• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

İslam'da İbadet

Sindy

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
3 Ocak 2010
Konular
1,472
Mesajlar
12,072
MFC Puanı
116,620
İSLAM'DA İBADET


İbâdet Ne Demektir, Niçin İbâdet Ederiz?
İbâdet, Allah'ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmak, Onun rızasına uygun hareket etmek demektir. Niçin ibâdet ettiğimize gelince:

* Herşeyden önce, yaratılış gayemiz olduğu için ibâdet ederiz. Çünkü Allah, biz insanları kendisini tanıyıp îman etmemiz ve ibâdette bulunmamız için yaratmıştır.

Bu husus Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde beyan edilmiştir:

"Ben insi ve cinni ancak beni (îmanla tanıyıp) ibâdet etsinler diye yarattım." (ez-Zâriyât, 56).

Bir mü'min olarak, âyet-i kerîmenin ifade ettiği yaratılış gâyemize uygun şekilde hareket eder, Yaradanımıza karşı ibâdet ve kulluk vazifemizi yerine getirmeye çalışırız.

Ayrıca bize pek çok nimetler verdiği için de, o nimetlere bir teşekkür olarak Allah'a ibadette bulunuruz.

Küçük bir hediyesini aldığımız birine, tekrar tekrar teşekkür ederken, sayılamayacak kadar çok nimetlerine, hediye ve ikramlarına mazhar olduğumuz Allah Teâlâ'ya karşı ibâdetle teşekkürde bulunmazsak, ne derece nankörlük etmiş olacağımız açıktır. Böyle bir nankörlüğe düşmemek için, ibâdet vazifemizi noksansız yapmaya gayret gösteririz.

Allah bizi yoktan vâr etmiş, binlerce duygu ve cihazlarla donatmış, o duygu ve cihazlarımızın ihtiyacı olan herşey'i yaratmış, hayatla birlikte insâniyet, îman ve hidâyet nimetlerini de vermiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın nimetlerinin sonsuz olduğu ve saymakla bitmiyeceği şu şekilde belirtilmektedir:

"Allah'ın nimet(ler)ini saymaya kalksanız (değil tek tek saymak) topyekün bile sayamazsınız." (en-Nahl, 18).

Bu kadar sonsuz nimetler karşısında bizlere düşen vazife: Nimet sâhibi Cenâb-ı Hakk'ı tanımak ve sevmek, ibâdetle tanıyıp sevdiğimizi göstermek, verdiği nimetlerinden dolayı daima şükür ve minnet duyguları içinde bulunmaktır.

* Yapmış olduğumuz ibâdet ve şükürler, aslında bu dünyada bizlere verilmiş olan nimetlerin tam karşılığı olmaktan çok uzaktır. Halbuki Allah, îman edip ibâdet yaptığımız takdirde, bizler için ayrıca âhirette daha büyük nimetler hazırlamış, Cennette ebedî saâdetler va'detmiştir. Bu durumda Allah'ın âhirette vermeyi va'dettiği bu ni'metler, tamamen onun hususî lütuf ve ihsânı, fazlı ve ikrâmı olmaktadır. Yoksa, bizim yaptığımız ibâdet ve şükürlerin karşılığı, ücreti değildir.

Bu hususu Peygamber Efendimiz şu şekilde ifade buyurmuşlardır:

"Sizden hiçbir kimseyi, kendi ameli (ibâdeti) Cennete girdiremez. Beni de, amelim Cennete koyamaz. Bu, ancak Allah tarafından bir RAHMET ile olacaktır..."

İbâdet Deyince Akla Namaz, Oruç Gibi Emirler Gelmektedir. İbâdet, Sadece Bunlardan mı İbârettir?

Hayır, ibâdet sadece dînin namaz, oruç gibi emirlerinden ibâret değildir. Allah'ın rızasına uygun düşen her şey, her hareket, her söz, her fiil, her düşünce ve niyet ibâdet kabûl edilmektedir. Allah'ın emirlerini tutmak kadar, yasaklarından kaçmak da ibâdettir. Bu bakımdan ibâdeti ikiye ayırmak mümkündür:

1. Amel-i sâlih, 2. Takvâ.

Amel-i sâlih, namaz, oruç, v.s. gibi Allah'ın emirlerini yapmak demektir.

Takvâ ise, içki, kumar, zinâ gibi Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçınmak mânasınadır.

İbâdetin Ferd ve Cem'iyete Sağladığı Faydalar Nelerdir?
1. İbâdetin mühim faydalarından biri, îtikadî ve imanî hükümleri kalb ve ruhlarda kökleştirip sâbit hâle getirmesidir.

Bilindiği gibi, bilgi, ancak pratikle, tecrübe ile artar, gelişir, kökleşip meleke hâlini alır. Pratiği ve tatbikatı yapılmayan kuru bir bilginin muhafazası zor olduğu gibi, insana hayatta faydası da az olur. İmanî ve îtikadî bilgi ve hükümler için de, aynı durum söz konusudur. Bu tür bilgi ve hükümlerin insanda kökleşip yerleşmesi, meleke hâline gelmesi, ancak ibâdet sâyesinde mümkün olur. Çünkü "Allah'ın emirlerini yapmak, yasaklarından da kaçmak" demek olan ibâdet, îmanın pratiği ve tatbikatı hükmündedir.

İbâdeti terketmek, îmanın insan davranışları üzerindeki müsbet te'sîrinin zamanla zayıflayıp kaybolmasına sebeb olur. İnsan davranışları üzerinde îmanın te'sîri zayıfladıkça da menfî duygular, kötü huylar, zararlı arzular, onun his âlemini kaplar; çeşitli günah ve kötülükleri işlemeye zorlar. Bu bakımdan, îman ile ibâdetin birbiriyle yakından alâkası vardır. İman bir lâmba ise; ibâdet, rüzgârlar karşısında onu sönmekten kurtarmak ve ışığını daha da fazlalaştırmak için lâmbaya takılan şişe hükmündedir. Peygamber Efendimiz ibâdetin îmanı koruyucu rolüne işâreten, "İman çıplaktır. Elbisesi ise takvâdır" buyurmuştur. Takvâ, bilindiği gibi, Allah'ın nehiylerinden kaçınmak, haram ve günahlardan uzak durmak demektir ki, bunun ibâdet olduğunu yukarda belirtmiştik.

2. İbâdet, ferdî hayatın tanzîminde de büyük rol oynar. Çünkü, ibâdet, fikirleri Cenâb-ı Hakk'a çevirttirir; zihinlerde Allah'ın azamet ve büyüklüğünü yerleştirir. Bu ise, kulun, her yaptığı işte Allah'ın rızasını düşünmesini, İlâhî emirlere ve yasaklara riayet ve itâatini netice verir.

Böylece, kulun şahsî hayatı, dînin gösterdiği istikamet üzere tanzîm edilmiş, maddî ve mânevî bir disiplin altına alınmış olur.

3. İbâdetin ferdleri birbirlerine kaynaştırmada ve cem'iyette huzur ve âhengi sağlamada da büyük rolü vardır. Aynı kıbleye yönelerek ibâdet etmek, Müslümanlar arasında kopmaz bir bağlılık ve bitmez bir alâka te'sîs eder. Bu bağlılık ve alâka da sarsılmaz bir kardeşliği, ciddî bir sevgiyi, samimî bir dostluğu netice verir.

Bu sâyede, cem'iyet hayatı huzur ve rahata kavuşur; maddî ve mânevî terakkiye ulaşır.

4. İbâdetin insanın moral dünyası, ruh âlemi üzerindeki te'sîrine gelince:

İbâdetini yerine getiren bir mü'min, kalben müsterihtir. Ruhen kuvvetlidir. Mânen güçlüdür. Hayatı boyunca, vazifesini yerine getiren bir insan psikolojisi içinde, gönül huzuru ile, mutlu yaşar.

Ruhen daralmaz, bunalmaz, morali bozulmaz. Engeller, zorluklar, imkânsızlıklar karşısında hüzne ve ye'se kapılmaz; metanet ve güvenini kaybetmez. İbâdet yapan kimsenin iç âlemi, düzenli ve kararlıdır. Ruhî fırtınalar, tenakuz ve çatışmalar onda görülmez.

5. İbâdet şahsî kemalât ve olgunluğa da en büyük vesiledir.

Bilindiği gibi insan, cismi itibariyle küçük, zayıf ve âciz bir varlıktır. Buna mukabil o, yüksek bir ruh ve büyük bir istidadın sâhibidir. Meyil ve arzuları sonsuza kadar uzanmış; emellerine, duygu ve hislerine yaratılıştan hiçbir sınır konulmamıştır.

İşte böyle bir fıtratın sahibi olan insanın ruhunu yükseltip genişlendiren ibâdettir.

İstidât ve kâbiliyetlerinin inkişafını sağlayan ibâdettir.

Meyil ve arzularını ulvîleştiren ibâdettir.

Emellerini gerçekleştiren, ümidlerini, filizlendirip yeşerten ibâdettir.

Fikirlerini disiplin altına alarak doğru düşünce ve sıhhatli muhâkemeyi te'min eden ibâdettir.

Duygu ve hislerini had altına alan, ifrat ve taşkınlıklardan kurtaran ibâdettir.

Özetle diyecek olursak, insanı insandan beklenen kemâlâta, ahlâkî ve ruhî olgunluğa ulaştıran ibâdettir...

İbâdetin Allah Katında Makbûl Olması Neye Bağlıdır?
Yapılan ibâdetlerin Allah katında makbûl olmasının tek şartı vardır. O da İhlâs'tır.

İhlâs, yapılan ibâdetin ruhu hükmündedir. İhlâssız yapılan ibâdet, ruhsuz, sadece kuru bir şekilden ibarettir. Allah katında hiç bir değer ve kıymeti yoktur.

İbâdette ihlâs ise, ibâdeti sadece Allah'ın bir emri olduğu ve rızâ-yı İlâhîyi kazanmağa vesile bulunduğu için yapmaktır. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri, şu şekilde ifade ederler:

"Ubûdiyet, emr-i İlâhîye ve rızâ-yı İlâhî'ye bakar. Ubûdiyetin dâîsi (yapılma sebebi) emr-i İlâhî ve neticesi rızâ-yı Hak'tır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir."

Eğer dünyevî bir menfaat ve fayda ibâdet yapmaya sebeb yapılsa, ihlâs kaçar, o ibâdet de bâtıl olur, yani, Allah katından kabûl görmez.

Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, işlenen amel ve ibâdetlerde ihlâsın yerini şu şekilde belirtmişlerdir:

"Muhakkak Allah Teâlâ amel ve ibâdet olaraktan yalnız zâtı için hâlis olanı, rızâsı istenerek yapılanı kabul buyurur."

İşlediğimiz İbâdetlerin Neticesinde Dünyevî Bâzı Faydalar da Elde Etmemiz İhlâsa Aykırı mıdır?

İşlenen ibâdete esas tutulmamak ve kasden istenilmemek şartiyle, kendiliğinden meydana gelen ve Allah tarafından talep edilmeksizin verilen dünyevî fayda ve menfaatler, ihlâsa aykırı düşmez ve ibâdetin makbûliyetine bir engel teşkil etmez. Hattâ bu gibi faydalar, dinî yaşayışı zayıf olanları şevk ve heyecana getirip onların dinî bağlarını kuvvetlendiriyorsa, bunları nazara vermek, hatırlatmak câiz bile olur. Ancak yine de ibâdetin mutlaka Allah rızâsı esas alınarak, sırf emredildiği için yapılması şarttır. Dünyevî neticeler, şevk unsuru olmaktan öte, sebeb ve gaye hâline getirilmemelidir.

İbâdette En Yüksek Derece Nedir?
İbâdette en yüksek derece, ihsan derecesidir. İhsan derecesine ulaşan bir kul, ibâdette ihlâsı, tam olarak kazanmış demektir.

Peygamber Efendimiz (asm) ihsan derecesini şöyle tarif etmiştir:

"İhsan, Allah'ı görüyormuşçasına Allah'a ibâdet etmendir. Zîra sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor."

Allah'ın her zaman kendisini gördüğünü düşünerek, her an O'nun huzurunda olduğunu hissederek yapılan ibâdete, elbette Allah'ın rızasını kazanmak ve emirlerine itâat etmek düşüncesinden başka hiçbir duygu karışmaz. İnsan böylece ibâdetin ruhu olan ihlâsa en mükemmel şekliyle ulaşır.

İbâdetin Âdâbı Nedir?
İbâdetin en mühim edebleri şunlardır:

1 - İbâdeti sırf Allah için yapmak. Çünkü ibâdetin Allah katında makbûl olması buna bağlıdır.

2 - İbâdeti devamlı yapmak.

Hadîs-i şerîfte:

"İbâdetin Allah'a en makbûl geleni, az bile olsa, devamlı yapılanıdır" buyurulmuştur.

İstikrar ve devam, dinî amellerin ve ibâdetlerin en mühim unsurudur.

Amellerin makbûlü, çok yapılıp fakat kısa zamanda usanılıp terk edileni değil; normal yapılıp ancak ömür boyunca devam ettirilenidir.

3 - İbâdeti zamanında yapmak.

Vakti içinde edâ edilen bir farzla, sonraya bırakılıp kazâ edilen arasında büyük fark vardır. Bu itibarla ibâdet zamanlarını kollamak; namaz, oruç gibi birbirini tâkip eden ibâdetlerin birini bitirince, diğeri için mânen ve maddeten hazırlanmak büyük bir fazîlettir.

4 - İbâdeti kusursuz yapmaya çalışmak.

İbâdetler Allah'a karşı yapılan bir kulluk vazifesi olduğu için herbirinin edebine, erkânına, farzına, vâcibine ve sünnetine riayet edilerek yapılması, güzelce ve dikkatlice edâ edilmesi gerekir.

İbâdet Kaç Kısma Ayrılır?
Üç kısma ayrılır:

1 - Bedenle yapılan ibâdetler: Namaz, oruç gibi ibâdetlerdir... Dua ve tefekkür de bu kısma girerler.

Âyet-i Kerîmede meâlen, "Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var" buyurulmak suretiyle duânın önemine işâret olunmaktadır. Tefekkür konusunda da hadîs-i şerîfte: "Bir saat (Allah'ın kudret ve azametini) tefekkür, bir sene nâfile ibâdet yapmaktan hayırlıdır" buyurulmuştur.

2 - Malla yapılan ibâdetler: Zekât, fitre ve benzeri ibâdetler.

3 - Hem beden, hem de malla yapılan ibâdetler: Hac gibi.

Cenâb-ı Hakk'ın Ne İhtiyacı Var ki Bizden İbâdet Etmemizi İstiyor, Kur'an'da Pek Çok Yerde Israrla İbâdeti Emrediyor?
Cenâb-ı Hakk'ın hiçbir şey'e ihtiyacı olmadığı gibi, bizim ibâdetimize de ihtiyacı yoktur. İbâdete asıl muhtaç olan biziz. İbâdet bizim mânevî yaralarımıza bir devâdır. Ruhumuzun gıdası, kalbimizdeki hastalıkların ilâcı ve şifasıdır. Bu bakımdan Cenâb-ı Hakk'ın bize ibâdeti emretmesi, yine bizim fayda ve istifademiz içindir.

Bir doktorun hastasına bâzı ilâçları ısrarla tavsiye etmesi, kendinin bir ihtiyacı ve menfaati olduğu için değil, hastanın faydası ve iyileşmesi içindir. Doktora "Ne ihtiyacın var ki bu ilâçta ısrar ediyorsun" demek ne kadar mânasız ise, Cenâb-ı Hakk'ın ibâdet emrine karşı da, "Ne ihtiyacı var ki bize emrediyor" diye düşünmek o kadar mânasız ve mantıksız olur.
 
Üst