön Asyadaki başka devletlerin kralları ile olan diplomatik yazışmalarını içermekteydi.
Çiviyazısı ve Babil lehçesi ile yazılmış olan bu tabletlerin birinde, Hitit Kralı Şuppiluliuma, firavuna kardeşim diye hitap ediyor, kendisini onunla eşdeğer bir hükümdar olarak kabul ediyordu. Bazı belgelerde ise, Hititlerin Suriye üzerinde bir baskı öğesi oldukları ve buraya girdikleri kaydediliyordu.
Mısırın Yeni İmparatorluk dönemine ait başka mektuplarda ise, Mısır-Hitit çatışmalarından söz edilmekteydi. Bütün bunlar, Martin Lutherin İncil çevirisinde, İbranca Hittimin karşılığı olarak kullanılan Hititler ya da Het oğullarının, İÖ 2. bin yılda büyük bir siyasal güç olarak bütün Ön Asyaya kendilerini kabul ettirdiklerinin kanıtıydı.
Burada hemen şu noktayı belirtmemiz gerekir ki, İncilde, İÖ 1. bin yılda Filistinde yaşamış oldukları söylenen Hititler ile İÖ 2. bin yılda Anadoluda bir devlet kurmuş Hititler aynı kişiler değillerdi; ancak, daha ileride göreceğimiz gibi, bunlar da dil ve köken bakımından aslı Hititlerin akrabası, onların bir bakıma devamı idiler. El-Amarna belgeleri arasında 2 mektup daha vardı ki, bunlar o güne kadar bilinmeyen bir dille, fakat yine de çivi yazısı ile yazılmışlardı.
Bu belgeleri 1902 yılında inceleyen Norveçli bilim adamı J.A.Knudtzon, bu mektupların dilinin bir Hint-Avrupa dili olduğunu dünyaya duyurdu. Ne var ki, Knudtzonun bu buluşu, diğer bilim adamları arasında kuşku ile karşılandı ve hemen hemen hiç yandaş bulamadı. Aradan 4 yıl geçtikten sonra, 1834 yılında Ch. Texier tarafından bulunan, Ankaranın 150 km. kadar doğusundaki Boğazköyde H. Winckler tarafından 1906 yılında başlatılan kazılarda, yukarıda sözünü ettiğimiz El-Amarnada bulunmuş ve Arzawa kralına gönderildiği anlaşıldığı için, adına Arzawa mektupları denen bu 2 belgenin yazıldığı dilde kaleme alınmış olan başka tabletler de ele geçirilmeye başlandı. Winckler kazılarını 1913 yılına kadar sürdürdükten sonra ölünce, Alman Şarkiyat Cemiyeti, aslen bir Çek bilgini olan B. Hroznyyi İstanbula göndererek, Boğazkyöyden çıkan bu tabletleri incelemesini istedi.
Bu sırada patlayan 1. Dünya Savaşı nedeni ile Hrozny, İstanbul Arkeoloji Müzesindeki çalışmalarını kısa kesmek zorunda kaldıysa da, araştırmalarını olumlu bir yönde geliştirmeye başararak, 24 Kasım 1915 tarihinde, Berlin Ön Asya Cemiyetinde verdiği Hitit sorununun çözümü konulu bir konferansta bu belgelerdeki dilin geçekten bir Hint-avrupa dili olduğu tezini tekrar ortaya attı.
Aynı yılın içinde yayınlanan bir kitapta Hrozny, Eski Yunanca, Latince ve Eski Hintçe ile yaptığı karşılaştırmalarla, birçok Hititçe sözcüğün anlamını saptamayı ve Hitit dilinin ilk gramer kurallarını ortaya koymayı başardı. Böylece bugün Hititoloji olarak tanınan bilim dalının doğuşu gerçekleşmiş oldu.