• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Peygamber de ağlar

Üyelik Tarihi
27 Ocak 2014
Konular
336
Mesajlar
371
MFC Puanı
10
Hicretin onuncu yılında, Peygamberimiz'in, Mariye'den doğan oğlu İbrahim vefat etti. Vefat ettiğinde on altı (bir rivayete göre ise on sekiz) aylıktı ve süt annesinin evinde kalıyordu. Çocuğun durumu kendisine haber verildiğinde hemen oraya giden Hz. Peygamber can vermekte olan İbrahim'i kucağına aldı, gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı ve:

"Göz ağlar, kalp üzülür; biz yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz.


Hz.Muhammed (sav)'in oğlu İbrahim'in mezarıVallahi ey İbrahim, biz senden ayrılmakla çok üzgünüz." buyurdu. Sonra da karşısındaki dağa: "Ey dağ! Eğer bendeki üzüntü sende olsaydı muhakkak yıkılıp gitmiştin! Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: (Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na dönücüleriz); (Rabbü'l-alemin olan Allah'a hamdederiz) deriz" buyurdu.

Peygamberimiz İbrahim için ağladığı sırada Üsame b. Zeyd feryada başlayınca Hz. Peygamber onu uyardı. Üsame "Senin de ağladığını gördüm" deyince Rasûl-i Ekrem:



"Ağlamak, acımaktan ileri gelir. Feryat ve figan ise şeytandandır" buyurdu.

İbrahim'in kabri hazırlanırken Hz. Peygamber, kabrin yan tarafındaki kerpiçler arasında bir açıklık görüp kapatılmasını emretti. Kerpici, oraya kendi eliyle koydu, açığı kapatıp düzeltti ve:

-"Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu içine sinecek biçimde yapsın. Çünkü böyle yapmak, musibete uğrayanın içini yatıştırır. Gerçi bunun ölüye ne yararı ne de zararı olur ama diri olanın gözünü aydınlatır" buyurdu.

(İbn-i Sa'd, Tabakat c.1, s.131-144)

Yaşayanlar için her yönüyle bir ibret olan ölümü, bize hatırlattığı hususlar bizim tam da unutmaya çalıştığımız şeyler olalıdan beri gündemimizden çıkarır olduk. Artık onu ne kendimiz için ne de yakınlarımız için hayatın anlamını yakalama fırsatı olarak göremiyoruz. Yaşanan her ölüm geride kalanların hayata bakışlarındaki güzellik ve kudsiyeti öldürüyorsa yıkıcı oluyor aslında. Hayattan koparak yasın ve kederin karanlığında yolunu ve yönünü kaybedenler, ölümünü düğün gecesi olarak niteleyen Mevlana'ya ne kadar uzak düşüyorlar. Yaşanılacak acıyı kaldıracak takati ve olgunluğu olmayanlar ölümü mümkün olduğunca ötelemek suretiyle, dilleriyle söyledikleri "amentü billahi...ve'l yevmi'l- âhiri..." taahhütnamesiyle çelişiyorlar. Halbuki "Zevkleri bıçak gibi keseni (ölümü) çokça anın." (Tirmizî, Zühd 4) emrine uyanlara göre hayat, maddi cephesi içine sıkışıp kalmadığı için sevgiye, merhamete, adalete ve paylaşmaya daha açık hale geliyor; böylece birilerinin kabarmış iştihalarının semiz malzemesi olmaktan korunmak mümkün oluyor.

Bir baba olarak -üstelik daha önce de birçok evladını kaybetmiş bir baba- Hz. Peygamber'in küçücük yavrusu vefat ettiğindeki insani ve fakat asil ve metin duruşu, ölümü sıradan olmaktan çıkarıp bir ibret tablosuna dönüştürmekte. Acıların en büyüğünü yaşarken bile Allahu Teâlâ'ya karşı kulluk ilişkisindeki seviyeyi koruduğunu görüyoruz: Kalp üzülür, yaş akar ama dil isyan etmez. Haddini bilen bir tavırdır bu. İncelmiş ama incinmemiş ruhun, rıza makamındaki incitmeyen duruşudur. Yürekten kopan âhların gözde gözyaşı olurken dilde "inna lillah..." oluşudur. "inna lillah ve inna ileyhi raciûn : Biz Allah içiniz ve yine O'na döndürüleceğiz"( Bakara, 156) sözüdür ki ancak yangın yerine dönen yüreklerdeki ateşi söndürebilir. İnsanı isyana taşıyıp dili ateş bahanesi kılan feryatlar ve ağıtlar, çekilen acıyı dünyaya mahsus olmaktan çıkarıp ahireti de kuşatır hâle getirebilir. Sessizce ağlamanın insaniliğine karşı feryad ü figanın şeytanîliği... Seçim bizim.

Gökleri ve yeri emsalsiz güzellikte yaratan Allah'ın sözün en güzelini kendisine indirdiği Hz. Peygamber, müminleri kulluğun en güzeli olan ihsana davet etmiş, sözde ve davranışta güzel olanı ifa etmeye teşvik etmiştir. "Kendisi güzel olan ve güzelliği seven Allahu Teâlâ." (Müslim, İman 147), amellerin güzelleşmesinin güzel/sağlam/doğru sözler (kavl-i sedid) (Ahzab,70)'den geçtiğini belirtirken ufkumuzu başka bir cepheden genişletmiştir. Oğlunun derin acısı kor gibi yüreğinde yanarken Hz. Peygamber, çevresindekileri bir iş yapacakları zaman ellerinden gelen gayreti göstererek en güzel şekilde yapmaya yönlendirmiştir. Ölüm gibi hayatın rengini soldurabilecek bir vakıada, geleceğe umutla bakabilmeyi, hayattan kopmamayı öne çıkaran bu anlayış ve hassasiyet Müslümanları kısa zamanda dünyanın en üretken ve derinlikli sanatkârları haline getirmiş, tarihten günümüze, iç güzelliğin dışa yansıdığı eserler ortaya çıkmıştır. Böylelikle, insana, baktığı ve yaptığı her şeyde güzel olanı arama ve aslında bir yandan da kainattaki güzellikleri fark edebilme inceliği kazandırarak kemalat yolunda yeni bir yön tayin edilmiştir. Allah'ın yarattığı güzelliklerle uyum içinde, ilkesini tevhidden alan bu bakış, gündelik hayatı dahi sarıp sarmalayarak estetiğin, dünyadaki tüm güzelliklere yansıyan ilahî bir nitelik kazanmasına sebep olmuştur.
 
Üst