• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Sultan II. Abdülhamid’e Kızıl Sultan denmesinin perde arkası

mum

Özel Üye
Üyelik Tarihi
3 Nis 2008
Konular
2,214
Mesajlar
2,424
MFC Puanı
1,030
Sultan II. Abdülhamid’e Kızıl Sultan denmesinin perde arkası

Bilindiği gibi, 1878 tarihli Berlin Antlaşmasının 61. maddesine göre, Vilâyât-ı Sitte denilen Erzurum, Diyârbekir, Sivas, Harput=El-Aziz, Van ve Bitlis’te bulunan Ermeniler lehine Osmanlı Devleti bazı ıslâhât yapmak mecburiyetindeydi. Büyük devletler de bunu takip edeceklerdi. Maalesef Osmanlı Devleti’nin her yerinde olduğu gibi, buralarda da Ermeniler tahrik ediliyordu. Tahrik edilen Ermeniler, Müslümanları katliama tabi tutmaya başladılar.

1886 yılında İsviçre’de, Anadolu'da binlerce Müslümanın kanına giren Ermeni Hınçak Cemiyeti kuruldu. Rusya ve İngiltere’de bir Müslüman memur bile yapılmazken, Ermeniler Osmanlı ülkesinde bakan dahi olabiliyorlardı. Buna rağmen, hak ve hürriyet diyerek terör estirmeye başladılar. Yüzlerce Müslüman köyünü basarak çoluk çocuğun kanını döker oldular.

İşte bu terör ve dehşet üzerine, II. Sultan Abdülhamid, merkezi Erzincan’da bulunan IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa’yı, Ermeni terörünü durdurmak üzere görevlendirdi. Teröristlere aman vermeyen Paşanın bu hareketi, Avrupa basınının Abdülhamid aleyhine kampanya başlatmasına sebep oldu.

Fransız Akademisi Üyesi Tarihçi Kont Albert Vandal, ilk defa Abdülhamid hakkında Le Sultan Rouge lakabını kullandı ve maalesef, İttihâtçılar bu tabiri Kızıl Sultan diye tercüme ederek, Ermenilerle birlikte Sultan Abdülhamid’i kötülemeye başladılar. İttihatçıların, Ermeni kâtili diye Sultan Abdülhamid’i itham etmeleri ve onu Kızıl Sultan diye karalamaları, maalesef, Cumhuriyet devrinin ders kitaplarına kadar yansıdı.

Burada özellikle iki hususun bilinmesi gerekmektedir:

Birincisi, Abdülhamid’i Ermeni Katili ve Kızıl Sultan diye karalayan İttihatçılar, daha sonra 1915’deki Ermeni tehciri nedeniyle aynı sıfatlarla karalanmışlar ve adalet yerine gelmiştir. Zaten iktidara geldikten sonra, Ermeni komitelerine serbestlik vermeleri, Doğudaki olayların da başlıca sebebidir.

İkincisi, Sultan II. Abdülhamid, saltanatı boyunca, bazı tarihçilerin iddialarının aksine, Çırağan Baskını gibi fiili olan durumlar hariç, muhâliflerine asla idam cezası vermemiştir. 31 Mart Olayında, I. Orduya Rumeli’den gelen ordu mensuplarını durdurmak üzere, kardeş kanı akar korkusuyla tâlimat dahi vermemiştir.

Sultan II. Abdülhamid’in Filistin Politikası

Osmanlı Devleti başta olmak üzere bütün Müslüman Türklerin ezelî düşmanları, daima lehimize olan ve iftihar vesilesi kabul edilmesi gereken tarihî hakikatleri sürekli olarak ters çevirerek aleyhimize kullanmışlar ve tarihi maalesef tahrif etmişlerdir.

Osmanlı Devleti'nin Filistin'le olan ilişkisi konusu da bunlardan biridir. Osmanlı Devleti'nin Filistin topraklarında uyguladığı, hukukî ve siyasî düzeni bilmeyenler, Arap dünyasının üzerine çökmüş olan bütün felâketlerin Osmanlı hâkimiyetinin kötü bir yadigârı olduğunu savunmaktadırlar. Halbuki olay tam tersidir.

Yahudiler, Siyonizm’in kurucusu olan Theodor Herzl başkanlığında İsviçre’nin Basel Şehrinde I. Siyonist Kongresi’ni toplanmışlardı. Yahudi bankerler ve zenginler, Yahudi Devleti kurmak için seferber edilmişlerdi.

Avusturya Büyükelçisinin aracılığı ile Herzl 19.5.1901’de II. Abdülhamid tarafından kabul edildi. Herzl, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlattı ve Filistin’e yerleşmek istediklerini masumca izah etti. Eğer bu teklif kabul edilirse, Osmanlıya sadık vatandaş olacaklarını ve Osmanlı Devleti’ne milyonlarca altın yardım edeceklerini bütün dünya Yahudileri adına teklif etti.

Bir gazetecinin padişaha yaptığı bu teklifi şiddetle reddeden II. Abdülhamid, Ermenilerden sonra Yahudileri de karşısına aldığını biliyordu. Kuvvetle Filistin topraklarına yerleşmenin imkânsızlığını gören Yahudiler, reisleri Theodor Herzl’i (1860-1904) bizzat padişaha göndererek, Osmanlı'ya karşı para silâhını kullansalar da, padişahtan aldıkları cevap bu silâhın da teptiğini göstermektedir: “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zira bu vatan bana değil Osmanlı milletine aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. Ne ile aldıysak onunla geri veririz”.


Osmanlı Devleti, Yahudilerin bu topraklara yerleşme arzusuna karşı çok önemli hukukî tedbirler almıştır:

Birincisi: Osmanlı Devleti Yahudilerin bu topraklara sığınmaması için evvelâ Filistin topraklarının hukukî statüsünü 18 Recep 1287/ 1871 tarihli İrade-i Seniyye ile bu araziyi mîrî yani devlet arazisi haline getirmiştir. Ancak % 20'si yine mülk arazi şeklinde devam ettiği için Yahudiler bu kısımdan koparabildiklerine yerleşebiliyorlardı. II. Abdülhamid tahta geçer geçmez 25 Rebiülâhir 1308/1883 tarihli iradesini neşretti: Bu hukukî düzenleme ile Filistin arazîsi hakkındaki muhtemel kanunî boşlukları doldurarak Yahudilere mülk satışını dolaylı olarak engellemiş bulunuyordu. Bir taraftan da Hazine-i Hâssadaki şahsî mal varlığıyla Filistin'de mümkün olduğu kadar çok toprak satın alarak bu kapıyı kapamaya gayret gösteriyordu.

İkincisi: Alınan tedbirlere rağmen Filistin arazisine olan Yahudi akını tam önlenemeyince II. Abdülhamid Sadaret'in ve Meclis-i Mahsûs'un basiretsiz ve ileriyi göremeyen rapor ve mazbatalarına rağmen Yahudi meselesini önemli ölçüde çözecek bir İrâde-i Seniyye neşretmiştir. İçlerinde Ahmet Cevdet Paşa'nın da bulunduğu Sadrazam Muhammed Sâlih Kâmil Paşa başkanlığındaki Meclis-i Mahsus, Filistin topraklarındaki Safed kazasına turist olarak gelen 400 ve Hayfa'ya gelen 40 Yahudinin Osmanlı vatandaşlığına alınması yolundaki mazbatalarını 20 Zilhicce 1308/l4 Temmuz 1307/1891 tarihinde Sadaret'e arz ederler. Sadaret de bu mazbatayı aynı tarihli ve Kâmil Paşa imzalı bir yazı ile padişaha takdim eder. Padişah Abdülhamid ise fevkalâde bir basiret ve ileri görüşlülükle konuyu 21 Zilhicce 1308 (15 Temmuz 1307 (1891) tarihli iradesiyle açıklığa kavuşturur. Bu tarihî belgede, Filistin topraklarına yerleşmek isteyen Yahudilere şu gerçeklerle karşı çıkıldığı anlaşılmaktadır:

a) Yahudilerin Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarına toplanmaları ve orada yerleşmek istemeleri, bir Yahudi Devleti kurma amacını gütmektedir. Buna engel olmak kesinlikle şarttır.

b) Osmanlı toprakları her isteyenin yerleşebileceği boş topraklar değildir. Ya özel mülkiyet konusudur, ya vakıf arazidir, ya da devlet arazisidir. 1278 tarihli irade bu noktadan önem taşımaktadır.

c) Kendilerini bütün âleme medenî milletler olarak ilân eden Avrupalıların memleketlerinden kovdukları Yahudileri Osmanlı ülkesine almanın haklı bir gerekçesi ve mânâsı yoktur. Hiçbir hukuk kaidesi ve insanlık da bunu gerektirmez.

d) Osmanlı ülkesinde asırlar boyu gözetlenen Ermeniler, Devletin başına belâ olmuştur. Ortada bir Ermeni fesadı varken, bir de Yahudileri kabul etmek devletin geleceği açısından tehlikelidir. I. Dünya Savaşı ve onu takip eden tarihlerde Yahudiler, en az Ermeniler kadar fesada sebep olmuşlar ve Sultan II. Abdülhamid'i bu sözünde haklı çıkarmışlardır. Bütün bu sebeplerle artık hiç bir Musevî Osmanlı vatandaşlığına alınmayacak ve Yahudilerin Osmanlı ülkesine yerleşmelerine asla müsaade edilmeyecektir.

Üçüncüsü: II. Abdülhamid bununla da yetinmeyerek başta Filistin toprakları olmak üzere bütün Osmanlı Devleti topraklarında Yahudilere toprak ve mülk satışını yasaklamıştır.

Özetle, Filistin'i devlet garantisi ile koruyan Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki’nin iktidar döneminde daha da zayıflayınca, Filistin davası da zayıflamış ve Osmanlı Devleti yıkılınca o dava da yıkılmıştır.

II. Abdülhamid, 33 yıllık saltanatında büyük hamleler yapmış, genç kuşaklara ve Cumhuriyete yetişmiş bir kadro bırakmıştır. Bu nedenle onun eserlerinin başında, açtığı eğitim kurumları yer almalıdır.
 
Üst