• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Yaratılış Delilleri Giriş : Yaratılışın delillerini bilmek zorunda mıyız?
[YouTubehd]JTA1rnt4Crg[/YouTubehd]​
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 1: İnşa Delili [Yaratılıştaki Denge]
[YouTubehd]W3Hfs4Gzx20[/YouTubehd]​

İnşa Delili

İnşa: Maddelerin ve elementlerin bir araya gelerek bir yapıyı oluşturmasıdır. Birçok madde ve element bir araya gelerek bir mevcudu oluştururlar ve bir vücutta toplanırlar. Buna terkip de denilir. İnşadaki denge, Cenab-ı Hakk'ın varlığına büyük bir delildir. Şöyle ki:

Bir eczanede, muhtelif maddelerle dolu yüzlerce kavanoz şişenin bulunduğunu farz ediyoruz. Bizlerden, bu kavanozlardaki maddeleri kullanarak bir macun ve bir ilaç yapmamız istendi. Bizler eczaneye geldik, gördük ki: O macun ve ilacın yüzlerce ferdi yapılmış ve tezgâha konulmuş. O macun ve ilaçları tetkik ettik, gördük ki: O kavanoz şişelerin her birinden, mahsus bir ölçüyle bir-iki miligram bundan, üç-dört miligram ondan, altı-yedi miligram başkasından ve bunlar gibi, her birinden muhtelif miktarda maddeler alınmış ve o macun ve ilaçlar oluşturulmuş. Eğer birinden bir miligram eksik ya da fazla alınsa o macun ve ilaç tesirini gösteremez; ilaç iken zehir olurlar.

Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mıdır ki o şişelerden alınan muhtelif miktarlar; şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpması sonucu devrilmesiyle her birinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar şişeden aksın, diğer şişelerden akanlar ile beraber gitsin ve toplanıp o macunu ve ilacı teşkil etsinler? Acaba bütün dünya toplansa bir macunun ve ilacın tesadüfen oluştuğuna bizi ikna edebilirler mi? Hele bu ilaç ve macunun milyonlarca ferdi bulunsa, tamamının tesadüf eseri olduğuna bizi inandırabilirler mi? Acaba bu fikirden daha hurafe ve daha batıl bir şey var mıdır?

İşte bu misal gibi, her bir hayat sahibi bir macundur. Her bir bitki ise bir ilaçtır ki çok çeşitli maddelerden, gayet hassas bir ölçüyle alınan elementlerden terkip edilmiştir. Mesela sadece insana bakalım:

Vücudumuzda altmışa yakın element bulunmaktadır. Bu elementlerin hepsi bir ölçüye ve dengeye göre vücudumuzda bulunmaktadır. Vücudumuzda belli ölçülerde demir, magnezyum, krom gibi elementler vardır. Bunların azlık veya çokluğu hastalıklara sebep olur. Mesela bakır kan yapıcı özelliğe sahiptir. Eksikliğinde sinir hastalıkları baş gösterir. Mangan, beyin fonksiyonlarını işlettirir. Eksikliği davranış bozukluklarına sebep olur. Kadmiyumun görevi ise tansiyonu ayarlayıp düzgün çalışmasını sağlamaktır. Eksiklik veya fazlalığında tansiyon rahatsızlıkları baş gösterir. Vücudun herhangi bir yerine elementlerin yığılması ise hormonal bozuklukları meydana getirir.

İnsanın vücudunda böyle son derece hassas bir denge hâkim olduğu gibi, diğer hayat sahipleri olan hayvanların ve bitkilerin vücudunda da aynı denge hâkimdir. Bizler, bu dengenin misalleriyle sözü uzatmıyor ve bu dengeyi öğrenmek isteyenleri ilgili fen kitaplarına havale ederek soruyoruz:

Acaba en basit bir ilaç dahi tesadüfen oluşamazken, bu derece dengeli olan insan vücudunun ve diğer varlıkların tesadüfen oluşması hiç mümkün müdür?
Bütün dünya toplansa bir aspirinin, cam kavanozdaki ilaçların tesadüfen dökülmesi sonucunda oluştuğuna bizi ikna edemez iken; nasıl olurda, bu haptan milyonlar derece daha hassas bir yapıya sahip olan insanın, tesadüf sonucu ortaya çıktığına bizi ikna edebilir? Acaba böyle batıl bir fikre inanana akıllı denilebilir mi? Değil akıllı denilmek, evvela ona insan denilebilir mi?

Ayrıca vücudumuz, bir ilaç gibi bir defa yapılan ve sonra öylece bırakılan bir şey değil, daima yenilenen bir terkiptir. Bir sene boyunca bağırsaklarımızda ölen toplam hücre ağırlığı 90 kg'dır. Ölen deri hücrelerimizin ağırlığı ise 45 kg'dır. Her gün vücudumuzda 200 milyar alyuvar ölür ve saniyede 10.000 alyuvar yaratılır. Vücudumuz altı ayda bir tamamen yenilenen harika bir terkiptir.

Bu terkibin tesadüfen olması nasıl mümkün olur? Hem de bu terkipten şu anda yeryüzünde yaklaşık yedi milyar insan varken. Hepsinin tesadüfen oluştuğuna nasıl inanılır?
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 2: İmkân Delili
[YouTubehd]CHLlIvwZx8Y[/YouTubehd]​

İmkân Delili

Şimdi sizlerle birlikte, muhtemelen şimdiye kadar hiç duymadığınız bir hayvanın resmini çizeceğiz. Çizeceğimiz hayvanın ismi: "Armadillo" Bilmediğimiz bir hayvanı çizmeye çalışmamız sayesinde imkân delilini daha iyi anlayacağız.
Şimdi Armodillo için bir vücut çizeceğiz. Sorumuz şu: Armodillo için çizilebilecek kaç farklı vücut vardır? Ya da şöyle sorsak: Şu anda yeryüzünde yaşayan yedi milyar insanın eline bir kalem versek ve Armodillo için bir vücut çizmelerini istesek. Armodillo'yu hiç görmeyen bu insanların her biri, farklı bir vücudu çizmez mi? Elbette çizer ve kimsenin çizdiği de diğerine benzemez. Mesela birisi onu 5 metre boyunda çizerken, diğeri 5 cm. boyunda çizer. Birisi enini 1 metre yaparken, diğeri enini 5 cm. yapar. Birine göre bu hayvanın dört ayağı varken, diğerine göre iki ayağı vardır. Birine göre kırmızıdır, diğerine göre yeşil... Vücut için saymak ile bitmeyecek kadar çok ihtimal olduğundan, yedi milyar insan Armodillo için birbirinden farklı tam yedi milyar vücut çizebilir. Eğer her birinden iki farklı vücut çizmesini isteseydik, bu sefer Armodillo için on dört milyar farklı vücut ihtimali olurdu.

Şimdi de Armodillo için bir yüz çizeceğiz. Sorumuz yine aynı: Acaba Armodillo için kaç farklı yüz çizilebilir? Cevabımız da aynı: Hadsiz sayıda yüz çizilebilir. Zira yine yedi milyar insandan Armodillo için bir yüz çizmesini istesek. Her biri farklı bir yüzü çizecektir. Birisi burnunu uzun yapar, diğeri kısa; birisi kulaklarını yanda yapar, diğeri yukarıda; birisinin çizdiği ağızda beş diş vardır, diğerininkinde on diş... Hiç görmedikleri hayvan için çizilebilecek hadsiz yüz ve saymakla bitmeyecek kadar çok ihtimal vardır.

Şimdi de Armodillo için aza ve cihazlar çizeceğiz. Yani eli nasıl olsun, ayağı nasıl olsun, parmakları nasıl olsun ve bunlar gibi diğer cihazları nasıl olsun? Yine aynı soruyu soruyoruz: Acaba Armodillo için kaç farklı cihaz ve aza çizilebilir? Cevap burada da aynıdır: Hadsiz azalar... Zira biri kanat çizer, diğeri çizmez. Birisi ayağını 1 metre uzunlukta çizer, diğerine göre ayağı yoktur; bu bir sürüngendir. Birisi parmaklarını üç tane yapar, diğeri beş tane... Bunlar gibi hadsiz ihtimaller içinde herkes Armodillo'ya farklı aza ve cihazlar çizebilir. Yedi milyar insanın her birinde kalem olduğu farz edildiğinde, yedi milyar farklı aza ve cihaz tasarımları oluşur.

Şimdi de Armodillo'nın sıfatlarını belirleyelim. Yani cesur mu olacak, korkak mı? Eğer cesur olacaksa, cesaretinin mertebesi ne olacak? Yine acaba yavaş mı hareket edecek, yoksa hızlı mı? Eğer hızlı hareket edecekse, hızının limiti ne olacak? Yine acaba tembel mi olacak yoksa çalışkan mı? Eğer tembel olacaksa, tembelliğinin derecesi ne kadar olacak? Bunlar gibi bütün sıfatlar için teker teker bir seçim yapacağız ve seçtiğimiz her sıfatın da derecesini belirleyeceğiz. Demek önümüzde Armodillo için seçilecek yüzlerce sıfat ve her sıfatın yüzlerce derecesinden seçilecek bir derece var. Şimdi sorumuz şu: Şu anda dünyada yaşayan yedi milyar insanın önüne Armodillo için seçilecek yüzlerce sıfatı koysak ve bu hayvanın sıfatlarını ve bu sıfatların derecelerini belirlemelerini istesek. Yedi milyar farklı sonuç ortaya çıkmaz mı? Elbette çıkar. Demek seçilecek sıfatlar için de hadsiz imkânlar vardır.

Bizler Armodillo'yu çizmeye kalktığımızda, onun için çizilebilecek milyarlarca farklı vücut, yine milyarlarca farklı yüz ve milyarlarca farklı cihaz ortaya çıktı. Ayrıca onun için seçilebilecek hadsiz sıfatlar var.

Bu hadsiz imkânlar içinde, şimdi bir baktık ki karşımızda bir Armodillo duruyor. Hem de resmi değil kendisi. Onun için en mükemmel vücut seçilmiş, ona en güzel yüz verilmiş, ona en hikmetli ve faydalı cihazlar takılmış ve hayatının idamesi için gerekli olan sıfatlar ile donatılmış.

Acaba bu durumda hiç mümkün müdür ki, bu sınırsız imkânlar içinde, en güzel ve hikmetli ihtimalin seçimi, bir tercih edicinin, bir tayin edicinin ve bir tahsis edicinin fiili olmasın ve bu iş tesadüfün işi olsun. Buna imkân var mıdır?
İşte bu, imkân delilidir: Hadsiz imkânlar içinde en mükemmel ihtimalin tercih edilmesi...

Şimdi şu âleme bakıyoruz ve görüyoruz ki: Her varlık, kendine mahsus bir vücut, güzel bir suret, hikmetli ve faydalı cihazlar ve hayatının devamı için kendisine gerekli olan sıfatlar ile bu dünyaya gönderiliyor. Hâlbuki o varlığa, hadsiz imkânlar içinde o vücudu vermek, o nakışlı ve münasip sureti giydirmek, o hikmetli ve faydalı cihazları takmak ve vücuduna uygun sıfatları yerleştirmek; elbette bir tercih edici, tahsis edici ve tayin edicinin, yani Allah'ın işi olabilir. Tesadüfün işi asla olamaz.
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 3: Hudus Delili
[YouTubehd]-0onfOrV3bI[/YouTubehd]​

Hudus Delili

Bir odaya bir kalem ile kâğıt koysak ve ikisini tam bin sene baş başa bıraksak. Acaba tek bir 'A' harfinin kâğıtta vücut bulması mümkün müdür?

Ya da bir odaya bir parça tahta, biraz çivi ve bir de çekiç koysak ve bu eşyaları yine tam bin sene baş başa bıraksak. Acaba bu bin senede bir masanın kendi kendine oluşması mümkün müdür?

Ya da yine bir odaya biraz boya ile bir de tuval koysak ve yine onları bin sene hatta on bin sene baş başa bıraksak. Bir resmin kendi kendine oluşması mümkün müdür?

Ya da şöyle sorsak: Bir tek 'A' harfinin ya da bir masanın veya bir resmin tesadüfen oluştuğuna sizi inandırabilirler mi?

Yani deseler ki: Bu 'A' harfi, kalemin kendi kendine tesadüfen hareket etmesiyle oluştu.

Ve bu sanatlı masa, tahtaların üst üste gelmesi ve çekicin bu tahtalara tek başına çivi çakmasıyla oluştu.

Ve bu harika resim de, rüzgâr esti ve boyalar tuvalin üzerine dökülerek oluştu.
Bu fikre sizi ikna edebilirler mi? Elbette Hayır! Zira tesadüf, bir esere sanatkâr olamaz ve bir eserin ustası olarak asla gösterilemez.

Çünkü sanatla yapılmış bir eser, kendisini sanatla yapan ve varlığını yokluğuna tercih eden bir sanatkârı gerektirir. Sanatkâr olmaksızın bir eserin meydana çıkması mümkün değildir. Evet, bir harf kâtipsiz, bir masa ustasız ve bir resim de ressamsız olamaz.

İşte bu hakikate "Hudus Delili" denilir. Hudus: Sonradan yaratılma, demektir. Sonradan yaratılana "Hâdis" ve sonradan yaratana da "Muhdis" denilir. Her hâdisin bir muhdisi, yani her sonradan yaratılanın bir yaratıcıyı gerektirmesine de "Hudus Delili" denilir.

Bu delili şu misalle daha iyi kavrayabiliriz: Elimize bir kalem alıp bir kâğıda 'A' harfi yazdığımızı farz edelim. Yazdığımız bu 'A' harfi hâdisdir, yani sonradan olmuştur. Birkaç dakika önce yoktu, şimdi ise var. Madem 'A' harfi birkaç dakika önce yoktu ve şimdi var oldu. O hâlde onu yazan bir muhdis (sonradan yaratan) olmalıdır. Kâtip olmaksızın 'A' harfinin vücut bulması mümkün değildir. Çünkü kaidemiz şuydu: "Sonradan yaratılan her sanatlı eser, kendisini yapan ve varlığını yokluğuna tercih eden bir sanatkârın varlığını ispat eder."

Aynen bunun gibi, gözümüz önünde yaratılan varlıklar da bir 'A' harfi hükmündedir. Bir kuştan tutun bir çiçeğe; bir kelebekten tutun bir ağaca; bir balıktan tutun bir arıya kadar ne kadar varlık varsa her biri 'A' harfi hükmündedir. Hatta 'A' harfi değil, belki bir kitap hükmündedir. Bir tek 'A' harfi bile varlık âlemine çıkabilmek için bir yaratıcıya ihtiyaç duyuyor ve o olmadan var olamıyorsa, elbette şu âlemde yaratılan hadsiz eşyanın da kendi kendine var olması mümkün değildir. Hem nasıl ki bir tek 'A' harfi, varlığı ile kâtibinin varlığını ispat ediyor ve varlığı ile onun varlığını haykırıyorsa; aynen bunun gibi, kitap hükmünde olan hadsiz varlıklar da kâtipleri olan Allah'ın varlığını ispat ederler ve hâl lisanı ile Allah'ın varlığına şehadet ederler.

Şimdi, bir harfin kâtipsiz, bir resmin ressamsız ve bir fiilin failsiz var olamayacağını kabul eden insan, nasıl olur da şu kâinat kitabının kâtipsiz ve içindeki hayatdar manzaraların sahipsiz ve kâinatta cereyan eden bunca fiilin failsiz olacağına hükmeder? Ve bu hükmü verene nasıl insan denilebilir?

Hudus delilini, kâinatın yokken var edildiğini göstererek de kullanabiliriz. Zira misalimizdeki 'A' harfi gibi, kâinatta bir zamanlar yoktu ve sonradan yaratıldı. Madem sonradan yaratılan her şey, bir yaratıcıya muhtaçtır. O hâlde şu kâinatın da bir yaratıcısı olmalıdır. O yaratıcıdır ki, kâinatın varlığını yokluğuna tercih etmiş ve bu âlemi yokluk karanlıklarından varlık âlemine çıkarmıştır.
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 4: Suret Verme Delili

Suret Verme Delili

Sizlere yirmi bin kelimelik bir lügat verilse ve bu lügata, lügatta olmayan bir kelimeyi eklemeniz istense, bu yeni kelimeyi ekleyebilmek için ilk önce ne yapmalısınız?İlk yapmanız gereken, lügatta geçen bütün kelimeleri ezberlemektir. Zira lügatta geçen kelimeleri bilmeden yeni bir kelime eklemek mümkün değildir.Peki, sizlere yirmi bin kelimelik değil de, yedi milyar kelimelik bir lügat verilse ve bu lügata her gün üç yüz elli bin yeni kelime eklemeniz istense, bunu yapabilir misiniz? Elbette hayır!

Peki, bunu yapabilmek için -bilgisayar gibi bir cihaz kullanmaksızın- kaç kişinin çalışması gerekiyor?

Bir de aynı zamanda bu kişilere, bir milyon farklı lügat daha verilecek ve bu lügatlara da her gün yeni kelimeler ekleyecekler. Bu lügatlardan bir kısmına her gün yüz bin kelime, diğer bir kısmına beş yüz bin kelime ve bazılarına da her gün milyon değil, milyarlarca kelime eklenecek. Eklenen her bir kelime de o lügattaki hiçbir kelimeye benzemeyecek. Acaba bunu yapmak mümkün müdür?

Peki, bu işin mükemmel bir şekilde yapıldığını ve bir milyon farklı lügatın her birisine, her gün yüz binlerce ve milyonlarca yeni kelimelerin eklendiğini görseniz, bu hadiseyi tesadüfe havale edebilir misiniz? Elbette hayır!

Bu misaller gibi, insan nevi de bir lügattır. Her bir insanı bir kelimeye benzettiğimizde, şu anda bu lügatın yedi milyar kelimesi vardır. İnsan lügatının kelimesi olan her bir insan, bir diğerine benzememektedir. Ve her gün bu lügata üç yüz elli bin yeni kelime eklenmektedir. Evet, her gün üç yüz elli bin insan doğmakta ve bu üç yüz elli bin ferdin hiçbirinin yüzü daha önce yaratılmış bir yüze benzememektedir. Acaba, bu lügatın tesadüfen vücut bulması ve bu lügata her gün yeni kelimelerin tesadüfen eklenmesi hiç mümkün müdür?

Bilim adamları, yeryüzünde 1.000.000 farklı tür keşfetmişlerdir. Kuşlardan balıklara, çiçeklerden ağaçlara ve böceklerden hayvanlara; sayarak bitiremeyeceğimiz tam 1.000.000 tür!

Her bir türü bir lügata benzetirsek, demek ki şu anda yeryüzünde birbirinden farklı tam 1.000.000 lügat var. Bu lügatlardan sadece sinek lügatına bakalım:

Bir baharda yaratılan sineklerin sayısı, Hz. Âdem(a.s.)'den kıyamete kadar yaratılacak olan bütün insanlardan daha çoktur. Şimdi, sinek nevi lügatındaki kelimelerin çokluğunu hayal edebiliyor musunuz? Ve bu lügattaki hiç bir kelime başka bir kelimeye benzemiyor; yani hiç bir sinek, diğer bir sineğin aynısı değildir. Acaba hiç mümkün müdür ki, trilyonlarla dahi ifade edilemeyecek kadar çok sinek kendi kendine vücut bulsun ve her biri farklı bir şekle sahip olsun? Bu hiç mümkün müdür?

Kar taneleri de bir lügattır. Bu lügatın kelimeleri olan kar tanelerinin sayısını herhâlde rakamlarla ifade edemeyiz. Bu lügatın da hiçbir kelimesi diğerine benzememektedir. Evet, her bir kar tanesi diğerinden farklıdır. Hiçbiri diğerinin aynısı değildir. Tırnak büyüklüğündeki kar tanelerinde, birbirinden farklı nihayetsiz şekiller yaratmak, Allah'tan başka kimin işi olabilir?

Dilerseniz şimdilik diğer lügatları bir kenara bırakarak, sadece insan lügatına bakalım ve bu lügattaki bir kelime olan bir insanın yüzünü bir parça inceleyelim:

İnsanın yüzünde kullanılan malzeme son derece basit ve sadedir. Tek bir deri, bir çift göz ve biraz da kıl. Buna rağmen o yüzde muhteşem bir güzellik vardır. Acaba iki aylık bir bebeğin yüzünde, o sadelik ve o basitlik içinde böyle güzel bir yüzün yaratılabileceğini, eğer görmeseydiniz ihtimal verebilir miydiniz?

Bir insan için bir yüz çizdikten sonra, ikincisi için başka bir yüz çizmek en azından ilki kadar imkânsızdır. Hepsinde aynı unsurları kullanıp her birine ayrı bir sima çizmenin zorluğunu meşhur Fransız ressam Hanry Metisse şöyle anlatıyor:

"Bir ressam için gül resmi çizmek kadar zor bir iş yoktur. Çünkü daha evvel çizilmiş bütün gül resimlerini bir yana bırakıp öylece çizmesi gerekir."

Hem insanın yüzü basit bir portreden ibaret de değildir. Oraya yerleştirilen her bir azanın sınırsız bir sanat kadar, sınırsız bir bilgiye ihtiyaç gösteren fonksiyonları da vardır. Bütün bu fonksiyonları bir kenara bıraksak bile; bu yüzde tebessüm, endişe, sevinç, korku, kahkaha gibi yüzlerce manayı dile getirmek, yüzü yaratmak kadar imkânsız değil midir? Okyanusu bir bardağa doldurmak ne kadar zor ise, insanın ruhunu simada temsil etmek de o kadar zordur. Müminin siması ruhu gibi aydınlık, kâfirin siması ise ruhu gibi karanlıktır.

Bir heykeltıraşın basit bir heykele o simetriği verebilmesi için bazen yıllarca çalışması gerekiyor. Buna mukabil saniyede dört insan ve her gün üç yüz elli bin insan son derece kolaylıkla yaratılıyor. Her birine farklı bir yüz veriliyor.
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 5: İsimler Sahipsiz Olamaz
[YouTubehd]3dV3UQhjM7w[/YouTubehd]​

İsimler sahipsiz olamaz

Güneş'in, yedi rengi ile evimizin camını aydınlattığını ve ısıttığını düşünüyoruz. Şimdi, eğer camımızı aydınlatan Güneş'i inkâr edersek, acaba neyi kabul etmek zorunda kalırız?

Bir Güneş'in, vücudu ve hakikati ile birlikte camın içinde bulunduğunu kabul etmek zorunda kalırız...

Zira ortada bir ışık ve sıcaklık vardır. O hâlde bu ışığa ve sıcaklığa sahip olacak bir Güneş gerekmektedir. Eğer Güneş yok farz edilir ve camda görünen ışığın ve hararetin kaynağı olarak Güneş kabul edilmezse; o zaman bu ışık ve hararetin camın kendi malı olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü ortada bir ışık ve sıcaklık vardır. Bunların muhakkak bir sahibi ve maliki olmalıdır.

Ayrıca, böyle bir ışık ve hararet ancak Güneş büyüklüğündeki bir kaynaktan sudur edebilir. O hâlde gökteki Güneş'i inkâr ettiğimizde, camın içinde hakiki bir Güneş'in varlığını kabul etmek ve "Bu ışık ve hararetin sahibi camın kendisidir." demek zorunda kalırız.

Güneş'in hadsiz eşyayı ışığı ile aydınlattığı ve harareti ile ısıttığı düşünüldüğünde, gökteki bir tek Güneş'i inkâr etmenin neticesi, hadsiz eşyanın içinde hakiki Güneşlerin varlığını kabul etmek ile neticelenir. Demek, gökteki tek bir Güneş'i kabul edemeyen, Güneş'in ışık ve hararetini kendinde gösteren eşyalar adedince Güneşleri kabul etmek zorunda kalır. Zira ifade ettiğimiz gibi, ortada bir ışık ve hararet vardır, bu da ancak bir Güneş'ten sudur edebilir.

Aynen bu misal gibi, Şems-i ezel ve ebed olan Allah-u Teâlâ da esma-ül hüsnası ile şu âlemi ve âlemdeki her bir eşyayı aydınlatmıştır. Misalimizdeki ışığın ve hararetin kaynaksız olamayacağı gibi, şu âlemde gözüken isimler ve sıfatlar da sahipsiz olamaz. Zira isim müsemmasız, sıfat ise mevsufsuz olamaz. Yani ortada bir isim varsa, muhakkak o isim ile isimlenmiş bir zat olacaktır. Ve yine ortada bir sıfat varsa, muhakkak o sıfatın bir sahibi olmalıdır.

Mesela, yine kalem ile bir kâğıda bir harf çizdiğimizi düşünelim. Bu fiilde ve sayfadaki 'A' harfinde şunlar gözükür:

1- Sayfadaki 'A' harfinin varlığı yokluğuna tercih edilmiştir. Zira biraz önce o sayfada 'A' harfi yokken, şimdi bir 'A' harfi vardır. Bir şeyin yokluktan varlığa çıkabilmesi, yani varlığının yokluğuna tercih edilebilmesi için ise kâtibinin ve failinin irade sahibi olması gerekir. İrade sahibi olmalıdır ki, varlığını yokluğuna tercih edebilsin. İradesi ve ihtiyarı olmayan bir failin, sayfadaki 'A' harfine kâtip olması ve kâtiplik iddiasında bulunması mümkün değildir. O hâlde 'A' harfinin yoktan icadı, irade sahibi bir kâtibi gerektirir.

2- Sayfadaki 'A' harfi, alelade bir çizgi değildir. Manası olan sanatlı bir çizgidir. O hâlde sanatkârı ve kâtibi olan zatın ilim sıfatının olması, yani "Âlim" olması gerekir. İlmi olmayanın ve okuma yazma bilmeyenin, mana ifade eden bu 'A' harfini yazması mümkün değildir. O hâlde 'A' harfinin yoktan icadı, ilim sahibi bir kâtibi gerektirir.

3- Ayrıca bu kâtibin kudret sahibi olması da gerekir. İradesi ve ilmi olsa; ama kudreti ve kuvveti olmasa, mesela felçli olsa ve elini hareket ettiremese, yine bu 'A' harfini yazamazdı. İşte 'A' harfi, mevcudiyeti ile kâtibinin kudret sahibi bir "Kadir" olduğuna da işaret eder.

4- Yine kâtibinin hayat sahibi olması gerekir. Zira hayatı olmayanın; ilmi, iradesi ve kudreti olamaz. Hayat sahibi olmayan bir taşın yanına bir kalem ve kâğıt koysak ve bir milyon sene onları baş başa bıraksak, sayfada bir 'A' harfini göremezsiniz. Demek "A" harfi, varlığı ile kâtibinin "Hayy" (hayat sahibi) olduğuna işaret eder.

Bu misalleri ve 'A' harfinin kâtibine yaptığı delaletleri çoğaltabilirsiniz.

Şimdi 'A' harfine bir kâtip arayacağız. Eğer biz kâtip olarak, onu çizen insanı inkâr eder ve "Bu 'A' harfini bu kalem yaptı." dersek, o zaman kâtipte bulunması gereken irade, ilim, kudret ve hayat gibi sıfatları kaleme vermek ve "Bu kalem âlimdir, irade sahibidir, kudret sahibidir, hayatı vardır..." gibi bir hezeyanı kabul etmek zorunda kalırız. Çünkü ortada gözüken isim ve sıfatlar vardır. İsim müsemmasız, sıfat ise mevsufsuz olamaz. İşte bu yüzden, harfin kâtibi olarak kim kabul edilirse, kâtipte olması gereken ilim, irade, kudret ve hayat gibi sıfatların da o zatta varlığını kabul etmemiz gerekecektir.

Aynen bunun gibi, kâinat da bir harf ve bir kitaptır. Kâtibi olarak Allah-u Teâlâ kabul edilmezse, bu kitapta gözüken bütün isim ve sıfatları atomlara, sebeplere, tesadüfe, tabiata vermek âdeta onları uluhiyet makamına çıkarmak demektir.

Bir Allah'ı aklına sığıştıramadığı için kabul etmeyen adam, zerreler ve atomlar adedince ilahları kabul etmek zorunda kalacaktır.
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 6: Hayat Verme Delili
[YouTubehd]7AutR0Lt-CQ[/YouTubehd]​

Hayat verme delili

Olması mümkün değildir; ama faraza eğer olsaydı: Bir kimsenin, ölmüş bir kuşu gözümüzün önünde dirilttiğini görsek. Ne kadar şaşırır hatta gözümüzü yalanlardık. Bu olayı da ölünceye kadar unutmazdık. Zira hayat verme hakikati, bu kadar etkileyici ve şaşırtıcı bir hakikattir.

Hâlbuki bizi şaşırtan, gözümüzü yalanlamamıza sebep olan ve ölünceye kadar da aklımızdan çıkmayan şey, ölmüş bir kuşun gözümüz önünde diriltilmesinden başka bir şey değildir.

Acaba ölen bir kuşu diriltmek mi daha hayret vericidir? Yoksa ölü yumurtalardan hayat sahibi kuşları çıkartmak mı?

Ya da ölü bir kuşu diriltmek mi daha şaşırtıcıdır? Yoksa nutfe denilen su damlacıklarından hayat sahibi mahlukları yaratmak mı?

Ya da ölü bir kuşu diriltmek mi daha acayiptir? Yoksa çekirdek ve tohumlardan, hayat sahibi olan bitki ve ağaçları yaratmak mı?

Acaba bu şaşkınlığı ve hayreti niçin Allah-u Teâlâ hakkında yapmıyoruz. Hâlbuki Allah-u Teâlâ çok daha hayret verici diriltmeleri her vakit gözümüz önünde yapmaktadır. Şöyle ki:

Gözümüz önünde görüyoruz ki, hayata son derece muhalif olan maddelerden hayat fışkırmakta ve yeryüzü hayat sahipleriyle dolup taşmaktadır. Hayatı olmayan tohumlardan, çekirdeklerden, yumurtalardan ve nutfe denilen su damlacıklarından yaratılan mahluklar; hayat sahibi olmakta ve bir kısmının da ruhu bulunmaktadır. Hayatı olmayan bu maddelerin, kendilerinde olmayan hayatı başkasına vermesi elbette düşünülemez. O hâlde gözümüz önündeki bu hayat, ancak ve ancak Hayy-u Kayyum olan Allah’ın yaratmasıyla olabilir. Demek Allah’ın varlığına en büyük delillerden biri de hayat verme hakikatidir.

Şimdi, Allah’ı inkâra yeltenen kişiye soruyoruz: Yumurta, çekirdek, tohum ve su damlacıkları gibi en basit maddelerden hayat sahibi varlıkları yaratan ve bu maddelerden hayatı fışkırtan kimdir? Bu hikmetli tasarrufa Allah’tan başka kim fail olabilir?

Acaba her şeyiyle güzel ve sevimli olan bu hayatın devamı için neler gerekli olduğunu hiç düşündük mü? Şüphesiz bunun için binlerce sebebin bir araya gelmesi gerekli. Bunlardan bi*rinin azlığı veya çokluğu hayatı felç edebilir.

Mesela, sıcaklık ve soğukluk dengesindeki ufacık bir aksaklık her şeyi yok edebi*lir. Isı öyle ayarlanmalıdır ki canlılar hayatlarını devam ettire*bilsinler. Sıcaklığın altmış dereceyi geçmesi canlılar için ölüm çanının çalması demektir.

Hayatın başka bir önemli şartı da atmosferin hayata elve*rişli tarzda hazırlanmasıdır. Gazların bugünkü hâlleriyle bir arada bulunmaları ihtimali, aslından hesap rakamlarına girme*yecek kadar küçüktür. Gazların belirli bir kaçış hızı vardır. Kafesteki kuş misali… Bu hızda azalma veya çoğalma olsa denge bozulur. Fakat onları kaçmaya zorlayan hızla, atmos*ferde tutan yerçekimi öylesine dengelenmiştir ki kaçıp dağıl*maları söz konusu değildir.

Hayat için su da şarttır. Suyun kaynağı ise okyanus ve de*nizlerdir. Dünyamızda saniyede 16 milyon ton, senede 505 milyon kere milyon ton su buharlaşır ve rüzgârlarla dört bir yere dağılır. İhtiyaç olan bölgelere bırakılır. Sonra tekrar bu*harlaşıp yeryüzünden gökyüzüne çıkar. Ta ki hayat devam edebilsin. Bunca suyu buharlaştırmak için 300 bin milyar kere milyar kaloriye ihtiyaç vardır. Bunu kömürle karşılamaya kalk*sak 4.1016 ton kömüre ve Türkiye bütçesinin yüz milyarca misli paraya ihtiyaç vardır.

İşte hayatın varlığı için bütün diğer şartları bir kenara bı*raksak bile, acaba bütün sebepler ihtiyar ve iktidar sahibi olsa; sa*dece sıcaklık, atmosfer ayarı ve su teminine güçleri yeter miydi?
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 7: Ruh Verme Delili
[YouTubehd]kNKZ_A1sJE0[/YouTubehd]​

Ruh Verme Delili

Hayat verme gibi, ruhlandırma hakikati de Allah’ın varlığını ispat etmektedir. Zira ruhun varlığı, Allah’tan başka hiç bir sebep ile izah edilemez. Ruhun varlığı kabul edildikten sonra Allah’ı inkâr etmek mümkün değildir. Zira “Bu ruh nasıl vücuda geldi?” sorusuna verilebilecek hiç bir maddi cevap yoktur. Ruhun varlığı, Allah’ın yaratmasından başka hiçbir şey ile izah edilemediğinden dolayıdır ki, ateistler ruhun varlığını inkâra yeltenmişlerdir. Çünkü ruhun varlığı kabul edilirse, onu yaratan Allah da kabul edilmek mecburiyetindedir. Bizler bu makamda ruhun varlığına ait delilleri beyan etmeyi uygun görüyoruz. Zira “Bu ruhu kim yarattı?” sorusunu kâfire sorabilmek için ilk önce ruhun varlığını ispat etmemiz gerekmektedir. O hâlde ilk önce ruhun varlığını ispat edelim ve daha sonra da sorumuzu soralım.

1- Hukuk, kardeşlik ve aile gibi kavramlar ancak ruhun varlığını kabul ile kaimdir. İsterseniz biraz daha açalım: Bilindiği gibi insan altı ayda bir bedenindeki bütün hücreleri değiştirmekte, âdeta yeni bir insan olmaktadır. Şimdi bir katilin mahkemede hâkimin karşısına çıktığını düşünelim. Hâkim ona ceza olarak yirmi sene hapis vermiş olsun. Bu katil hâkime dönerek şöyle dese: “Siz bana ceza veremezsiniz. Çünkü cinayeti işleyen ben değilim. Hücrelerimin değişmesi ile ben yeni birisi oldum. Şu andaki cismim masumdur.” Bu sözlere karşı hâkim ne diyebilir ki? Hiçbir şey! Çünkü o da eski hâkim değildir. Bir de kardeşlik ve aile mefhumunu düşünün. Beni dünyaya getiren annemin defalarca maddi bedeni değişikliğe uğradı. Beni dünyaya getirdiği andaki vücudundan geriye hiç bir şey kalmadı, tamamen değişti. Benim annem maddi cihetiyle, beni doğurduktan altı ay sonra öldü. Eğer ruhun varlığı kabul edilmezse bu çıkmazdan nasıl çıkılır?

2- İnsan bir boşlukta dünyaya gelse ve göz, kulak, el gibi azaları olmasa; uzunluk, yakınlık, büyüklük, küçüklük gibi mefhumları anlayamamakla birlikte, kendi varlığından asla şüphe etmez. Zira göz, kulak ve el gibi azalar insanın dış âlemi tanıyabilmesi için gereklidir. Kişi, o azalar olmadan dış dünyayı tanıyamaz; ama kendi varlığından da şüphe etmez. İşte bu durumda kendini bilen varlık ruhtur.

3- İnsan bir iş yaptığında “Ben yaptım.” der. Bu “Ben yaptım.” sözüyle, fiillerini azalarına isnat etmez. Yani “Ben yaptım.” derken, “Elim yazdı, ayağım koştu, kulağım işitti…” gibi manaları kastetmez. O hâlde insanın “Ben yaptım.” sözüyle kastettiği “ben” nedir? İnsan “ben” demekle nefs-i natıkasını, yani ruhunu kasteder. “Benim kalemim.” dediğinde, o “ben” ruhtur.

4- Maddenin tabiatında irade ve seçebilme yeteneği yoktur. Hâlbuki insanda nihayetsiz iradi hareketler vardır. Eğer insan sadece maddi bir varlık olsaydı, insanda iradenin olmaması gerekirdi. Çünkü maddede irade yoktur. O hâlde bu iradi hareketlerin sahibi madde olamayacağına göre ruh olmalıdır. Demek insandaki irade, ruhun varlığına açık bir delildir.

5- Maddenin tabiatında irade olmadığı gibi; işitmek, görmek, tatmak, hissetmek gibi diğer sıfatlar da yoktur. Eğer insan, ruhu olmayan maddi bir varlık olsaydı. O hâlde mezkûr sıfatların insanda bulunmaması gerekmekteydi. Madem vardır; o hâlde insan sadece maddeden yapılmış bir varlık değildir. Onun bir ruhu vardır ve bu sıfatlar da ruhun sıfatlarıdır.

6- Beyin açılarak, parmağı oynatmakla görevli sinire tembih yapılsa, parmak hareket eder. Fakat asla bir düğmeyi ilikleyemez. Çünkü düğmeyi iliklemek kompleks bir harekettir ve hiçbir siniri tahrik etmekle bu fiil gerçekleşmez. O hâlde sorumuz şu: Parmağa, düğmeyi iliklettiren beyin değilse, nedir? Elbette ruhtur!

7- Maddenin hareket edebilmesi için ona maddi bir temas gerekmektedir. Maddi bir temas olmaksızın maddenin hareketi mümkün değildir. Hâlbuki televizyon seyreden bir insan; güler, ağlar, korkar, heyecanlanır ve hakeza… Acaba gülen veya ağlayan madde midir? Elbette hayır, çünkü maddi bir temas gerçekleşmedi. Öyleyse bu fiiller kime aittir? Elbette ruha!

8- Bir insanı ölmeden tarttık 70 kg geldi. Öldükten sonra tarttık yine 70 kg . Acaba bu insandan ne çıktı ki; güler, koşar ve konuşur bir hâlde iken birden cansız bir hale geldi? Elbette ruh. Çünkü maddi bir kayıp olmadığı tartı işlemi ile ispat edildi.

9- Herkesin beyni aynı şekilde çalışır; ama buna rağmen fikir farklılıkları vardır. Acaba bu fikir farklılıklarının sebebi nedir? Elbette farklı ruhlarının bulunmasıdır. Eğer fikir sadece beynin bir fonksiyonu olsaydı, herkesin aynı düşünmesi gerekirdi. Zira maddenin sıfatları sabittir ve değişmez. Demek fikirlerin farklılığı, ruhun varlığına bir delildir.

10- Maddi bilimin dahi kabul ettiği telepati, ruhun varlığından başka hiçbir şey ile izah edilemez. Birbirlerinden kilometrelerce uzak olan iki insanın vasıtasız muharebe etmesi, madde ile nasıl izah edilebilir? Demek telepati de ruhun varlığına bir delildir.

11- Telekinezi denilen; maddeye temas etmeden, düşünce ile maddeyi hareket ettirmek ancak ruhun varlığı ile izah edilebilir. Dikkat ve konsantrasyon sonucunda kaşıkları eğenleri, önlerindeki eşyaları harekete geçirenleri görmüşüz veya okumuşuzdur. Acaba bu hadiseyi madde ile izah etmek mümkün müdür? Elbette değildir! O hâlde telekinezi de ruhun varlığına bir delildir.

12- Rüyalar da ruhun varlığına bir delildir. Birçok zaman rüyamızda gördüklerimizin o gün veya daha sonra vukua geldiğini görürüz. Bu, ruhun gayb âlemlerine yakınlaşması sonucunda elde ettiği bir bilgidir. Ruhu inkâr edersek bu hadiseyi ne ile izah edebiliriz? Demek rüyalar ve bilhassa sadık rüyalar ruhun varlığını ispat etmektedir.

13- Şimdi hayalinizi kullanarak vücudunuzdaki bütün etleri bir yerde toplayınız. Şimdi de kemikleri ve sırasıyla kılları, gözleri, tırnakları ve diğer maddi azaları da aynı yerde toplayınız. Şimdi soruyoruz: Duygularınız nerede? Şefkat, muhabbet, aşk, hırs, kin gibi yüzlerce his nerede? Eğer bunlar maddi bedenin malı olsaydı, onları da hayalen bir tarafa ayırmamız ve vücutlarını görmemiz gerekirdi. Demek bu duygular cismin değil, ruhun malıdır. O hâlde insanda bulunan her bir duygu ruhun varlığına bir delildir.

14- İnsanlarda lütuf, cömertlik, cesaret, ilim gibi sıfatlar farklı farklıdır. Birisinde deniz iken, diğerinde damladır. Eğer bunlar maddenin özellikleri olsaydı bütün insanlarda aynı derecede olması gerekirdi. Çünkü maddenin sıfatları sabittir ve değişmez. O hâlde bunlar maddenin sıfatı olmaz; ancak ruhun sıfatlarıdır. Demek insanlarda farklı derecelerde bulunan bütün sıfatlar ruhun varlığını ispat etmektedir.

15- Neşe ve elem iki kaynaktan gelir. Birisi cismanî elemler ve lezzetlerdir. Diğeri ise ruhanî elemler ve lezzetlerdir. Mesela dostuna kavuşan bir kimse lezzet duyar. Bu maddî değil, ruhanî bir lezzettir. Yine denilmiştir ki: “Kılıç yarası iyileşir; ama dil yarası iyileşmez.” Acaba dilin yaraladığı şey, ruhtan başka bir şey midir? Demek insanın aldığı bütün ruhanî lezzetler ve elemler, ruhun varlığını ispat etmektedir.

Ruhun varlığını, mezkûr on beş delil ile ispat ettikten sonra, şimdi kâfire soruyoruz:

Kimdir ruhu yaratan ve onu hayat sahiplerine üfleyen? Allah’tan başka kim vardır, bu hikmetli icada fail olabilsin?
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 8: Kainattaki Düzen Delili
[YouTubehd]27B6e8Uui3o[/YouTubehd]​

Kainattaki Düzen (İntizam) Delili

Allah’ın varlığına en büyük delillerden biri de intizam hakikatidir. Zira şu kâinatta, sinek kanadından tutun semavatın kandillerine, bir atomdan tutun denizlerin diplerine kadar öyle bir intizam vardır ki intizamı yaratan zatın varlığını güneş gibi gösteriyor.

Evet, intizam ancak bir elden sudur edebilir. Eğer birçok eller bir işe karışırsa, karıştırır. Bir memlekette iki padişah, bir ilde iki vali ve bir köyde iki muhtar olamaz. Eğer olursa karışıklık olur. Madem bu âlemde karışıklık yoktur ve intizam vardır. O hâlde bu intizamın kurucusu olan Allah da vardır ve birdir. Göz önündeki şu hassas intizam, Allah’ın varlığından başka hiçbir şey ile izah edilemez.

Kuran-ı Kerim, bu hakikate şu ayetiyle dikkat çekmiştir: “O Allah ki yedi kat gökleri yaratmıştır. Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bak, bir çatlak görüyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir ve bak! Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin bir hâlde sana dönecektir.” (Mülk/3-4)

Şu kâinattaki intizamı anlatmak için ciltler dolusu kitap yazılabilir ve yazılmıştır da. Hatta değil kâinat, bir sineğin vücudundaki intizam için bile bir kitap yazılabilir. Bizler, âlemdeki ve içinde bulunan eşyadaki intizamı ilgili fenlerin kitaplarına havale ederek, sadece eşyanın en küçük yapı taşı olan atomdaki intizamı inceleyeceğiz.

Hava, su, dağlar, hayvanlar, bitkiler, vücudumuz, oturduğumuz koltuk; kısacası en küçüğünden en büyüğüne kadar gördüğünüz, dokunduğunuz, hissettiğiniz her şey atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar öyle küçük parçacıklardır ki en güçlü mikroskoplarla dahi görmek mümkün değildir.

Atomun küçüklüğünü bir örnekle açıklamaya çalışalım: Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmeniz mümkün değildir. Görebilmek için elinizdeki anahtarı dünyanın boyutlarına getirdiğinizi farz edelim. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse işte ancak o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları görebilirsiniz.

Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin çok uzağındaki yörüngelerde dönüp dolaşan elektronlardan oluşmuştur. Çekirdeğin yarıçapı ise, atomun yarıçapının on binde biri kadardır. Biraz önce bahsettiğimiz gibi, elinizdeki anahtarı dünya boyutlarına getirdiğinizde ortaya çıkan kiraz büyüklüğündeki atomların içinde çekirdeği arayalım. Ama bu arayış boşunadır; çünkü böyle bir ölçekte bile çok daha küçük olan çekirdeği gözlemleme olanağımız kesinlikle yoktur. Çekirdeği görebilmemiz için atomumuzu temsil eden kiraz yeniden büyüyüp iki yüz metre yüksekliğinde kocaman bir top olmalıdır. Bu akıl almaz boyuta karşın atomumuzun çekirdeği yine de çok küçük bir toz tanesinden daha iri bir duruma gelmeyecektir.

Şimdi, dilerseniz bu küçük yapıdaki intizamı görelim:

Atomda bulunan elektronlar, sahip oldukları elektrik yükü nedeniyle çekirdeğin etrafında sürekli olarak dönerler. Bütün elektronlar eksi (-) elektrik yükü ile yüklüdürler, bütün protonlar ise artı (+) yüküyle. Atomun çekirdeğindeki artı yük, elektronları kendisine doğru çeker. Bu nedenle elektronlar çekirdeğin etrafından ayrılamazlar.

Atomun merkezinde ne kadar proton varsa, dışında da o kadar elektron olur. Bu sayede atomların elektriksel yükü dengelenir. Ancak protonun hacmi de, kütlesi de, elektrondan çok daha fazladır. Eğer bir karşılaştırma yapmak gerekirse, aralarındaki fark, bir insanla bir fındık arasındaki fark gibidir. Ama yine de elektrik yükleri birbirinin aynıdır. Peki, acaba proton ve elektronun elektriksel yükleri eşit olmasaydı ne olurdu?

Bu durumda evrendeki tüm atomlar, protondaki fazla artı elektrik nedeniyle, artı elektrik yüküne sahip olacaklardı. Bunun sonucunda da evrendeki her atom birbirini itecekti. Acaba evrendeki atomların her biri birbirini itse neler yaşanır?

Yaşanacak olan şeyler çok olağandışıdır. Atomlardaki bu değişiklik oluştuğu anda, şu anda bu kitabı tutan elleriniz ve kollarınız bir anda paramparça olurlar.

Sadece elleriniz ve kollarınız değil; gövdeniz, bacaklarınız, başınız, gözleriniz, dişleriniz, kısaca vücudunuzun her parçası bir anda havaya uçar. İçinde oturduğunuz oda, pencereden gözüken dış dünya da bir anda havaya dağılır.

Yeryüzündeki tüm denizler, dağlar, Güneş Sistemi’ndeki tüm gezegenler ve evrendeki bütün gök cisimleri aynı anda sonsuz parçaya ayrılıp yok olurlar. Ve bir daha da evrende gözle görülür hiçbir cisim var olmaz.

Üstelik canlılar için böyle bir olayın yaşanması, elektron ve protonların elektrik yükleri arasındaki dengenin sadece ve sadece 100 milyarda bir oranında değişmesiyle gerçekleşebilir. Evrenin yok olması ise, bu dengedeki milyar kere milyarda bir oynama ile meydana gelir. Yani evrenin ve canlıların varlığı, böyle hassas bir intizam ile mümkündür.

Buraya kadar anlattıklarımız tek bir atomun içindeki kusursuz intizamın sadece birkaç küçük detayıydı. Aslında atom, üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek kadar kapsamlı bir yapıya ve intizama sahiptir.

Şimdi, yıldızların intizamlı hareketlerinden varlıkların intizamlı vücutlarına, azaların intizamlı yaratılışından dişlerin intizamlı dizilişine kadar, kâinatta ve içindeki eşyadaki intizamı düşünün. Daha sonra şu sorunun cevabını verin: Düz yoldaki bir arabanın intizamlı hareketi gibi basit bir intizamı dahi, şoförün varlığına bağlamak zorunda olan insan, nasıl olur da şu kâinattaki intizamı tesadüfe ve sebeplere havale edebilir?
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 9: Varlıkların Sevkedilmesi (Sevk-i İlahî) Delili
[YouTubehd]bNlWYSZ2KEo[/YouTubehd]​

Varlıkların Sevkedilmesi (Sevk-i İlahî) Delili

İnsanı hayalen bir şehir kadar büyütseniz, herhâlde damarları bir yol kadar geniş olurdu. Şimdi sizi bu vücuda soksalar ve kulağa ya da herhangi bir organa gitmenizi isteseler, acaba yolunuzu bulabilir miydiniz?

Girdiği büyük bir binadan çıkmak için çıkış kapısını bulamayan ve kendi semtindeki bir adresi bulmak için bile onlarca insana adres soran biz, herhâlde asla kulağa ulaşamazdık.

Hâlbuki vücudumuza ilk defa giren maddeler -akılsız, iradesiz, şuursuz, kudretsiz, hayatsız… olmalarına rağmen- yollarını hem de kimseye sormadan buluyorlar. Göze gereken elementler göze, kalbe gerekenler kalbe gidiyor. Hiçbiri yolunu şaşırmıyor, iyi ama nasıl?

Bizim bu kadar zekâmızla yapamadığımız bu seyahati bu zerreler nasıl yapıyor? Bu sorunun iki cevabı olabilir:

1-Bu elementler çok akıllı olduklarından dolayı yollarını kimseye sormadan bulabiliyorlar.

2-Onları Allah-u Teâlâ idare ve sevk ediyor. Hepsi Allah’ın bir memurudur ve O’nun sevkiyle hareket ediyorlar.

Cevabını sen seç. Ve bil ki vereceğin cevaba göre bir makama oturacaksın. Eğer Allah’ı tanırsan, O’na cennet bahçelerinde misafir olacaksın. Yok, “İnat ederim tanımam.” dersen, bu sefer de zebanilere misafir olacaksın. Hiçbir akıllı, zebanileri cennet bahçelerine tercih etmez!

Şimdi de sevk-i İlahî delilinin başka numunelerine bakalım:
Göç mevsimi geldiğinde kuşların başka memleketlere göçtüklerini görürüz. Vızvız, bıldırcın, sığırcık gibi kuşlar 7.000 km’lik bir göç yaparlar. Orta Avrupa leyleği ise 10.000 km’lik bir göç yapar ve günde 150 km yol alır. Göç şampiyonu ise Deniz kırlangıcı denilen bir kuştur ki 25.000 km’lik bir seyahat yapar. Evet, yanlış okumadınız, tam 25.000 km’lik bir seyahat!

Şimdi şunu düşünün:Arabanızla bir seyahate çıktınız. Size 25.000 km uzaklıkta, neredeyse dünyanın diğer bir ucunda bir adres verildi ve siz oraya gideceksiniz. Haritanız yok, pusulanız yok, yol levhaları yok ve kimseye yolu sormak da yok… Ve siz en kısa yolu bulup gitmelisiniz. Hadi boş verin kısa yolu, en uzun yol da kabulümüz. Acaba bu kadar aklınızla, bilginizle, sözün özü insan olmanızla beraber, bu seyahati tamamlamanız ve size verilen adresi bulmanız mümkün müdür? Nereden mümkün olacak! Girdiği büyük bir binadan çıkış kapısını bulamayan insan, 25.000 km’lik bir seyahati nasıl tamamlayabilir?

Peki, insanın yapamadığı bu seyahati, bir kuş olan Deniz kırlangıcı nasıl yapmaktadır? İki tane seçenek var:

1-Ya bu kuş insandan daha akıllı, daha zeki ve daha becerikli.

2-Ya da bu kuş, bu seyahati kendi başına yapmıyor ve ona ilham ediliyor. İlham dediğimiz bu sevk-i İlahî sayesinde yolunu buluyor.

Hangi seçenek doğru olabilir? Eğer bu göçü kuşun kendi başına yaptığını kabul edersek, o zaman bu kuşu insandan daha akıllı kabul etmemiz gerekecektir. Zira insanın yapamadığı bir işi yapan, elbette insandan daha akıllı olmalıdır.

Bir mağaradan bir yarasa alınmış ve ışık geçirmez bir kafese konularak 300 km uzaktan bırakılmış. Daha sonra bu yarasanın mağarasına döndüğü tespit edilmiş.Burada da sorumuz aynı:

Eğer bu, sevk-i İlahî değilse nedir? Yarasa kendi başına 300 km uzaklıktaki mağarasını nasıl bulabilir? Sizlerin gözünü bağlasalar ve evinize 300 km uzakta sizleri bıraksalar, kimseye yol sormadan ve yol levhalarına da bakmadan evinizin yolunu bulabilir miydiniz?

Yine hiç göç yapmamış bir leylek, kafes içerisinde İtalya’ya götürülmüş ve göç mevsimi serbest bırakılmış. Görülmüş ki bu leylek, en kısa yolu takip ederek 125 gün sonra neslinin göç ettiği memlekete varmış.

Şimdi, kuşları bir kenara bırakalım da kendimize bakalım: Elimize bir adres verilse bile çoğu zaman gideceğimiz yeri bulamayız, kayboluruz. Hatta bir hastaneye girsek, çıkış kapısını bulmakta zorlanırız. Bir de yollardaki işaret levhalarını kaldırsalar ve bizden İstanbul’dan Kars’a gitmemizi isteseler, herhâlde ömrümüzün sonuna kadar oraya ulaşamazdık.

Acaba kuşlar bizden daha mı akıllı? Yoksa onlara ilham eden birimi var? Demek Allah’ı inkâr etmek, kuştan daha ahmak olduğunu kabul etmek ile mümkündür.

Sevk-i İlahî delilinin misalleri saymakla bitmez. Bizler son olarak, çok ilginç olduğuna inandığımız ve sizi de hayrete düşürecek bir hadiseyi nakledip bu delili tamamlayacağız.

Yılan balıklarının nasıl ürediğini araştıran bilim adamları son derece ilginç bir şey keşfetmişlerdir.

Yumurtlama zamanı geldiğinde anne yılan balıkları Kuzey Atlantik Okyanusu’nda Bermuda’nın güneyinde bulunan Sargasso Denizine doğru bir göç yapıyorlar ve oraya ulaştıklarında yumurtlayarak orada ölüyorlar.

Yılan balıklarının göçü en açıklanamaz ve en hayret verici göçlerden biridir. Yılan balıkları, Atlas Okyanusu’ndaki Sargasso Denizi’nde doğsalar da, yetişkin hiçbir yılan balığı orada yakalanmamıştır. Çünkü balıklar doğduktan bir süre sonra hızla burayı terk edip Avrupa ve Amerika’da ebeveynlerinin yaşadıkları nehirlere doğru yüzerler.

Yaklaşık 6000 kilometrelik yolculuklarında onlara yol gösterecek kimse yoktur; yeni doğmuş olmalarına rağmen yine de yollarını şaşırmazlar. Sonunda yaşamlarını sürdürecekleri nehirlere ulaşırlar. Burada yaşayıp, erişkinliğe ulaştıklarında hepsi aynı anda sözleşmişcesine nehirlerden okyanusa doğru yüzmeye, doğdukları ve yumurtlayacakları yer olan Sargasso’ya doğru yolculuğa çıkarlar. Bu döngü bu şekilde devam eder.

Burada ilginç olan şu: Anne yılan balığı hangi denizden gelmiş ise yavrusu o denize dönüyor ve asla başka bir denize gitmiyor.

Eğer bu seyahatin Allah’ın ilhamı ile gerçekleştiğini kabul etmezsek şu sorulara makul cevaplar bulmamız gerekecektir:

1-Anne yılan balıkları bu kadar yorucu, uzun ve kendilerinin ölümü ile sonuçlanacak bir seyahate niçin katlanıyorlar?

2-Doğmuş oldukları Sargasso Denizine niçin gidiyorlar ve yollarını nasıl buluyorlar yoksa ellerinde pusulaları mı var?

3-Yavru yılan balığı, annesinin geldiği denizi ve yolunu nereden biliyor?

4-Hadi “Annesinin geldiği denizi biliyor ve yolunu da buluyor.” diyelim. Ama niçin daha yakın bir denize gidip gününü gün etmiyor da o meşakkatli yola katlanıyor. Annesinin geldiği denize dönmek onun için, niçin bu kadar önemli? Bu derece baskın bir sılaya hasret duygusunu nereden almış?

Bizler şimdiye kadar, cami avlusuna bırakılan bir çocuğun, büyüdüğünde ana evine döndüğünü hiç duymadık. Mahlûkatın en zekisi ve akıllısı olan insanın yapamadığını, yavru yılan balıkları nasıl yapıyor olabilir?

Ey kâfirler, artık hadi gelin ve “Allah” deyin! Yok, hâlâ “Allah” demiyor ve bu sevkin, bir sevk-i İlahî olduğunu kabul etmiyorsanız, o zaman yukarıdaki mezkûr sorularımızı cevaplayın da dinleyelim!
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 10: Kalıp Delili
[YouTubehd]Zf-dR3kROVI[/YouTubehd]​

Kalıp Delili

Bir pinpon topu yapmak isteseniz, ilk önce ne yapmanız gerekir?
İlk yapmanız gereken, pinpon topu için bir kalıp hazırlamaktır. Kalıp olmaksızın onu imal edemezsiniz. Kalıba duyulan ihtiyaç, imal edilen her eşya için geçerlidir.

Mesela yapay bir çiçek yapmak istiyorsunuz. Yine ilk yapmanız gereken, o çiçek için bir kalıp hazırlamaktır. O çiçeği ancak bu şekilde imal edebilirsiniz.

Şimdi de toprağı düşünelim:

Aynı toprak beş yüz bin çeşit farklı bitkiyi kendinde bitirebiliyor. Hangi tohumu veya çekirdeği o toprağa atsanız, ondan farklı bir bitki ve ağaç çıkıyor. Bu olayın iki farklı izahı olabilir:

1- Bu bitkileri, çiçekleri ve ağaçları yaratan Allah-u Teâlâ’dır. O’nun ilminde her bir bitki ve çiçek için, ilmî ve manevi kalıplar vardır. Nihayetsiz ilmi ile her bir bitki için, farklı kaderî kalıpları tayin etmiştir. Nihayetsiz olan kudreti ile atomları ve elementleri bu manevi kalıplara sevk eder ve o mahluku yaratır. Bütün bunlar, O’nun irade etmesi ile bir anda vuku bulur.

2- Eğer Allah-u Teâlâ’nın varlığı -hâşâ- kabul edilmezse, şu iki şıktan birisi kabul edilmek zorundadır:

A-) O toprağın içinde bitkiler adedince maddi kalıplar olmalıdır. Toprak, bu maddi kalıpları kullanarak nebatatı icat etmektedir.
Zira ortada bir eser vardır ve bu eserin meydana gelebilmesi için de kalıba ihtiyaç vardır. Kalıp olmaksızın böyle intizamlı bitkilerin yaratılması mümkün değildir. Yapay bir çiçek için bile maddi bir kalıba ihtiyaç varsa, bu hadsiz çiçek ve bitkilerin kalıpsız yaratılması elbette mümkün değildir. O hâlde toprakta, beş yüz bin farklı tür için, beş yüz bin farklı kalıp vardır.

Bu şıkkı, yani bir saksı toprağın içinde beş yüz bin farklı kalıbın bulunduğunu kabul etmek ‘akıl sahipleri için’ mümkün değildir. Hem iş sadece beş yüz bin farklı kalıp ile de bitmemektedir. Bu türlerin her bir ferdinin farklı bir şekli vardır. Hatta yaprak ve çiçekleri dahi kendi cinslerinden farklıdır. O hâlde bu toprakta, değil beş yüz bin maddi kalıbın bulunduğunu kabul etmek, yaratılan bitkiler adedince maddi kalıpların varlığını kabul etmek gerekiyor. Zira hiçbir bitki diğerine birebir benzemez ve her biri kendine mahsus bir kalıp ister.

B-) Eğer toprağın içinde böyle hadsiz maddi kalıpların varlığını kabul edemezsek -ki edemeyiz- o zaman toprakta manevi ve ilmî kalıpların varlığını kabul etmemiz gerekecektir. Çünkü muntazam bir eser, kalıp olmaksızın icat edilemez. Eğer kalıp maddi olmazsa, ilmî ve manevi olmak zorundadır. Yani o bir avuç toprak, bütün bitkilerin vücut yapılarını, şekillerini, yaratılış kurallarını, üzerindeki yaprakları, çiçekleri, meyveleri vs. bilmeli ve kudretiyle de atomları bu ilmî kalıplara sevk etmelidir. Bu da ancak bir avuç toprağın, Allah’ın ilmi kadar bir ilme ve Allah’ın kudreti kadar bir kudrete sahip olması ile mümkündür.

Bir daha özetlersek: Topraktan çıkan bitkiler, çiçekler ve ağaçlar bir kalıptan çıkmışçasına mükemmel bir şekilde yaratılıyor. Göz önündeki bu harikulade yaratılışı gördükten sonra ya demeliyiz ki: “Bu nebatatı yaratan Allah-u Teâlâ’dır. Allah’ın nihayetsiz ilminde her bir bitki için manevi ve ilmî kalıplar vardır. Atomlar, kudretin sevkiyle bu kalıplara girerler ve bu şekilde nebatat halk edilir.”

Eğer -hâşâ- Allah’ın varlığı inkâr edilirse, o hâlde gözümüz önündeki bu faaliyeti izah edebilmek için şu iki sözden birisi kabul edilmek zorunda kalınır:

1- Ya toprağın içinde her bir nebat için maddi kalıplar vardır. Toprak, o maddi kalıpları kullanarak bitkileri yaratır. Bu halde, bir saksı toprağın içinde bitkiler adedince maddi kalıpların varlığı kabul edilecektir.

2- Eğer toprağın maddi kalıbı yoksa ilmî ve manevi kalıpları olmalıdır. Yaratılan her bitkinin vücut yapısını ilmi ile bilmeli ve kudreti ile de zerreleri o manevi kalıplara sevk etmelidir.
Allah’ın nihayetsiz ilmini ve kudretini kabul edemeyip O’nu inkâr edenler, bir avuç toprağa Allah’ın ilmi kadar bir ilmi ve O’nun kudreti kadar bir kudreti verirken acaba utanmıyorlar mı?

Ya da gerçekten, her çeşit bitki için maddi bir kalıbının o toprakta bulunduğunu mu kabul ediyorlar?

Ya da saydığımız seçeneklerden başka bir seçenek mi var ki onunla bu eşyanın icadını izah ediyorlar?

Ya da her şeye gözlerini kapatarak “tesadüf” deyip mi geçiyorlar?
İşte Ey kâfir! Allah’ı inkâr ettiğinde neyi kabul etmek zorunda olduğuna bak ve eğer insaniyetini hâlâ kaybetmemişsen bundan utan!
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 10: Kalıp Delili
[YouTubehd]Zf-dR3kROVI[/YouTubehd]​

Kalıp Delili

Bir pinpon topu yapmak isteseniz, ilk önce ne yapmanız gerekir?

İlk yapmanız gereken, pinpon topu için bir kalıp hazırlamaktır. Kalıp olmaksızın onu imal edemezsiniz. Kalıba duyulan ihtiyaç, imal edilen her eşya için geçerlidir.

Mesela yapay bir çiçek yapmak istiyorsunuz. Yine ilk yapmanız gereken, o çiçek için bir kalıp hazırlamaktır. O çiçeği ancak bu şekilde imal edebilirsiniz.

Şimdi de toprağı düşünelim:

Aynı toprak beş yüz bin çeşit farklı bitkiyi kendinde bitirebiliyor. Hangi tohumu veya çekirdeği o toprağa atsanız, ondan farklı bir bitki ve ağaç çıkıyor. Bu olayın iki farklı izahı olabilir:

1- Bu bitkileri, çiçekleri ve ağaçları yaratan Allah-u Teâlâ’dır. O’nun ilminde her bir bitki ve çiçek için, ilmî ve manevi kalıplar vardır. Nihayetsiz ilmi ile her bir bitki için, farklı kaderî kalıpları tayin etmiştir. Nihayetsiz olan kudreti ile atomları ve elementleri bu manevi kalıplara sevk eder ve o mahluku yaratır. Bütün bunlar, O’nun irade etmesi ile bir anda vuku bulur.

2- Eğer Allah-u Teâlâ’nın varlığı -hâşâ- kabul edilmezse, şu iki şıktan birisi kabul edilmek zorundadır:

A-) O toprağın içinde bitkiler adedince maddi kalıplar olmalıdır. Toprak, bu maddi kalıpları kullanarak nebatatı icat etmektedir.
Zira ortada bir eser vardır ve bu eserin meydana gelebilmesi için de kalıba ihtiyaç vardır. Kalıp olmaksızın böyle intizamlı bitkilerin yaratılması mümkün değildir. Yapay bir çiçek için bile maddi bir kalıba ihtiyaç varsa, bu hadsiz çiçek ve bitkilerin kalıpsız yaratılması elbette mümkün değildir. O hâlde toprakta, beş yüz bin farklı tür için, beş yüz bin farklı kalıp vardır.

Bu şıkkı, yani bir saksı toprağın içinde beş yüz bin farklı kalıbın bulunduğunu kabul etmek ‘akıl sahipleri için’ mümkün değildir. Hem iş sadece beş yüz bin farklı kalıp ile de bitmemektedir. Bu türlerin her bir ferdinin farklı bir şekli vardır. Hatta yaprak ve çiçekleri dahi kendi cinslerinden farklıdır. O hâlde bu toprakta, değil beş yüz bin maddi kalıbın bulunduğunu kabul etmek, yaratılan bitkiler adedince maddi kalıpların varlığını kabul etmek gerekiyor. Zira hiçbir bitki diğerine birebir benzemez ve her biri kendine mahsus bir kalıp ister.

B-) Eğer toprağın içinde böyle hadsiz maddi kalıpların varlığını kabul edemezsek -ki edemeyiz- o zaman toprakta manevi ve ilmî kalıpların varlığını kabul etmemiz gerekecektir. Çünkü muntazam bir eser, kalıp olmaksızın icat edilemez. Eğer kalıp maddi olmazsa, ilmî ve manevi olmak zorundadır. Yani o bir avuç toprak, bütün bitkilerin vücut yapılarını, şekillerini, yaratılış kurallarını, üzerindeki yaprakları, çiçekleri, meyveleri vs. bilmeli ve kudretiyle de atomları bu ilmî kalıplara sevk etmelidir. Bu da ancak bir avuç toprağın, Allah’ın ilmi kadar bir ilme ve Allah’ın kudreti kadar bir kudrete sahip olması ile mümkündür.

Bir daha özetlersek: Topraktan çıkan bitkiler, çiçekler ve ağaçlar bir kalıptan çıkmışçasına mükemmel bir şekilde yaratılıyor. Göz önündeki bu harikulade yaratılışı gördükten sonra ya demeliyiz ki: “Bu nebatatı yaratan Allah-u Teâlâ’dır. Allah’ın nihayetsiz ilminde her bir bitki için manevi ve ilmî kalıplar vardır. Atomlar, kudretin sevkiyle bu kalıplara girerler ve bu şekilde nebatat halk edilir.”

Eğer -hâşâ- Allah’ın varlığı inkâr edilirse, o hâlde gözümüz önündeki bu faaliyeti izah edebilmek için şu iki sözden birisi kabul edilmek zorunda kalınır:

1- Ya toprağın içinde her bir nebat için maddi kalıplar vardır. Toprak, o maddi kalıpları kullanarak bitkileri yaratır. Bu halde, bir saksı toprağın içinde bitkiler adedince maddi kalıpların varlığı kabul edilecektir.

2- Eğer toprağın maddi kalıbı yoksa ilmî ve manevi kalıpları olmalıdır. Yaratılan her bitkinin vücut yapısını ilmi ile bilmeli ve kudreti ile de zerreleri o manevi kalıplara sevk etmelidir.

Allah’ın nihayetsiz ilmini ve kudretini kabul edemeyip O’nu inkâr edenler, bir avuç toprağa Allah’ın ilmi kadar bir ilmi ve O’nun kudreti kadar bir kudreti verirken acaba utanmıyorlar mı?

Ya da gerçekten, her çeşit bitki için maddi bir kalıbının o toprakta bulunduğunu mu kabul ediyorlar?

Ya da saydığımız seçeneklerden başka bir seçenek mi var ki onunla bu eşyanın icadını izah ediyorlar?

Ya da her şeye gözlerini kapatarak “tesadüf” deyip mi geçiyorlar?

İşte Ey kâfir! Allah’ı inkâr ettiğinde neyi kabul etmek zorunda olduğuna bak ve eğer insaniyetini hâlâ kaybetmemişsen bundan utan!
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 11: Yardımlaşma Delili
[YouTubehd]um9c1nIoClw[/YouTubehd]​

Yardımlaşma delili

Şu âleme dikkat ile baktığımızda, varlıkların birbirinin yardımına koştuklarını görürüz. Atomlar hücrenin, hücreler organların, organlar bedenin, bulutlar bitki ve hayvanların, hayvanlar insanların… her şey birbirinin yardımına koşar ve birbirinin işini tamamlar.

Hâlbuki başkasına yardım edebilmek için, ilk önce yardım edenin iradesi olmalı ve yardım etmeyi, yardım etmemeye tercih edebilmelidir. İradenin yanında kudreti de olmalıdır. Kudreti olmazsa yardım edemez. Bunun yanında yardıma muhtaç olanı tanıyabilecek bir ilmi, onun çağrısını duyabilecek bir işitmesi, onu görebilecek bir gözü, ihtiyacını hissedebilecek bir şuuru ve daha bunlar gibi onlarca sıfatı olmalıdır.

Hâlbuki birbirlerinin yardımına koşan mahluklarda irade, kudret, işitme ve görme gibi sıfatlar yoktur. Hatta bir kısmının hayatları bile yoktur. O hâlde bu varlıkların bu yardımlaşmayı kendi başlarına ve kendi kendilerine yapmaları mümkün değildir. Demek onları yardıma koşturan, perde arkasında bir zat vardır ve olmalıdır.

Kâinattaki bütün hayat sahiplerini bir tarafa ayırsak, bu takdirde ortada hayatsız, şuursuz, iradesiz ve kudretsiz bir topluluk kalır. Bu durumda zenginin fakire, kuvvetlinin zayıfa yardım etmesi misali, hayat sahibi olanların da hayatsız olanlara yardım etmeleri gerekir.

Hâlbuki hakikat bunun tam tersidir. Cansızlar, canlılara yardım ederler. Hayatsız ve iradesiz bir şeyin kendi hesabına yardım etmesi mümkün olmadığına göre, demek hepsi birer memurdur ve Allah’ın emriyle hareket ederler.

Mesela, bulutlar yağmurları ile yeryüzü ahalisinin yardımına koşarlar ve onları sularlar. Bu hadisede üç kaziyeden birisini kabul etmemiz gerekir:

1- Bulutlar; insanları, hayvanları ve bitkileri tanırlar ve merhamet göstererek onlara yağmur yağdırırlar. Tabi bunu yapabilmek için hayat, irade, kudret ve ilim gibi sıfatlara sahip olmaları gerekir.

2- Buluta yağmuru yağdırtan insanın kudretidir. İnsan buluta yağmur yağdırmasını emreder ve bulut da yağmuru yağdırır.
Bu iki şık da kabul edilebilir değildir. Aklını kaybetmeyen hiç kimse, bu iki şıktan birini kabul edemez. O hâlde geriye sadece 3. şıkkı kabul etmek kalır.

3- Bulut Allah’ın bir memurudur. O’nun emri ile yeryüzü ahalisini sular. Yağmuru yapan da, yeryüzü ahalisine merhamet gösteren de Allah’tır.

İşte bulutların yeryüzünün yardımına koşmaları gibi, bütün eşya da birbirinin yardımına koşarlar. Şuursuz, hayatsız, iradesiz, ilimsiz, kudretsiz… mahlukların kendi kendilerine bu şefkatli yardımı yapabilmeleri mümkün değildir. İşte onların bu yardımlaşmayı yapmaktaki âcziyetleri ispat eder ki, perde arkasında bir zat vardır ve onları birbirlerinin yardımına koşturan O zattır.

Âlemde gözüken yardımlaşma hakikatinin misalleri saymakla bitmez. Biz sadece numune olması için bir misal verip Allah’ı inkâra yeltenen kişiye bazı sorular soracağız:

Kökün iki tane vazifesi vardır. Birisi, ağacı ayakta tutmaktır. Diğeri ise, ağaca lazım olan maddeleri topraktan almaktır. Lakin iğne yapraklı ağaçların (ardıç, çam gibi) yetiştiği topraklar asit karakterli olduğundan, kök lazım olan maddeleri topraktan alamaz. İşte ağaç bu sıkıntı içinde kıvranırken, birden bir mantar gider ve ağacın köküne yerleşir. Ağaca lazım olan maddeleri onun için hazırlar ve ağaca takdim eder. Ağaç da bu iyiliğe karşı ürettiği şekerin bir kısmını ona verir.

Şimdi ey Kâfir! Anlatılan bu yardımlaşma hakikatinin faili olan Allah’ı kabul etmezsen, şu sorularımıza cevap ver de görelim!

1- Mantar, ağacın bu sıkıntısını nereden biliyor? Elbette bunu bilmesi mümkün değildir. Zira bilmek, ilim sıfatına sahip olmak ile mümkündür. Mantarın ise ilmi yoktur. Yoksa sen, kendinden dahi haberi olmayan mantarın, İbni Sina kadar ilmi olduğunu mu iddia ediyorsun? Gerçi bunu o bile yapamazdı.

2- Hadi ilmi var ve ağacın sıkıntısını biliyor diyelim. Lakin ağaca yardım etmek merhametin eseridir. Merhameti olmayan yardım etmez. Hâlbuki mantarın merhameti yoktur. Yoksa sen, mantarda hadsiz bir merhametin varlığını da mı kabul ediyorsun?

3- Haydi ilim ile beraber merhameti de var diyelim. Acaba kökün yapamadığı işi, o nasıl yapıyor ve ağaca lazım olan maddeleri nasıl üretiyor? Yoksa mantarın sonsuz bir kudreti mi var, bunu da mı kabul ettin?

4- Evvela, acaba mantar, ağaca lazım olan maddeleri nereden biliyor? Hangi mektepte botanik okumuş? Mesela sen ağaca hangi maddelerin lazım olduğunu biliyor musun? Eğer bilmiyorsan şu soruyu sorabiliriz: Acaba mantar senden daha mı akıllı?

5- Acaba ağacın, bu iyiliğin altında kalmayıp ürettiği şekerin bir kısmını mantara sunması onun minnettarlığının bir eseri midir? Yani bu ağaç, iyiliğin altında kalmayacak kadar izzetli bir ağaç mıdır?

Daha bunlar gibi onlarca soru sorabiliriz. Herhâlde artık anlaşılmıştır ki, Allah’ı inkâr eden, işte bu kadar hezeyanları kabul etmek zorunda kalır.
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 12: Hikmet Delili
[YouTubehd]-v4WxzbW3g8[/YouTubehd]​

Hikmet Delili

Şu âlemde yaratılan her varlıkta kendine mahsus bir gaye, bir maksat, bir fayda ve bir netice takip edilmektedir. Hiç bir varlıkta bir abes, bir gayesizlik, bir manasızlık ve israf sayılabilecek herhangi bir şey gözükmemektedir. Elbette akılsız ve şuursuz sebeplerin, bu gayeleri ve maksatları kendi başlarına takip edebilmeleri ve eşyayı bu şekilde hikmetle yaratmaları mümkün değildir. O hâlde bu durum ispat eder ki, perde arkasında hikmet sahibi bir zat vardır ve bu eşyayı hikmetle icat eden de O’dur.

Şu misal, hikmet delilini daha net anlamamıza yardımcı olacaktır:
Bir botanik profesörü, derste öğrencilere anlatıyormuş:

- Yağan yağmurlar yaprağın üzerinde birikirler. Eğer su damlaları yaprağın üzerinde kalsaydı, açan Güneş’e bir mercek vazifesini görecek ve yaprağın yanmasına sebep olacaktı. İşte yaprağın yaşaması için tabiat ona oluk ve damarlar takmıştır. Bu oluklardan su aşağıya doğru akıp gider…

Allah-u Teâlâ’nın bu hikmetli icraatını, tabiattan bilen öğretmenine kızan zeki ve imanlı bir talebe ise el kaldırarak söz ister ve öğretmenini şöylece ilzam eder:

- Öğretmenim, biraz önce yapraktaki bu kanalları tabiatın taktığını söylediniz. Eğer bu hikmetli işi tabiat yaptıysa, olsa olsa tabiatın içindeki en zeki varlık olan insan yapmıştır. Ve eğer insan yapmışsa, herhâlde bu işi en iyi bilen botanikçiler yapmıştır. Siz şimdiye kadar kaç tane yaprağa bu kanallardan taktınız?

Bu soru karşısında cevapsız kalan öğretmen, talebeye:

- İllaki Allah mı yaptı diyelim? deyince, imanlı talebe de soruya soruyla karşılık vermiş:

- İllaki tabiat mı yaptı diyelim?

Demek, yapraklara takılan kanalların dahi birer vazifesi vardır ve bu kanallar gibi her şey bir gaye ve hikmet tahtında icat edilmekte, hiçbir şey israf edilmemektedir. İşte bu, hikmet delilidir.

Hikmet delili ile ilgili ciltler dolusu kitap yazılabilir, çünkü yaratılan her mahluk vücudu ile bu hikmetin varlığına şehadet etmektedir. Bizler bu makamda sadece bir sivrisineğe bakacağız. Aslında sivrisineğin vücudundaki hikmet ile ilgili de özel bir kitap yazılabilir ve yazılmıştır da. Bizler, hikmet delilini bir parça da olsa tefekkür edebilmek için sadece, sineğin bir-iki özelliğinden bahsedeceğiz:

Sivrisinek son derece hassas ısı algılayıcıları ile donatılmıştır. Binde birlik (1/1000) bir sıcaklık değişimini dahi hissedebilir. Bu algılama ışığa bağlı olmadığından dolayı, karanlık bir odada bile kan damarını bulabilir.

Kan damarını buldu mu, ilk önce hortumcukları vasıtasıyla noktayı seçer. Deriyi ise sanıldığı gibi basınçla değil, üst çene ve dişlerinin bulunduğu alt çenesi ile yarar. Testere gibi ileri geri hareketler ile deriyi keser ve açılan yarıktan iğnesini kan damarına sokar. Şırıngaya benzeyen iğnesi ise bir kılıfla korunmuştur. Kan emme sırasında bu kılıf iğneden sıyrılır.

Burada büyük bir problem vardır ki, o da kanın pıhtılaşmasıdır. Zira insan vücudu, yine bir hikmetten dolayı, akan kanı pıhtılaştırma özelliğinde yaratılmıştır. Bu sayede, bir yeri kanayan insan kan kaybından ölmez ve akan kan bir müddet sonra pıhtılaşarak durur. Eğer sinek kanı emerken kan pıhtılaşırsa sinek beslenemez. Sivrisinek bunun da önlemini almıştır. Avının vücudundaki pıhtılaşmayı önleyecek bir sıvıyı, damardan açtığı deliğe bırakır ve bu sıvı kanın pıhtılaşmasını önler. İşte kaşıntıya sebep olan da bu enzimdir.

Şimdi, Allah’ı inkâra yeltenen kişiye soruyoruz:

1- Yıllarca eğitim almış hemşireler bile birçok defa damarı bulamamakta, iğneyi yanlış yere saplamaktadır. Buna rağmen hiç bir eğitim almayan sivrisinek hedefini asla şaşırmaz. Sineğe bu dersi kim vermiştir?

2- Eğer ısı algılayıcıları sayesinde bu işi yapıyor dersen, biz de deriz ki: Bu son derece gelişmiş olan ısı algılayıcılarını onun vücuduna hikmetle kim yerleştirdi? Sakın tabiat deme! Çünkü kör, sağır, cansız, şuursuz tabiat böyle hikmetli bir fiile, hem de milyonlarca fertte sahip olamaz.

3- Daha önce dediğimiz gibi, bu ısı algılayıcıları ışığa bağlı olarak çalışmıyor. Gece de sıcaklık değişimini hissedebiliyor. Eğer ışığa bağlı olsaydı, sinek gece beslenemezdi. Gündüz ise onu gören avı tarafından zaten beslenemezdi. Bu ise sivrisineğin sonu demekti. Acaba onun beslenebilmesi için ısı algılayıcılarını ışığa bağlı kılmayan ve karanlıkta da çalışmasını tasarlayan hikmet sahibi sanatkâr kimdir?

4- Sineğin, ufacık iğnesini koruması için bir kılıfı vardır. Acaba bu kılıfı hangi terzi ona dikti?

5- Sinek, deriyi delmek için ise dişini ve çenelerini kullanır. Acaba dişini ve çenelerini kullanmayı ona kim öğretti? Hatta bundan da önce, onun vücudunda bu dişi ve çeneyi hikmetle kim yarattı?

6- Belki de en önemlisi, kanın pıhtılaşmasını önleyen enzimi, açtığı delikten içeriye bırakmasıdır. İlk önce, sinek kanın pıhtılaşacağını nerden biliyor? Hadi biliyor, pıhtılaşmayı önleyen enzimi üretecek tezgâhı ve fabrikayı vücuduna kim yerleştirdi? Sadece tezgâhın olması da yetmez, zira kanın pıhtılaşmasını önleyecek sıvının formülünü bilmek için âdeta bir kimyager olmak gerekir. Sivrisinek acaba hangi kimya okulunu bitirdi?

Şimdi ey kâfir! Sana bir teklifimiz daha var. Gel, sineğin Allah’ın bir mahluku olduğunu kabul et. Ve bu kabul ile de yüzlerce sorulara cevap bulma derdinden kurtul!
 

jararhagin32

Üyeliği durduruldu!
Üyelik Tarihi
10 Eyl 2017
Konular
14
Mesajlar
46
MFC Puanı
0
Ateizmi Yıkan Gerçekler | Yaratılış Delilleri - 13: Rızık Verme Delili
[YouTubehd]pXB8xEt1F34[/YouTubehd]​

Rızık Verme Delili

Bir odaya girseniz ve odanın tam ortasında kurulmuş bir sofra görseniz. Sofra öyle zengin de olmasa; üzerinde bir parça ekmek, biraz zeytin ve bir bardak da su olsa. Acaba bu sofranın tesadüfen ve kendi kendine şans eseri kurulduğuna sizi ikna edebilirler mi? Acaba bütün dünya toplansa: “Bu sofrayı kimse kurmadı, bu sofra kendi kendine bu şekli aldı.” dese, sizi inandırabilirler mi? Yoksa hepsine güler geçer miydiniz?

Elbette inanmaz ve güler geçerdiniz. Çünkü bir sofranın kendi kendine oluşması mümkün değildir. Sofra basit bile olsa! Şimdi şunu soralım: Acaba en basit bir sofra dahi kendi kendine kurulamazsa, yeryüzü sofrasının kendi kendine bu şekil alması hiç mümkün müdür?

Evet, bu dünya öyle bir misafirhanedir ki, yeryüzü onun bir sofrası ve bahar o sofranın bir gül destesidir. Her bir bahçeyi bir kazan kabul ettiğimizde, bu sofrada milyonlarca kazan vardır. Her bir ağacı bir kap kabul ettiğimizde, bu sofrada milyarlarca kap vardır. Bal arıları bu sofranın tatlıcıları; denizler bu sofranın taze et ambarı; keçiler, koyunlar, inekler bu sofranın süt çeşmeleri ve bütün yeryüzü ahalisi bu sofranın misafirleridir. Böyle bir sofranın tesadüfen kurulması ve her mahlukun kendine layık rızkı bu sofrada bulması hiç mümkün olabilir mi?

Yeryüzü öyle haşmetli bir sofradır ki, bir bahar mevsiminde dünyamıza gönderilen yiyecekleri eğer gücümüz olsa da vagonlarda toplayabilseydik, bu vagonların uzunluğu Dünya ile Ay arasındaki mesafenin 130 misli; Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin de 1/3′ü kadar olurdu. Böyle bir treni, üstüne oturtmak için şu andaki mevcut tren yollarının 40 misli uzunluğunda raylara ihtiyacımız vardır.

Şimdi, bu yeryüzü sofrasında beslenen mahluklardan bir kaç numuneyi görelim:

Bir apartmanın 6. katına iki yüz litre su çıkartmak isteyen bir adam, her seferinde on litrelik iki kova su çıkartmak şartıyla, bu apartmanın altıncı katına on defa inip çıkması gerekir. Fakat bu iş, sıcak yaz günlerinde, orta büyüklükteki bir huş ağacının her gün yaptığı alelade bir iştir. Bir huş ağacı her gün 200 litre suyu en üst dallarına kadar taşır. Acaba bu huş ağacına her gün 200 litre su içiren ve bu suyu en üst dallarına kadar taşıyan kimdir?

On dönümlük bir kayın koyu ormanında ise 25-30 m yüksekliğinde yaklaşık 400 ağaç vardır. Bu ağaçlardan buharlaşan su, büyüme mevsiminde 2.000 tonu geçmektedir. Bu miktardaki suyu on tonluk iki yüz tankere doldurabiliriz.

Buharlaşan su elbette ki kök, gövde ve dal içinden 20 metre yüksekliğe taşınmaktadır.

Acaba bu kadar suyu kaç işçi, kaç kova ile kaç defa taşıyabilecek ve ter dökecektir? Bir de yeryüzündeki bütün ağaçların tepesine suyun taşınmasını düşünün! Acaba bu işleri tesadüfe isnat etmek mümkün müdür? Bir tek ağaca su içirilmesini bile tesadüf ile izah edemezken, yeryüzündeki bütün ağaçların ve bitkilerin sulanmasını ve onlara diğer rızıklarının da mükemmelen gönderilmesini nasıl tesadüf ile izah edebiliriz?

Rızık verme delili bütün dünyayı kuşatmıştır. Bu delilin misalleri saymak ile bitmez. Rızkı mükemmel bir şekilde verilen her bir mahluk bu delilin birer şahididir. Bizler, son derece ilginç bir misalle bu delili tamamlamak istiyoruz:

Amerikan karıncaları buldukları yaprakları parçalarlar ve ufak parçaları yuvaya getirirler. Yuvadaki karıncalar da bu yaprakları çiğner ve meydana getirdikleri yeşil hamuru, ağızlarının altındaki ufak bir torbada sakladıkları artıklarla karıştırırlar. Buna yuvadaki pislikleri ve diğer ölü böcekleri de ilave ederler. Neticede besleyici bir hamur elde ederler. Zamanla bu hamur küflenir ve üzerinden mantarlar çıkmaya başlar.

Yeni doğan bir karınca beyi, yeni bir koloni kuracağı zaman uygun bir yer arar ve bu yeri bulduğunda oraya ağzındaki torbadan daha önce hazırlamış olduğu mantar ezmesini bırakır. Sonra da bu mantarın içine yumurtlar. Daha sonra da bu yumurtalardan birkaçını kırar. Bu hummalı faaliyetin sebebi şudur: Bir müddet sonra yumurtadan çıkan karıncalar gıdalarını hazır olarak bulacaklardır.

Bütün hayvanlar bir tarafa, sadece şu yeni doğan karıncaların rızkının nasıl münasip bir vakitte onlara yetiştirildiği tefekkür edilse, Allah’a iman etmek için kâfi olmaz mı?
 
Üst