• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

İslam Dininde Sunnnet Ve Hadis-i Şerif'lerin Önemi..

DeStina

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
9 Haz 2015
Konular
11,091
Mesajlar
13,910
MFC Puanı
27,850
İslam Dininde Sunnnet Ve Hadis-i Şerif'lerin Önemi.

Güzel dinimizin iki temel kaynağı vardır. Bunlar yüce kitabımız Kur'an-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz'in Sünneti'dir.

Ashab-ı Kiram, İslam dinini, Kur'an-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in şahsı ve onun sözlü veya fiilî tebliğ ve talimatı demek olan sünnetinden meydana gelen bir bütün olarak tanıdı.

Hz. Peygamber'in vefatından sonra İslam dini, Kitap ve Sünnet'in ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde anlaşıldı ve yaşanmaya çalışıldı.

Daha ilk halîfe Hz. Ebü Bekir (r.a.) zamanında Kur'an ayetleri bir araya toplandı. Bizzat Hz. Peygamber'in izniyle kendi devrinde başlayan sünneti ezberleme ve yazarak derleme çalışmaları ise, zaman içinde giderek hız ve yaygınlık kazandı.

İlk bir buçuk asırda tamamen yazılı hale getirilmiş olan sünnet bilgi ve belgeleri, ikinci ve özellikle üçüncü hicrî yüzyılda büyük hadis kitaplarında toplandı. Bugün bizim hadis kitaplarında gördüğümüz bu yazılı metinler, birer sünnet belgesi olarak hadis adıyla anılageldi.

A. Tarifler

1. Hadis
Hadisin terim anlamı, Hz. Peygamber'in sözü, fiili, ashabının yaptığını görüp de reddetmediği davranışlar (takrir) ve onun yaratılışı veya huyu ile ilgili her türlü bilgi demektir. Hadis, Hz. Peygamber'i dinleyen sahabîden başlayarak onu rivayet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Hz. Peygamber'in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin'den meydana gelir. Yani hadis deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır. Ancak Riyazü's-salihîn de hadis metinlerinin kolay okunup öğrenilmesi için sahabî dışındaki raviler yani sened kısmı müellif tarafından çıkarılmıştır.


Hadis İlmi iki ana bölüme ayrılır:

a. Rivayetü'l-hadîs ilmi. Hz.Peygamber'in sözü, fiili, takriri, halleri ve bunların rivayet ve zabt edilişi ile alakalı bir bilim dalıdır. Hadis metinlerini ihtiva eden kitaplar, bu dala ait kaynaklardır. Bu ilim dalı "hadis naklinde hatadan uzak kalma" temeli üzerinde yapılmış çalışmaları yansıtır.

b. Dirayetü'l-hadîs ilmi. Hadis Istılahları İlmi diye de anılır. Hadisin yapısını meydana getiren sened ve metni anlamaya imkan veren birtakım kaideler ilmidir. Bu kaideler yardımıyla bir hadisi kabul veya reddetmek mümkün olur. Hadis usulü ile ilgili eserler bu ilmin kaynaklarıdır.

Bu ilmin hedefi, Hz. Peygamber'in hadislerini başka sözlerle karıştırılmaktan, değiştirilmekten, bozulmaktan ve iftiraya uğramaktan ilmî yollarla korumaktır. Hz. Peygamber'e nisbet edilen sözün gerçekten ona ait olup olmadığı bu ilmin kurallarıyla anlaşılır.

Hadis ilminin gayesi, rivayetlerin sahih ve doğru olanlarını sahih ve doğru olmayanlarından ayırmaktır. Bir başka ifade ile Hz. Peygamber'in söylemediği bir sözü ona söyletmemek, yapmadığı bir işi ona yaptırmamak, yani sünneti aslî berraklığı içinde korumaktır.

Her iki dalıyla birlikte hadis ilminin gelişmesi, "Hz. Peygamber'e yalan isnad etmeme dikkati" ve "tebliğ görevi"nin yerine getirilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu konuda ilk ve en değerli gayret, sevgili Peygamberimiz'in en hayırlı nesil olarak takdir ve takdim buyurduğu ashab-ı kiram'a aittir. Rivayetü'l-hadîs ilminin kurucuları oldukları gibi, dirayetü'l-hadîs ilminin temellerini atanlar da onlardır. Allah kendilerinden razı olsun.
Ashab, sahabî kelimesinin çoğuludur. Sahabî, müslüman olarak Hz. Peygamber'i gören ve o iman üzere ölen kimseye denir. Herhangi bir sahabî ile görüşme imkanı bulan kimseye de tabiî adı verilir.

2. Sünnet

Sünnet, sözlükte yol demektir. Yolun iyisine de kötüsüne de sünnet denir. Yalın halde söylendiği zaman "güzel yol" anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm'de bu kelime, devamlı adet, kainatın düzeninde geçerli olan tabiî kanunlar, gidilen yol gibi anlamlarda kullanılır. Bir de sünnetullah terimi vardır. Bu, Allah'ın koyduğu kurallar, toplumların hayatlarında görülen ilerleme, gerileme ve hatta yok olmada geçerli olan ilahî kanunlar demektir.

Terim olarak sünnet, söz, fiil ve takrirleri ile Hz. Peygamber'in İslam'ı yaşayarak yorumlaması demektir. Bu anlamda sünnet, hadisten daha kapsamlıdır. Nitekim "Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah'ın kitabı ve Resülü'nün sünneti.."1 hadisinde bu anlam açıkça görülmektedir. Hz. Peygamber'e nisbet edilen her şeyin yazılı metni manasında hadis, günümüzde sünnet yerine de kullanılmaktadır. Artık bugün hadis deyince sünnet, sünnet deyince hadis anlaşılmaktadır. Sünnetin çoğulu sünen olduğu gibi Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerine ait hadisleri içeren kitaplardan bir kısmının adı da Sünen'dir.

Başlangıçta hadisin, Hz. Peygamber'in sözlerini, sünnetin ise, fiil ve uygulamalarını ifade etmek için kullanılması, hadisi sünnetten ayrı düşünmek için yeterli değildir. Bu birlik, sünnete, kendine ait olmayan bir unsuru yamamak, ona kendisinden olmayan bir şeyi katmak manasına asla gelmez. Bu yöndeki müsteşrik iddialarına kulak asmamak gerekir. Zaten sünnet, hadis kitaplarında gördüğümüz hadis metinleri değil, onların ifade ettiği manalardır.

Sünnet, Kur'an'ın açıklayıcısı olduğu için Kur'an-ı Kerîm'den hemen sonraki ikinci delildir. Kur'an, okunan vahiy; sünnet, rivayet olunan vahiy 2; hadis ise, "rivayet edilen sünnet" 3 demektir.

Hadis kitaplarımız, rivayet olunan vahiy demek olan sünnetin yazılı belgeleri ile doludur. Bu belgelerin niteliklerine göre farklı ve özel terimlerle ifade edilmesi ve değişik hükümlere bağlanması ilmî bir meseledir. Bu nitelikleri ve terimleri Hadis Usulü İlmi tayin ve tesbit etmektedir.

1 Malik, Muvatta', Kader 3
2 Şafiî, Risale, s. 91-92
3 Kasımî, Kavaidü't-tahdîs, s. 35-38; Cezairî, Tevcihü'n-nazar, s. 2

B. Peygamber ve Sünnete Olan İhtiyaç

Yüce yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan hayatının başladığı günden beri, Allah Teala, onların arasından seçtiği "Nebî" veya "Resul" denilen peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir.

Bütün peygamberler, Allah'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamberler bu kutsal elçilik görevlerini hakkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem de ümmetine Allah Teala'nın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir. Her peygamber gibi bizim peygamberimizin de iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyan.


"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun".1

"İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur'an'ı inzal ettik".2

Peygamber Efendimiz vahiy yoluyla Allah'tan aldığı Kur'an ayetlerini, görevi gereği, İnsanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî göreviydi. Hemen işaret edelim ki Peygamberimiz'in tebliğ görevi evrensel olduğu için, açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet, Kur'an'ın evrensel planda Hz. Peygamber tarafından yorumlanması demek oluyordu.

Mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerîm'in eksiksiz, yeterli, açık ve her şeyi açıklayıcı olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve anlatıma gerçekten ihtiyaç var mıdır, şeklinde bir soru aklımıza takılabilir. Gerçek şu ki, yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Öte yandan sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. insanları anlamadıkları şeylerden sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru ve en doyurucu açıklamayı da elbette Kur'an ayetlerini getirip tebliğ eden Peygamber yapacaktır. Peygamber'in açıklamaları, hiç bir zaman Kur'an'ın eksik, yetersiz ve kapalı olduğu anlamına gelmez. "Allah'a kul olmak"tan başka görevi bulunmayan insanlar, ancak bu açıklamalar sayesinde O'na nasıl kulluk edeceklerini öğrenmiş olacaklardır. Bu sebeple sünnetsiz bir müslümanlık düşünmek mümkün değildir.

Hayatın ilahî irade doğrultusunda şekillenmesi konusunda Sünnet, Kur'an ile birlikte hemen onun yanıbaşında birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olduğunu hem Peygamber'e itaati emreden Kur'an-ı Kerîm, hem de Hz. Peygamber'in bizzat kendisi ifade ve ilan etmektedir.


Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:

"Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının!" 3.
"De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" 4.
"Allah'a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah'ın Resülü'nde güzel bir örnek vardır" 5.
"Allah'a ve Resülü'ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konulan Allah'a ve Resülü'ne arz ediniz!" 6.
"Hayır Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü, içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece tam mü'min olamazlar" 7.
"Gerçekten sen, doğru yola, Allah'ın yoluna çağırıyorsun" 8.
"Peygamber'in emrine muhalefet edenler, fitneye ya da can yakıcı bir azaba uğramaktan çekinsinler" 9.
"Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur" 10.

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

"...Kim benim sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir"11.
"Dinin elden çıkışı sünnetin terkiyle başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, din de sünnetin birer birer terkiyle ortadan kalkar"12.

Bütün bu ayet ve hadisler, müslümanların ancak sünnete sarılmak ve ondan ayrılmamaya çalışmak suretiyle İslami kimliklerini koruyabileceklerini ifade etmektedir. Zira açık bir gerçektir ki, sünnetin terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı demek olan bid'atla doldurulacaktır.

Sünnet, en kısa ve genel anlatımıyla "İslam kültürü" demektir. Bid'at ise, İslam kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan ve fakat ondanmış gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışılan yabancı unsur demektir. Muhtelif kıta ve iklimlerde yaşayan müslümanlar arasında çağlar boyu görülegelen ortak değerler ve uygulama benzerlikleri, sünnetin belirleyiciliği, birleştiriciliği, bütünleştiriciliği yani evrenselliği sayesinde olmuştur. Açıkça söyleyecek olursak, ümmet sünnetle vardır, onunla yaşar. Yozlaşma sünnetten ayrılmakla başlar.


1 Maide süresi (5), 67
2 Nahl süresi (16), 44
3 Haşr süresi (59), 7
4 Al-i İmran süresi (3), 31
5 Ahzab süresi (33), 21
6 Nisa süresi (4), 59
7 Nisa süresi (4), 65
8 Şura süresi (42), 52
9 Nur süresi (24), 63
10 Nisa süresi (4), 80
11 Buharî, Nikah l; Müslim, Nikah 5
12 Darimî, Mukaddime 16

C. Sünnetle İlgili Bazı Meseleler

1. Sünnetin Kaynağı

Kur'an-ı Kerîm, hem lafzı hem de manasıyla vahiy olduğu için ona vahy-i metlüv (okunan vahiy) denilmektedir. Sünnet ise, vahyin bir çeşit meal ve mefhumu olduğundan dolaylı vahiydir. Fakat lafız olarak vahiy niteliğine sahip değildir. Bu sebeple de ona vahy-i gayr-i metlüv denilmektedir.

Hz. Peygamber, vahiy, üstün beşerî akıl ve nebevî akıl ya da peygamberlik birikimi (meleke-i nübüvvet) denilen üçlü bir yolla ilim elde etme imkanına sahip bulunmaktadır. Vahiy gibi diğer insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağıyla uzun süre temasta bulunan beşerî aklın en üst seviyesine sahip Hz. Peygamber'de, meleke-i nübüvvet denilen bir peygamberane ictihad kabiliyet ve birikiminin oluşacağı muhakkaktır. Bu yetenek sayesinde Hz. Peygamber, başkalarının intikal edemediği birtakım ilahî gerçekleri kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır. Sünnetin ulaşılmaz boyutu, başkalarının yorumlarından üstün oluşu işte buradan kaynaklanmaktadır.

Hz. Peygamber'deki bu peygamberlik melekesine, diğer bir ifadeyle nübüvvet ilmine, Kur'an-ı Kerîm değişik kelime ve tabirlerle işaret buyurmaktadır: Zikir, hüküm, hikmet, şerh-i sadr, tefhîm, ta'lîm ve irae gibi kelime ve terimler bunlardandır. Hz. Peygamber'in ilahî iradenin beyanı niteliğindeki açıklamaları, ilahî anlatım ve denetim altındaki nebevî akıldan doğmaktadır, denilebilir. Sünnetin bağlayıcılığı da işte bu ilahî-nebevî niteliğinden ileri gelmektedir.

2. Sünnetin Dindeki Yeri

Yukarıda işaret ettiğimiz gibi sünnet, Peygamber Efendimiz'den Kur'an dışında sadır olmuş her türlü söz, fiil ve takrirlerden oluşmaktadır. Daha kısa ve fıkıh usulü alimlerinin anlayışına uygun bir anlatımla "Sünnet, Allah Resülü'nün söz, fiil ve takrirlerinden ibarettir." Şer'î delillerin ikincisi olan sünnetin tarifinde "peygamberlik" kaydı, vaz geçilmez unsurdur. Böylece sevgili Peygamberimiz'in, peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur'an dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil sünnet içinde yerini almış olmaktadır. Bu söz ve fiillerin ümmete yönelik genel bir hüküm getirmiş olması ile özel kişilere veya kendi zatına yönelik olması arasında hiç bir fark yoktur. Yine onun fiilinin yaratılışla ilgili (cibillî) olup olmaması da neticeyi değiştirmez. Bütün bunlar, sonuçta farklı hükümlere bağlansa bile, "Peygamber'den sadır olan söz ve fiiller" olarak "sünnet" kavramı ve kapsamı içindedir. Kimine vacip, kimine mendup, kimine mekruh v.s. denilmesi, kiminin ümmetin tamamına yönelik, kimilerinin belli bazı kişilere has olması ayrı bir konudur.

Yalnız burada bir kere daha işaret edelim ki, Hz. Peygamber'in sözlerini "sünnet" kavramından ayrı düşünmek isteyenlere, buna gerekçe olarak da başlangıçta sünnet denilince Hz. Peygamber'in sadece fiillerinin anlaşıldığını, sözlerinin o çerçevede düşünülmediğini ileri sürenlere iltifat edilmemelidir.

Bu kapsamdaki sünnetin delil olduğunda bütün müslümanlar icma etmişlerdir. Yani "sünnet"'in dinde delil olmadığını söyleyen hiçbir kimse veya grup bulunmamaktadır.

Öte yandan, Kitab'ın Sünnet'e göre üstün olduğu konusunda da bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Zira Kitap, lafız olarak Allah katından indirilmiş, ibadetlerde okunması emredilmiş, bütün bir insanlık en küçük süresinin benzerini getirmekten aciz kalmış ilahî bir beyandır. Sünnet ise bu vasıflara sahip değildir. Bu açıdan bakıldığı zaman, delillerin sıralanmasında sünnet, elbette Kitap'tan sonra gelmektedir.

Kur'an'da sünnetin hukukî delil olduğunu gösteren ayetler bulunmaktadır. Bu sebeple sünnete ait her hangi bir delilin, mesela çelişki halinde olduğu sanılan bir ayetin zahirini korumak maksadıyla dikkate alınmaması, sünnetin delilliğini gösteren ayetlerin tamamının dikkate alınmaması anlamına gelir.

Diğer taraftan Peygamber'in mucize göstermesi, rabbinden tebliğ ettiği şeylerin güvenilir, doğru ve hatadan korunmuş olduğunu isbat eder. Demek oluyor ki Kitap ve Sünnet'ten her biri yek diğerini desteklemekte ve doğrulamaktadır. Dinde delil oldukları da aynı derecede kesindir.

İmam Şafiî'nin ifadesiyle Kur'an'ın okunan, sünnetin rivayet olunan vahiy olması, önce bu kaynak birliği içindeki iki delil arasında herhangi bir çelişkinin bulunmamasını gerekli kılar. Buna bağlı olarak da şayet görünürde bir çelişki varsa, bu takdirde, her ikisi de ayet olsaydı ne yapılacak idiyse öyle hareket edilmesi lazım gelir. Biri sünnet delilidir, ötekisi Kitap'tır deyip hemen birincisinden vazgeçme şeklinde bir yola gidilmemeli, gerekli ilmî araştırma yapılmak suretiyle cem-te'lif, nesh veya tercih gibi çözüm yollarına baş vurulmalıdır.

Sünnet, Kur'an karşısında üç görev üstlenmiştir: Te'kid, tefsir, teşrî'.

Te'kid: Sünnet herhangi bir hükme Kur'an gibi delalet eder, yani her yönüyle Kur'an'ın hükmüne uygun bir beyanda bulunur. Mesela, "Namazı kılın ve zekatı verin", "Ey inananlar, oruç size farz kılındı", "Kabe'ye gitmeye yol bulabilene haccetmek Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" ayetlerinde mutlak olarak ifade buyurulan İslam'ın şartlarını bir de "İslam beş temel üzerine kurulmuştur" 1 hadisi, -uygulamaya yönelik hiç bir açıklama getirmeksizin- sadece hüküm açısından beyan etmektedir. Yine "Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin..." 2 ayeti ile "Hiç bir müslümanın malı, kendi gönül rızası bulunmadan helal olmaz" 3 hadisi tam bir uyum içinde aynı manayı ifade etmektedirler.

Burada akla, sünnetin Kur'an'a verdiği destek ve teyid, Kur'an için bir kıymet ifade eder mi? şeklinde bir soru takılabilir. Bu husus, Sünnet ile Kur'an arasındaki kaynak birliğinden doğan bir uyumu göstermesi yönüyle ele alınmalıdır. Kur'an için değilse bile, Kur'an'ın muhatapları açısından sünnetin teyid ve te'kidi elbette büyük bir anlam ifade eder. Buradaki beraberlik, diğer noktalardaki birlikteliğin ve uyumun göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Tefsir veya Beyan: Sünnet, Kur'an'da bulunan herhangi bir hükmü herhangi bir yönden açıklar. Buna genellikle, kısaca temas edilmiş (mücmel) hükümlerle, anlaşılması kolay olmayan (müşkil) hükümlerin açıklanması, mutlak hükümlerin belli kayıtlara bağlanması (takyid), genel hükümlerin özelleştirilmesi (tahsis) denilmektedir. Mesela namaz ve zekatın uygulama biçim, ölçü ve şekillerine açıklık getiren hadisler, yine "beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar” 4 ayetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler ve yine "inanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar.." 5 ayetindeki zulümden kastın, "şirk" olduğunu açıklayan hadis, sünnetin bu özelliğini ortaya koymaktadır.

Sünnetin en yoğun şekilde icra ettiği görev Kitab'ı açıklamaktır. Bu sebeple "Sünnet Kitab'ın açıklayıcısıdır" denilmiş ve Kitap ile Sünnet arasındaki ilişki de açıklayan-açıklanan (mübeyyin-mübeyyen) alakası olarak tesbit edilmiştir.

Sünnetin bu iki fonksiyonu (te'kid ve tefsir) hakkında İslam bilginleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.

Teşrî: Kur'an'ın herhangi bir hüküm getirmediği konuda sünnetin bir hüküm ortaya koyması demektir. Bu konu alimler tarafından tartışılmıştır. Bazı alimler, "Allah Teala, Peygamber'e itaati farz kılmış ve Peygamber'in kendi rızasına uygun davranacağını bildiği için Kitap'ta hükmü belirtilmeyen konularda Peygamber'e hüküm koyma yetkisi vermiştir" dediler. Bazıları da "Hiç bir sünnet yoktur ki, onun mutlaka Kur'an'da bir aslı bulunmasın. Namazın nasıl kılınacağını gösteren sünnetin, namazın kılınması emrini getiren ayete dayandığı gibi diğer konulardaki teşriî sünnetler de mutlaka bir ayete dayanır. Peygamber neyi haram veya helal kılmışsa, onları Allah tarafından bir açıklama olmak üzere ortaya koymuştur" dediler.

Bir kısım alimler de, "Peygamberin sünnet olarak ortaya koyduğu her şey, onun kalbine Allah Teala tarafından konulan hikmetten ibarettir. Peygamber'in kalbine konulan şey, onun sünneti olmaktadır" dediler.

Bu görüşler sünnetin müstakil olarak hüküm getireceğinde birleşmekte, sadece Peygamber'in tek başına ortaya koyduğu hükmü, doğrudan doğruya Allah'ın yardımına dayanarak kendiliğinden mi ortaya koyduğu, yoksa kendisine vahiy mi edildiği, ya da kalbine ilka ve ilham mı edildiği noktasında biribirlerinden ayrılmaktadırlar. İhtilaf aslında işte bu değerlendirme ve ifadelendirme noktasında yoğunlaşmaktadır.

Kitap'ta olmayan bir hükmü sünnetin belirlemesi Kitab'a muhalefet anlamına gelmez mi? diye sorulabilir. Buna şöyle cevap vermek mümkündür:
Kitap üzerine yapılan ziyade şu üç halde bulunabilir:

1. O konu Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından ortaya konulmamış olur.
2. Var olan bir hükmü ortadan kaldırıcı (nasih) olabilir. (Tabii sünnetin mütevatir olması halinde bu ihtimal düşünülebilir)
3. Hükmü bir konuya tahsis edici (muhassıs) olabilir.

Bu demektir ki, Kitap üzerine ziyade -eğer böyle bir şey varsa- ya hükmü ortadan kaldırıcı (nasih) veya bir konuya ait kılıcı (muhassıs) olacaktır. Bu iki halde de iyi düşünüldüğü zaman iki yönün bulunduğu anlaşılacaktır:

a. Kitab'ın (yani ayetin) beyanı.

b. Kitab'ın bir açıklama getirmediği konudaki hükmü tek başına (müstakillen) açıklaması.

Muhassıs, bir taraftan genel olan nassın hükmünü, o hükme dahil olanların bir kısmıyla sınırlarken, diğer yandan da o genel nassın kapsamından çıkarılanların hükmünü tek başına beyan etmiş olur. Mesela "Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" 6 ayetinden sonra Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem "Kadının, halası ile aynı nikah altında birleştirilmesi haram olur. Nesep yoluyla haram olan, süt emme yoluyla da haram olur” 7 buyurmuştur. Bu şu demektir: Ayetteki "bunların dışında kalanlar" ifadesinden maksat, dışında kalanların hepsi değil, bazılarıdır. Bu durumda ayet bu bazılarının helalliğine delalet etmiş, fakat hüküm dışında kalanların hükmünü açıklamamış olur. Resülullah'ın beyanı muhassıs olarak hem bu bazı fertlerin o genel hükmün dışında olduklarını, hem de hüküm dışına çıkarılmış olanların haramlığını açıklamış olur. Yani muhassıs hem ayetin hükmünü açıklar, hem de ayetin sükut ettiği noktanın hükmünü tek başına (müstakillen) ortaya koyar. Bu sebeple Kitab'ı tahsis, takyid veya nesh eden sünnete ait delillerin beyan ve müstakillik olmak üzere iki yönü bulunduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır.
O halde yukarıdaki esas ve açıklamalar çerçevesinde sünnetin müstakillen teşri kaynağı olduğu açıklık kazanmaktadır. Fıkıh kitaplarında görülen "Bu konunun meşruiyeti sünnetle sabittir" ifadeleri de sünnetin müstakil teşri kaynağı kabul edildiğini gösterir. Mesela, mest üzerine mesh etmek, yağmur duası ve namazı, şüf'a, lukata, içki içene verilecek ceza bu tür konulardandır.

Burada şu hususa da dikkat edilmelidir.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, herhangi bir hükmün tebliği konusunda hataya düşmekten korunmuştur. Bu hüküm ister vahy-i metlüv isterse vahy-i gayr-i metlüv ile indirilmiş olsun; ister müstakil hüküm koyucu, ister beyan edici veya isterse teyid edici olsun, hatadan korunmuşluk açısından farketmemektedir. Hatta şeriatın tamamı vahy-i gayr-i metlüv şeklinde yani sünnet olarak gönderilmiş olsaydı bile, o yine hataya düşmekten korunur, tebliği de bağlayıcı olurdu. Nitekim peygamber olarak gönderilmenin şartları arasında kendisine mutlaka bir kitap indirilme kaydı bulunmamaktadır. Öte yandan Allah Teala'nın, peygamberine kitabında indirmediği bir hükmü tebliğ etmesini emretmesine mani herhangi bir hal de söz konusu değildir. Zira "Allah yaptıklarından kimseye hesap verecek değildir".8

1 Buharî, îman,!, 2; Müslim, îman 19-22
2 Bakara süresi (2), 188
3 Ebü Davüd, Menasık 56
4 Bakara süresi ( 2), 187
5 En'** süresi (6), 82
6 Nisa süresi (4), 24
7 Buharî, Nikah 27; Müslim, Nikah 33
8 Enbiya süresi (21), 23
 
Üst