• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Osmanlı Dönemi Ve Medusa Olayı

Üyelik Tarihi
4 May 2016
Konular
52
Mesajlar
588
MFC Puanı
2,310


medusa hakkında bilinenin aksine, farklı kayıtların olduğu iddia edildi. Elbette ki doğruluğu tartışılır.

Yıl 1456. Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna, Venedik’ten, İtalyan asıllı bir heyet gelir. Sultan’a sunmak üzere, birçok değerli hediyeler vardır yanlarında. Araya hatırlı kişileri, elçileri aracı yaparak, Fatih Sultan Mehmet ile ısrarla görüşme talep ederler.

Padişah, gelen bu heyeti, onca rica ve minnete rağmen huzuruna kabul etmez. Elçilerle görüşmesi için Vezir-i Azam’ı görevlendirir. Venedik’ten gelen bu heyet, çaresiz, Vezir-i Azam ile görüşürler.

Görüşmenin konusu: "Sultanahmet’te bulunan Yerebatan Sarnıcı ve içinde bulunan hazine" ile ilgilidir. Görüşmenin konusu oldukça ilgi çekicidir. Hazineden bahseden heyet, Vezir-i Azam’a hazinenin yerini söylemez… Hazinenin yerini söylemek için şu şartı öne sürerler: “Hazinenin yerini, sadece Padişah’a” söyleyeceklerdir. Bunun için, tekrar Padişah’tan görüşme talebinde bulunurlar.

Vezir-i Azam, heyet ile aralarında geçen konuşmaları Padişah’a aktarır.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın siyasi dehası bilinmektedir. ‘Bu işin içinde bir iş olabilir,’ diyerek heyetten bir temsilci ile görüşmeyi kabul eder. Belirlenen tarihte, seçilen temsilci, Fatih’in huzuruna çıkar ve şunları anlatır:

“Yerebatan Sarnıcı diye bilinen mekânın içersinde bir hazine vardır. Hazine denilen şey; altın, gümüş, mücevher gibi maddi değeri olan şeyler değildir. Hazine, özel yapılmış bir lahit ve lahdin içindeki cesettir.”

Bu lahit ve içindeki ceset, Venedikli elçiye göre, ‘hazine değerindedir.’ Cesedin ise ‘Medusa’ diye adlandırılan efsanevî kişiye ait olduğu belirtilir. Bu ceset, mumyalanmış haldedir, Medusa diye tabir edilen saçları yılanbaşı ile yaratığı andıran bir şekildedir.

Fatih Sultan Mehmet Han’dan talepleri ise; ‘kendileri için çok önemli olan bu lahdi ve içindeki cesedi’ gelen bu heyete vermeleridir. Bu lahdin ve içindeki cesedin kendilerine verilmesi karşılığında da, Fatih’e birçok şey önerdikleri söylenir.

Sırdaş’a kadar intikal eden bu bilgiler arasında, bir de şunlar da vardır: ‘Venedik’ten gelen elçilerin Hıristiyanlarla bir alakası olmadığı, gizemli, paganist bir tarikatın üyeleri olduğu’ bilgisi de vardır.

Bundan sonrası hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır…

Fatih Sultan Mehmet’in bu lahdin, çıkarılıp çıkarılmamasına izin verip vermediği ile ilgili sır bilgiler Abdülhamid Han’a kadar ulaşır. Abdülhamid Han, bu eksik kayıtları büyük bir ilgi ile takip eder ve işin ehillerine de konuyu incelettirir.

Abdülhamid Han’ın bu işle ilgilenerek takip etmesi, Medusa ile ilgili olarak, tarihi yanlışların önüne geçilmesini sağlamıştır.

Sultan Abdülhamid Han’ın, gizemli olaylara, sırlı hikâyelere olan ilgisi bilinmektedir. Sherlock Holmes’in hikâyelerini, İngilizceden Osmanlıcaya çevirttiği, okuduğu ve kütüphanesine koyduğu yine Homeros’un, İlyada ve Odysseia isimli eserlerini de aynı şekilde çevirtip, okuduğu bilinmektedir.

Abdülhamid Han’nın, Medusa ile ilgilenmesinin sebebi, Sırdaş'taki kayıtlardan hariç; Sultan’a, bu konu ile ilgili olarak yine birkaç elçinin geldiği, Vezirlerine, Yerebatan Sarnıcı’ndaki hazine ile ilgili bir şeyler fısıldadıkları, bu konuya olan ilgisini daha da arttırmıştır.

Abdülhamid Han, Devlet-i Âliye’nin bunca işi arasında, bu konuyu da ihmal etmemiş, görevlendirdiği birkaç kişi ile bu konunun iyice araştırılmasını sağlamıştır.

Medusa ile ilgili olarak gelen heyetle, Sultan’ın vazife verdiği görevliler temasa geçmiş, edinilen bilgiler Padişah’a rapor edilmiştir.

Araştırma neticesinde, gelen kişilerin kimlikleri ve ait oldukları teşkilatı (gizli bir örgüt diyebiliriz.) öğrenen Sultan Abdülhamid Han, bu heyetin taleplerini geri çevirmiş ve heyetten aktarılan bilgiler doğrultusunda da bu lahdi çıkarmaya karar vermiştir.

Abdülhamid Han’ın görevlendirdiği bir heyet, Derviş’in emri altında 'Medusa' ile ilgili çalışmaya başlamış, bu ekibe Yıldız İstihbaratı’nın en seçkin üyeleri de eşlik etmiştir.

Uzun uğraşlar sonucunda, Yerebatan Sarnıcı’nın -bugün kapanan dehlizlerinde- söz konusu lahit bulunmuştur.

Bugünkü Yerebatan Sarnıcı birçok dehlizlere sahip olduğu, Bir ucu Haliç’e, bir ucu Ayasofya’ya hatta “Binbirdirek Sarnıcı” ile bağlantılı olduğu söylenir.

Günümüze gelene kadar, dehlizlere duvarlar çekilmiş, ağızları kapatılmış, birçok sırrı da örtüldüğü bilinir.

Abdülhamid Han’ın araştırmaları netice vermiş ve lahit bulunmuştu. Abdülhamid Han lahdi bizzat yerinde görmüş, tonlarca ağırlıktaki bu lahdin kapağı indirilmiş, lahdin içinde görenleri dehşete düşüren bir yaratık görülmüştür.

İnsan başına benzeyen, kıvrımlı dev bir yılan gibi, mumyalanmış, ancak bozulmaya başlamış bu yaratığı, orada bulunan çok az kişi görmüş ve onu görenler hayretler içerisinde kalmışlardır.

Abdülhamid Han, bir fermanla, lahdin derhal korunmaya alınmasını, görülen bu lahdin ve içindeki yaratığın kimseye anlatılmamasını emretmiştir.

Abdülhamid Han, bu konuyla ilgili olarak, ne yapacaklarına dair istişare etmek için, derin ehl-i ulema ve gönül gözü açık kişilerle çok gizli bir toplantı yapmıştır. Yapılan bu toplantı neticesinde; ortaya bir çok görüş atılmasına rağmen, şu görüş ağırlık kazanmıştır: Lahit ve içindeki cesed, halkta çeşitli fitnelere sebep olunmaması için gizlenecektir.

Ancak Abdülhamid Han, Derviş ve Sırdaş’ın bu konuyla alakalı bir tereddütleri vardır: Bu lahdi tekrar saklarlarsa, bu lahdin sırrını bilen şer güçler, ona büyük önem atfedenler, bu lahdin yerini tekrar öğrenebilirler mi?

Ertesi sabah ayrı bir heyetle konuyu istişare eden Sultan Abdülhamid Han, yine zekice bir karar vermiştir:

Lahit, gün ışığına çıkarılacak ancak içindeki ceset/yaratık gizlenecektir.


Abdülhamid Han, bu cesedin neye ait olduğunu merak etmiş ve öğrenmek istemişti. Bu ceset, neye ait olabilirdi? Bunun için yurt dışından ünlü bir biyolog bilim adamı getirildi. Cesedi, bu bilim adamına gösterdiler. Cesedi gören bilim adamı, dehşete düştü.

Getirilen bu bilim adamı, incelemesinin neticesini Padişaha sundu. Raporda şu ibareler oldukça dikkat çekiciydi: ‘Bu bozulmaya başlamış olan, dev görünümlü, insan başına benzeyen, yılan gibi kıvrılmış bu yaratık, muhtemelen dinozor çağından kalan dev bir yılan veya dinozora benzeyen bir yaratık…’

En ilginç olanı ise, o lahdin orada olduğunu ve lahdin sırrını bilen birilerinin (şeytani bir tarikat) asırlarca orada ayin yapmalarıdır.

Daha sonra şöyle kayıtlara ulaşılmış;

Bir çingene çocuğu, rivayetlere göre dehlizlerden birine girmiş, çıkamamış, cesedi gördükten sonra o da sırra vakıf olmuş, dışarı çıktıktan sonra tüm İstanbul halkına: ‘Ben Şahmeran’ı (yarı insan yarı yılan) gördüm demesiyle ve bu söylentinin yayılmasıyla olayın boyutu başka bir yöne kaymıştır.

Sırdaş’ta bu konuyla ilgili ayrıca şunlar yazılı: Tonlarca ağırlıktaki bu lahdi, devrin en güçlü hamal ve tulumbacıları, urganlarla, bin bir güçlükle gün yüzüne çıkarmışlar, bugünkü Fatih Camii’nin avlusuna götürüp, halka kısa bir süreliğine teşhir etmişlerdir.

Sultan Abdülhamid Han’ın emriyle lahdin resmi çekilmiş ve devrin gazetelerinde yayınlattırılmıştır. İşte o dönemde yayınlanan Resimli Gazete de çıkan resimler;


43009.jpg

(Tulumbacıların ellerindeki kalın urganlarla çıkarılan Lahit)


images


İşin ilginç kısmı, kara kaplıya giren lahdin yayınlandığı bu gazete, daha sonra bilinmeyen bir güç tarafından o dönemde toplatılmış, geride kalan nüshaları ise örtbas edilip, farklı hikâyeler anlatılarak konu özünden saptırılmıştır.

Fatih Camii’ndeki teşhirden sonra lahit oradan alınıp, Molla Fenari İsa Camii’nin yanında bulunan, kraliçe mezarlarının yanında bir yere konulmuş, bundan sonra ki akıbeti bilinmemekle beraber, bu lahdin peşine bir çok yabancının düştüğü bilinmektedir.

Medusa hakkındaki bu bilgiler, Abdülhamid Han’a okunduktan ve onayını aldıktan sonra Kara Kaplı’ya kayıt edilmiştir.

bu olay bir çok bilim adamı ve mağaracılar tarafından merak konusu olmuş. yıllar önce detaylı araştırma yapmak istenilmiş.
 
Üst