• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

T.C.Yakın Tarih : 1975 Kıbrıs Barış Harekatı

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,091
Mesajlar
5,890
MFC Puanı
20,830
Burada 1975 yılında yapılan Kıbrıs Barış Harekatı ile bilgiler ve hatıralara yer verilecektir.

TRWE_2012
Alaydan Yetişme PC Kullanıcısı
Ve Vatanını Canından Çok Seven Bir Yurttaş....!

Ön Bilgilendirme

Kıbrıs Harekâtı (TSK kod adı: "Atilla Harekâtı", Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde "Kıbrıs Barış Harekâtı", 20 Temmuz 1974'te Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'ta başlattığı harekâttır. Harekâtın ilk ayağı Yunanistan hükûmetinin desteğiyle gerçekleştirilen 15 Temmuz 1974 darbesinin ardından düzenlendi.

14 Ağustos günü başlatılan ikinci harekâtla Kuzey Lefkoşa da dahil olmak üzere adanın yüzde 37'sinin Türk kontrolüne geçmesiyle sonuçlandı. 140 bin ila 200 bin Rum adanın kuzeyinden, 42 bin ila 65 bin Türk adanın güneyinden göçmen oldu.

Türkiye Cumhuriyeti harekâtın Zürih ve Londra Antlaşması'nın 4. maddesine istinaden gerçekleştirildiğini savunmaktadır. Fakat Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi bu harekâtı işgal olarak değerlendirmektedir.

20 Temmuz 1974 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararında "Uluslararası güvenlik ve barış için ciddi tehlikeye yol açan ve bölge üzerinde olağanüstü infiale müsait bir ortam yarattığından Birleşmiş Milletler ciddi bir endişe duymaktadır...Tüm devletlerin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne saygı duyması gerekir...Yabancı askeri müdahaleye derhal son verilmelidir." diyerek harekata karşı olduğunu belirtti ve ateşkese çağırdı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 11 Mayıs 1984 tarihindeki 550 sayılı kararında ise durumu "işgal" olarak niteledi.

Avrupa Konseyi Parlamentler Meclisi, 29 Temmuz 1974 tarihli 573 sayılı kararında birinci harekâtın uluslararası antlaşmalar çerçevesinde gerçekleştiğini belirtti. Birinci harekâtın antlaşmalar çerçevesinde yasal bir müdahale olarak değerlendirilmesi mümkündür; ancak belli bir bölgede kontrol kurulmasını sağlayan ikinci harekât bu kapsamda değerlendirilmemektedir.Uluslararası kuruluş kararlarınının çoğu, oluşan durumu "yasa dışı istila" olarak tanımlamaktadır.

Tarihçe (Olayların adım adım gelişimi)

Türkler ile Rumlar arasında ilk olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun adayı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık'a bırakmasından sonra 1920'de kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala başladı. Bu olaylar sadece siyasi kavgalar olmakla birlikte silahlı çatışmalar şeklinde olmamıştır. 1920 yılında Rumların, İngiltere'nin onayını almadan Yunanistan'a katılma plebisiti yapmak istemesi ve Birleşik Krallık yönetiminin buna izin vermemesi, Rumların önce Birleşik Krallık'ı adadan çıkarmaya yoğunlaşmasına sebep oldu. 1950'lerin sonuna kadar süren bağımsızlık hareketi, 1960 yılında uluslararası anlaşmalara dayanan bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasının yolunu açtı. Rumlar Birleşik Krallık'ın adadan çekilmesiyle, Türklerle birlikte ortak devlete razı olmadılar. Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendileri el koyma yoluna gittiler; uluslararası anlaşmaları ve anayasayı çiğneyerek Türklere saldırılarda bulunmaya başladılar.

Zürih Antlaşması:

Zürih ve Londra Antlaşması, 11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan devletleri Kıbrıs'taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan, bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan antlaşmadır. Rum tarafını Başpiskopos Makarios, Türk tarafını ise Fazıl Küçük temsil etmekte idi.

Bunu takip eden 19 Şubat 1959 tarihli Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulması sağlanmış oldu.

1963-1964 olayları:

Kıbrıs'taki İngiliz egemenliği, 1960 yılına kadar adanın Londra-Zürih anlaşmaları uyarınca bağımsız bir devlet ilan edilmesine kadar sürdü. Anlaşma, cumhuriyetin iki gönülsüz topluluk arasında gerekli bir uzlaşma olarak görülmesine rağmen, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplulukları açısından Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temelini oluşturdu.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 Anayasası, uygulamada yaşanan sorunlar sebebiyle yalnızca üç yıl geçerli kaldı. Kıbrıslı Rumlar, 1958'de İngilizlerin izin verdiği, 1960 anlaşmalarında ise incelemeye tabi tutulan ayrı Kıbrıslı Türk belediye meclislerine son vermek istedi. Kıbrıslı Rumların bir çoğu belediyelerin Taksim yolunda ilk aşamayı oluşturacağından korkmaktaydı. Kıbrıslı Rumlar enosis (Yunanistan ile birleşme) isterken, Kıbrıslı Türkler de adanın Yunanistan ve Türkiye arasında bölünmesini, yani taksimi istemekteydi.

Kıbrıslı Rum toplumu içindeki öfke, Kıbrıslı Türklere nüfus kayıtlarının öngördüğünden daha fazla devlet makamı verilmesi sebebiyle artmaktaydı. Nüfusun %18,3'ünü oluşturan Kıbrıs Türk topluluğuna kamudaki işlerin %30'u anayasa ile tahsis edilmişti.Ek olarak, başkan yardımcılığı pozisyonu Türk nüfusuna ayrılmıştı ve hem başkan hem de başkan yardımcısı önemli konular üzerinde veto yetkisine sahipti.

1963-1974:

Aralık 1963'te, Cumhurbaşkanı Makarios, hükümetin Kıbrıslı Türk yasa koyucular tarafından engellenmesinden sonra on üç anayasa değişikliği önerdi. Bu açmazlarından bıkan ve anayasanın enosisi engellediğine inanan Rum liderliği, 1960 Anayasası altında Kıbrıslı Türklere verilen hakların çok geniş olduğuna inanıyordu ve Akritas planını tasarlamıştı. Plan, anayasada Kıbrıslı Rumlar lehine reform yapmaya, uluslararası toplumu değişikliklerin doğruluğu konusunda ikna etmeye ve planı kabul etmemeleri durumunda birkaç gün içinde Kıbrıslı Türkleri şiddetle bastırmaya yönelikti. Anayasa değişiklikleri ile Türk toplumu, hükümetteki etnik kotaları ayarlamak ve cumhurbaşkanı ile cumhurbaşkanı yardımcısının veto yetkisini iptal etmek de dahil olmak üzere azınlık olarak konumlarından vazgeçmiş olacaktı. Bu değişiklikler Türk tarafınca reddedildi ve Türk temsilcisi hükümeti terk etti; ancak bu terk edişin protesto mu, yoksa ulusal muhafızların zoruyla mı olduğu konusunda anlaşmazlık bulunmaktadır. 1960 yılında anayasa dağıldı ve 21 Aralık 1963'te Kıbrıs Rum polisinin de rol oynadığı ve iki Kıbrıslı Türkün öldürüldüğü Kanlı Noel gibi toplumsal şiddet olayları gerçekleşti. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan, Kıbrıs'ın bağımsızlığına yol açan Zürih ve Londra Anlaşmalarının garantörleri, General Peter Young komutasındaki adaya bir NATO gücü göndermek istedi.

Hem Başkan Makarios hem de Dr. Küçük barış çağrısında bulundular, ancak bunlar göz ardı edildi. Bu arada, şiddetin alevlendiği bir hafta içinde, Türk ordusu birlikleri kışlalarından çıkmış ve adadaki en stratejik pozisyon olan Lefkoşa - Girne yolunda pozisyon aldı. Türk ordusu bu yolun kontrolünü 1974 yılına kadar elinde tuttu; bu yılda Kıbrıs Barış Harekatı esnasıda bu yol önemli rol oynadı. 1963 ile 20 Temmuz 1974’te Türkiye’nin müdahalesi arasındaki dönemde yolu kullanmak isteyen Kıbrıslı Rumlara BM konvoylarının eşlik etmesi gerekmekteydi.

Lefkoşa'nın kuzey banliyölerinde kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere 700 Türk rehine alındı. Şiddet olayları 364 Türk ve 174 Kıbrıslı Rumun ölmesine, 109 Kıbrıslı Türk veya karma köyün yıkılmasına ve 25.000-30.000 Kıbrıslı Türkün yerinden olmasına neden oldu.İngiliz Daily Telegraph daha sonra "anti-Türk pogrom" olarak nitelendirdi.

Olayların ardından Türkiye bir kez daha taksim fikrini öne çıkarttı. Özellikle, Kıbrıslı Türk milislerin kontrolü altındaki bölgelerdeki yoğun çatışmalar ve anayasanın başarısızlığı, olası bir Türk müdahalesinin gerekçesi olarak öne çıkmaktaydı. ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964 tarihli ünlü mektubunda, ABD’nin olası bir istilaya karşı olduğunu ve Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin Sovyetler Birliği ile bir çatışmaya neden olması durumunda ABD'nin yardım etmeyeceğini belirtti. Bir ay sonra ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk tarafından hazırlanan bir plan çerçevesinde Yunanistan ve Türkiye ile müzakereler başladı.

Kriz, Kıbrıslı Türklerin ada yönetimine katılımının sona ermesine ve yönetimin meşruiyetini yitirdiğini iddia etmeleriyle sonuçlandı; bu olayın niteliği hala tartışmalıdır. Bazı bölgelerde, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin seyahat etmelerini ve hükümet binalarına girmelerini engellerken; bazı Türkler Kıbrıs Türk yönetiminin çağrılarına uyarak geri çekilmeyi reddetti ve Ulusal Muhafızlar tarafından engellenen ve doğrudan Türkiye tarafından desteklenen Rumlarla çevrili alanlarda yaşamaya başladılar. Cumhuriyetin yapısı tek taraflı olarak Makarios tarafından değiştirildi ve Lefkoşa UNFICYP birliklerinin konuşlandırılmasıyla Yeşil Hat ile bölündü. Türklerin seyahatleri ve temel ihtiyaçlara erişimi Rum kuvvetleri tarafından daha da kısıtlandı.

Kıbrıslı Türklerin daha fazla seyahat özgürlüğü için bastırması ile 1967'de yeniden çatışmalar başladı. Daha önce olduğu gibi Türkiye'nin Kıbrıs Türklerini olası etnik temizliğe karşı korumak için adaya müdahale edeceği tehdidine dek de durum çözülmedi. Türkiye'nin tehdidinin ardından Yunanistan'ın bazı askeri birliklerinin adadan uzaklaştırması, EOKA lideri Georgios Grivas’ın Kıbrıs’tan ayrılması ve Kıbrıs hükümetinin Türk nüfuslarının kaynaklarına erişimde bazı kısıtlamaları kaldırması için bir uzlaşmaya varıldı.

1974 Darbesi:

15 Temmuz 1974 Darbesi veya 1974'te Kıbrıs'ta askerî ihtilâl veya Kıbrıs'ta Yunan Darbesi, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan'daki askeri cunta desteği ile Kıbrıs'ta enosis'e yönelik milliyetçi Rumların III. Makarios'u devirmesi ve 20 Temmuz 1974'te Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'a harekât düzenlemesine neden olan askeri müdahale.

Darbenin Arka Planı:

Kasım 1973 tarihinde Yunanistan'da Yunan Ordusu'ndan Dimitrios Ioannides'in önderliğinden bir grup albay ihtilâl yaparak, ülkenin yönetimine el koydu. Kıbrıs Cumhuriyeti istihbaratı Mart 1974 tarihinde Yunanistan'daki cunta tarafından finansal ve idari yönden desteklenen EOKA-B’nin, darbe yapacağına dair III. Makarios'a haber verdi. Bunun üzerine 25 Nisan 1974 tarihinde bir bildiri yayınlanarak EOKA-B ada üzerinde yasa dışı ilan edildi ve 2000'e yakın EOKA-B üyesi tutuklandı.

III. Makarios Temmuz 1974'ün başlarında Yunanistan Cumhurbaşkanı'na Yunan askerlerin adadan çekilmesi ve kendisine düzenlenen suikast planlarının son bulmasını istedi. 3-5 Temmuz tarihlerinde ise asker ile polisler ada üzerinde birbirleri ile çatışmaya başladı. Makarios bunun arkasında cunta yönetiminin olduğunu iddia etti ve bu olayların son bulmasını istedi.

Darbe Günü Yaşananlar:

Yunan Cuntası, III. Makarios'un bu açıklamaları nedeniyle 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Ulusal Muhafız Birliği'ne bu birliğin komutanının görevinden alınmasını ve adanın kontrolünü Yunan subayların bulunduğu bu birliğin almasını istedi. Birlik aynı gün Lefkoşa'daki Başkanlık Sarayı'nı bastı. Fakat önceden Makarios istihbarat alması yüzünden sarayın arka bahçesinden 2 yaveri ile birlikte bir askeri zırhlıya binerek Baf'a kaçtı. Bir helikopter, Akrotiri’deki Birleşik Krallık Üssü’nden onu aldı ve Londra’ya götürdü.

III. Makarios, 16-17 Temmuz tarihlerinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kendisinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hukukî lideri olarak kabul edildiği toplantılarda "Kıbrıs’ın bağımsızlığının ortadan kalktığını ve halkının tehlike altına olduğunu" belirtti. EOKA'nın tanınan simalarından Nikos Sampson yeni hükümetin geçici devlet başkanı olarak dünyaya ilan edildi ve ertesi gün ise o da başkanlık yetkilerini kullanarak Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni ilan etti.

Harekât kararı:

Kıbrıs'ta bir darbe yapıldığı haberi, Lefkoşa'da bulunan Türk Büyükelçiliği'nin gönderdiği şifreli mesajla 15 Temmuz 1974 sabahı Türk Dışişleri tarafından öğrenildi. Kıbrıs'taki durumun Türkiye'nin bir askeri müdahalesini gerektirecek kadar ciddi olduğu değerlendirmesini yapan Türk hükümeti, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti Antlaşması'nın garantör devlet olarak Türkiye'ye verdiği müdahale hakkını kullanmadan önce, diğer bir garantör devlet olan İngiltere'nin yetkilileriyle görüşerek birlikte hareket etmek üzere girişimde bulundu. İngiltere kabul etmezse, Türkiye'nin yalnız başına hareket etmesi; görüşmeler sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hazırlık yapması kararlaştırıldı.

Dışişleri yetkilileri bu düşünce ve planlarını 16 Temmuz'da İngiltere ve ABD'nin Ankara büyükelçiliklerine bildirdi. 16 Temmuz 1974'te muhalefet partilerinin başkanlarıyla da üç saate yakın bir toplantı yapan başbakan Ertesi gün konuyu müzakere için Londra'ya gitti. Kimi kaynaklara göre heyet henüz Etimesgut Askeri Havaalanı'ndan yeni kalkmışken Başbakan Vekili Erbakan Milli Güvenlik Kurulu'nu acil gündem koduyla toplamış; toplantı devam ederken Erbakan, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'a gemilerin yola çıkması için emir vermiştir.

Türkiye heyeti, İngiltere Başbakanı Harold Wilson, İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan ve Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Londra'ya gelen ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Joseph Sisco ile ayrı ayrı görüşmeler yaptı. İngiltere ve ABD konuya Türkiye gibi yaklaşmamaktaydı. Bu arada Türkiye'de Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal, muhalefet partilerinin başkanlarıyla bir toplantı yaptı. Toplantının sonunda tüm muhalefet parti başkanlarının hükümetin kararlığını gördüğü ve destek verdiği ifade edilir.

Türk heyeti, 18 Temmuz 1974 akşamı saat 20.30'da Londra'dan Ankara'ya hareket etti; Başbakan Ecevit, 19 Temmuz'da 02:00'da Ankara'ya varınca Genelkurmay başkanlığında komutanlar ile bir toplantı yaptı. İngiltere'deki görüşmelerin aktarıldığı ve hazırlıkların gözden geçirildiği bu toplantıda başbakan harekatın amacı ve adının "Barış Harekatı" olduğunu belirtti. Genelkurmaydaki toplantının ardından Bakanlar Kurulu toplanıp oy birliği ile Kıbrıs'a müdahale kararı aldı. Bakanlar Kurulu'nun yazılı kararı, 19 Temmuz 1974 sabahı Genelkurmay Başkanlığı'na ulaştırıldı.

Savaş Hazırlıkları:

Kıbrıs'taki Sampsons darbesinden sonra siyasal, diplomatik etkinliklerle birlikte askeri hazırlıklar yapılmış; Genelkurmay, 1964 yılından beri hazırlanmış ve geliştirilmiş planlar üzerine çalışmaya başlamış ve görev alacak birlikler alarma geçirilmişti. Bu hazırlıklar çerçevsinde Türk ordusunun harekâta katılabilecek satıh birlikleriyle muharebe ve idari destek birlikleri Mersin-Taşucu bölgesi ve civarında yığınak yaptı. Deniz ve Hava Kuvvetleri bir yandan savaş hazırlıklarını yürütürken buna paralel olarak Mersin-Taşucu- Kıbrıs üçgeni ve civarında keşif ve devriye harekâtını sürdürdü. Türk Ordusu Güney'de Kıbrıs'a karşı hazırlanırken, Batı da olası bir Yunan savaşına karşı önlem aldı. Trakya'daki 2. ve 5. Kolordu birlikleri Yunan sınırına hareket etti; Batı Anadolu'daki Ege Ordusu sefer görev yerini aldı. Donanma Ege ve Akdeniz'e açıldı, bazı sivil gemiler ordu emrine alındı.

Türk heyetinin olumlu bir sonuç elde edemeden Londra'dan dönüşünden sonra Genelkurmay'da yapılan toplantıda hazırlıklar gözden geçirildi. Ordu, daha önce de kararlaştırıldığı gibi 20 Temmuz 1974 Cumartesi sabahı harekete hazırdı.Türk çıkartma filosu 19 Temmuz sabahı saat 11:30'da Mersin'den Girne'nin batısına doğru hareket etti. 6 tane boş Türk ticaret gemisinden oluşan sahte çıkarma filosu ise Mağusa'ya doğru yol aldı.

Savaşı gerektirecek durumun baş göstermesi nedeniyle Ankara, İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Adana, İçel ve Hatay'da 20 Temmuz sabah saat 07.00'den itibaren bir ay süre ile, anayasanın 12. maddesi hükmüne dayanarak sıkıyönetim ilan edildi.

Birinci harekât:

20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusu, adaya saat 6:05'ten itibaren havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Kıbrıs'a ayak basan ilk Türk askeri, paraşütçüler idi. Hava İndirme Tugayının 1. Paraşüt Taburu Pınarbaşı’ya, 2. Paraşüt Taburu Gönyeli'ye indi. İlk taburlar inerken ciddi bir ateşle karşılaşmadılar. Denizden çıkarma, Deniz Piyade Tugayı'na bağlı askerlerce Karaoğlanoğlu (Pentemili) plajına yapıldı. Çıkarma harekatı başlamadan önce Pladini plajının ilerisindeki dağlarda önceden belirlenen hedefler Türk jet uçakları tarafından bombalandı. İlk çıkarma aracı saat 08:50’de sahile kapak attı.

Saat 11:15'te 3. Paraşüt Taburu Pınarbaşı'ya, 4. Paraşüt Taburu Gönyeli'ye indi. 3. ve 4. taburlar, yoğun topçu ve havan ateşine tutuldular. Bu nedenle dağınık olarak inebilen taburlar bir hayli zor şartlarda toparlanabildiler.

Komando Tugayı da 20 Temmuz 1974 sabahı harekete geçti. 1. Komando Taburu saat 08:20'de Pınarbaşı'ya indi. Onu 2. Komando taburu ile Gönyeli'ye inen 3. Komanda taburu ve Hamitköy'e inen Nevşehir Komando Taburu takip etti.

Tank ve zırhlı araçlarla takviyeli Yunan Alayı hava kararmak üzereyken Kıbrıs Türk Alayı'na karşı taarruza başladı Taarruz, Kıbrıs Türk Alayı tarafından geriye püskürtüldü. Diğer taraftan Rum Milli Muhafız kuvvetleri Girne Boğazı'na hakim oldu ancak 1. Komando Taburu Doğruyol Tepesini ele geçirerek Girne Boğazı'nı kontrol altına aldı.

Harekatın ikinci günü Rumlar havadan inen birliklerle, denizden çıkan birliklerin birleşmesini engellemek ve bu birlikleri imha etmek üzere harekât gerçekleştirdi. Ada topraklarında savaş sürerken haberleşme ve koordinasyon eksikliğinden dolayı Kocatepe muhribi Türk uçaklarınca batırıldı; 54 asker hayatını kaybetti.Kocatepe olayı üzerine Pakistan, seyyar bir hastane, İran seyyar hastane ve sağlık malzemesi gönderirken Libya Türkiye’ye başta yedek parça olmak üzere her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu bildirmiş; bu gelişmenin ardından Türkiye için gerekli yedek parça ihtiyacı Libya tarafından karşılanmıştır.

Dış baskıların artması neticesinde, Türk hükümeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararını kabul ederek harekatın üçüncü günü olan 22 Temmuz 1974 saat 17:00'den itibaren ateş kesmeye karar verdi ve bu karar Başbakan Bülent Ecevit tarafından saat 10:00'da düzenlenen basın toplantısında açıklandı. Karar açıklandığı sırada henüz Kıbrıs'ta havadan inen birlikler ile denizden çıkan birlikler birleşmiş bir durumda değildi; akşam 17:00'ye kadar bunun gerçekleşmesi beklenmekteydi. 10:30'da Pladini Plajı'na varan Bora Özel Kuvveti, 3. Komanda Taburu ile birlikte saat 17:00'de Girne'ye girdi. Çatışmalar üç-dört saat daha devam etti. Küçük Kaymaklı köyü Lefkoşa Sancağı Mücahitleri tarafından 18:30'da ele geçirildi. 22 Temmuz'dan 30 Temmuz'a kadar geçen süre içinde yaşanan ateşkes ihlalleri sonucunda, Türk birlikleri, Yukarı ve Aşağı Dikmen(Dikomo), Kaynakköy(Sihari), Taşkent(Vuno), Akçiçek(Siskilip) bölgelerini ele geçirdiler ve ayrıca Lefkoşa Havaalanı çevresinde de ilerleme kaydettiler. Lefkoşa Havalimanı'nın durumu İngiltere ve Türkiye arasında bir krize yol açmıştır. İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Bülent Ecevit arasında havalimanının durumu üzerine sert bir telefon görüşmesi gerçekleşti ve Wilson Türklerin Havalimanına herhangi bir taarruzda bulunmaması konusunda tehditkar bir tutum aldı. 24 Temmuz 1974 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında Lefkoşa Havaalanı'nı kuvvet kullanmak suretiyle ele geçirmek için girişimde bulunmamayı kabul etti.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu müdahalesinin sonucunda Yunanistan'daki cunta idaresi ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki Nikos Sampson Hükûmeti görevini bıraktı. Yunanistan'da da askerî hükümet idareyi sivillere devretme kararı aldı ve yedi yıldır Fransa’da sürgünde bulunan Konstantin Karamanlis'i hükümeti kurması için Yunanistan'a çağrıldı. Konstantin Karamanlis,'in 24 Temmuz 1974'te hükümeti kurması ile Yunanistan'da 1967'den beri devam eden askeri rejim son buldu.

Cenevre görüşmeleri ve ikinci harekât:

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararının 5. maddesine göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin Kıbrıs'ta anayasa düzeninin yeniden kurulması amacıyla, derhal görüşmelere başlaması gerekmekteydi. Bu sebeple düzenlenen Birinci Cenevre Konferansı 25 Temmuz 1974'te toplandı ve 6 gün sürdü; 30 Temmuz'da imzalanan Cenevre Antlaşması ile sona erdi. Üç Dışişleri Bakanı, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Türk ve Rum olmak üzere iki otonom idarenin mevcut olduğunu kabul ettiler ve bundan doğan sorunları gelecek görüşmelerde görüşmek için anlaştılar.

Protokol'de garantör devletlerle Türk ve Rum toplumlarının temsilcilerinin katılacağı II. Cenevre Konferansı'nın 8 Ağustos 1974 günü toplanması öngörülmüştü. İkinci konferansa kadar Rum ve Yunan askerlerin Türk bölgelerinden çekilmeleri gerekiyordu ancak bu gerçekleşmedi. Ayrıca Rumlar ve Yunanlar, Türk bölgelerine saldırılarını sürdürüp birçok Türk'ü esir almış; özellikle Muratağa, Atlılar, Sandallar ve Taşkent gibi yerlerde Türk halk kuşatma altına alınmıştı.

Cenevre'de sürdürülen görüşmeler sırasında anlaşmanın mümkün olmadığı kanaati kesinleşince harekâtın yeniden başlatılacağı anlamına gelen "Ayşe Tatile Çıksın" (Ayşe, Turan Güneş'in kızı Ayşe Güneş'in adıdır.) parolasını Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Başbakan Bülent Ecevit'e bildirdi.

14 Ağustos saat 02:20'de konferans bir sonuç alınamadan dağıldı. 14 Ağustos 1974 sabahı saat 04:30'da Kıbrıs'taki Türk birlikleri harekete geçtiler. Doğu yönünde başlayan bu saldırı harekâtını 15 Ağustos 1974'te Komando Tugayı ve Kıbrıs Türk Alayı Kuvvetleri'nin batı yönündeki saldırı harekâtı izledi ve Türk birlikleri Kıbrıs'ın kuzey kıyısında doğudan batıya doğru bir dörtgen çizmeye başladılar. Bu dörtgenin bir tarafı kuzey kıyısı, öteki kenarı ise Atilla Hattı olarak bilinen merkezi Lefkoşa olmak üzere doğuya ve batıya yayılan hattı. Varılması planlanan son hedefler doğuda Magosa, batıda ise Lefke idi. Çarpışmalar daha çok ilk gün ve Omorfo, Lefke, Çatalköy ve Ortaköy'de oldu. İkinci Barış Harekâtı'nın üçüncü günü sonunda Ada topraklarının %38'i ele geçirildi ve hedeflenen Magosa- Lefke hattına ulaşıldı. Ancak Rum kuvvetleri çekilirken geçtikleri Türk köylerini yakarak silahsız insanları katletti...Toplu katliamlar, harekâtın bitiminde ortaya çıkarıldı.

Harekatın Nihai Sonucu:

1.Yunan Temyiz Mahkemesi cuntacılar hakkındaki dava sonunda 21 Mart 1979 günü 2558/79 sayılı şu kararı verdi:

Zürih ve Londra andlaşmalarına göre Kıbrıs'a yapılan Türk askeri müdahalesi yasaldır. Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirme hakkı olan garantör devletlerden biridir. Esas suçlular darbeyi hazırlayan ve icra eden ve bu suretle de bu müdahalenin koşullarını hazırlayan Yunan subaylarıdır.

2.Kıbrıs Barış Harekatı sonunda tarafların kayıpları şöyleydi: Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 415 Kara, 65 Deniz, 5 Hava, 13 Jandarma olmak üzere toplam: 498 şehit ve 1.200 yaralı vermiştir. Kıbrıs Türk tarafı ise, 70 mücahit ölü, 270 sivil ölü, 1,000 yaralı. Kıbrıs Türkleri genel olarak 1672 şehit ve binlerce yaralı vermiştir. Rumlar ve Yunanlar ise 4 bin ölü, 12.000 yaralı vermiştir.

Savaşın dışında olmasına rağmen BM Barış Gücü askerleri de kayıp vermişti: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştı.

1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983'te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.

Harekatın Siyasi Ve Sosyolojik Yankıları/Tepkileri:

Kıbrıs Türklerinin görüşü


Kıbrıs Türk liderliğinin resmî görüşü ve kamuoyunun önemli kısmının düşüncesi, harekâtla Kıbrıslı Türklerin sistematik katliamlardan kurtulduğu, asayişin tesis edildiği yönündedir. Kıbrıslı Türklere göre Zürih Antlaşması'nın verdiği haklara istinaden Türkiye adaya haklı olarak müdahale etmiş, adanın Türk nüfusuna yönelik saldırıların bitmesinde etkin güç olmuştur.

Kuzey Kıbrıs'ta harekâta resmî olarak "Kıbrıs Barış Harekâtı" adı verilmekte, harekât çeşitli mezarlık ve anıtlarda yüceltilerek anılmaktadır. Adaya ilk çıkan ve burada ölen Türk askerleri için yapılan Karaoğlanoğlu Şehitliği, (Ankara Çubuk Motorize Piyade Alayı Komutanı) bunun örneklerinden biridir.

Ayrıca bugün KKTC'de bütün devlet ve diğer kurumlarda KKTC bayrağının yanında Türk Bayrağı da asılmaktadır.

Kıbrıs Rumlarının görüşü (Çokta önemliydi....Sanki-TRWE_2012)

Kıbrıslı Rum liderliğinin ve halkın önemli kısmının görüşü, harekâtın yasadışı bir işgal olduğu ve KKTC'nin gayrimeşru bir ayrılıkçı hareket teşkil ettiği yönündedir. Kıbrıs Rum resmî tezine göre Türkiye burada adadaki Türklerin haklarını savunmamakta, genişlemeci gayeler gütmekte ve Kıbrıs'ta söz hakkı almaya çalışmaktadır.[kaynak belirtilmeli] 1974 sonrası resmî yayınlar Kıbrıslı Türklerle geçmişte barışçıl bir yaşantı sürüldüğünü, Kıbrıs Sorunu'yla ilgili tüm suçun işgalci "düşman" Türkiye'de bulunduğunu iddia etmektedir.

Birleşmiş Milletler(Köpek köpeği ısırmaz-TRWE_2012)

Birleşmiş Milletler'e göre Kıbrıs Cumhuriyeti adanın tek hakimidir ve Güvenlik Konseyi'nin yayınladığı 550 sayılı kararla KKTC'nin Birleşmiş Milletler üyesi devletlerce tanınmamasını istemiştir. Birleşmiş Milletler'e göre Türk askeri adada işgalcidir ve buraları uluslararası herhangi bir anlaşmaya bağlı olmaksızın işgal etmiştir. Alınan bu karar neticesinde KKTC, Türkiye dışında hiçbir Birleşmiş Milletler ülkesi tarafından tanınmamıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(Hristiyan Zihniyetli Katolik Oluşum-TRWE_2012)/b]

AİHM'nin Türkiye aleyhine verdiği ilk karar, Türk harekatı sonucunda Girne'deki evinin elinden alındığını iddia eden Titina Loizidou tarafından açılmış ve Loizidou Davası[62] olarak bilinen süreç sonunda mahkeme, Türkiye'yi 1,2 milyon avro ödemeye mahkûm etmiştir. 1998 yılında sonuçlanan davada Türkiye, tazminatı 2003 yılında ödemiştir.

2006 yılında AİHM, görülmeyi bekleyen bütün tazminat davalarını bağlayan bir karar almış ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bulunan Taşınmaz Mal Komisyonunu adadaki soruna dair bir iç hukuk yolu olarak tanımlamış ve Rumlar tarafından açılmış tüm bireysel tazminat davalarını, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle reddetmiştir.

1994 yılında Rum hükümeti tarafından açılan, harekat sonrası kaybolan 1491 Kıbrıslı Rum'un ailelerinin ve yerinden edilen 221 bin kişinin zararlarının tazminini öngören başvuru 1996 yılında AİHM tarafından kabul edilmiş, 2001 yılında açıklanan ara kararda Türkiye'nin İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11 maddesini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. Davada nihai karar 2014 yılında açıklanmış ve Türkiye, harekat sonrasında kaybolanların ailelerine 30 milyon avro, adanın kuzeyinde kalan rumların zararlarının tazmini için de 60 milyon avro olmak üzere toplamda 90 milyon avro ödemeye mahkûm edilmiştir.

Harekatın Kronolojik Sıralaması:

Yunanistan'daki Darbe Sonrası Kıbrıs Olayları - 1974

15 Temmuz; Kıbrıs'ta Başpiskopos Makarios'a karşı darbe yapıldı ve Nikos Sampson iktidarı ele geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit Afyon gezisini yarıda kesip Ankara'ya döndü ve Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu Olağanüstü toplantıları yapıldı.

16 Temmuz; Makarios bir İngiliz helikopteriyle İngilizler tarafından Malta adasına güvenliği için götürüldü. Ankara'da Başbakan Bülent Ecevit parti liderleriyle görüştü ve Yunanistan'daki darbenin doğuracağı sonuçlara karşı askeri tedbirlerin alınmaya başlandığını bildirdi, ayrıca bu toplantıda meclis aynı hafta içinde perşembe günü toplanmak üzere toplantıya çağrıldı. Yunanistan'da askeri cunta genel seferberlik kararı alındığını açıkladı.

17 Temmuz; Makarios Birleşmiş Milletleri Yunanistan'ı kınamaya çağırdı ve eş zamanlı olarak NATO yayınladığı bildiriyle Yunanistan'daki cunta yönetimini uyardı. Başbakan Ecevit ve beraberindeki heyet Yunanistan'daki darbe konusunda görüşmeler için Londra'ya hareket etti. Nikos Sampson Kıbrıs'ta da hakim olmaya başladı. Birçok devlet başkanı soğukkanlı olmak gerektiği konusunda mesajlar yayınladı.

18 Temmuz; Ankara'da Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal ile parti liderleri toplandı ve meclis olağanüstü toplantısının cumartesi gününe ertelenmesini kararlaştırdı. Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Pekin gezisinden döndü. Londra'daki Türk heyeti, Başbakan Bülent Ecevit'in, ABD Dışişleri Bakanı Dr. Henry Kissinger'in temsilcisi Joseph Sisco ile görüşmesinin ve Savunma Bakanı Hasan Esat Işık'ın İngiliz Dışişleri Bakanı James Callaghan'la son kez görüşmesinin ardından geri döndü. Aynı gün Joseph Sisco Atina'ya gitti.

19 Temmuz; Joseph Sisco Atina'dan sonra Türkiye'ye hareket etti. Türk Deniz Kuvvetleri savaş gemileri Mersin'den demir aldı. Joseph Sisco gece de Ankara'da Başbakanlık'ta görüşmelere devam etti. Türk Ordusu'nun hazırlıkları tamamlandı. Mersin'de Çıkarma gemilerine askerler bindirilmeye başlandı. Trakya'daki Türk Ordusu'na bağlı birlikler Yunanistan sınırına doğru kaydırılmaya başlandı. Yunanistan'da darbeciler Trakya sınırındaki köyleri boşaltma kararı aldı ve Atina radyosunda "Bir günde Konstantinopolis'deyiz" mesajları yayınlanmaya başladı.

20 Temmuz; Sabah beşte Türk askeri uçakları keşif uçuşlarını tamamladı ve asıl harekat için tekrar havalandı. Sabah altıda Başbakan Bülent Ecevit radyodan yayınlanan mesajıyla çıkarmanın başladığını açıkladı. Sabah 8:30'da Türk askeri Kıbrıs'a çıktı. NATO ve Birleşmiş Milletler eş zamanlı toplantı yaptı fakat toplantı sonunda eylem kararı alınmadı. TBMM olağanüstü toplantısını yaptı. Çıkarmadan çok kısa süre önce Atina'ya ikinci kez gitmiş olan Joseph Sisco akşam Ankara'ya döndü.

21 Temmuz; Birleşmiş Milletler 353 nolu kararla "ateşkes" çağrısında bulundu. Yunan donanmasının Kıbrıs'a tekrar hareket etmesi durumunda vurulacağı Türkiye tarafından açıklandı. Nikos Sampson Türkiye'nin uyarısının dikkate alınmayacağını basın yoluyla bildirdi. Başbakan Bülent Ecevit, Joseph Sisco'ya hedeflere varılmadan durulmayacağını söyledi. Joseph Sisco, Yunan cuntasındaki fikir ayrılıkları nedeniyle görüşmek için dahi muhatap bulamadığını söyledi. Türkiye'nin uyarılarına rağmen Kıbrıs'a hareket eden Yunan gemileri ve uçakları ile Baf ve Baf açıklarında muharebe edildiği Türk, Yunan ve diğer yayın kuruluşlarından duyuruldu. Bu haberleri Türk Genelkurmay Halkla İlişkiler Bürosu doğruladı. Türk birlikleri Kıbrıs'ta Türklerin yaşadığı bölgelerde kontrolü ele geçirdi. İlerlemeye devam edildiği bildirildi.

22 Temmuz; Yunan cuntasının dağılmak üzere olduğu haberleri yayıldı fakat Atina haberleri resmi elden yalanladı. Yunanistan'da ve Türkiye'de Birleşmiş Milletlerin "ateşkes" çağrısını yerine getirme kararı alındı ve 17:00'da uygulamaya başlandı.

23 Temmuz; Muharebeler sırasında batan Türk ve Yunan gemilerinden kurtulan denizcilerin gemiler tarafından ateşkes sırasında bulunduğu basında yer aldı. Yunan cuntası iktidarı Karamanlis'e bırakma kararı aldı ve Klerides, Nikos Sampson'un yerine geçti. TBMM özel toplantısında "Türk Ordusu başarılı bir harekat gerçekleştirdi." açıklaması yapılarak tebrik edildi. Cenevre Konferansı bir gün ertelendi.

24 Temmuz; Başbakan Bülent Ecevit, Yunan yeni Başbakanı Karamanlis'i tebrik etti. Birleşmiş Milletler 354 sayılı kararında 353 nolu kararındaki "ateşkes" çağrısına uyulmaya devam edilmesini istedi.

25 Temmuz; Cenevre'de üçlü konferans akşamüstü başladı. Yunanistan ateşkesin görüşülmesini, Türkiye adaya gelecek olan yeni yapının görüşülmesini istedi. Mavros Türk Ordusu'nun genişlemeyi durdurup 22 Temmuz'da varmış olduğu hatlara geri çekilmesini istedi. Türk heyeti bu teklifi reddetti ve görüşmelere ara verildi. Aynı gün ikili görüşmeler başladı. Güneş ve Dr. Kissinger'ın özel temsilcisi Baffum, Güneş ve Callaghan ikili görüşmeleri tamamlandı. Türk heyeti konferansın devam etmesi yönünde fikirler yayınladı. Yunan heyetinin konferansa devam etmek istemediği gerekçesiyle Callaghan, Kissenger'ı müdahil olmaya çağırdı.

27 Temmuz; Kissenger'ın müdahalesiyle Yunan heyeti konferansı terk etmekten vazgeçtiğini duyurdu. Güneş-Callaghan, Güneş-Mavros ve Callaghan-Mavros-Güneş görüşmeleri yapıldı ve uzmanların (eksper) kabul edilir bir görüş hazırlayarak ertesi gün bakanlara sunmaları kararı alındı.

28 Temmuz; Uzmanların toplantıları sabah 7:00'ye kadar sürdü. Güneş, toplantının yapılacağı Birleşmiş Milletler sarayı'na girerken "Hükümetten yetki aldım. Eğer isteklerimiz kabul edilmezse çekileceğim" dedi. Başbakan Bülent Ecevit, Ankara'da verdiği demeçte "Güvenlik sorunları ve ateşkes birbirlerinden ayrılmaz" dedi. 16:00'da uzmanların eşliğinde üç bakan gayri resmi toplantıya başladı. Gece yarısına doğru Başbakan Bülent Ecevit'in "Türk birliklerinin adadan çekilmesi" maddesine itiraz ettiği açıklandı. Ecevit, Karamanlis'e Ege'de buluşma önerisi getirdi.

29 Temmuz; 3:00'da Mavros Birleşmiş Milletler Sarayı'ndan ayrıldı. Yaptığı açıklamada "Artık her şey Ankara'ya bağlı, kabine toplantısı var, kabul veya reddecekler" dedi. Bülent Ecevit "çekilme" maddesiyle ilgili tüm tekliflerin Kıbrıs'lı Türk'lerin güvenliğinin fiilen garanti edilemeyeceği gerekçesiyle kabul edilemeyeceğini açıkladı. İngiliz Dışişleri Bakanı Cenevre görüşmelerinin sonuca bağlanmasını istedi ve sonuca bağlanmaması durumunda Londra'ya geri döneceğini bildirdi. Callaghan-Güneş görüşmesi ve teknik seviyede kısa bir toplantı yapıldı.

30 Temmuz; Çekilmeyle ilgili tekliflerde anlaşmaya varıldı ve "Cenevre Deklarasyonu" imzalandı.

1 Ağustos; Mavros, Türkiye'nin Cenevre Deklarasyonu'nu ihlal ederek adada askeri ilerleme yaptığını söyledi ve ikinci kez görüşmelere gitmeyeceğini duyurdu.

2 Ağustos; Güneş, Türk köylerindeki Rum işgalinin devam ettiğini bu durumda ikici görüşmelere gidemeyeceğini bildirdi.

8 Ağustos; Üçüncü devletlerin girişimleriyle ikinci Cenevre konferansı 19:00'da başladı. Türkiye ve Yunanistan'ın görüş ayrılıkları nedeniyle uzmanlar seviyesinde üç ayrı komite kuruldu.

9 Ağustos; Görüşlerdeki ayrılıklar nedeniyle ikinci konferansa devam edilemedi. Güneş-Kissenger'ın temsilcisi Hartman, Güneş-Callaghan, Callaghan-Mavros ikili görüşmeleri yapıldı. Klerides ve Denktaş Cenevre'ye geldi.

10 Ağustos; Kelerides "Bu toplantı anayasal sorunları ele almaya yetkili değildir" dedi. Denktaş "Türkiye'nin teklif ettiği coğrafi federasyon tek çıkar yoldur" dedi.

11 Ağustos; Callaghan, Denktaş-Klerides görüşmesinin yinelenmesini istedi. Görüşme yapıldı fakat olumlu sonuç çıkmadı. Güneş-Hartman ile tekrar görüştü. Üç dışişleri bakanı arasında yemekli görüşme yapıldı, sonuçsuz kaldı.

12 Ağustos; Türkiye iki öneri açıkladı; birincisi altı kantonlu ve ikincisi iki bölgeli. Klerides'e ve Yunan heyetine yollandı. Kıbrıs'taki Türk Birlikleri takviye edildi. Güneş-Callaghan ve Güneş-Hartman görüşmeleri yapıldı. Klerides ile Mavros bu teklifleri görüşmek üzere 48 saat süre istedi. Mavros "Silah gölgesinde anlaşma imzalanmaz" dedi.

13 Ağustos; Mavros'un açıklaması üzerine Türk heyeti Yunanistan'ın süre isteğini reddetti.

14 Ağustos; 5:00'te Türkiye'nin ikinci harekatı başladı. Türk Ordusu'na bağlı birlikler başkent Lefkoşa'ya girdi. Yunanistan, NATO müttefiki iki ülke arasındaki çatışmayı NATO'nun durduramadığı gerekçesiyle NATO nun askeri kanadından ayrıldığını açıkladı.

15 Ağustos; Yunanistan Başbakanı Karamanlis ülkesinin Kıbrıslı'ların yardımına gidemeyeceğini açıkladı. Olayların sorumlusu olarak Yunan askeri cuntasını ve Türkiye'yi gösterdi.

Kaynaklar :


Kod:
Yolak, Seyit. 1571'den günümüze Kıbrıs Türk yönetimleri; 81. sayfa, K.K.T.C. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı, 1989.
Solanakis, Mihail. "Operation "Niki" 1974 a suicide mission to Cyprus" (İngilizce). Welho. 25 Mayıs 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 9 Haziran 2009.
http://www.denizhaber.com.tr/askeri-tar ... -56680.htm
Hasgüler, Mehmet. Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu; 44. sayfa, Alfa Yayınları, Şubat 2007, ISBN 975-297-836-3.
"Cyprus Problem - Results of Invasion" (İngilizce). Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti. Erişim tarihi: 9 Haziran 2009.
Hasgüler, Mehmet (Şubat 2007). a.g.e 400. sayfa.
Hasgüler, Mehmet (Şubat 2007). a.g.e 45. sayfa.
Bölükbaşı, Süha (2001). Barışçı çözümsüzlük: Ankara'nın ABD ve BM ile Kıbrıs macerası?, 263. sayfa, İmge Kitabevi, ISBN 975-533-339-8.
Aydoğdu, Ahmet (2005). Kıbrıs Sorunu çözüm arayışları, 448. sayfa, Asil Yayın Dağıtım, ISBN 975-984-432-X.
Keser, Ulvi (2006). Kıbrıs'ta Türk-Yunan fırtınası (1940 - 1950 - 1960 - 1970), 528. sayfa, Boğaziçi Yayınları, ISBN 9754512205.
Artuç, İbrahim; Kıbrıs'ta Savaş ve Barış, Kastas Yayınları, İstanbul 1989, sayfalar 300-304 ve 317-318
? ???? ??? ??????, ???????? ??????, ???????? ???? ??????, ????? 1999, sayfa 253 (Yunanca)
? ???? ??? ??????, ???????? ??????, ???????? ???? ??????, ????? 1999, sayfa 260 (Yunanca)
Artuç, İbrahim (İstanbul 1989). Kıbrıs'ta Savaş ve Barış?, 317-318. sayfa, Kastaş Yayınları.
http://www.ahdr.info/ckfinder/userfiles ... on%204.pdf
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/129500.asp(Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Ünal, ntvmsnbc.com, 11 Ocak 2002)
http://www.abhaber.com/arsiv/arsiv/yoru ... kti-009815(ABHaber.com, Ata Atun, 30 Kasım 2001)
Manizade, Derviş (1975). Kıbrıs: dün, bugün, yarın?, 511. sayfa, Yaylacik Matbaası.
http://www.kktcb.eu/index.php?tpl=show_announ&id=176(Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Erişim tarihi: 9 Haziran 2009.)
 

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,091
Mesajlar
5,890
MFC Puanı
20,830

Kıbrıs Hatırası-1​


Akbabalar Şehit Arkadaşlarımızın Üzerinde Uçuyordu

1642471228052.png

1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı’nda görev alan ve çatışmalar sırasında yaralanarak gazi olan Necdet Erdinç, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen o günleri daha dün gibi hatırlıyor. Kıbrıs’a gidiş hikayesini ve orada yaşadığı anıları anlatırken zaman zaman gözleri doluyor. Barış harekatı sırasında şehit olan arkadaşları ile ilgili anlattığı bir anı ise bizleri şaşkına çeviriyor “Birinci harekatta şehit olan arkadaşlarımızı akbabalar yerken görmüştük” diyor Necdet Erdinç. Bu da bizi oldukça etkiliyor. Çatışmalar sırasında vurulduğu anı anlatırken ise kurtulmasının mucize olduğunu söylüyor. Vatanı için canını seve seve feda edebileceğini söyleyen gazi Necdet Erdinç, şimdi Türkiye Muharip Gaziler Derneği Çanakkale Şube Başkanı olarak diğer gazi arkadaşlarına öncülük ediyor. Bu haftaki sayımızda sizlere Kıbrıs Gazisi Necdet Erdinç’i tanıtmak istedik. İşte o röportaj…

* Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

- İsmim Necdet Erdinç. 1952 yılında Çan ilçesine bağlı Küçükpaşa köyünde doğdum. İlkokulu Küçükpaşa ve Büyükpaşa köylerinde okudum. Ortaokulu ise her gün köyümden Çan ilçesine 9 kilometre yolu yürüyerek gidip gelerek bitirdim. 1969 yılında ortaokulu bitirdikten sonra Elektronik Astsubay Hazırlık Okulu’na gittim. 1973 yılında da oradan mezun oldum.

* Kıbrıs gazisisiniz? 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı’nın yaşandığı o dönemde nerede askerliğinizi yapıyordunuz?

- 1974 yılında ilk tayin yerim olan Konya Ağır Bakım Tamir Fabrikası Muhabere Kademesi’nde telsiz teknisyeni olarak görevliydim. O yıllarda Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde petrol arama konusunda bir kriz vardı. O yıllarda da bana bulunduğum askeri birlikte seyyar bir ekip hazırlama görevi verilmişti. Bunun içinde seyyar birlikte kullanılacak çadırlar, yatacak bölümler vardı. Bunları ben hazırlatıp tek tek paketletip araçlara koyduruyordum. 15 Temmuz 1974 tarihinde ise öğle haberleri izlerken Kıbrıs’ta darbe yapıldığını gördük.

* Barış Harekatının yapılacağı size nasıl söylendi? Daha doğrusu Kıbrıs’a gittiğinizi biliyor muydunuz?

- Kıbrıs’ta darbe yapıldığının öğrenilmesinin ardından Türk ordusu hızlı bir şekilde alarma geçti. Bize de 18 Temmuz 1974 gecesi acil bir emirle Bolu Komando Tugayı’nın desteğine katılacağımız söylendi. Benim bulunduğum yerden 8-10 kişilik bir ekibe bu emir geldi. Biz o anda Kıbrıs’a gideceğimiz bilmiyorduk. Ege Denizi’nde Yunanistan ile petrol arama konusunda yaşanan bir kriz vardı. Onun ile ilgili bir konu olabileceğini düşündük ve o bölgeye gideceğimizi sandık. Ancak sonradan öğrendik ki bu öyle değilmiş.
“BEN HAYATIMDA O KADAR ASKERİ ARACI BİR ARADA HİÇ GÖRMEMİŞTİM”

* Bende o yılları iyi hatırlıyorum. Barış Harekatının olduğu günlerde anonslar yapılmıştı. Karartma yapılacağı söylendiği için geceleri ışık yakmıyor ve camlarımızı ışık almayacak şekilde kapatıyorduk.

-18 Temmuz sabahı birliğimizden çıktıktan sonra Konya sokaklarından geçerken halkın bize gösterdiği sevgi gösterisini halen unutmam mümkün değil. Hava sıcak olduğu için araçların camlarını açıyorduk. Caddelerde bulunan vatandaşların büyük kısmı bize yiyecekler veriyorlardı. Çok şaşırmıştık. Yolumuza devam ederken Karaman civarında gördüğüm başka bir manzara ise hepimizi şok etti. Ben hayatımda o kadar askeri aracı bir arada hiç görmemiştim. Türkiye’nin dört bir yanından gelen yüzlerce askeri araç aynı yerde buluşmuştu. Biz o anda Kıbrıs’a gideceğimizi öğrendik. Ancak daha önce 1963’lü yıllarda da yine aynı şekilde Kıbrıs’a çıkarma yapmak amacıyla gidiliş ve bu karardan son anda vazgeçilip Mersin’den geri dönülmüştü. Bizde yine aynı şekilde olacağını ve geri döneceğimizi düşündük. 19 Temmuz‘da Karaman’ı geçtikten sonra Toros Dağları’nın bulunduğu bölgede mola verdik. Sabah yeniden yola çıktık. Bize Mersin Taşucu Ovacık mevkiinde gece 12’de olmamız emri verilmişti. O sebeple hiç durmadan yolumuza devam etmemiz gerekiyordu. Yolda bazı olumsuzluklar yaşamamıza rağmen biz aralıksız yola devam ederek oraya ulaşmak istiyorduk. Bir ara yolda başka birlikten bir araç arıza yapmıştı. Onun yanında durduk ve yardım ettik. O sırada benimle aynı devrede olan bir astsubaya Kıbrıs’a gerçekten gidilip gidilmeyeceğin sordum. O da bana “Arkadaşım sabah 05.00’de Allah’ın izni ile adadayız” dedi. İşte o zaman adaya çıkacağımız ilk kez öğrenmiş oldum. Yolculuk sonunda da istenilen ve bize emredilen saatte Mersin Taşucu Ovacık mevkiinde olduk.

* Bize başından sonuna kadar o anları anlatabilir misiniz? Türkiye’den Kıbrıs’a ayak bastığınız o anları…

- Türkiye’nin değişik noktalarından gelen ekiplerle belirlenen noktada gece 12’de buluşmuştuk. Sabah aydınladığında bir baktık her yer helikopter dolu. Ben bu kadar helikopteri de ilk kez orada gördüm. Sanırım 87 tane helikopter vardı. Bizi onlar ile Kıbrıs’a götüreceklerini söylediler. İlk olarak bizim önümüzden Bolu Komando Tugayı’ndan askerler Kıbrıs’a gitti. Onlar savaş için giden gruptu. Barış Harekatı’nın ikinci günü de ben adaya giden grubun içinde yer aldım. Biz ise haberleşme amacıyla görev yaptığımız için ikinci gün adaya gittik. Kıbrıs’a helikopterle indiğimiz yer Girne ile Lefkoşe arasında yer alan Boğazkesim denilen bir yerdi. Helikopterle indiğimiz zaman halen çatışmalar sürüyordu.
“ADAYA ADIM ATMAMIZLA BİRLİKTE ÇATIŞMAYA GİRDİK”

* Kıbrıs’a ayak bastıktan sonra nasıl bir manzara ile karşılaştınız?

- 22 Temmuz 1974’de Adaya gittiğimizde öğle civarıydı. Ortalık toz duman içindeydi. Herkes kendine bir siyer arıyordu. Bende kendime bir siper yeri bulup ardına saklandım. Helikopterler bizi bırakıp gittikten sonra Rumlar Beşparmak Dağları’ndan bize ateş etmeye başladılar. Bizim orada ağır silahlarımız yoktu. Elimizdeki diğer silahlarla onlara karşılık vermeye başladık. Uçaklarımız da zaman zaman onların üzeninde uçup gerekli atışları yaparak bize destek verdi.

* Kıbrıs Barış Harekatı sırasında sizi en çok ne etkiledi? Yani sizin en fazla dikkatinizi çeken olay neydi?

- Kıbrıs’a ayak bastıktan sonra hangi köyün Türk, hangi köyün Rum köyü olduğunu anlamak bizim için zordu. Fakat ben onu değişik bir yöntemle çözdüm ve bunda da haklı olduğum ortaya çıktı. Köylerin yollarına baktım. “Eğer köy yolları asfaltsa o köy Rum köyüdür. Asfaltlanmamışsa ve toz toprak içindeyse, damları da topraksa işte orası da Türk köyüdür” dedim. Gerçektende öyleydi. Rumlar yıllarca Türk köylerine gerekli alakayı göstermemişlerdi.

* Adada ne kadar süre ile kaldınız?

- 22 Temmuz 1974 tarihinde adaya indim. Bize Beşparmak Dağları’nda Türkiye ile Kıbrıs’taki birliklerin haberleşmesini sağlama görevi verildi. Bende haberleşmenin sağlanması konusunda oluşturulan timin takım komutanı oldum. 15 gün kadar ikinci harekata kadar orada görev yaptım.
“BİRİNCİ HAREKATTA ŞEHİT OLAN ARKADAŞLARIMIZI AKBABALAR YERKEN GÖRMÜŞTÜK”

* Adada çatışma sırasında yaralanmışsınız. O nasıl oldu anlatabilir misiniz?

- Bizim bulunduğumuz bölgede karşı tarafta Rum mevzileri vardı. Bana da aşağıdaki birliklerden gelen telefon hatlarındaki konuşmalar benim cihazlara geliyordu. Benim bulunduğum yerden de bu konuşmalar Türkiye’ye aktarılıyordu. Fakat bu işlemi yapan aletlerden birisi arıza yapmıştı. Aşağıdaki birlikten o arızaya bakacak birimi çağırsam birkaç saatlik zaman alacaktı. Benim bulunduğum yerdeki askerlere baktım. İçlerinde bir tek bekar olan bendim. Bunların çoluğu çocuğu var. Vurulabilirler diye onların gitmesine gönlüm razı olmadı. Bu arızayı gidermek için ben gönüllü oldum. Yerden döşeli hattın arıza yaptığı yeri bulabilmek için sürüne sürene o yere kadar gittim. Arızayı giderdikten sonra sürüne sürüne geriye dönmeye başladım. O sırada benim arkasına saklandığım kayanın önüne sanırım bir havan topu mermisi düştü. O merminin etkisi ile yaralandım. Ayağa kalmak istedim. Fakat yaralı olduğum için zorlandım. Gözlerimin de görmediğinin farkına vardım. Bir müddet öyle ayakta kaldım. Karşıdan da Rumlar beni mevzilerden görüyorlardı. Sanırım öldüğümü zannettiler. Bir müddet sonra gözlerim açıldı. Bir baktım göğsümün ön kısmı parçalanmış ve yanmış. Gökyüzüne baktım. Akbabalar üzerimde uçuşuyordu. Birinci harekatta da şehit olan arkadaşlarımızı akbabalar yerken görmüştük. Bu akbabaları üzerimde görünce aynı olayın benimde başıma geleceğini düşündüm. O can havli ile yukarıya doğru yani benim timin bulunduğu yere kadar sürünerek çıkmaya çalıştım. O sırada sol eliminde parçalandığını fark ettim. Bir süre süründükten sonra takatsiz kaldığımdan orada bayılmışım. Bir süre sonra ayılmamın ardından 22 yaşında bir genç olarak vücudumda çok yara olabileceğimi ve böyle yaşamanın zor olacağını düşünerek tabancamı çıkarıp kendimi vurmayı düşündüm. Fakat tabancamı çıkaramadım. Bunun ardından biraz daha sürünerek bağlı bulunduğumu yere yakın yerdeki Radyolink hattı vardı. Oraya kadar ulaştım ve beni bizim arkadaşlardan birisi gördü ve beni gördüğü gibi bayıldı. İkimizde orda baygın kaldık. Bir süre sonra ikimizi orada bizim arkadaşlar bulup kurtardılar. Yaralı olduğum için beni önce Girne’ye hastaneye götürüp tedavimi yaptırdılar. Ardından Adana’ya götürdüler. 20 gün kadar da orada tedavi oldum. Tedavim yaklaşık 1 ay sürdü. Hava değişimi verildi. 2 ay sonra yeniden Kıbrıs’ta görev yaptığım yere gittim. Birlikte görev yaptığım askerlerin büyük kısmı duruyordu. Beni gördüklerinde çok sevindiler.

* Size yaralanmanızın ardından “Kıbrıs’a tekrar gitmeyebilirsiniz?” denildi mi?

- Biz Kıbrıs Barış Barikatı’na gönüllü olarak gittik. “Kim gitmek istiyor?” dediler. Biz gönüllü olduk. Adadaki haberleşme sistemini ben kurduğum için oradaki işi en iyi ben biliyordum. Bu haberleşme konusunda da gerekli olan askeri bilgisi olan kişi eksikliği vardı. Bende o sebeple tekrar Kıbrıs’a gittim. 1 yıl da o şekilde adada göreve yaptım.

* Kıbrıs Barış Harekatının üzerinden yıllar geçti. Bu olayın ardından Kıbrıs’a tekrar gittiniz mi? Eğer gittiyseniz o bölgeleri gezerken neler hissettiniz? Bizimle bunu paylaşabilir misiniz?

- Kıbrıs’a Barış Harekatı’ndan 15 sene sonra eşimle birlikte gittik. Aslında ondan daha önceki yıllarda oraya gitmek istiyordum fakat maddi imkansızlıklar sebebiyle gidememiştim. Sağolsun eşim bana bir sürpriz yaparak 15 yıl sonra pasaport çıkararak adaya gitmemi vesile oldu. Benim görev yaptığım yer Girne veya Lefkoşa gibi kent merkezinde değildi. Dağın tepesindeydi. Kıbrıs’a gittiğimde görev yaptığım o yeri mutlaka görmem gerekiyordu. Bu konuda da bir araç kiralayıp yarı yola kadar beni götürdü. Yukarıya araç gitmediği için de yürüyerek o yere kadar çıktım. Biz orada görev yaparken 3 askerimiz orada şehit olmuştu. Bizde o yıllarda orayla çimento ile taşlardan tuğlalardan bir anıt yapmıştık. Teneke parçasının üzerine de yağlı boya ile 22 Temmuz 1974 tarihinde burada şehit olan 3 kişinin isimlerini yazmıştık. Yazıyı da hatta Çanakkale’de Tarım İl Müdürlüğü’nde çalışan Orhan Altın adındaki arkadaşımız yazmıştı. 15 yıl sonra yani bizden sonra o anıtı yıkmışlar ve yerine güzel bir anıt yapmışlar. O anını görünce çok duygulanmıştım. Birde ben orada bu anıtı yapıp bir de bayrak direği dikerken o direkte 70-80 tane kurşun deliği vardı. Gazi bir direkti o. O direk de aynı yerinde duruyordu. Yıllar sonra oraya gitmek beni çok duygulandırmıştı.

Kaynak :
Kod:
https://www.canakkaletravel.com/haber/akbabalar-sehit-arkadaslarimizin-uzerinde-ucuyordu.html

Vecize:

Tarih ikiye ayrılır;

1.Standart Tarih.....
2.Birinci şahıslarından tarafından canlı yaşanan Tarih.... (TRWE_2012)
 

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,091
Mesajlar
5,890
MFC Puanı
20,830

Hatıra-2 (Bir askerin gözünden)​


Kıbrıs Gazisi Emekli Yarbay ve Yazar ATİLLA ÇİLİNGİR Kıbrıs Barış Harekâtı

Oğuz Çetinoğlu: Tabur komutanınızın emri üzerine belirtilen araziyi ele geçirdiniz. Sonra?

Atilla Çilingir:
Tabur komutanımızın emri ile ele geçirdiğimiz arazide çepeçevre savunmaya geçtik. Bir gün daha bitmiş ve gece her şeye gebe haliyle zifiri karanlığını örtmüştü Yeşil Ada'ya. Muharebeler başlayalı dört gün dört gece olmuştu. Subayı, astsubayı, çavuşu, onbaşısı ve eri ile kader birliği yapmıştık. Yıllar boyu süren mezalime son verecek ve Kıbrıs Türkü'ne en tabii hakkı olan yaşama hürriyetini sağlayacaktık mutlaka. Tabur komutanımızın verdiği emirle, sırasıyla nöbet tutarak, hem kendi emniyetimizi, hem de mevzilerdeki erbaş ve erleri kontrollere başladık. Gece boyunca kontrollerimiz devam etti. Bu arada Rumlar sık sık ateş açarak birliklerimizi taciz ediyorlardı. Karşılığını şiddetle veriyorduk. Gökyüzü pırıl pırıldı, yıldız dolu bir gök kubbe ile baş başaydık. İlk günlerin muharebe şoku atlatılmıştı. Artık her şey hayatın bir parçasıydı. Sabahleyin bütün birlik komutanları Tabur Karargâhı olarak konakladığımız küçük bir ağacın altında toplandık. Son durum değerlendirmesini yaptık. Taburda mevcut tek araç olan Land-Rover Jeep ile Rum köyünü keşfetmek üzere Yüzbaşı Süha Baykara ve ben görevlendirildik. Aracı, bir mücahit şoför kullanıyordu. Kendisi Kırnı hava indirme bölgesinin hemen yakınındaki Fotta köyündendi. Sessiz, sâkin çok çalışkan bir insandı. Yanımıza iki muhafız alarak köye hareket ettik. Vuno, Beşparmak dağlarının zirvesinde bulunan Buffavento Kalesi'nin hemen eteklerine kurulmuş tipik bir Rum köyü idi. Ancak evlerinin modernliği ve hayat seviyesinin mükemmeliyeti derhal göze çarpıyordu. Bütün evlerin çatısına güneş enerjisini ısıya dönüştüren cihazlar yerleştirilmişti. O yıllarda Türkiye’de bu cihazlar çok az evde vardı. Şunu bir kez daha anlıyorduk ki, Papaz’ın batılı ülkelerden almış olduğu yardımlar yalnızca Rum köylerinde kullanılmıştı! Kurtardığımız Türk köyleri ise Anadolu’muzda rastladığımız türden, kerpiçler ile inşa edilmişti.

Çetinoğlu: Neden?

Çilingir:
Çünkü 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Makarios Adada Türk vatandaşlarına çimento, demir ve benzeri inşaat malzemesi satışı yasaklamıştı. Sebebi ise: O acılı yıllarda, Kıbrıslı Türklerin bu tür malzemeyi kendilerini Rum’un mezaliminden korumak maksadıyla mevzilerinde kullanmalarını önlemek içindi..! Mevzide ikinci gecemizdi. Gecenin karanlığı yıldızlarla bezenmiş, ışıklı bir örtü gibi sarmıştı her yanımızı. Bir an Türkiye'yi, eşimi, kızımı, anne ve babamı, kardeşimi düşündüm. Sonra bu duyguları aklımdan uzaklaştırarak uykuya daldım. Sık sık silah sesleri ve çevre nöbetçilerinin sesleri ile dolan bir gece içerisinde ne kadar uyunursa ben de o kadar uyuyabilmiştim. 26 Temmuz sabahı tabur komutanım Turgut Aksoy ve ben 22 Temmuz 1974 gününden beri harekât kontrolüne verildiğimiz Hava İndirme Tugay Karargâhı'na gitmeye karar verdik. İki muhafız alarak Kırnı bölgesine hareket ettik. Tugay karargâhı, Milk Bar diye anılan bir kafeteryanın hemen karşısında Lefkoşe-Girne asfaltının kenarında iki katlı bir çiftlik evinin içinde idi. Burada Hava İndirme Tugayı Kurmay Başkanı, Kurmay Yarbay Atilla Erdem ve Tugay S-2'si İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Cumhur Evcil ile görüştük. Cumhur Binbaşım her gün akşam 18:00'de tabur cephesinden istihbarat raporu gönderilmesini istedi. Ayrıca cephe hattı boyunca keşif kolları çıkararak düşman ile irtibatı devam ettirmemizi, yığınak yaptığı yerleri ve silah mevzilerinin nereleri olduğunu tespit etmemizi istedi. Dönerken, tabur personeline dağıtılmak üzere erbaş ve erlere birer sterlin, subay ve astsubaylar için beşer sterlin harçlık parası aldık. Dönüş yolu üzerindeki Milk Bar'a uğradık. Burası adeta bir kantin gibi kullanılıyordu. Buradan hellim peyniri, domates, karpuz ve ekmek alarak cepheye arkadaşlarımızın yanına, tabur karargâh bölgesine, Vuno'ya döndük. O akşamüstü bütün tabur karargâh personeli, kendimize güzel bir ziyafet çektik. 27 Temmuz günü bulunduğumuz araziyi iyice tanımaya çalıştık. Bir taraftan cephe bölükleri çıkardıkları keşif kolları ile düşmanla teması muhafazaya çalışırken, diğer taraftan da düşman ve arazi hakkında bilgi toplamaya çalışıyorlardı. Günün tamamı karşılıklı ateş teatisi ile geçti. Esas olan gece idi.

Çetinoğlu: Yine uykusuz geceler başladı…

Çilingir:
Rumların yapabileceği bir sızmaya karşı bütün cephe hattının uyanık kalması gerekiyordu Bunu sağlamak da bizlere düşüyordu. Gecenin sessizliği zaman, zaman makineli tüfek sesleri ile bozuluyordu. Namlu ağız alevleri ile izli mermilerin peşinde bıraktıkları ışık huzmesi kuyruklu yıldız gibi bir o tarafa, bir bu tarafa gidip gelerek gece karanlığında bir sinema perdesini andıran Beşparmak dağları üzerine yansıyan bir filmi andırıyordu. Artık uykusuzluğa da alışmıştık. Zaman, zaman gözlerimiz açık rüyalar da görüyorduk ama bu çok kısa sürüyordu. Kısacası muharebe şartlarına alışmıştık. İlk günlerdeki şok ve acemiliğimiz yok olmuştu. Sanki hepimiz yıllardan beri savaşan profesyonel birer savaşçıydık. Erbaş ve erler değişen muharebe şartlarına uyum sağlayabilen yeri ve zamanına göre inisiyatiflerini kullanan, ölmemek için yapılabilecek olan her şeyi yapabilen usta birer savaşçıydılar artık. Sihari-Vuno hattına yerleştiğimiz günden beri tabur karargâhının bulunduğu mevzii çevresinde 40 yaşlarında bir erimiz devamlı dolaşıp duruyordu. Kendisini yanımıza çağırarak hangi bölükten olduğunu sordum. Süha Yüzbaşının bölüğünden olduğunu, eğer izin verirsek taburda mevcut subay ve astsubayların yiyecek ve su ihtiyacını gönüllü olarak temin etmek istediğini belirtti. Kendisine teşekkür ederek, böyle bir şeye gerek olmadığını, bizlerin de aynen tüm erbaş ve erler gibi idare etmek durumunda olduğumuzu söyledimse de bir türlü dinletemedim. ‘Olmaz komutanım, sizler sağlıklı olacaksınız ki bu kadar arkadaşım başsız kalmasın. İzin verin sizlere bütün harekât boyunca ben bakayım. Hem ben sizlerden daha yaşlıyım, hem de bu iş bana daha uygundur.’ ‘Tamam Mehmet Dayı’ diyerek kendisini tabur karargâhının ikmal sorumlusu yaptık. O günden sonra da ismi ‘Mehmet Dayı’ olarak kaldı. Gerçekten de o vefakâr insan Kıbrıs'tan ayrıldığımız güne kadar, tüm muharebeler boyunca bizlere kendi evlatlarına bakarcasına büyük bir şefkatle ve hizmetle baktı. Mehmet Dayı gün ışımadan kayboluyor ve gün batımında döndüğünde çeşit çeşit konserve, peynir, ekmek ne bulursa getiriyordu. Her seferinde şunu tekrarlıyordu: ‘Komutanım sakın ola ki aklınıza yanlış bir şey getirmeyin. Benim elim halen silah tutuyor, savaş yeniden başlarsa evvel Allah beni siz o zaman görün. Memleketimde keskin nişancılığımla tanırlar beni. Hem, eğer geriye dönmek kısmet olursa evlatlarıma, onların sorularına nasıl cevap veririm ben? Ne yaptın baba derlerse, ne cevap veririm? Onun için Rumlarla çarpışırsak, beni yanınızda değil, en önde, cephede göreceksiniz.’ Gerçekten de 2. harekâtta Mehmet Dayı'mızı en önde çarpışırken; kendisinin yarı yaşındaki arkadaşlarımı cesaretlendirirken gururla izledik. Ada'dan ayrılırken kendisine verilen Barış Harekâtı Şerit Rozetini, bölük komutanının mükâfat olarak aldığı sivil takım elbisesinin yakasına takan bu kahraman asker, Türk insanının bütün üstün niteliklerini sergilemiş, evlatlarına ve torunlarına anlatacağı gurur destanıyla memleketine uğurlanmıştı. Türkiye'den ayrılalı on gün olmuştu. Sanki on güne bir ömür sığdırmıştık. Muharebe ne kadar kötü bir şeydi, tam bir vahşet yaşamıştık. Ölenler, öldürülenler, darmadağın olan aileler, insan sefilliği ve zavallı hayat. Öğleden sonra iki mücahit eri bulunduğumuz yere doğru yanlarında iki Kıbrıs eşeği ile üzerlerine ikişer kazan bağlanmış olarak geldiler. Kendilerini mücahit tabur komutanları Ali Naci Bey'in, ellerinde mevcut malzeme ile etli pilav yaptırarak yememiz için gönderdiğini söylediler. Evet, tam on gün sonra sıcak bir yemek yiyebilecektik. Gece yarısına doğru zayıf bir şekilde duyulan bir telsiz anonsu yakaladık. Kendilerini tanıtarak Hava İndirme Tugayı 2. Tabur Komutanı Yarbay Turhan Erdem olduğunu söyleyen tabur komutanı, bütün yiyecek ve sularının tükendiğini, şu an ki yerlerinin Sihari'nin kuzeyi sırtlar hattı Buffavento Kalesi yakınlarında olduğunu söylüyor, acilen yiyecek ve su göndermemizi istiyor; ayrıca 50-60 kadar Rum Milli Muhafız askerinin kaleye sığındığını belirterek müşterek bir harekât yapmamızı teklif ediyordu. Ağlanacak halimize gülmeye başladık. Bizden yiyecek istiyorlardı. Fakat anlaşılan o ki, onlar bizden daha çok kötü durumdaydılar. Taburdan toplayabildiğimiz yiyeceklerin azamisini ve plastik bidonlara doldurduğumuz suyu, bize gelen Kıbrıs eşeklerine yükleyip yine gelen iki mücahit ve yanlarına verdiğimiz bir manga asker ile bulundukları yere doğru gece 01:00'de gönderdik. Sabaha karşı henüz hava aydınlanmadan tabur komutanları Yarbay Turhan Erdem; yanında birkaç komando ile yanımıza geldi. Kucaklaştık, yiyecek ve suya teşekkür etti.

Çetinoğlu: Yarbayım, öyle anlaşılıyor ki, büyük zorluklarla karşılaştınız fakat gururla hatırlanacak günler yaşadınız. Her gün bir evvelkinden farklı olmakla birlikte genelde aynı hâdiselerle karşılaştınız. Uygun görürseniz, savaş alanından biraz uzaklaşalım. Ele geçirdiğiniz yerleşim bölgelerindeki insanlardan size esir düşünler oldu mu? Onlarla neler yaşadınız?

Çilingir:
Civar köylerden kaçan ve araziye yayılmış olan Rum Millî Muhafız askerleri ve sivil Rumlar, Lefkoşa Rum kesimine ulaşabilmek için bizim ele geçirdiğimiz bölgeden geçmek mecburiyetindeydiler. Böyle olunca da pek çoğu birliklerimize esir düşüyorlardı. Bir gün 4 kişilik esir grubu getirildi. Yaşlı bir karı-koca, 2-3 yaşlarında kız çocuğu ve bir genç kızdan oluşuyordu. Esirler arasında küçük Rum kızı gözüme ilişti. Aman Allah'ım! Türkiye’de bıraktığım kızıma, Ebuş'uma ne kadar çok benziyordu. Aynı yaştaydılar sanki. Minik kız gayri ihtiyari kendilerine bir şey yapılacağı emrini verecek olan kişinin ben olacağımı zannetmiş olmalı ki, iki elini yüzüne doğru kaldırmış ve bana dönük: ‘No, noooo!’ diye bağırarak ağlıyordu. Bir an kahroldum, küçük çocuğa ne yapılabilirdi ki? Yaşlı insanlara, kadınlara... Onlar artık Türk insanının namus ve şerefinin emânetiydiler. Aman dileyen insana el kaldırmak, zarar vermek bir kere dinimizce de günahtı. Ama dediğim gibi, Türk insanının o yüce özellikleri bir kez daha ortaya çıkıyordu. İnanılacak gibi değildi ama gerçekti.

Çetinoğlu: Siz ne yaptınız?

Çilingir:
Tabur personeli aşını ve suyunu Rum esirlerle paylaştı. Önce karınlarını doyurduk. Susuzluktan dudakları parçalanmış Mehmetçiklerin mataralarında kalan son damla sularını küçücük çocuklara, yaşlı insanlara vermelerini seyrederken; insanımızın en büyük hasletini ve merhametini bir kez daha yaşıyordum. Ya bu durumun tersi olan yerlerde, yani esir düşen Kıbrıslı Türk kardeşlerimize ve yanlışlıkla Rum kesimine geçen veya hava indirme sırasında o bölgelere savrulan askerlerimize, subay ve astsubaylarımıza Rumlar, insanlığı utandıracak şekilde işkence ediyorlardı. Rumlara esir düşenlerimizin çoğu şehit edilmişler, sağ kalanlar ise türlü işkencelere maruz kalarak akıllarını yitirmişlerdi. Türklerle Rumların karşılaştırmasını bu olayların özünde yapmak gerekiyordu. Bir tarafta hep barbar gözüyle bakılan Türkler, diğer tarafta ise medeniyetin beşiği sayılan Yunan'ın kalıntıları, modern Avrupalı Rumlar. Doğru olan bir tek şey vardı ki o da bütün dünya basını tarafından tespit edilmiş olan gerçek: Rum katliamı ve zulmü. Ada'nın pek çok yerinde ortaya çıkan toplu katliamlar; Muratağa, Atlılar, Taşkent ve daha nice acılı topraklar, daha nice yaslı Türkler… O dört kişilik aileyi ve küçük kızın korku dolu yardım isteyen çığlıklarını ömrüm oldukça hatırlayacağım. Toplanan esirlerin arasında 20-25 yaşlarında, yeşil gözlü, beyaz tenli, simsiyah saçları ile tam bir Rum dilberi görüntüsünde bir kız vardı. Görünen o ki en genci ve akıllı olanı oydu. Kendisini yanıma çağırttığımda bir hayli tedirgindi. Başına kötü bir şey gelmesini bekler gibiydi. Titreyen bedeni ile karşımda durdu. Yüzünde mağrur bir ifade vardı ama gözleri korku doluydu. Kendisine İngilizce bilip bilmediğini sordum. Az da olsa bildiğini söyledi. İsminin Maria olduğunu ve Değirmenlik'te oturduklarını, 19 Temmuz gününden beri büyük bir korku içerisinde olduklarını, ağabeyinin Kutsovendi köyündeki komando kampında bulunduğunu, ama ondan da 20 gündür hiç haber alamadıklarını söyledi. Maria ile konuştukça, korku dolu bakışlarının kaybolduğunu fark ettim. Ona korkmamalarını, burada Türk askerinin koruması altında olduklarını ve kendilerine hiçbir zarar verilmeyeceğini söyleyerek, bizlere güvenmesini ve bu söylediklerimi diğer esirlere de aktarmasını istedim. Esirlerimiz arasında bir de papaz bulunuyordu. Ele geçirdiğimiz Miamilya köyünün papazıymış. Bize kin ve nefret dolu gözlerle bakıyordu ve ara sıra yanındaki Rum erkeklerin kulaklarına bir şeyler fısıldıyordu. Bölüğümün kıdemli astsubayı Banazlı Cafer Başçavuş'a öncelikle subay ve astsubaylardan olmak üzere toplayabildiği kadar su ve yiyecek almasını ve toplananları çocuk ve kadınlardan başlayarak dağıtması emrini verdim. Kısa bir süre içerisinde tam 187 esir toplanmıştı. Cafer Başçavuşum toparlayabildiği kadarı ile yiyecek ve içeceği, esirlerin bulunduğu yere götürerek teslim etti. Aradan birkaç saat geçmişti. Esirlerin bulunduğu tarafa giderek kontrol etmek istedim. Yanlarına geldiğimde, bizim birkaç saat önce verdiğimiz su ve yiyeceğe hiç dokunulmamış olduğunu gördüm ve çok şaşırdım. Mariaya dönerek bu durumu açıklamasını istedim. Oda mahcup bir ifade ile aralarında bulunan papazın, yiyecekler geldikten sonra esirlere, Türklerin kendilerini zehirleyerek öldüreceklerini ve gelen hiçbir şeye dokunmamalarını istediğini söyledi. Bir anda büyük bir öfkeye kapılarak papaza bir şeyler yapmak istedim. Ancak kendime hâkim olarak, gönderdiğimiz yiyecekleri tek, tek önce ben tattım ve sudan içtim. Sonra: ‘İşte görün, eğer bana bir şey olursa hiçbir şeye dokunmayın.’ diye bağırdım. Beni şaşkın bakışlarla tâkip eden o insanların gönderdiğimiz yiyecek ve suya nasıl saldırdıklarını izlerken içim burkuldu ve çok üzüldüm. Maria, yanıma gelerek minnet dolu bakışlar içerisinde, teşekkür ederek yanağıma bir öpücük kondurdu ve beni kendi ağabeyi yerine koyduğunu da hemen ifade etti.

Çetinoğlu: Esirleri ne yaptınız?

Çilingir:
Tabur komutanıma sordum. Kararsız olduğunu anlayınca esirleri serbest bırakmayı teklif ettim. Kabul etti. Esirlerin bulunduğu yere giderek Maria'yı yanıma çağırdım. Gidebileceklerini söyledim, yolu târif ettim. Maria, sevinç pırıltıları içerisindeki gözlerini gözlerime dikerek; ‘Sizlere minnettarız, bizlere insanlık dersi verdiniz, çok teşekkür ederim. Şunu da belirtmek isterim ki, bu durum aynı şekilde Türk kadın ve kızlarının başına gelseydi, bizim askerlerimiz; çoktan ırzlarına geçmiş ve pek çoğunu da öldürmüşlerdi. Seni ömrüm boyunca unutmayacağım Cesur Türk,’ diyerek boynuma sarıldı. Bundan daha onur verici bir durum olabilir miydi? Aylar sonra Rum televizyonunun karşı propaganda yaptığı günlerden birinde, esirlerimiz arasında bulunan Miamilya köyünün papazının, esir düştüğünü ve Türk askeri tarafından nasıl işkence edildiğini yalan dolu sözlerle anlatırken, o yeşil gözlü güzel Maria'nın aynı programda, tam tersine askerlerimizden övgüyle söz etmesi ve eğer izliyorsam bana da sevgilerini gönderişini büyük bir heyecanla izleyecektim. Cesur Kız, hiç tereddüt etmeden anti-propaganda için çıktığı TV programında gerçeği söyleyerek, Rumlara insanlık dersi vermişti.

Kaynak :
Kod:
https://www.oncevatan.com.tr/kibris-baris-harektinda-destan-konusu-olaylar-makale,33565.html
Önce Vatan Gazetesi
 

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,091
Mesajlar
5,890
MFC Puanı
20,830

Paranormal Olaylar​


Kıbrıs'ta erenler evliyalar savaştı!


Şehidin Mektubu

Kıbrıs Barış Harekatı ile ilgili evliya hikayeleri bununla sınırlı değildir. Bir başka olayda da bir Mehmetçiğin mektubu konu edilmektedir. Rivayete göre savaş sırasında bir Mehmetçik, arkadaşına ailesine ulaştırılmak üzere mektup verir. Savaş biter, verilen mektup unutulur. Aradan bir süre geçer, mektubun emanet edildiği o asker mektubu bulur ve ailesine götürmek için yola çıkar. Aklından, “Döndüyse görürüm. Dönmediyse, şehit olduysa başsağlığı dileyerek ailesine bu mektubu veririm” diye geçirir. Mektubun üzerinde yazılı olan adresi bulan asker, kapıyı çalar. Kapıyı yaşlı bir karı koca açmıştır. Derdini anlatır, çocuklarından gelen mektubu teslim edeceğini söyler. Ancak beklemediği bir cevap alır aileden: Bizim Kıbrıs’ta savaşan bir oğlumuz hiç olmadı… Mektubu getiren asker şok olmuştur: Nasıl olur, ben onunla Kıbrıs’ta omuz omuza savaştım… Bu söz üzerine yaşlı adam evin bir başka odasına gider, elinde bir fotoğrafla geri döner: Kıbrıs’ta birlikte savaştığın, sana mektubu veren asker bu muydu? Kıbrıs gazisinin gözleri parlar: Evet. İşte bu askerdi… Kıbrıs’ta savaşan oğlunuzun olmadığını söylemiştiniz… Yaşlı kadın gözyaşlarına boğulmuştur bile… Yaşlı adam da başını sallar, “Evet. Bu bizim oğlumuz. Ancak oğlumuz Kıbrıs’ta değil, Kore Savaşı sırasında şehit olmuştu…

Dağın Zirvesine Çıkan Tank

Kıbrıs Barış Harekatı sırasında yaşanan bir başka olay da bir tankın 1733 metre yüksekliğindeki Beşparmak Dağları’na tırmanmasıdır. O dağlardan Rum ve Yunan askerleri adeta ölüm kusmaktadır. O makinelilerin bir şekilde susturulması lazımdır. O sırada bir onbaşı ve bir er tanklarını o dağlara sürer. Tank düz bir yolda ilerlercesine zirveye ulaşır ve makinelileri susturur. Komutan tankı nasıl çıkardığını sorar, asker cevap verir: Komutanım yol dümdüz gibiydi… Komutan tankı indirmesini söyler. Askerin verdiği cevap ise şaşırtıcıdır: Yolu görmeden indiremem komutanım…

1642471679719.png1642471746590.png
1642471844451.png
1642472055082.png

Kurt, "Allah o günü getirmesin. O gün gelse ben o tankı çalıştırırım, indiririm,dedi. Kıbrıs Barış Harekatı esnasında Beşparmak Dağlarında 2 Ağustos 1974'te yapılan Lapta muhaberelerinde Rumlar tarafından pusuya düşürülen tanklardan biri dağın zirvesinde kalmıştı. Tank mürettebatından er Abdülkadir Kurt, Beş Parmak Dağlarına çıkardığı tankın bulunduğu yere 42 yıl sonra ilk kez gitti.

Kurt, yaptığı açıklamada, yıllar sonra tankı görünce duygulandığını belirterek zaman zaman göz yaşlarına hakim olamadı. "Bu tank bizim şerefimizdir. 42 yıldır ilk defa geliyorum. Benim tankım en öndeydi. Yol yoktu. Paletler bazı yerlerde uçurumdan gidiyordu. Rumlar bizim etrafımızı sardı. Her tarafta ateş vardı. Sonra Rumları püskürttük. Onların cephanesini de imha ettik. Allah bize güç verdi, cesaret verdi. Şimdi geldiğimde de gurur duydum, sevinçliydim, duygulandım." Rumların bölgeye çok sayıda mayın döşediğini anlatan Kurt, "Biz de bilmiyorduk, ilerliyorduk. Aniden tank mayına çarptı. Tank mayına çarptığı zaman biz tankın içinde mahsur kaldık. Ayağım yaralandı. Rumların saldırılarına maruz kalıyorduk.

Tankın içinden 6 saate yakın çarpıştık. Biz de 'Ya şehid oluruz ya kazanırız' diyerek savaştık." ifadesini kullandı. O gün yaşadığı bütün duyguları bugün de hissettiğini söyleyen Kurt, "O heyecanı şu anda yaşıyorum. Arkadaşlarımı düşünüyorum. Çok duygulandım. 42 yıl önce gelmiştim.

Biz 4 kişiydik. Komutanımız Mahmut Şanlıtürk idi. Türk askeri hiçbir zaman korkmaz, korkmadık. Ya ölüm ya zaferdi. Zaferle sonuçlandı. Asker arkadaşlarımla hala görüşüyorum." dedi. Türk bayrağının altında yaşayan herkesin bu vatanın evladı olduğunu vurgulayan Kurt, "Bayrak bizim namusumuzdur, simgemizdir. Biz ölünceye kadar bu vatanı koruyacağız. Burası da bizim vatanımızdır. Yavru vatanımızdır. Hepimizin Türkiye'mize sahip çıkması lazım. Bu terör belası da başımıza bela olmuş. İnşallah o da defolup gider. Ülkemizi bölmek isteyenlere Allah fırsat vermesin." dedi.

Jet Uçağın İçinde Aniden Ortaya Çıkan Zat:

1642472322902.png

Yakıtı bitmekte olan bir savaş uçağının içine binen bir aksakallı zat pilota bazı bölgeleri işaret eder ve bu yerleri bombalamasını ister.Pilot yakıtımız bitecek desede o zat bunları bombalamadan geri dönme der ve aksakalı zatı'n gösterdiği yerleri bombalar ve geri baktığında aksakallı zatı bir daha göremez.

Kaynak Site:
Kod:
https://www.kibrismanset.com/ilginc/kibris-ta-erenler-evliyalar-savasti-h211356.html
 
Üst