• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.
Üyelik Tarihi
11 Mar 2015
Konular
1,897
Mesajlar
3,366
MFC Puanı
15,160
Korku İnsiyatifi Önler

Korku meselesini ele aldık. Çoğumuzun korku dolu olduğunu ve korkunun tıpkı ağaca yapışan sarmaşık gibi bizi insanlara yapıştırdığı için inisiyatifi öldürdüğü*nü gördük. Anne babamıza, eşimize, oğullarımıza, kızlarımı*za ve mallarımıza sımsıkı sarılıyoruz. Korkunun dışa dönük biçimi budur. Diğer yandan, içsel dünyamızda yaşadığımız korku yüzünden bizler yalnız kalmaktan kaçıyoruz. Bir sürü sarimiz, mücevherimiz veya başka malımız olabilir ama içsel anlamda, psikolojik açıdan çok yoksuluz. İçsel olarak ne ka*dar yoksulsak, insanlara, mevkilere, mal mülke bağlanmak suretiyle kendimizi görünüşte o kadar zenginleştirmeye çalı*şıyoruz.

Korktuğumuz zaman yalnızca dışsal şeylere sarılıp kal*mayız, ayrıca gelenek gibi içsel şeylere de bağlanırız. İçsel dünyası yetersiz ve boş olan çoğu insana ve çoğu ihtiyara gö*re gelenek çok önemlidir. Kendi arkadaşlarınız, ebeveynleri*niz ve öğretmenlerinizde bu durumu gözlemlediniz mi hiç? Bunu kendinizde fark ettiniz mi? Korkuyu, içsel korkuyu yaşadığınız zaman bir geleneğe uyarak saygınlık kazanmak suretiyle o korkunun üstünü örtmeye çalışırsınız ve böylece inisiyatifinizi yitirirsiniz, inisiyatifinizi yitirerek sadece takip et*tiğiniz için de gelenek büyük önem kazanır: İnsanların söyle*diklerinin oluşturduğu gelenek, geçmişten gelip kuşaktan kuşağa devredilen gelenek, hiçbir anlam taşımayan tekrarla*malardan oluştuğu için hayatta canlılığı ve heyecanı olmayan gelenek.

İnsan korktuğu zaman hep taklit etmeye eğilim gösterir. Bunu hiç fark ettiniz mi? Korkan kişi başkalarını taklit eder, geleneğe, anne babasına, eşine, kardeşlerine sarılır. Ve taklit inisiyatifi yok eder. Bildiğiniz gibi, bir ağaç resmi çizdiğiniz*de, ağacı taklit etmezsiniz, onu olduğu gibi kopyalamazsınız, aksi halde o bir fotoğraf olurdu. Bir ağaç, çiçek ya da günbatımı çizme özgürlüğüne sahip olmak için çizeceğiniz şeyin si*ze aktardığı duyguyu, o şeyin anlamını, değerini sezmelisiniz. Bu çok önemlidir: Onu salt kopyalamak değil de anlamı*nı aktarmaya çalışmak, çünkü ancak ondan sonra yaratıcı et*kinliği başlatırsınız. Ve bunun için de özgür bir zihnin, gele*neğin ve taklidin yükünü taşımayan bir zihnin olması gere*kir. Oysa kendi hayatınıza ve çevrenizdeki hayatlara bir bakın; ne kadar geleneksel, ne kadar taklitçi!

Öte yandan bazı konularda taklitçi olmak zorundasınız: giydiğiniz kıyafetlerde, okuduğunuz kitaplarda, konuştuğu*nuz dilde. Bunlar taklidin değişik türleridir. Fakat bu seviye*nin ötesine geçmemiz ve olan bitenleri kendi başımıza düşü*nüp çözme özgürlüğüne sahip olmamız gerekir, böylece baş*kalarının söylediklerini hiç düşünmeksizin kabullenmeyiz. Bu noktada size akıl veren kişinin kim olduğu hiç önemli de*ğildir. İster okuldaki öğretmen, ister anne veya baba, ister bü*yük din hocalarından biri olsun fark etmez, başkalarının söz*lerine kulak asmayın. Birinin peşinden gitmeyip meseleleri kendi başınıza düşünüp taşınarak çözmeniz çok önemlidir, çünkü takip etmek korkuyu işaret eder, öyle değil mi? Birisi size istediğiniz şeyi -cennet ya da daha iyi bir iş- sunduğu anda, onu elde edememe korkusu uyanır içinizde; bu nedenle kabul etmeye, o kişinin peşinden gitmeye başlarsınız. Birşeyi istediğiniz sürece korkuya mahkûm olursunuz ve korku zihninizi köreltir, dolayısıyla özgür olamazsınız.

Özgür bir zihnin nasıl olduğunu biliyor musunuz? Kendi zihninizi hiç gözlemlediniz mi? Özgür değil, öyle değil mi? Siz hep arkadaşlarınızın sizin hakkınızda söylediklerini önemsiyorsunuz. Zihniniz bir çit veya demir parmaklıkla çevrelenmiş bir eve benziyor. Bu durumda yeni olan hiçbir şey onun içine giremez. Ancak korku olmadığında yeni bir şey gerçekleşebilir. Öte yandan zihnin korkudan kurtulması son derece zordur, çünkü bu, taklit etmek, takip etmek iste*ğinden sahiden sıyrılmayı, servet biriktirme veya bir gelene*ğe uyum sağlama arzusundan kurtulmayı ima eder ama bu sizin çirkin bir şey yapacağınız anlamına gelmez.

Korku olmadığında, zihin gösteriş yapmayı istemediğin*de ve mevki ya da itibar peşinde koşmadığında zihinsel öz*gürlük varlık kazanır. O zaman zihin taklit olgusundan kur*tulur. Ve böyle bir zihne sahip olmak çok önemlidir. Zihnin alışkanlık oluşturma mekanizması olan gelenekten sahiden kurtulmak çok önemlidir.

Bu çok mu zor? Sizin coğrafyanız veya matematiğiniz kadar zor olduğunu sanmıyorum. Çok daha kolay, yalnızca sorun şu ki siz bunu hiç düşünmediniz. Belki hayatınızın on veya on beş yılını okulda bilgi toplamakla geçiriyorsunuz ama bu meseleler üzerine layıkıyla enikonu düşünmeye hiç zaman ayırmıyorsunuz, bir hafta, hatta bir gün bile. İşte bu yüzden size çok zor geliyor, ama aslında hiç de zor değil. Aksine, eğer buna zaman ayırırsanız zihninizin nasıl çalıştığım, işlediğini, tepki verdiğini kendiniz de görebilirsiniz. Ayrıca henüz gençken zihninizi anlamaya başlamanız çok önemlidir, aksi halde pek anlamı olmayan bir geleneği takip ederek büyürsünüz; taklit edersiniz ki bu da içinize korku tohumları ekmeye devam eder ve böylece asla özgür olamazsınız.

Burada, Hindistan'da geleneğe ne denli bağlı olduğunuzu hiç fark ettiniz mi? Belli bir âdete uygun şekilde evlenmeye mecbur kalıyorsunuz, anne babanız eşinizi seçiyor. Belli ayinleri yerine getirmelisiniz; o ayinlerin anlamı olmayabilir ama siz onları yerine getirmek zorunda kalıyorsunuz. Peşin*den gitmeye mecbur olduğunuz liderleriniz var. Eğer çevre*nize şöyle bir bakarsanız, size dair her şeyin, otoritenin iyiden iyiye yerleştiği bir hayat tarzım yansıttığını görebilirsi*niz. Gurubun otoritesi var, siyasi grubun otoritesi var, ebe*veynlerin ve kamuoyunun otoritesi var. Uygarlık ne kadar eskiyse, bir dizi taklitleriyle geleneğin ağırlığı ne kadar bü*yükse ve zihin bu ağırlıkla ne kadar yüklüyse o kadar özgür*lükten uzaklaşır. O zaman siyasi özgürlükten veya başka öz*gürlük türlerinden söz etseniz dahi birey olarak siz asla ken*di başınıza keşfetme özgürlüğüne sahip olamazsınız; her za*man bir guruyu veya öğretmeni takip edersiniz, bir idealin veya saçma sapan bir batıl inancın peşinden gidersiniz.

Demek ki bütün hayatınız belli ideallerle kısıtlanmış, sı*nırlanmış, kuşatılmış durumda ve içinizin derinliklerinde korku var. Eğer korku varsa nasıl özgürce düşünebilirsiniz ki? İşte bu nedenle bütün bu meselelerin farkında olmak çok önemlidir. Bir yılan gördüğünüzde ve onun zehirli olduğunu bildiğinizde ona yaklaşmaz, ondan kaçarsınız. Fakat inisiya*tifi engelleyen bir dizi taklide saplanıp kaldığınızı bilmiyorsunuz; onların ayaklarınızı zincirlediğinin farkında değilsi*niz. Eğer onların size nasıl ket vurduğunun bilincine varma*ya başlarsanız, başkalarının söylediklerinden ötürü korku duyduğunuz için, anne babanızdan veya öğretmenlerinizden korktuğunuz için taklit ettiğiniz gerçeğinin farkına varırsa*nız, o zaman içine hapsolup kaldığınız bu taklitleri gözlemle*yebilir, inceleyebilir ve tıpkı matematik veya başka bir ilim dalını araştırır gibi araştırabilirsiniz.

Sözgelimi neden kadınlara erkeklerden farklı davrandığı*nızı biliyor musunuz? Niçin kadınları hor görüyorsunuz? En azından erkekler sık sık bunu yapıyor. Neden tapınağa gidiyorsunuz, neden ayinler yapıyorsunuz, neden guruları takip ediyorsunuz?

Gördüğünüz gibi, önce bütün bu hususların farkına varmanız gerek, ondan sonra söz konusu hususları ele almaya, incelemeye, sorgulamaya başlayabilirsiniz. Fakat eğer son otuz asır öyle geçtiği için her şeyi gözü kapalı kabullenirse*niz, o zaman bunun bir anlamı olmaz, değil mi? Hiç kuşku*suz, bizim bu dünyada ihtiyaç duyduğumuz şey, daha fazla taklitçi, daha fazla lider ve daha fazla takipçi değildir. Bizim şimdi ihtiyaç duyduğumuz şey tüm bu sorunları yüzeysel veya üstünkörü değil de derinlemesine incelemeye başlayan sizin ve benim gibi insanlardır. Ancak o zaman zihin yaratma özgürlüğüne, düşünme özgürlüğüne, sevme özgürlüğüne sa*hip olabilir.

Eğitim bizim doğayla, varlıklarla ve diğer insanlarla nasıl doğru ilişkiler kurabileceğimizi keşfetmenin bir yoludur. Fa*kat zihin fikir üretiyor ve bu fikirler öylesine güçlü, öylesine baskın hale geliyor ki bizim daha ötelere bakmamıza engel oluyor. Korku olduğu sürece, geleneği takip etmekten kurtu*lamayız; korku olduğu sürece taklit de olacaktır. Salt taklit eden bir zihin mekaniktir, değil mi? İşleyişi itibarıyla bir makineye benzer o; yaratıcı değildir, bizim sorunlarımızı düşü*nemez. Kimi eylemler doğurabilir, kimi sonuçlar üretebilir ama yaratıcı olamaz.

Şimdi hepimizin -gerek sizin ve benim gerekse öğretmen*lerin, yöneticilerin ve otoritelerin- yapması gereken şey, bir*likte tüm bu sorunları ele almaktır, böylece olan bitenleri ken*di başına düşünebilen ve geleneksel bir saçmalığa bağlı kal*mayan olgun bireyler olarak buradan ayrılırsınız. O zaman sahiden özgür olan bir insanın saygınlığını kazanırsınız. İşte bu, eğitimin asıl amacıdır. Eğitimin amacı sadece sizi belli sı*navlara hazırlayıp hayatınızın geri kalanını -memur, avukat, ev hanımı ya da çocuk yetiştirme makinesi olmak gibi- yapmayı istemediğiniz bir şeyi yaparak geçirmeye zorlamak ol*mamalıdır. Sizi korkusuzca özgür düşünmeye sevk edecek, kavramanıza, sorgulamanıza, araştırmanıza yardım edecek bir eğitim almakta ısrarcı olmalı, öğretmenlerinizden bunu talep etmelisiniz. Aksi halde hayatınız boşa gider, değil mi? “Eğitimli” oldunuz, mastır veya doktora sınavlarını geçtiniz, sırf para kazanmak zorunda olduğunuz için hoşlanmadığınız bir işe girdiniz; evlendiniz, çocuk yaptınız ve hayatınızın ge*ri kalanını bu şekilde geçireceksiniz. Sefil, mutsuz, huysuz olacaksınız; daha fazla bebek, daha fazla açlık, daha fazla se*falet dışında sizi geleceğe bağlayan bir şey olmayacak. Eğiti*min amacının bu olduğunu söyleyebilir misiniz? Hiç kuşku*suz eğitim size çok ince düşünme konusunda yardım etmelidir. Ancak bu sayede hayatınızın geri kalan bölümünde, sap*lanıp kalacağınız sefil bir şeyi değil de sevdiğiniz şeyi yapa*bilirsiniz.

Öyleyse henüz gençken içinizdeki hoşnutsuzluk ateşini körükleyin; bir devrim hali içinde olmalısınız. Sorgulamanın, araştırmanın, keşfetmenin, olgunlaşmanın vakti geldi; dola*yısıyla doğru eğitimi almak konusunda öğretmenlerinize ve anne babanıza karşı ısrarcı olun. Sınıfta oturup falanca kral veya filanca savaş konusunda bilgi edinmekle yetinmeyin. Tatmin olmayın, öğretmenlerinizin yanına gidip onlara soru*lar sorun, sorgulayın, keşfedin. Eğer onlar yeterince zeki de*ğilse, sizin yapacağınız sorgulama onlara zekâlarını kullan*ma konusunda yardım edebilir. O zaman okuldan mezun ol*duğunuzda olgunluğa, gerçek özgürlüğe adım atarsınız. On*dan sonra ölene değin doğruyu öğrenmeye devam edersiniz ve mutlu, zeki bir insan olursunuz.

Dinleyici: Korkusuzluk alışkanlığını nasıl edineceğiz?

Krishnamurti: Kullandığınız sözcüklere bir bakın. Alışkanlık sözcüğü sürekli yinelenen bir hareketi ima eder. Eğer bir şeyi tekrar tekrar yaparsanız bu yalnızca monotonluğu perçinlemeye yarar. Korkusuzluk bir alışkanlık mıdır? Hiç kuşku*suz, ancak hayatın sorunlarıyla karşı karşıya gelip onları in*ceden inceye gözden geçirebildiğinizde, onları görüp tahlil edebildiğinizde korkusuzluğa kavuşursunuz ama bunu alışkanlığa saplanıp kalmış bitkin bir zihinle yapamazsınız elbet*te. Eğer alışkanlık gereği bir şeyler yapıyorsanız, alışkanlık*larla yaşıyorsanız, o zaman siz taklit etmekten öteye geçeme*yen bir makineden farksızsınız demektir. Alışkanlık tekrarla*makta, bir şeyi tekrar tekrar hiç düşünmeden yinelemektir ki bu da çevrenize bir duvar örme etkinliğinden başka bir şey değildir. Alışkanlıklarla çevrenize duvar ördüğünüzde, kor*kudan sıyrılamazsınız ve sizi korkak kılan o dört duvar ara*sında yaşamaya mahkûm olursunuz. Yaşamda olup biten her şeye göz atmak, yani her sorunu, her olayı, her düşünceyi ve duyguyu, her tepkiyi incelemek için gereken zekâya sahip ol*duğunuzda, ancak o zaman korkudan kurtulabilirsiniz.









 
Üst