• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üyelik Tarihi
11 Haz 2017
Konular
22
Mesajlar
1,745
MFC Puanı
3,420
Mezheplerin Doğuş Sebepleri

Siyâsî ve itikâdî mezheplerin doğuşunda etkili olan pek çok sebep vardır. Ancak, ağırlıklı sebeplerin, isimden de anlaşılacağı gibi, siyâsî ve itikâdî nitelik taşıdığı hemen söylenebilir. Siyâsî ve itikâdî faktörler, başka sebeplerin de etkisiyle, dinin anlaşılma biçimi üzerinde etkili olmaya başlamış; anlayış planında belirgin farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşmalarda birinci derecede etkin olan husus insandır, insanın temel özellikleridir. Çünkü dini anlayan da, yaşamaya çalışan da insandır. Mezheplerin doğuş sebeplerini iyi anlayabilmek için, birey ve toplum planında, insan unsurunun önemini iyi belirlemekte fayda vardır. Çünkü, bütün mezhepler insanın ürünüdür. İnsan unsuru devre dışı bırakıldığı taktirde, mezhepleri anlamak pek mümkün olmayacaktır. Diğer taraftan,anlayış planında yeni şekillenmelerin konusu din olduğu için, "din"in yapısından, özelliklerinden kaynaklanan sebepler, kendiliğinden varolmak durumundadır. Gerek kutsal metinlerin anlaşılması, gerekse peygamberin konumu farklılaşmalarda etkili olmuştur. Bu arada, İslâm öncesi Arap kültürü ve İslâm'ın yayılması esnasında karşılaşılan yeni kültür ve medeniyetler de, farklılaşmalarda etkili olan unsurlar arasındadır.

Prof. Dr. Hasan Onat
 
Üyelik Tarihi
11 Haz 2017
Konular
22
Mesajlar
1,745
MFC Puanı
3,420
Mezheplerin Doğuşunda İnsan Unsurunun Rolü

Din, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirebilmesi için bir araç niteliği taşımaktadır. Din insan içindir. Bu sebepten, dini anlayacak olan insandır. Mezhepler, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşması sonucu ortaya çıkan beşerî oluşumlar olduğuna göre, mezhep olgusunun temelinde insan var demektir. İnsanın birtakım özellikleri, mezhepleri oluşturan farklılaşmaları hazırlamaktadır. İnsan,sürekli "oluş" halindeki bir varlıktır. İnsan, her an yeni bir insandır. Bu “oluş” süreci, hem fizyolojik, hem de ruhsaldır. İnsanın ilk hücerelerinin teşekkülü ile birlikte başlayan “oluş süreci”, insanın son nefesini vermesiyle tamamlanmış olur.Buna,fert planında, "insanın kendini gerçekleştirme süreci" adını vermek mümkündür.

Değişen bireylerin meydana getirdiği toplum da, sürekli yenilenmekte, tazelenmektedir. Bireysel olarak da, toplumsal olarak da, sürekli bir değişme ve yenilenme söz konusudur. Bu değişme süreci içerisinde, ister istemez, din anlayışı da değişmekte; öne çıkan ögeler zamana, zemine göre farklı olmaktadır. Her insan, yaratılış itibariyle "tek"tir. Biri diğerinin tıpa tıp aynı olan iki insanın varlığından söz etmek mümkün değildir. Her insan, başlı başına bir dünyâdır. Bu sebepten, insanların, din olgusu konusunda farklı anlayışlara ve tutumlara ulaşmalarının kaçınılmaz olduğu söylenebilir. İnsanların birey olarak "tek"liği, herkesin, eşyayı, olgu ve olayları, öncelikle kendi açısından görmesi sonucunu doğurmaktadır. Görüş, düşünce ve kanaatler, her insanın yeteneklerine, bilgi birikimine, içinde yetiştiği ortama ve kapasitesine göre değişmektedir. İşin içine, dinin inanç boyutu girdiği zaman, farklılaşmalar, kendiliğinden bir kat daha artacaktır; çünkü inanç alanının görünen kısmı, yani başkalarıyla ortak olan yönü çok azdır. Her insan, sadece kendisi inanır; inancının niteliğini, derinlemesine kendisi bilebilir. İnanç alanı ile ilgili tecrübelerin doğru olarak başkalarına aktarılması da pek kolay değildir.

Bu hususla ilgili ferdî tecrübelerin, genel-geçer bir hüviyete büründürülerek aktarılması hem yanlıştır; hem de birtakım ciddi yanılgılara sebep olmaktadır. Öyle zannediyoruz ki, inanç alanı ile ilgili bilgi kaynağının sadece Kur'an olması, keyfilikleri önleyici bir özellik taşıyor olmalıdır. İnanç alanı, fertlere özgüdür; bilgi kaynağının vahiyle sınırlı oluşu, bir dereceye kadar, çarpık oluşumlara engel olmaktadır. Kanaatımıza göre müslümanlar, Kur'an merkezli din anlayışına sahip olma konusunda gereken hassasiyeti göstermiş olsalardı, farklılaşmalar bu kadar çok olmaz ve yaygınlaşmazdı. İnsan ,yaratılışı gereği inanan bir varlıktır. Din olgusunun insanla birlikte varoluşu ve insanlığın tarihî akışına damgasını vurmuş olması ,bu inanmanın ne ölçüde etkin olduğunu göstermektedir. İnsanoğlu, sürekli inanacak bir şeyler aramaktadır. Bu arayışların merkezinde, Tevhid ilkesi vardır; bütün peygamberler, insanları Tevhid çizgisinde tutabilmenin mücadelesini vermişlerdir. Tek Tanrı inancına ulaşamayanlar, önlerine çıkan her şeyi kolayca putlaştırabilmektedirler. Öyle ki, korkulan ve sevilen şeylerin putlaştırılmasının yanında, arzu ve heveslerin bile putlaştırıldığını görmekteyiz. Her putlaştırma olayı, insan özgürlüğünün adım adım yokedilmesi demektir.Gerçek özgürlüğe açılan kapı, tek Tanrı inancından geçmektedir.

Prof. Dr. Hasan Onat
 
Üyelik Tarihi
11 Haz 2017
Konular
22
Mesajlar
1,745
MFC Puanı
3,420
Mezheplerin Doğuşunda Sosyal Değişmenin ve Hızlı Kültür Değişiminin Etkisi

İnsan, sosyal bir varlıktır; hayatını diğer insanlarla bir arada sürdürmek durumundadır. Bu ise, ister istemez, çeşitli alanlarda işbirliği, güçbirliği yapma arzusunu beraberinde getirmekte ve gruplaşmalara yol açmaktadır. Dinî nitelikli zümreleşme faaliyetlerinin ve anlayışla ilgili karşımıza çıkan farklılaşmaların arka planında da, bu sosyal gerçek yatmaktadır. Birtakım siyâsî amaçların gerçekleşmesi açısından, dinî motiflerin ne derecede etkin olduğu açıkça görülmektedir. İnsanlar, tarih boyunca, dini, bazı amaçlar için bir basamak olarak kullanmaktan pek çekinmemişlerdir... Sosyal hayatın yürüyebilmesi için birtakım "değerler"e ihtiyaç vardır. İnsan yaratılışı gereği, "değer" kavramının bilincinde olan bir varlıktır. İnsanı insan yapan, toplumu ayakta tutan, işte bu değerlerdir. "Değerler"i iki grupta ele almak mümkündür: Yüksek ilâhî değerler, insanın ürettiği değerler.

Yüksek ilâhî değerler, insanın olduğu her yerde etkin olan genel-geçer bir nitelik taşımaktadır, evrenseldir. İnsan kaynaklı değerlerin, sadece bir kısmı evrensel nitelik taşımaktadır. Zaman zaman, Yüksek ilahî değerlerle insan ürünü olan değerler arasında bir çatışma baş gösterir. Mezheplerin oluşmasına yol açan faktörlerden birisi de, işte bu çatışmadır. Sosyal hayatın kendine özgü bir dinamizmi vardır; sürekli değişir, gelişir, yenilenir. Bu süreç içerisinde, daha çok evrensel nitelik taşıyanlar kalıcı olabilmektedir. Ancak, insanların ,her alanda evrenseli yakalayabilmesi kolay olmamaktadır; çünkü sosyal hayatın akışında, kendine özgü bir tutuculuk vardır. İnsanlar, ilk başlangıçta, "yeni" olan şeylere hemen karşı çıkmaya hazır gibidirler. Bu bağlamda, anlayış ve düşünce alanında kendisini gösteren bazı kurumlaşmalardan söz etmek mümkündür. Yer yer yararlı olan kurumlaşmalar, evrenselin yakalanması konusunda ciddi güçlükler doğurabilmektedir. Özellikle "düşünce gelenekleri"ni kırabilmek, gerçekten çok güçtür. Kur'an'ın "ataların dini" adı altında eleştirdiği zihniyet, sağlıksız kurumlaşmaların ürünüdür. Her peygamber, önce bu "ataların dini" zihniyeti ile mücadele etmiştir. Putları kırarak, baltayı büyük putun boynuna asan Hz.İbrahim, çevresindekilerin,"sen bizim atalarımızın dinini değiştirmek istiyorsun" şeklindeki suçlamasına muhatap olmuştur.

Aynı durum, bizim peygamberimiz Hz.Muhammed için de söz konusudur. .Hz.Peygamber'e yöneltilen suçlamalardan birisi de, bu "ataların dinini değiştirme" ile ilgilidir. Sosyal hayatın tabiî akışı içerisinde, zaman zaman, din, geleneklerle bütünleşebilmektedir. Böylece, dinin kendine özgü dinamizmi kaybolmakta, katı kurallar ön plana çıkmakta ve yine sağlıksız bir kurumlaşma başlamaktadır. Din anlayışında şeklin ve şekilciliğin ağır basması ve buna bağlı olarak gelişen farklılaşmalar, bu tür kurumlaşmaların tipik tezahürleridir. Diğer taraftan, toplumlar, bazen, "hızlı kültür değişimi" diyebileceğimiz bir olgu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. İslâm'ın doğuş dönemi dikkatlice incelendiği zaman, bu "hızlı kültür değişimi" olgusunun etkinliğini ve ağırlığını görmek mümkündür. İslâm, her ne kadar yeni bir din olduğu iddiasında değilse de, ilk muhatab olduğu toplum için, hem inanç, hem de değerler ve davranış bakımından yeni olan pek çok unsuru bünyesinde taşıyordu. Putperestliğin her yeri kuşattığı bir ortamda, tek Tanrı inancı -Cahiliyye dönemi insanı buna bütünüyle yabancı olmasa bile- yeni bir inanç şekli olarak anlaşılmaktaydı. Ahiret inancı, her şeyin bu dünyadan ibaret olduğunu düşünen, maddeyi ön planda tutan insanların anlamakta çok güçlük çektikleri bir inançtır. Kur'an'ın ağırlıklı olarak ahiret inancı üzerinde durması, bunun bir göstergesi olarak anlaşılabilir.

İslâm'ın getirdiği, fazilet olarak sunulan birtakım yüksek değerler de, cahiliyye dönemi insanına çok ters gelmiştir. Nitekim, Hz.Peygamber'in, İslâm'ı tebliğ esnasında karşılaştığı güçlüklerden sadece Kur'an'a yansıyanlara baktığımız zaman bile, bu konuda bir fikir sahibi olmamız mümkündür. O dönem insanı, Hz.Muhammed gibi zengin olmayan, toplumda, o zamanın değer ölçülerine göre önemli bir yeri olmayan bir kimsenin peygamber olmasını anlamakta güçlük çekmiştir. Her şeyden önce, Kur'an'ın getirmiş olduğu "insan" anlayışı, Cahiliyye dönemi insanının "insan" anlayışı ile uyuşmamaktadır. Kur'an, insanlar arasında tek üstünlük ölçüsü olarak ilim ve takvayı öne sürerken, o dönem insanı, övünmek için, mezarda yatanları bile hesaba katmaktan çekinmemiştir. (Bk.Tekâsür,1-8). Kur'an, insan olmayı ön planda tutarken, o dönem insanı, güçlü olanın yaşama hakkı olduğunu inanmaktadır; zayıf ve kimsesiz olanların, ancak güçlülerin yanında yer aldıklarında yaşama hakkı vardır... Toplum, sosyal bir varlık olan insanı yoğurmakta, hâkim olandeğer yargılarına şekillendirmektedir. Bu sebepten, her insan, ister istemez, içinde yetiştiği toplumun ürünü olmak durumundadır.

Sosyal hayatın kendine özgü dinamikleri, yer yer din anlayışında farklılaşmalara da sebep olmaktadır. Öyle zannediyoruz ki, sosyal yapının etkin olması sonucu oluşan bu farklılaşmalar, dinin anlaşılma biçimi olan mezheplerin doğuşunu doğrudan etkilemiş olmalıdır. Nitekim, mezheplerin doğuş süreci ve yayıldığı, tutunduğu alanlar dikkatle incelenirse, bu izleri yakalamak imkan dahiline girmektedir. Haricilik, daha çok çölde yaşayan, medenî hayata intibak etme güçlüğü çeken bedevî arap karekterinin belirgin ögelerini bünyesinde taşımaktadır. Şiilik, uzun süre yarı ilahî (karizmatik) krallarla yönetilmiş olan Fars asıllıların ve Sasanî kültürünün izlerini yansıtmaktadır. Din anlayışındaki farklılaşmalar,daha çok karşımıza ya şahıslar etrafındaki zümreleşmeler olarak, ya da belirli fikirler etrafındaki odaklaşmalar şeklinde çıkmaktadır.Bu farklılaşmaların temelinde,hiç kuşkusuz toplum ve sosyal hayat yatmaktadır.Sosyal çalkantıların,bunalımların yoğun olduğu dönemlerde,kitlelerin mistik eğilimlerinin arttığı gözlenmektedir.Dikkat edilecek olursa,büyük tarikatların belirgin bir tarzda bunalımlı dönemlerde mayalandığı ve boy gösterdiği gözlenecektir.Mistik eğilimleri ağır basan mezheplerin de daha çok böyle çalkantılı dönemlerde tarih sahnesindeki yerlerini aldıkları söylenebilir....

Prof. Dr. Hasan Onat
 

Loony

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
16 Eyl 2014
Konular
305
Mesajlar
1,352
MFC Puanı
180
Yanımda olmasanda kanımdasın zateeeeen :)

 

Melly.

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
24 Şub 2017
Konular
1
Mesajlar
122
MFC Puanı
160
Her yerde karşıma çıkan, samimi ve enerjisi güzel birisi. Hayatında her şey gönlünce olsun. :)


Tapatalk kullanarak iPhone aracılığıyla gönderildi
 

İlda

Özel Üye
Üyelik Tarihi
17 Kas 2012
Konular
1,235
Mesajlar
5,399
MFC Puanı
1,490
Facebook’ta sıralama değişti, 1 numaralı ülke artık Hindistan

Facebook’un*2 milyar*kullanıcı bandını geçtiği haberini paylaşmıştık. Bu açıklamadan çok kısa bir süre sonra Facebook’ta en çok kullanıcısı olan ülkeler ve şehirlerde de bir değişim oldu. Birinci sırayı elinde tutan ABD, Hindistan’dan gelen atak ile ikinci sıraya geriledi.

Webrazzi‘nin yaptığı habere göre Hindistan 241 milyon kullanıcı ile birinci sıraya geçerken ABD’nin Facebook’ta 240 milyon kullanıcısı bulunuyor. Merak edenler için söyleyelim Türkiye listenin 9. sırasında yer alıyor. Şehirler sıralamasında ise İstanbul 15 milyon kullanıcısı ile 5. sırada.



Hindistan’da agresif büyüme

Facebook 2017’nin başından beri ABD ve Hindistan’da büyümeye devam etti. Ancak sunulan rapora göre Hindistan’daki büyüme ABD’nin iki katı.

Hindistan’da kullanıcı sayılarında son altı ayda %27’lik *(+50 milyon kullanıcı) bir büyüme yaşanırken bu oran ABD’ye gelindiğinde %12’de (+26 milyon kullanıcı) kaldı.

Hindistan’daki bu büyümeye nazaran ülkenin genel populasyonuna oranla sosyal medya penetrasyonu oldukça düşük. Ülkenin sadece %19’u aktif sosyal medya kullanıcısı. Bunun yanında ABD’nin %73’ü aktif sosyal medya kullanıcısı.

Eşit olmayan dağılım

Verileri detaylı incelediğimizde Hindistan’daki büyümenin toplumun her kesimi için eşit olmadığını görüyoruz. Hindistan’daki Facebook kullanıcılarının yaklaşık %75’i cinsiyetini erkek olarak belirtmiş. Buna karşılık ABD’deki kadın kullanıcıların oranı %54.

Ayrıca Hindistan’ın kullanıcıları genel olarak gençlerden oluşuyor. Ülkenin genç nüfusunun çok fazla olduğu düşünülürse bu şaşırtıcı değil.

Genel olarak baktığımızda Hindistan’ın hala büyüme ve gelişme alanı mevcut. Gelecek yıllarda mobil kullanımın yaygınlaşması ve internetin erişilebilir olması ile bu oranlarda daha büyük değişimler görebiliriz.

Sosyal medya
717fb2c8775a3839d30bdd71070d5ddc.jpg
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst