Müştak Baba'nın 300 yıllık kehaneti... 22.10.2009 16:03
Tuhaf bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti nihai kaderine, Türk milleti ise hızla kendi reel politiğine doğru sürükleniyor adeta.
Bir zamanlar kırmızı çizgilerimiz vardı. Çoğu kuruluş döneminden kalma korkuların beslediği çizgiler. Herkesi ya düşman, ya kötü niyetli hain, ya rejim karşıtı, ya saltanatçı, ya da ülkeyi aydınlanma çabasından alıkoymak isteyen dinci /mürteci görüyorduk.
...
Hala o korkularla varlığını sürdüren; varlığını, o korkuların beslenmesine borçlu olan statükocu partiler, kurumlar, yapılar, organlar ve hatta şahıslar var. Ergenekon örgütü bile, bu korkuları besleyerek ülke rantının sürekli aynı ellerde kalmasını sağlayan çeteden başka bir şey değildir... O yüzden de şu kesimler, Ergenekon örgütü aleyhine tek cümle kuramıyorlar.
Evet, hala birileri var ki bu ülkeye demokrasi gelsin istemiyor ama o gelmeye devam ediyor.
Evet, hala birileri var ki, devletin fert karşısındaki kahir kahrı devam etsin istiyor ama fertlerin direnişi, o kahir kahrın varlığını aşındırıyor.
Evet, hala birileri var ki, devlet benim ve benim dediğim olur diyor ama birileri de onları devlet namına alıp içeriye tıkabiliyor.
Evet, hala birileri var ki, sanal korkularla bu ülkenin küçük fakat kendisine ait kalmasını istiyor ama ülke büyümeye, taşmaya ve onların tasallutundan kurtulmaya devam ediyor.
* * *
Geçenlerde Le Monde Diplomatque Türkiyede bir inceleme okudum. Yunanistanın geleceği hakkında endişelendiğine dair. -Onu, burnumuzun dibindeki adaları almadan önce düşünecekti. Sıra onlara da gelecek, eminim...-Öyle ki, Yunan istihbaratı, genişleyen ve giderek daha da kuşatıcı bir hal alan Türk nüfuzu karşısında erimemek ve bu yoğun kültürel kuşatma içinde varlığını sürdürebilmek için çare arıyormuş...
Keza İsrail, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlarda gücü giderek artan ve komşuları ile sıfır problem öngören yeni dönem Türkiyesi karşısında gücünü korumak ve genişleyen Türk nüfuzu karşısında bölgedeki herhangi bir ülke konumuna düşmemek için çare arıyor.
Şu günlerde mızıklanması da bu yüzdendir. Çünkü Amerika, önünde sonunda menfaatlerinin çatışacağını öngördüğü Türkiye ile ya yolları ayıracaktı ya da daha sıkı bir iş birliğine gidecekti.
Amerikanın bölgede hala menfaatleri ve değişik amaç ve niyetleri var. Bunları İsrail ile başaramayacağını anladı. Çünkü İsrailin izlediği politikalar hem İsraili hem de onu desteklediği için Amerikayı bölgede istenmeyen adam durumuna düşürüyor. Bunu Amerikalı stratejisitler de görüyor.
İşte Amerika bu imajını düzeltmek için, Obama ile yeni bir sayfa/safha açtı ve bu safhada ABDnin yeni uluslararası politikasında kilit rol Türkiyenin.
Kimileri bunu uşaklık zannedecek kadar küçük düşünebilir. Ama öyle değil. Akıllı olanlar bilir ki, bu rol, Türkiyenin elini daha da güçlendirecek.
Öğretilmiş korkularını yenmeyi, kaybettiği hareket kabiliyetini yeniden kazanmayı yürekten isteyen Türk milleti, gelecekteki ikbaline ulaşmak için şimdilerde kanat şişirme ve pazu güçlendirme egzersizleri yapıyor. Şartlar, Türkiyeyi, dedesi Osmanlının çocuklarına sahip çıkmaya zorluyor.
İşte Suriye, işte Ermenistan, işte Kuzey Irak ve Kürtlere açılan şefkat kucağı. Bunların büyük bir kısmı, o istemezükçü kesimin direnişine, hatta yer yer hükümete rağmen gerçekleşiyor. Şu olup bitenler, doğal olarak basit ve küçük dünyalarında etliye sütlüye karışmadan yaşamaya alışmış eski bürokratların dudaklarını uçuklatıyor.
Başta Ergenekon örgütü ile ilgili gelişmeler olmak üzere, sanki gaybi bir el bize rağmen, bir şeyler yapıyor.
Kimileri açısından bakıldığında bütün bunlar Amerikanın bir oyunu. Türkiye cumhuriyeti, ise olup bitenleri seyretmekle yetiniyor.
Bu yaklaşım aslında tam da Amerikanın istediği yaklaşım...
Her taşın altından Amerikanın çıktığı bir dünya!
Düşünebiliyor musunuz?
Bu anlayış, Amerika ala külli şeyin kadir inancına dayanıyor.
Onların bizi sokmak istedikleri kalıp da bu!
Her şeyin onların insiyatiflerinde olduğuna inanmamızı istiyorlar.
Halbuki biz Laila ilahe illah demeye davet edilmiş ve ancak Onun kudretine boyun eğmeye çağırılmış bir ümmetiz. Kuran bize Vema teşâûr-na illa en yeşâllah (Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz) diyor.
Evet Allahın dilemesi her şeyin üstündedir. Hatırlayın, Mağaranın önüne kadar gelmiş olan Süraka ve Müşrik atlılarını. Akıl edip eğilseler ve mağaranın içine baksalardı, bugün İslam diye bir din olmazdı.
Musa (as)ın, halkını alıp şehirden çıkması Firavunun bir planıydı. Kurmaylarını toplamış ve şöyle demişti: İsrailoğları madem bize hizmet etmeyi reddediyorlar ve madem ayrılmak istiyorlar, bırakalım gitsinler. Çöle çıktıklarında biz onları yakalayıp imha ederiz.
Nitekim Hz. Musa halkı ile birlikte Kızıl denizin kenarına gelip dayandığında Firavun ordusu arkadan bastırdı.
O gün deniz yarılmasıydı İsrailoğulları diye bir kavim ve bir din olur muydu?
Bütün Avrupa devletleri güç birliği yapıp Çanakkale boğazına çullandılar. Dünyanın en güçlü donanması ve en kalabalık ordusu ile boğazı geçmek istiyorlardı.
Kıytırık bir Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar o koca donanmayı yerle bir etmeseydi, Türkiye mi olurdu, Sovyetler Birliği mi?
İstanbul işgal edilmiş, Osmanlı ordusu terhis edilmiş, koca bir millet silahsız ve savunmasız bırakılmış ve ardından itler Anadoluya salınmış bir durumda iken ve yunanlı komutan, Osman Gazinin türbesine girip bin türlü hakaretlerle, İşte biz yeniden geldik, hadi kalk da torunlarını kurtar diye küstahça bağırdığında, hangi akıl ve mantık, onları kısa zamanda geldikleri gibi gitmeye mecbur edeceğimize inanırdı?
Churchillin planı, Türk milletini Balkanlardan ve Anadadoludan ebediyen koparıp atmaktı?
Peki, ne oldu?
Firavun, Musayı yok edeyim derken, kendisi denizlere gark oldu.
Onu öldürmeye yemin etmiş atlılar, mağaranın önünden uzaklaşıp gittikten birkaç yıl sonra o görklü peygamberin önüne diz çöküp İnandık ya Muhammed, Sen Rabbin elçisisin! dediler ve onun hizmetinde serhattan serhata koştular.
Çanakkale boğazını geçemeye çalışanlar bugün gelip Türk bayrağı altında müsterih yatan ölülerinin ziyaret etmekten şeref duyuyorlar. O yenilgiden kendilerine övünç vesilesi çıkarıyorlar.
Şimdi de Amerika! O da diz çöktü!
Türkiyesiz bir halt edemeyeceğini anladı.
İsrail, bu mevcut politikasını sürdürdüğü takdirde gelişmekte olan Türk ve İslam nüfuzu karşısında bölgedeki herhangi bir ülkeden başka bir şey olamayacağını anladığı için mızıklanıyor. Mazarrat çıkarıp yeniden dünyayı yanına çekmeye çalışıyor.
Ama geçti. İnanın geçti. Foton Kuşağı tarikatçılarının sandığının aksine, 2012 onları için sonun başlangıcı olacak. Bunun emarelerini hep birlikte görüyoruz, daha da göreceğiz.
Müştak Babanın taa 1700lerde haber verdiği hakikat, tebellür ediyor.
Bediuzzamanın talebelerine müjdelediği gibi Tarihte İstanbulun yaptığını istikbalde Ankara yapacak!
İşte yaşanmakta olanlar bunun müjdesidir inşallah!
Telaş etmeyin. Birbirinize daha bir sıkı sarılın ve saflarınızı daha bir sıklaştırın. Bu eyyamullahtır.
Cenab-ı Hakkın, azgınlara haddini bildirdiği zamanlara denir eyyamullah!
Allahın beşerin hayatına müdahale ettiği,
Cenab-ı Hakkın azametiyle dünyaya dokunduğu anlar..
Azgınların, kendi azgınlıkları ile yıkıldıkları anlar.
Firavunun kurduğu tuzağa düştüğü anlar.
İşgal için gelenlerin, geldiği gibi gittiği anlar.
Ölü adamın yatağından kalkıp İstiklal Mücadelesini verdiği anlar.
İşte şimdi hasta adam dedikleri Osmanlının torunları ayağa kalkmışlar, dedelerinin mirasına sahip çıkıyorlar!
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, o kavga ve kargaşanın sonunda onlara müşevveş bir mazi, bize parlak bir istikbal düşmüş.
Türkiye, isteyerek/istemeyerek, kaderin şu takdirine boyun eğmeye mecburdur. Büyük olmaya, güçlü olmaya, kendisinden sıyanet bekleyenlere sahip çıkmaya, İslam yurtlarını yeniden ayağa kaldırmaya, bu ümmetin düşmüş başını kaldırmaya mecburdur.
Hiçbir şey olmasa bile, 1877den 1922 yılına kadar bu milletin din ve vatan uğruna harcadığı canlar ve toprağa bir tohum gibi attığı şehitlerin ruhu bizi rahat bırakmayacak!
O tohumlar toprağı zorluyor. Dinleyin, kulak verin toprağa, nasıl da milyonlarca nabız zonkluyor, topraktan fışkırmak ve bu zamandan intikamını almak için!
İnanın ve emin olun, zaman bizim ve İslamın lehine işliyor. Allah dilerse kâfirin eliyle de nurunu tamamlar denilmiş. Tam da öyle olacak. Amerika kendi çıkarları için önümüzü açmaya ve bizimle işbirliği yapmaya mecburdur.
AB, yakın bir gelecekte kendisi bizi davet etse şaşmayın. Yeter ki biz, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan maksadımıza, gayemize, hedefimize kilitlenelim.
O zaman ikbal günleri, kaderde yoksa bile- ki var- İlahi kudret ona hayat verir.
Evet, akla ziyan gibi gördüğünüz işler oluyor.
Aklın almadığı hadiseler oluyor ve olacak.
Bunlar eyyamullahtır.
Zira Allah, nurunu tamamlayacaktır.
Kafirler istemese de!
Tuhaf bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti nihai kaderine, Türk milleti ise hızla kendi reel politiğine doğru sürükleniyor adeta.
Bir zamanlar kırmızı çizgilerimiz vardı. Çoğu kuruluş döneminden kalma korkuların beslediği çizgiler. Herkesi ya düşman, ya kötü niyetli hain, ya rejim karşıtı, ya saltanatçı, ya da ülkeyi aydınlanma çabasından alıkoymak isteyen dinci /mürteci görüyorduk.
...
Hala o korkularla varlığını sürdüren; varlığını, o korkuların beslenmesine borçlu olan statükocu partiler, kurumlar, yapılar, organlar ve hatta şahıslar var. Ergenekon örgütü bile, bu korkuları besleyerek ülke rantının sürekli aynı ellerde kalmasını sağlayan çeteden başka bir şey değildir... O yüzden de şu kesimler, Ergenekon örgütü aleyhine tek cümle kuramıyorlar.
Evet, hala birileri var ki bu ülkeye demokrasi gelsin istemiyor ama o gelmeye devam ediyor.
Evet, hala birileri var ki, devletin fert karşısındaki kahir kahrı devam etsin istiyor ama fertlerin direnişi, o kahir kahrın varlığını aşındırıyor.
Evet, hala birileri var ki, devlet benim ve benim dediğim olur diyor ama birileri de onları devlet namına alıp içeriye tıkabiliyor.
Evet, hala birileri var ki, sanal korkularla bu ülkenin küçük fakat kendisine ait kalmasını istiyor ama ülke büyümeye, taşmaya ve onların tasallutundan kurtulmaya devam ediyor.
* * *
Geçenlerde Le Monde Diplomatque Türkiyede bir inceleme okudum. Yunanistanın geleceği hakkında endişelendiğine dair. -Onu, burnumuzun dibindeki adaları almadan önce düşünecekti. Sıra onlara da gelecek, eminim...-Öyle ki, Yunan istihbaratı, genişleyen ve giderek daha da kuşatıcı bir hal alan Türk nüfuzu karşısında erimemek ve bu yoğun kültürel kuşatma içinde varlığını sürdürebilmek için çare arıyormuş...
Keza İsrail, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlarda gücü giderek artan ve komşuları ile sıfır problem öngören yeni dönem Türkiyesi karşısında gücünü korumak ve genişleyen Türk nüfuzu karşısında bölgedeki herhangi bir ülke konumuna düşmemek için çare arıyor.
Şu günlerde mızıklanması da bu yüzdendir. Çünkü Amerika, önünde sonunda menfaatlerinin çatışacağını öngördüğü Türkiye ile ya yolları ayıracaktı ya da daha sıkı bir iş birliğine gidecekti.
Amerikanın bölgede hala menfaatleri ve değişik amaç ve niyetleri var. Bunları İsrail ile başaramayacağını anladı. Çünkü İsrailin izlediği politikalar hem İsraili hem de onu desteklediği için Amerikayı bölgede istenmeyen adam durumuna düşürüyor. Bunu Amerikalı stratejisitler de görüyor.
İşte Amerika bu imajını düzeltmek için, Obama ile yeni bir sayfa/safha açtı ve bu safhada ABDnin yeni uluslararası politikasında kilit rol Türkiyenin.
Kimileri bunu uşaklık zannedecek kadar küçük düşünebilir. Ama öyle değil. Akıllı olanlar bilir ki, bu rol, Türkiyenin elini daha da güçlendirecek.
Öğretilmiş korkularını yenmeyi, kaybettiği hareket kabiliyetini yeniden kazanmayı yürekten isteyen Türk milleti, gelecekteki ikbaline ulaşmak için şimdilerde kanat şişirme ve pazu güçlendirme egzersizleri yapıyor. Şartlar, Türkiyeyi, dedesi Osmanlının çocuklarına sahip çıkmaya zorluyor.
İşte Suriye, işte Ermenistan, işte Kuzey Irak ve Kürtlere açılan şefkat kucağı. Bunların büyük bir kısmı, o istemezükçü kesimin direnişine, hatta yer yer hükümete rağmen gerçekleşiyor. Şu olup bitenler, doğal olarak basit ve küçük dünyalarında etliye sütlüye karışmadan yaşamaya alışmış eski bürokratların dudaklarını uçuklatıyor.
Başta Ergenekon örgütü ile ilgili gelişmeler olmak üzere, sanki gaybi bir el bize rağmen, bir şeyler yapıyor.
Kimileri açısından bakıldığında bütün bunlar Amerikanın bir oyunu. Türkiye cumhuriyeti, ise olup bitenleri seyretmekle yetiniyor.
Bu yaklaşım aslında tam da Amerikanın istediği yaklaşım...
Her taşın altından Amerikanın çıktığı bir dünya!
Düşünebiliyor musunuz?
Bu anlayış, Amerika ala külli şeyin kadir inancına dayanıyor.
Onların bizi sokmak istedikleri kalıp da bu!
Her şeyin onların insiyatiflerinde olduğuna inanmamızı istiyorlar.
Halbuki biz Laila ilahe illah demeye davet edilmiş ve ancak Onun kudretine boyun eğmeye çağırılmış bir ümmetiz. Kuran bize Vema teşâûr-na illa en yeşâllah (Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz) diyor.
Evet Allahın dilemesi her şeyin üstündedir. Hatırlayın, Mağaranın önüne kadar gelmiş olan Süraka ve Müşrik atlılarını. Akıl edip eğilseler ve mağaranın içine baksalardı, bugün İslam diye bir din olmazdı.
Musa (as)ın, halkını alıp şehirden çıkması Firavunun bir planıydı. Kurmaylarını toplamış ve şöyle demişti: İsrailoğları madem bize hizmet etmeyi reddediyorlar ve madem ayrılmak istiyorlar, bırakalım gitsinler. Çöle çıktıklarında biz onları yakalayıp imha ederiz.
Nitekim Hz. Musa halkı ile birlikte Kızıl denizin kenarına gelip dayandığında Firavun ordusu arkadan bastırdı.
O gün deniz yarılmasıydı İsrailoğulları diye bir kavim ve bir din olur muydu?
Bütün Avrupa devletleri güç birliği yapıp Çanakkale boğazına çullandılar. Dünyanın en güçlü donanması ve en kalabalık ordusu ile boğazı geçmek istiyorlardı.
Kıytırık bir Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar o koca donanmayı yerle bir etmeseydi, Türkiye mi olurdu, Sovyetler Birliği mi?
İstanbul işgal edilmiş, Osmanlı ordusu terhis edilmiş, koca bir millet silahsız ve savunmasız bırakılmış ve ardından itler Anadoluya salınmış bir durumda iken ve yunanlı komutan, Osman Gazinin türbesine girip bin türlü hakaretlerle, İşte biz yeniden geldik, hadi kalk da torunlarını kurtar diye küstahça bağırdığında, hangi akıl ve mantık, onları kısa zamanda geldikleri gibi gitmeye mecbur edeceğimize inanırdı?
Churchillin planı, Türk milletini Balkanlardan ve Anadadoludan ebediyen koparıp atmaktı?
Peki, ne oldu?
Firavun, Musayı yok edeyim derken, kendisi denizlere gark oldu.
Onu öldürmeye yemin etmiş atlılar, mağaranın önünden uzaklaşıp gittikten birkaç yıl sonra o görklü peygamberin önüne diz çöküp İnandık ya Muhammed, Sen Rabbin elçisisin! dediler ve onun hizmetinde serhattan serhata koştular.
Çanakkale boğazını geçemeye çalışanlar bugün gelip Türk bayrağı altında müsterih yatan ölülerinin ziyaret etmekten şeref duyuyorlar. O yenilgiden kendilerine övünç vesilesi çıkarıyorlar.
Şimdi de Amerika! O da diz çöktü!
Türkiyesiz bir halt edemeyeceğini anladı.
İsrail, bu mevcut politikasını sürdürdüğü takdirde gelişmekte olan Türk ve İslam nüfuzu karşısında bölgedeki herhangi bir ülkeden başka bir şey olamayacağını anladığı için mızıklanıyor. Mazarrat çıkarıp yeniden dünyayı yanına çekmeye çalışıyor.
Ama geçti. İnanın geçti. Foton Kuşağı tarikatçılarının sandığının aksine, 2012 onları için sonun başlangıcı olacak. Bunun emarelerini hep birlikte görüyoruz, daha da göreceğiz.
Müştak Babanın taa 1700lerde haber verdiği hakikat, tebellür ediyor.
Bediuzzamanın talebelerine müjdelediği gibi Tarihte İstanbulun yaptığını istikbalde Ankara yapacak!
İşte yaşanmakta olanlar bunun müjdesidir inşallah!
Telaş etmeyin. Birbirinize daha bir sıkı sarılın ve saflarınızı daha bir sıklaştırın. Bu eyyamullahtır.
Cenab-ı Hakkın, azgınlara haddini bildirdiği zamanlara denir eyyamullah!
Allahın beşerin hayatına müdahale ettiği,
Cenab-ı Hakkın azametiyle dünyaya dokunduğu anlar..
Azgınların, kendi azgınlıkları ile yıkıldıkları anlar.
Firavunun kurduğu tuzağa düştüğü anlar.
İşgal için gelenlerin, geldiği gibi gittiği anlar.
Ölü adamın yatağından kalkıp İstiklal Mücadelesini verdiği anlar.
İşte şimdi hasta adam dedikleri Osmanlının torunları ayağa kalkmışlar, dedelerinin mirasına sahip çıkıyorlar!
Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, o kavga ve kargaşanın sonunda onlara müşevveş bir mazi, bize parlak bir istikbal düşmüş.
Türkiye, isteyerek/istemeyerek, kaderin şu takdirine boyun eğmeye mecburdur. Büyük olmaya, güçlü olmaya, kendisinden sıyanet bekleyenlere sahip çıkmaya, İslam yurtlarını yeniden ayağa kaldırmaya, bu ümmetin düşmüş başını kaldırmaya mecburdur.
Hiçbir şey olmasa bile, 1877den 1922 yılına kadar bu milletin din ve vatan uğruna harcadığı canlar ve toprağa bir tohum gibi attığı şehitlerin ruhu bizi rahat bırakmayacak!
O tohumlar toprağı zorluyor. Dinleyin, kulak verin toprağa, nasıl da milyonlarca nabız zonkluyor, topraktan fışkırmak ve bu zamandan intikamını almak için!
İnanın ve emin olun, zaman bizim ve İslamın lehine işliyor. Allah dilerse kâfirin eliyle de nurunu tamamlar denilmiş. Tam da öyle olacak. Amerika kendi çıkarları için önümüzü açmaya ve bizimle işbirliği yapmaya mecburdur.
AB, yakın bir gelecekte kendisi bizi davet etse şaşmayın. Yeter ki biz, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan maksadımıza, gayemize, hedefimize kilitlenelim.
O zaman ikbal günleri, kaderde yoksa bile- ki var- İlahi kudret ona hayat verir.
Evet, akla ziyan gibi gördüğünüz işler oluyor.
Aklın almadığı hadiseler oluyor ve olacak.
Bunlar eyyamullahtır.
Zira Allah, nurunu tamamlayacaktır.
Kafirler istemese de!