• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Ölen Annenin Oğluna İade Ettiği Kolye

Almora

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
2 Ağu 2014
Konular
1,832
Mesajlar
2,642
MFC Puanı
4,340
Ölen Annenin Oğluna İade Ettiği Kolye



image.jpg


Bu gerçek hikaye de eşyanın, uzaklardan ve kendiliğinden aktarılması/taşınması olayıdır ki, olayımıza ayrıca kanıt katan bir mizansendir!. Frank Edwards, Norfolk Müzesi'nin müdürüydü. Kasım ayının bir soğuk gecesinde, bu görevli bulunduğu müzenin bürosunda, hem arkadaşı ve hem de meslektaşı olan bir yakınıyla kahve yudumlayıp konuşuyorlardı. Biyoloji uzmanı olarak örnek toplamak için yaptıkları yolculuk ve deneylerden söz ediyorlardı. Zaman ilerlemiş, fakat sohbetleri sürmekteydi. Derken, kapının zili sabırsızca çalındı!. Geceleri, zaman zaman bürosunda yaptığı çalışmalar sırasında tanık olduğu gibi bir zil çalışı değildi bu zil çalış!. Çok kısa ve yavaştı!. Kuşkuyla arkadaşı Roland Young'a baktı!. Ne ola ki diye?!. Saat, gecenin yirmi üçünü geçeli çok olmuştu. Kapıyı açtı. Karşısındaki annesiydi! Ayakları dört karış kara gömülmüş; çevresinde uçuşan kar taneleri arasında çok ufalmış ve bitik bir görünümdeydi!. Tuhaf olan bunlar değildi. Tuhaf olan, kendileri Amerika'da, Norfolk Müzesindeydiler. Annesiyse, bir başka kıtada, Avrupa'da; Amerika'dan kilometrelerce uzaktaki Paris'te, bir hastanede, kemik kanserinden yatmaktaydı!. Böylesine ansızın ve gecenin ileri bir vaktinde, hasta annesini kapının önünde gören Frank Edwards aptallaşmasın da kim aptallaşsın!. Annesini içeri buyur etti. Bu aptallaşma içinde, annesine o an neler söylediğinin farkında bile değildi. Annesinin yüzündeki garip, belki de mutluluk ifadesi; gözlerinin boş bakışı; yüzündeki gülümseyiş; gözlerinde yanıp sönen fosforlu ışıklar.
Bu olay Edwards'ı, öylesine etkilemişti ki, bu etkiler altında, annesinin başka bir aleme göçtüğünü hemen anlamıştı!. Annesi, henüz konuşmamıştı. Edwards, annesine: “Ne zaman öldün?!.” diyebildi!. Annesi, utanarak gülümsedi ve, “Benim öldüğümü nereden biliyorsun?” diye oğluna sordu. Oğlu da,
- Ne iyi etin de beni görmeye geldin, dedi annesine. Annesi de,
- Sana, bir gün Amerika'ya döneceğimi söylememiş miydim? İşte Amerika'ya geldim, dedi.
Bu arada, konuşulanları dinleyen arkadaşı Roland, birden atıldı:
- Durun Allah aşkına! Bana ne yapmak istediğinizi bilmiyorum ama, bu saçmalıklara inanmayı kesinlikle reddederim, diye korkuyla haykırdı!. Edwards, arkadaşını yanıtladı:
- Fakat, karşındaki annem Roland!. Nasıl inanmak istemezsin?. Bu kez Roland, arkadaşına sordu:
- Annen hasta ve Paris'te. Buraya kadar nasıl gelebilir!. diyerek isyan eder bir hale girdi!. Edwards, aptallaşmışlıktan, şaşkınlaşmışlıktan biraz kurtulmuş olarak ilk kez düşündü ve yavaşça mırıldandı: “Annem öldü.” dedi!.
Roland susmuş, onları dinliyordu. Şaşkın şaşkın dinliyordu işte!. Anne-oğul, o kadar eski günleri konuşmağa dalmışlardı ki, odadaki Roland'ın varlığını çoktan unutmuşlardı!. Müzenin içi çok sessizdi!. Tavanda asılı duran dondurulmuş martılar, sanki uçmak üzereydi!. Dondurulmuş bulunan her cins hayvan, sanki her köşeden onlara bakıyorlardı!. Daha sonraları annesi, oğluna,
- Vakit geç oluyor, oğlum! Kentucky'deki kız kardeşine gideceğim. Yola çıkmam gerek, diyerek ayağa kalktı ve oğlunun eline bir şey tutuşturdu!.
Edwards, annesini kapıya kadar götürdü. Annesine, tam “Güle, güle!” demeğe hazırlanırken, annesinin birden kaybolmuş olduğunu fark etti!.
Roland'a doğru döndü Edward, bir-iki saniye önce, arkadaşının annesinin durduğu yere hayretle bakmaktaydı!. Annesinin oğlunda yarattığı şaşkınlık, belli ki, onu da sarsmıştı!. Arkadaşı Roland, birden sordu:

- Sana annen ne verdi? deyince, şaşkınlıktan, sıkılı avucunu açmayı ancak bu soru üzerine akıl etti ve avucunu açtı: Avucunun içinde bir kolye duruyordu! Bu küçük kolyeyi, çocukken alıp, annesine hediye etmişti!. Üzerinde: “Annesine Roger'den sevgiler.” kazılmıştı!. Bu, hemen tanıdığı küçük kolyeyi arkadaşı Roland'a gösterdi. Roland: “Bu kadarı bana fazla!. Ben, körkütük sarhoş olmağa gidiyorum!.” diye bağırdı!. Edwards,
- Ama seninle gerçek ve doğa dışı şeylerden uzun uzun konuşmuştuk. Bu konuştuklarımız, her yanımızı sarmış gibidir. İlim, onun peşinden uzun zamandır koşmasına rağmen, yanına bile yaklaşamamıştır!. diyerek, Roland'ın sözlerini tamamladı. Annesinin ölüm ilanını okuduğu günün ertesinde, Edwards, Paris'teki babasından şu mektubu aldı:
“Sevgili Oğlum, Bildireceğim haberin sana ne kadar acı vereceğini biliyorum ama, çok metin olmalısın! Sevgili anneciğin, dün, 5 Kasım akşamı aramızdan ebediyen ayrıldı. Onun, son defa gözlerini hayata kapadığını görmek, beni kedere boğdu. Emin ol ki, bu son, kendisi için çok hayırlıydı. Ölmeden önce çok acı çekti. Ölümü, beni, sonsuz acılara boğmasına rağmen, kurtulmasına sevindim. Çünkü hastalığının çaresi yoktu. En nihayet biliyorum ki, bundan sonra acı çekmeyecek. Allah, rahmet eylesin!. Bütün kalbimle, annenin aramızdan ayrılışının verdiği kederi, olgunlukla kabul etmeni diler; benim de kendimde aynı kuvveti bulmamı Allah'tan dilerim!. Seni Her Zaman Seven Baban.”
Annesinin hayaletini, Edwards, bir hayli süre gördü!. Amazon Ormanlarında Kamp kurduğu bir gece -1962 Ağustosunun bir gecesinde- çadırın dışında otururken, ansızın, pırıl pırıl bir duman halinde gözüktü annesi!. Anlayamadığı bir şey için onu uyarmağa çalışıyordu!. Edwards'tan uzakta, ayakta durmuş, fısıltı halinde konuşuyordu. Yani Edwards'a bir şeyler anlatmak istiyordu!. Ertesi gün, nehirden yukarı doğru botlarla ilerlemeğe başladılar. Katil huylu bir rehber, onu tuzağa düşürdü. Yanındaki arkadaşları, vahşi Aucas Kabilesi'nin elinden, yaralanmadan kurtuldular. Fakat Edwards, bel kemiğine saplanan zehirli bir okla yaralanınca kendinden geçmişti.
Gözlerini açtığı zaman, bir hastanedeydi. Oraya hemen getirilmiş ve bir haftadır, kendinden habersiz yatıyordu!. Doktoru, daha sonra ona şöyle demişti: “Bizi, fena korkuttunuz!. Yukarı'dan biri sizi gerçekten çok seviyormuş!. Ümidimizi kesmiştik!.”
Spritüel bilgi ve uyarılarla dolu bir olay daha aktarmış olduk. Fakat, gerçek dışı, doğa dışı değil. Aksine gerçek ve de doğa içi. Gerçek dışı olan ve doğa dışında kalan, bizim idraksizliğimiz; bizim, kısır düşünce ve bilgisizliğimizdir. Hangi türden olursa olsun, her olay, yasalarla gerçekleşen bir olaydır. Yasa dışı cereyan eden bir olay olamaz ki, doğa dışı diyelim. Bizim bilebildiğimiz doğa yasaları dışında cereyan etti diye, böyle bir olayı, yasa dışı, doğa dışı sayamayız. Sadece diyebiliriz ki, bizim henüz idrak edemediğimiz doğa yasalarına göre cereyan etmiştir, etmektedir. Bildiğimiz ve de bilemediğimiz her olay, doğa yasalarına uygundur. Bu tür olaylarla bizden istenen de, işte bu doğa dışı saydığımız olayların asıl yasalarını idrak etme çabasında olmamızdır.
Bizim bilebildiğimiz gerçekler ve doğa yasaları, kapalı şuurumuzdan dolayı sınırlıdır. Bu yüzden bu tür olaylar, gerçek dışıymış gibi, doğa yasalarına aykırıymış gibi gözükür. Yani körlüğümüz, bize böyle dedirtir. Körlüğümüz, asıl gerçekleri görebilmemize engeldir. Rölatif gerçekler içindeyiz kuşkusuz. Fakat, değişmez gerçekler dediğimiz hakikatler, ruhsal yönümüzü hep vurgulayan ruhsal gerçeklerle, ruhsal olaylarla, bizim keşfimizi bekliyorlar. Tabii çabalarımız bu yönde olabilirse, olacak bu keşifler.
Şunu, bir kere daha belirtmek istiyorum: Bilim, neden insanın asli yönüyle ilgilenemez bir durumdadır? Bilimin tüm çabaları, maddesel bedenler üzerine ve de maddenin teknolojisi üzerine ve bu üzerinelikte de zirvede olduklarını söyleyip duruyoruz!. Acaba gerçekten zirvede midirler?!. Geçmiş çağların ne zirveler yaşadıklarını acaba tam biliyoruz mu ki, şu maddesel bilimimizin teknolojisini zirvede sanıyoruz?!.
Yazılı tarihimiz, 7000 yılı aşmıyor!. Oysaki bizler, sekizinci Adem Kuşağıyız. Bunu, bir şiirinde Koca Yunus bile vurgulamıştır:
Yürü yürü yalan dünya
Yalan dünya değil misin?
Yedi gez boşalıp yine
Dolan dünya değil misin?

Spritüel bilgilerden yoksun bir kişi acaba şu sözleri nasıl değerlendirebilir?!. Yine bir başka dizelerinde de şöyle diyor:
Açıldı gökler kapısı
Rahmetle doldu hepisi
Sekiz cennetin kapısı
Açar Allah deyü deyü

Bu sözler de, olsa olsa, sekizinci Adem Kuşağı'nın Cenneti olur. Bilimimizin bu yönü eksiktir. Hem de bu, insanı tanımak yönünde büyük bir eksikliktir. Çünkü ağırlık, fani olan üzerinedir!. Baki olandan “bize ne” idraksizliği, baki olanı inkara yetiyor!.

 
Üst