• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Türkülerimizin Hikayeleri

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Yandım Hudey Türküsü (Türkmen Gelini)
Seferberlik yıllarında askere alınanlar ya çok uzun yılar sonra döner yada hiç dönmezlermiş. Hele bu gidilen yer Yemen ise geri dönme ihtimali hemen hemen hiç olmazmış.Çünkü gidenlerin çok azı sağ olarak geri dönüyormuş. Erzincan’dan bir delikanlı uzun yıllar sevdiği kızla nihayet evlenir.Gelinle bir hafta bile birlikte kalmadanaskere alınarak yemene
gönderilir. Bunun üzerine hem gelin hem de kendisi çok üzülür ama; Çare yoktur vatan hizmetine gidilecektir.

Askere giden delikanlıdan uzun bir zaman haber alınamaz. Bunun üzerine kendisinin öldüğüne kanaat getirilir. Bir süre sonrada bu delikanlının babasıoğlunun hanımını yani gelinini kendisiyle evlenmeye ikna eder ve geliniyle evlenir.
Aradan birkaç sene geçer. Delikanlı bin bir türlü meşakkat!ten sonra askerliğini bitirerek Erzincan'a dönerköyüne gider. Evine varır ki hanımı ev damında hamur yoğuruyor. Hanımı kendisini görünce şaşkınlık geçirir ve ağlamaya başlar. Delikanlı hanımına sevineceği yerde neden ağladığını sorar. Hanımı iki gözü iki çeşmedurumu olduğu gibi delikanlıya anlatır. Delikanlı bu durum karşısında beyninden vurulmuşa döner. Delikanlının başına gelenlere köy halkı da çok üzülür. Bu acıklı durumu;Delikanlının ağzından aşağıdaki türkü ile dile getirirler.

Ev damına girdim aneyyandım hudey diley diley
Elleri hamur.
Gözünden akıyor bir sulu yağmur oy
Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley
Sen bu gelini

Odasına girdim kahve büşürür oy
Kınalı parmaklar aney yandım hudey diley diley
Fincan düşürür
Seni gören aşık aklın şaşurur oy
Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley
Sen bu gelini

Odasına girdim namaz’a durmuş oy
Kaşları gözleri aney yandım hudey diley diley
Kendine uymuş
Seni gören aşık aklın şaşurmuş oy
Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley
Sen bu gelini

Keten köynek giymiş yakası nazük oy
Koluna yapturdum aney yandım hudey diley diley
Altun bilezük
Öpmeye kıyamam sevmeye yazuk oy
Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley
Sen bu gelini

Bacasından çıkmış ayvanın dal’ı oy
Yüzüne de vurmuş aneyyandım hudey diley diley
Yazmanın alı
İşte görünüyor dünyanın halı oy
Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley
Sen bu gelini
Elleri kınalı aney Yandım hudey dily diley
Taze gelini



Ayşegül Göktepe (Radyo Program Yapımcısı)
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Şen Olasın Ürgüp (Cemal'ım)
Türkü öldürülen Cemal'e karısı Şerife tarafından yakılmıştır. Şerife 90 yıldan fazla yaşamış 30 Kasım 1993 günü vefat etmiştir. 14-15 yaşlarında Cemal'le evlenmiş mutlu geçen birkaç yılı Cemal'in öldürülmesiyle sona ermiş bu hadiseden sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır. Bu hadisenin oluş şekli ve ona yakılan ağıtı/türküyü bana Şerife'nin daha sonra evlendiği Hayrullah'tan olan oğlu İsmet Aksoy göndermiştir.* Cemal'in öldürülme hadisesi ve türkünün tam metni şöyledir:

Ürgüp'ün Karlık köyünün eşrafından ve varlıklı bir ailesinden olan Cemal kalleşlikle öldürülür. Herkesçe sevip sayılan Cemal'in ölümüne yanmayan kalmaz. Eşi Şerife acılarını yaktığı ağıtla hafifletmeye çalışır. Yetim kalan oğlu Mustafa da birkaç yıl sonra hasat zamanı bir atın tepmesi sonucu ölmüştür.

Ağıt Şerife'nin ikinci kocası Hayrullah'ın sonraki yıllar Refik Başaran'a "Herkese bir türkü okudun ama bana okumadın." diye sitem etmesi üzerine Cemal türküsünü plağa okur. Cemal Hayrullah'ın aynı zamanda amcasıdır. Onun öldürülüşü Şerife kadar Hayrullah'ı da etkiler. Şerife'nin türkünün her çalınışında gözünden iplik iplik yaşlar akıtmasını Cemal'i bir türlü unutamamasını daima anlayışla karşılamıştır.


Türkünün asıl metni şöyledir:

Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez
Kıratın acemi konağı tutmaz
Oğlun da çok küçük yerini tumaz
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Ürgüp'ten de çıktığını görmüşlür
Kıratının sekisinden bilmişler
Seni öldürmeye karar vermişler
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Cemal'ın giydiği ketenden yilek
Al kana boyanmış don ile göynek
Sana nasip oldu ecelsiz ölmek
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Ürgüp'ten de çıktın kırat kişnedi
Üzengiler ayağını boşladı
Yağlı kurşun iliğine işledi
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Karlık ile başkadın pınar arası
Çok mu imiş Cemal'ımın yarası
Ağlayıp geliyor garip anası
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Cemal'ın giydiği kadife şalvar
Dükkânın kilidi cebinde parlar
Oğlun da çok küçük beşikte ağlar
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Kıratın üstünde bir uzun yayla
Ne desem ağlasam kaderim böyle
Gidersen Ürgüp'e sen selâm söyle
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Kıratım başımda oturmuş ağlar
Cemal'a dayanmaz şu karlı dağlar
Üzüm vermez oldu Karlık'ta bağlar
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

Giden Cemal gelir mi de yerine
İçerimde yaram indi derine
Cemal düşta *****lerin şerine
Cemal'ım Cemal'ım algın Cemal'ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal'ım

(seki : atın tırnaklarının üst kısmında bulunan beyaz kıllar)


* Bana Cemal'ım türküsünü ve türkünün hikâyesini göndermek lutfunda bulunan İsmet Aksoy'a şükranlarımı sunarım.



Yrd. Doç Dr. Doğan Kaya
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Sazalcadan Çıktım (Halime)
Sazalca yıllar önce Türklerle Rumların birlikte yaşadığı bir köydü. Denegide' de (Yeşilburç) Hakkı adında değirmencilikle uğraşan yiğit bir Türk oturuyordu. Hakkı her gün değirmene gidip gelirken gördüğü Despina adlı bir Rum kızına aşık olur ve birbirlerini çok severler. Fakat din ayrılığı iki aşık için büyük bir sorun olur ve Hakkı ile Despina kaçmaya karar verirler. Bu durumu duyan Rum gençleri Hakkı' yı dövmek için plan yaparlar. Hakkı'nın yanında çalışan Rum genci bu planı duyar ve Hakkı'yı haberdar etmek ister ama geç kalmıştır. Tam bu sırada 56 Rum genci değirmenden içeri girer ve Hakkı' yı dövmeye başlarlar. Hakkı bir yolunu bulur ve değirmenden kaçarak Despina' nın yanına gider. Hakkı Despina'yı da alarak Bor'da ki halasının evinde saklanırlar.

O devirlerde Rumlar çok şımarıksarayda ve Niğde meclisinde sözleri geçen bir topluluktur. Rumlar Hakkı' ya çok kızmışonun yakalanması ve cezalandırılması için var güçlerini ortaya koymuşlardı. Sonuçta iki aşık saklandıkları yerde yakalanır ve Hakkı hapse atılır. Zamanın güçlü ağaları Hakkı'yı hapisten kurtarır ve aşıklar tekrar gizli gizli buluşmaya başlarlar. Hakkı'nın arkadaşları bu işe çare bulmak için Adana'ya giderek hükümet adamları ve zamanın Kadısı ile görüşüp onları ikna ederler. Hakkı bu görüşmelerden cesaret alarak Despina' yı bu defa Adana'ya kaçırır ve orada nikahları kıyılır. Rumlar bu olaya çok kızarlar ama artık yapacakları bir şey kalmamıştır.


Kaynak:
-ERCAN Ali Kara Kaş Gözlerin Elmas ve Niğde Türküleri s.2930 Niğde
İl Basım Evi Niğde 1965
-ONGAN Halit Niğde Halk Türküleri s.545556 Niğde Vilayet Mat. Niğde
1937

Öğrt. Gör. Hakan Tatyüz
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Sarı Yıldız Mavi Yıldız
Şöyle rivayet ederler kim: Evvel zamanda Sivas ilinden bir kervancı Halep'ten mal getirir. Tam üç yıldır kervancılar yurtlarından baba ocaklarından ayrı düşmüşlerdir. Gurbet ilin kahrı üç yılın hasreti yüreklerinde. Kiminin yolunu anası-babası kimininkini sevgilisi kimininkini de çocukları gözlüyor.

İçlerinden en genci kara yağız uzun boylu bir delikanlı... adı Veysel Veysel'in bıyıkları daha yeni terlemiş...

Bunlar Halep'ten aylarca yol ala ala en sonunda karlı fırtınalı bir kış günü Sivas'la Kayseri arası yıkık bir Selçuk hanına kendilerini zor atarlar... Handa gecelemeğe karar verip yüklerini çözerler.. Bir insan çok uzaktan günlerce aylarca yol alarak yurduna yaklaşır. Yurduna yaklaştığı zamana kadar içinde o kadar rahatsız edici dürten bi duygu olmaz.. Vakta ki memleket kokusu insanın burnuna gelir içindeki hatıralar depreşir işte o zaman içinde kıyamet kopar... Bir şey durmadan seni oraya doğru çeker... "Ya bir kanat verse ya bir kuş olsam..." dedirtir.

Sivas çok yakındı. Kervancılar yerlerinde duramıyorlardı. Akşam oldu. Yataklarını serip içine girdiler... Ama hiç birini uyku tutmuyordu. Veysel'in nişanlısı.. Nişanlı olduğu gibi Veysel'in gözünün önünde.. "Yatamıyorumhayal meyal düşlerden.."

Veysel iki de bir yatağından kalkıp ışıdı mı diye doğudan yana bakıyor.. Veysel bir türlü yatakta duramıyor... Sabah bir olsa! Şimdi geceden yola çıkılmaz mı? diyor Veysel... Kar kar... Allah'ın belası bir fırtına var.

Gün ışımadan önce doğuda tam günün doğacağı yerde bir yıldız gözükür. Sabah yıldızıdır o.. Sabah yıldızı gözükünce yola çıkılır.. Sabah yıldızı bir gözükse.. Bu gece bir gece değil; karanlık bir yıldır.

Veysel sevinçle çoktan beri durup seyrettiği doğuda kocaman yalp yalp ışıyan bir yıldız görüyor.. Delicesine bağırıyor:

"Sarı yıldız... Mavi yıldız..."

Telaşla kervanı yüklüyorlar.. Kar savuruyor.. Geceye ve sarı yıldıza kar yağıyor.. Gece ve sarı yıldız üşümüş. Kervan yola düşüyor.. Kervancılarsa sevinç.. Geceye kara sarı yıldıza karşı şarkılar söylüyorlar.. "Bir bulut oynadı Sivas ilinden.. Ucu telli mektup geldi gelinden.." Yarın Sabah Sivas'ta olacaklar.. Veysel'i sorsanızVeysel kervandan belki beş yüz metre ilerde.. Atı ağaçlar boyu yüklemiş karı göğüslüyor.. At bazan yorulup bazen yavaşlıyor.. Veysel atı öldürecek gibi.. Veysel atı kırbaçlıyor.. Bir hayli yol alıyorlar.. Kar arada açılıp ortalık süt liman oluyor ve Sarı yıldız oturmuş oraya.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız.. Sarı yıldız çoktan kaybolmalıydı.. Gün doğmalıydı çoktan dağların ardından. Tan yıldızı ışımış ışıdı demek biraz sonra gün doğacak demektir... Gün nerelerde?

Kar daha savuruyor... Fırtına döndürüyor.. Bir zaman geliyor ki kervan toptan kara gömülüyor. Zar-zor kervanı kar altından çıkarıyorlar.. İçlerinde kimisi "dönelim!" diye ayak diriyor.. Ötekiler dinlemiyorlar... "İşte sarı yıldız. Biraz sonra nasıl olsa gün doğar..." ve dönmüyorlar. Git git! Sarı yıldızın bir türlü kaybolduğu günün doğduğu yok.

"-Biz uykuluyuz da onun için zaman bize çok uzun geliyor. Nasıl olsa biraz sonra gün doğacak." diyorlar.

İçlerinden hiçbirinin aklına bu yıldızın tan yıldızı olmayacağı gelmedi.. Gözleri yıldızda.. Boyuna kara bata çıka yol alıyorlar.. Sivas ovasının kar altındaki uçsuz bucaksız düzlüğü gidiyorlar gidiyorlar bitmiyor... Aklı başında eski kervancılar felaketi sezinliyorlar. Kervancıbaşıya Veysel'e daha öteki gençlere: "Dönemlim!" diye yalvarıyorlar.. Kervancıbaşı da genç.. Veysel'in yüreğindeki aşk da gittikçe ateş alıyor.

Veysel arkadaşlarına yıldızı gösterip: "Hepiniz bilirsiniz ki yıldız doğduktan sonra gün ışır..."

Arkadaşları ne desinler!.. Bu yıldız doğduktan sonra gün ışır. Ama yıldız ne zamandan beri orada öylecene duruyor... Ne gün ışıyor ne bir şey.. Bir kaç kere dönecek oluyorlar dönseler nereye dönecekler.. Çarnaçar gidiyorlar... En sonunda gide gide şimdiki "Kervankıran" dedikleri yere varıyorlar. Ve orada bir tipi başlıyor; görülmedik. Kar tepeden tepeye savuruyor. Sarı yıldız tipinin arkasında.. Ve neden sonra gün usuldan usuldan karşı dağın arkasından gözüküyor. Kervan nerede? Kervanı koydunsa bul!

Bahar geliyor.. Bahar gelip toprak kabarıyor.. Çimenler yeşerip karlar eriyor.. Kervan kırandan geçen ilk yolcu atı eşeği katırı develeri insanları ile bir kervanı orada kara toprağa üst üste yığılmış buluyor... Bütün kervan üst üste yığılmış.. Yalnız beş yüz metre ileride toprağa boylu boyunca uzanmış atın dizginleri elinde ileri doğru uçar gibi yatıyor... Üstüne de yeşil sinekler inip kalkıyor... Ve onları yerlerinden bir santim bile ayırmadan oldukları yere atıyla katırıyla eşeğiyle gömüyorlar.. Kervankıran dedikleri yerden geçersenizmezarları görürsünüz.. Veysel'in topluluktan ayrılmış mezarı daha ileri doğru uçar gibidir..

Ve bu olay üstüne Anadolu insanları türlü türlü türküler çıkarmışlardır. Bu türküleri şairler şair olmayanlar olayı kim duyup ta yüreği yandıysa ver yansın etmiş Kervankıran üstüne.. Az daha unutuyordum.. O yere Kervankıran dedikleri gibi o yıldıza da "Kervankıran yıldızı" demişlerdir.. Hangi Anadolu köylüsüne "Bana Kervankıran yıldızını göster" derseniz hemencecik size gösterir...

Arkasından da bu olayı anlatır.
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Pencereden Bir Taş Geldi (Mamoş)
Elazığ'ın koca Mustafa Paşa mahallesinde oturan Bekir hoca'nın genç ve güzel bir karısı vardır. Bekir hoca Harput'ta namusuyla ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. Karısı ise gençliğin verdiği tecrübesizlikle evli olduğu halde komşularından soylu bir aileden olan genç yakışıklı Mamoş (Mehmet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha. Mamoş'la Bekir hoca'nın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir. Etrafta bunu sezmeye başlamıştır. Fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler. Fırsat buldukça buluşur konuşur sevişirler. Bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır.

Bir gün karısına Harput'a gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. Bu fırsattan yararlanan genç kadın Mamoş'u eve davet eder yerler içerler eğlenirler. Bekir hoca ise Harput'a gitmemiştir. Karanlık basınca eve gelir ve sessizce kapıyı kendi anahtarıyla açar sevdalıların bulundukları odaya gelir. İçerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar tabancasını çekerek odaya girer. Girer girmez tabancasını ateşler Mamoş'u kalbindenkarısını da ağzından vurarak öldürür. Bu olaydan sonra Bekir hoca zaptiyeye teslim olur. Adli bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra duruşma
sonunda Bekir hoca beraat eder.

İçli olan türkünün hikayesinde de böylece bir ders yatmaktadır.


MAMOŞ TÜRKÜSÜ

Pencere'den bir taş geldi
Ben sandım ki Mamoş geldi.
Uyan Mamoş uyan uyan
Başımıza ne iş geldi.

Eyvah Mamoş eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Penceresi yeşil yaprak
Mamoş giyer kara kapak.
Kör olasın Bekir hoca
Yatağımız kara toprak.

Eyvah Mamoş eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Pencere'nin önü çardak
Rakı içtik bardak bardak.
Körolasın Bekir hoca
Koymadın ki murat alak.

Eyvah Mamoş eyvah eyvah
Tabip getir yarama bak.

Evlerinin ardı kavak
Yağmur yağar ufak ufak.
Kör olasın Bekir hoca
Ağzımdaki kurşuna bak.

Di kalk Mamoş di kalk di kalk
Başımıza yığıldı halk.

Dışkapıyı araladın
Ah bahtımı karaladın.
Kör olasın Bekir hoca
Mamoş'uda yaraladın.

Di kalk Mamoş di kalk di kalk
Başımıza yığıldı halk.

Mamoş paltonu tutayımmı?
Hayrın için satayımmı?
Mezarında boş yer varmı?
Ben'de gidip yatayımmı?

Eyvah Mamoş eyvah Mamoş
Tabib getir imdada koş.
Malatyalı Kalender


Kaynak:
Mehmet ÖZBEK
Folklor ve Türkülerimiz
Ötüken Neşriyat İstanbul 1994
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Misket

Misket ufacık tefecik bir elma türü... Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı. Huriyesık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır yolu gözler; sebep Osman Efe...

Ankara'nın sayılı efelerinden Osman genç yakışıklı geniş omuzluburma bıyıklı... Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de. Osman Efe evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye tırmanıyor misket ağacına. İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor. Osman Efe Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç ''misket'' diyor Huriye'ye.

Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında. Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa Huriye'yi istetiyor. Babası ''Kır Ağa yiğit insandır malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister. Annesi Huriye'nin ağzını arar fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını verir.

Huriye akşamı zor eder. Bahçeye çıkıp Osman Efe'nin yolunu gözler. Uzaktan atını görünce tırmanıp çıkar elma ağacına. Durumu bildirir Osman Efe'ye.

Osman Efe çılgına döner. Kır Ağa'ya haber gönderir ''Kendini sever sayarım. Yiğit kişi bellerim. Yolumdan çekilsin. Sonu iyi olmaz'' der. Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya ***ürenler bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak. Leşini sararım'' diye...

Kır Ağa ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor. Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir. Tabii haberi ***ürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar. Osman Efe Kır Ağa'yaKır Ağa Osman Efe'ye kinlenir. Sonunda kıran kırana kavga etmeye sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar veriyorlar.

Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar. Bıçaklar çekiliyor. Huriye ise durumu merakla bekliyor. Çıkmış elma ağacı üstüne yoları gözlüyor. Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor. Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor. Kır Ağa birden duruyor. ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide ben kıyamam. Koç olacak kuzuya bıçak çekemem. Vur bıçağını bağrıma. Misket senin olsun'' diyor. Osman Efe önce şaşırıyorsonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa'nın.

Kadın-kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor. Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan. Daldan dala geçip gelenleri seçmeye çalışıyor. Derken kalabalık yaklaşır önde Kır Ağaarkasında kalabalık. Gözleri Osman'ın arıyor göremiyor. Birden başı dönüyor gözleri kararıyor tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor.

Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca bir feryattır kopuyor. Osman Efe sığmıyor oralara. Kadınlar kızlar perişan. Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor.


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Türkülerin Dili
Ankara Kültür Kurumu Yayınları
Stockholm 1987
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Kütahya'nın Pınarları
Bundan 100-120 yıl önce Kütahya'da bir ailenin genç yakışıklı sözü dinlenir temiz kalpli bir oğulları varmış. Orta halli bir ailenin de güzel boylu poslu uzun saçlı bir kızları varmış. Kız biraz hoppa olduğu ele avuca sığmadığı için arkadaşları ona "deli düve" ismini vermişlerdi (düve: buzağı doğurma zamanı gelmiş yeni ineklere bazı yerlerde düve denirmiş). İşte genç yakışıklı delikanlı deli düveye aşık olmuş. O zamanlar deli düve adı dillere destandır. Genç deli düveyi ailesinden ister fakat kızı vermezler. Kızla genç gizli gizli buluşurlar. Bunu duyan kızın ailesi razı olur ve kızla genci evlendirirler. Fakat gençlerin saadetleri uzun sürmez bu kızın güzelliğini duyan gören zamanın delikanlıları kendilerini reddeden kızın kocasını hem kıskanır hem de ona kin bağlarlar.

Aradan hayli zaman geçer bu genç ve güzel gelin bazı delikanlılar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır. Delikanlılar "kocandan ayrılacaksın yoksa seni dağa kaldırırız kocanın da gözlerini kör ederiz" diye kıza haber salmışlar. Genç kadın önceleri aldırmaz ve kocasından saklar onu sevdiği için bir türlü kötülük etmelerine razı olamaz ve delikanlılara şöyle haber yollar " Ne olur kocamı rahat bırakın. Ona dokunmayın ne isterseniz yapayım" der. Bunu haber alan gençler kadını kaçırmaya karar verirler. Aracı kadına "biz istediğimizi çeşme başında söyleyeceğiz. Oraya kadar gelsin" derler. Bunu duyan gelin meraktan çatlayacak bir duruma geldiğinden çeşme başına gider. Çeşme başına giden delikanlılar tuzak kurarak kadını kaçırırlar. Kadın bu sırada çığlık atar o sırada kadının kocası olan Asalıoğlu sesi duyarak koşarak gelir. Kadının kocası ile diğer gençler arasında kanlı bir kavga olur ve Asalıoğlu ölür. Gençler kızı dağa kaldırmıştı öte yandan oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar.
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Kırmızı Gül Demet Demet

Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alamet
Balam nenni yavrum nenni
Gitti gelmez ol muhannet
Şol revanda balam kaldı
Yavrum kaldı balam nenni...

Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle
gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz türkünün dilini açmak gerek...
Varıp sormak gerek türküye : ''Ey türkü nedir bu demet demet kırmızı gül ve de nenni!. Yavrum nenni... Balamnenni''. Bu demet demet gül hem de kırmızısından sevgiliye duygu mu taşıyor? Neden kırmızı gül de kır papatyaları değil? Şöyle sarılı beyazlı düz sarılı öküz gözü gibi kırdan toplanmış papatyalar değil dedemet demet kırmızı gül? Onların sevgi dili yok mu?. Onlar duygu simgesi gül kat... Ama bir tek!. Benim tek gülümsün gönlümdeki yerin kır çiçekleri kadar engin kır çiçekleri kadar zengin ve doğal demiş olmazmısın? Ama senden iyisini bilecek değiliz ya!. Kırmızı gülü
seçmişsin sen. Hem de demet demet...

Ha bir de 'balam' meselesi var! Yavrum diyorsun... 'Nenni' diyorsun 'Gitti gelmez' diyorsun. Yoksa bir ananın balasına yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan'da kalan balası üstüne mi söylenmiş?. REVAN bugünkü adıyla ERİVAN yani günümüzde Ermenistan'ın başkenti... Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası... Neden derseniz REVAN Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış Safeviler işgal etmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat ikiyüzellibin kişilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemiş. Sekiz ay yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda REVAN yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal ***ürüp mal getirmişler... Memet de gidip gelen kervancılardan birisi... Anasının da tek 'balası'... Tek oğlu!. Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar... Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp REVAN'da satıyor Memet... Memet de Memet hani... Karayağız bir delikanlı... Taşı tutsa suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Memet'in. Her akşam tarla dönüşü bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına.. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor... Hele Memet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş gazelleşmiş demetinde ananın. Rüyaları hep Memet üstüne... REVAN yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kanter içinde uyanıyor. hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanınatının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at ne de bir deve ne de insan kalıyor. Memet'i arıyor gözleri. Kara yağız kaytan bıyık Memet ellerini uzatıyor anasına. 'Tut ellerimi' diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN'dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor.

Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor .Bazen de tersi oluyor . Kervanın dönüşü bayram gibi! Kimi kocasını kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp ağlayanlar sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama; hastalığı sağlığı var... Karı var ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusmailtihap baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya ***ürüyor insanı. En erken üç gün. En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama... Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın. Sevgiliye özlem alınan armağanlar. Söylenecek güzel sözler. ''Sensiz olamam. Sen benim her şeyimsin. Güne seninle başlıyorum. Seninle bitiyor gecem. Zaman yitirmemek gerek demiştin. Oysa günler su gibi geçti. Ne bir ses; ne bir nefes. Düşlerdeki yerin hariç. Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık. Öyle demiştik. ''Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için''. Bunları sen söylemiştin. Sıcaklığın avuçlarımdaydı. Kuytu bir sokak arası mıydı?. Yoksa aşıklar yoluna girişte miydi? Bir tek gözlerin kalmış belleğimde. Bir de kuşların bitmeyen şakımaları. Ne de güzel batmıştı güneş. Alaca ışığın alaca karanlığa dönüştüğü an. Akşam güneşinin yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan?. Yoksa alaca ışığın alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli. Bahar mı kokuyordu saçların. Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? İşte böyle sevgili. Ben şimdi senden uzak. Seni sayıklıyorum. Ellerini tutabilsem yeniden. Yüzüme dokunsa saç tellerin. Ama ne gezer!. Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin. Aniden yok oluyorsun düşlerimden. Ellerim boşta kalıyor. Hem anamın hıçkırığı niye. Uzattığım ellerimi tutsa ya! Ateşler içindeyim. Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda.


Gurbet elde baş yastığa gelende
Gayet yaman olur işi garibin
Gelen olmaz giden olmaz yanına
Bir çalıdır mezar taşı garibin.

Bir çalının dibine gömüyorlar Memet'i. Söylenecek sözleri sevgiliye anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş... Sevenleri varmış... Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele kimini yele verir. Memet'i de Revan'da vebayla yakalıyor. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde!. Artık bir çalıdır mezar taşı Memet'in!. Bir tek Memet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılıyor. Sahipsiz mezar oluyor Revan ' da. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Analar bacılar sevgililer oğullar eşler... Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar ilk rastladığına soruyor. ''Oğlum Memet'im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı''. Sen sen ol da gel yanıtla. "İlkin kusma başladı. Sonra da bir ateş. En son sayıklama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi gün dayandı Memet. Sonra... Sonra bir çalının dibine gömdük onu''. Gel de söyle bunu. Söyleyebil!. Hem de anasına... O ana deli olup dağlara düşmez mi?. Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi?. Kırmızı gülden merhemlik istemez mi?. Karayağızın güzeli oğlunu canından parçayı alıp ***üren ölüme ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü. Ana baba anneanne dede. Hepsi kötü. Dün var olan... Soluyannefes alan; nefes veren. Bir anda yok artık. Yerinde yeller esiyor. Şekli şemali son sözleri yavaş yavaş yok oluyor. Belleklerden siliniyor. Yaşlı ölümü neyse ne! ''Öldü de kurtuldu" diyor insan. Ya gencecik ölümler. Muradı gözünde gidenler. Anadır alıyor veriyor. veriyor alıyor. Oluru yok. Diline kırmızı gülleri doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Olmuyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O'nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül dilinde ''Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan'da balam kaldı. Yavrum kaldı''... diye diye haykırdığını söylediler.

Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alamet
Balam nenni yavrum nenni
Gitti gelmez ol muhannet
Şol Revan'da balam kaldı
Yavrum kaldı
Balam nenni

Kırmızı gül her dem olmaz
Yaralara merhem olmaz
Balam nenni
Yavrum nenni

Ol tabipten derman gelmez
Şol Revan ' da balam kaldı
Yavrum kaldı
Balam nenni.

Kırmızı gülün hazanı
Ağaçlar döker gazalı
Karayağızın güzeli
Şol Revan ' da balam kaldı
Yavrum kaldı



Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 2
İstanbul 2001
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Kesik Çayır Biçilir Mi?
Meram bağları Meram çayırları tanıktır böylesi yiğit her anaya kısmet olmaz. İnadına mertti inadına yiğit inadına yağızdı.

Konya'nın valisi o yıl Meram'da otururdu hep. Meram o zamanlar da en saygıdeğer yeriydi şehrin Mevlevi dedeleri Meram'daydı çelebiler hepten Meram'daydı. Ve Vali paşanın yâveri genç yâveri Meram'dan çok az inerdi Konya'ya. Bütün oralar bu genç adamı o da bütün oraları tanırdı iyi tanırdı.

Yâver fesini sola doğru devirdi. Güz demiydi. Serindi ama o yanıyordu. Korkmuyordu. Oysa Kocamış bir gece yollara düşmüştü "Dutlu"dan Meram'a doğru akşam namazından sonra. Korkmuyordu.

"Sırtıma sepken yağıyor."
"Yanuben yorgun gelirim."

demiş elin oğlu zamanında. Yâver işte bu hâl idi. Konya severdi bu delikanlıyı; O da Konya'yı. Ama Konya'dan daha çok sevdiği bir şey bir kişi bir hatun kişi vardı. Meram'a ilk zamanlar sık gelirdi. Aslı Konaya'lı değildi.

Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Düşünün Allah etmesin dile düşerlerse ötesi yoktu bu işin. Allah etmesin dile düşerlerse Musalla mezarlığında selviler hüzzam makamından bir şarkıyla başlayıverirlerdi. Allah etmesin gençti. Konya'nın delikanlısı zaten pek hayır okumuyordu adının üstüne. Allah etmesin. Ama yine de kotkmuyordu işte.

Sevdiceği bir Mevlevî çelebisinin kızıydı. Gelirken- giderken bir şeyler olmuştu. Bir şeyler olmuştu çünkü. Loraslarından kalkan ebabil kuşları kanatlarında "Günaydınlar" getirdilerdi bir gün. Ebabil kuşlarının gözleri kahverengiydi sol ellerinin üstünde bir "Ben" vardı ebabil kuşlarının.

Bu gece onunla buluşacaktı. İlk buluşmaları değildi bu şüphesiz. Ama Meram'ın o ördekbaşı ve şili çayırları o "incecik" çayırları tanık olsun ki en mutlusuna gidiyordu buluşmalarının.

Yâver fesini sol yana devirdi ve bıyıklarını burdu. Eli-ayağı yanıyor gibiydi. Kerpiç duvarı aşmıya çalıştı. Ceketi tozlandı aldırmadı hemen şöyle silkiverdi eliyle ince çayırlar ayağına dolaştılar aldırmadı.

Çelebi kızı Zerdalinin altına vardı. Gözleri apaydınlıktı kahverengiydi.
Yâver yanına gelince oturuverirdi çayırların üstüne. Yâver o cesaretsiz elleriyle çelebi kızın elini tutacak olduedemedi. Oturdu.

Konya pul pul dirildi gözbebeklerine. Yalnız Konya değil dünyalar onundu. Anasını hatırladı bir zaman sonra memleketini hatırladı sonra kalkıp gitmek istedi niye istedi bilmem gidemedi.Oturdu.

Derken efendim sekiz iklimden ipil ipil bir batı rüzgarının seranadı başladı. Kız konuşuyordu. Çelebi kızı. Derken efendim Dere tarafından bir bülbülü vurdular ne hacetti kız konuşuyordu yâver öldü öldü dirildi.

Konuştular. Kızın elleri yâverin ellerinde serindi. Uzun uzun konuştular. Aşktı bu dost. Sevgiydi. Ne Konya vardı önlerinde ne zerdali ağaçları Ne Meram ne paşa ne çayırlar ve ne de sekiz taraflarından sekiz kara binayla onları gözetleyen sekiz Konya uşağı.

Derken efendim yâver "Haydi hoşçakalasız" diyecekti diyemedi. Derken efendim sekiz karabina sekiz kurşun kuştu yâverin suratına. Derken efendim yâver "gidem" dedi gidemedi. Önce sallandı sağ ayağının üzerinde üç kez. Sonra sa yanına devrildi. Kıpırdayamadı bile. Sekiz Konya delikanlısı için sanki bir şey olmamıştı. Dere yöresine doğru "Konyalı" yı çağıraraktan yürüdüler.

Sabah yakındı. Çelebi kızı ölü sevgilinin üstüne eğildi. Öylece kaldı.
Gün ışığında ölü yâveri ve çelebi kızını "incecik" çayırların üstünde buldular.
Paşa vali paşa yâverin anasına yanık künyesini gönderdi yarıntesi günü.

"İnce çayır biçilir mi
Sular ayaz içilir mi
Bana yardan vaz geç derler
Yâr tat'lolur geçilir mi"

Sonra arkasından mezar taşı olsun garibin diye bu türküyü yakıverdiler. "İnce çayır biçilir mi?" Biçtiler bile.

"Aman ben yandım paşam ben yandım
Ellerin köyünde vuruldum kaldım."



Kaynak:
Kamil UĞURLU
Bir Konya Türküsünün Doğuş Hikayesi
Türk Folklor Araştırmaları-Kasım 1963
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Hem Okudum Hemi de Yazdım
Hem Okudum Hemi de Yazdım

Hem okudum hemi de yazdım
Yalan dünya senden bezdim
Dağlar koyağını gezdim
Yiten yavru bulunur mu

Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı ırmakların kaynağı yaylaların çimeniovaların çiçeği hiç bir şey hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama ağlamak döğünmek türkülere sığınmak da insanların kendi elinde.

Türkümüze öykü olan olay 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey geniş omuzlukaytan bıyıklı iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısınısevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun upuzun saçlar tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi kafa yapısıağzı sana benziyor gerisi bana" Mehmet Bey: "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde.

Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak karanlık çökmeden tutarız Çorum'u.

Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor öpüyorbağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor demeye kalmadan silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi atlarınızı da bırakıp koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup parasını silahını atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında.

Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca anasını karısını hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor yankılanıyor.


Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler 3
İstanbul 2002
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Hekimoğlu
Hekimoğlu

Hekimoğlu derler benim de aslıma
Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
Konaklar yaptırdım döşetemedim.
Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi

Çiftlice Muhtarı puşttur pezevenk
Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
Hekimoğlu derler bir ufak uşak
Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek

Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.

Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki bu kız Gürcü Beyini sevmemekte Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu dostlukla arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır.

İşte Bey iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu gözüpek mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri buluşma yerine varır varmaz sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.

Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.

Hekimoğlu artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey
kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler.

Hatta bir defasında Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.

Hekimoğlu kaçmaya kaçıyor ama Beyin iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar Hekimoğlu'ndan yana görünüyor oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla

işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu Muhtarın <<puştluğu>> yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle <<yaman cenk>> olur orada.

Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
1-Hekimoğlu çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.

2 -Atına atlıyor elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya
kadar geliyor ve burada ölüyor.

Hekimoğlu tipik bir <<erdemli başkaldırıcı>> örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu onları ezen varsılların düşmanıdır.

Hekimoğlu denince hemen akla gelen bir özelliği de <<aynalı martini>> dir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynalı martin>> in özelliği şudur. Hekimoğlu özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak gözünün kamaşmasına dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.
Bu yüzden Hekimoğlu'nun adı Hekimoğlu'nun adı <<aynalı martin>>le özdeşleşmiştir.



Kaynak:
Mehmet Bayrak
Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri
Yorum Yayınları Ankara 1985
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Hastane Önünde İncir Ağacı
Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez. İstanbul'da kalır.


HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI

Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabib geliyo zehirden acı

Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze

Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Gökte Uçan Huma Kuşu
Gökte uçan huma kuşu
Ne bilir dalın kıymatın
Gargayı kondurman dala
Ne bilir gülün kıymatın

Çift sürüp ekin ekmeyen
Meydana sofra dökmeyen
Arının kahrın çekmeyen
Ne bilir kıymatın

Mencilisten söz atanlar
Gerçeğe yalan katanlar
Sonra beyliğe yetenler
Ne bilir elin kıymatın

Evvel zaman içinde kalbur sarat içinde deve tellallık ederken sıçan berberlik ederken Irışvan oğlu derler bir bey varmış. Bunun da Kınalı hatun adında bir evladı (bacısı) varmış başka kimsesi yokmuş. Kapısında da bir Öksüz Yakup adında bir kölesi varmış. Köleyle kız arayı tutturmuş. Irışvan oğlu avdan gelirimişbakmışkine bir de kız. Orda sevişirlermiş. Irışvan oğlu da gelirken üstlerine geliyor. Irışvan oğlu onları görüyor. Irışvan oğlu diyor ki: Ulan ben bunların ikisini de öldürsem katil olurum. Ben bu kızı başka birine veririm. Bu kölenin de hiç hatırına dokunmam. Gelen düğürcülere kıza düğürcü geliyor; diyor ki:
- Bir haftaya kalmadan kızı ***üreceksiniz. Kimseye haber vermeden.
Gün geliyor hafta yetiyor akşamlayın önünde bir bölük davarla birkaç tane avrat bir kısım seğmen kınacı geliyorlar. Fakat bunların kınacı olduğunu ne kız biliyor ne de Öksüz Yakup. Öksüz Yakup gelen misafirlere misafir diyerek kahve pişiriyor. Kahveyi ilettikden sonra
- Sorma icap olmasın teyze nereye gidiyorsunuz? Hizmetiniz neci? Karı diyor ki:
- Oğlan sen buralı değil misin yoksa? Biz Kınalı hatuna kınacı geldik. Öksüz Yakubun fincanlar ellerinden dökülüyor. Gözlerinden yaş akıyor.
- Bundan sonra diyor dünya bana haram oldu. Başımı alayım gideyim

Oradan gidiyor. Ağlaya ağlaya gidiyor ordan. Karşısından bir çerçi geliyor. Çerçi düğün evine öteberi satmak için gidiyor. Bakıyor ki Öksüz Yakup ağlayarak gidiyor.
- Arkadaş başındaki hal neci? Ne diye ağlıyorsun? diyor.
- Arkadaş diyor derdime derman değilsin yarama merhem değilsin git sen düğünde üzümünü satdiyor.
Çerçi diyor ki:
- Arkadaş insan insana para vermez amma akıl verir.
Belki derdine derman olurum. Başındaki hali söyle diyor. Öyle deyince Öksüz Yakup diyor ki:
- Arkadaş Irışvan oğlunun bacısı Kınalı hatunla aram iyiydi. Şimdi kardaşı başka yere vermiş. Kınacısı geldiyarın gelin gidecek. Ben ağlamayım da kim ağlasın. Çerçi diyor ki:
- Sen bir kavil yeri ver. Ben kıza söyleyim çıkar mı çıkmaz mı? Öksüz Yakup diyor ki:
- Evvelki kavlinin üstünde ise ben pınarın başındayım oraya gelsin. Kendi bilir.
Çerçi gidiyor. Düğüne varıyor. Yüklerini indiriyor Öteberisini sattıktan bir müddet sonra Irışvan oğlunun meclisine varıyor: Başındaki meclise diyor ki:
- Ben mangır satacağım. Mangır satan türkü çağırmanın cezasından kurtulur. Türkü çağırmayanlar ya çerçiden çeyrez alıp yedirecek yok olmazsa kapıya çıkıp it gibi ürecek.
Mangır satıldıktan sonra herkez türküye başlıyor. O çağırıp bu çağırırken çerçiye varıp dayanıyor. Çerçiye diyorlar ki:
- De bakayım sende Türkü çağıracaksın.
- Ben türkü bilmem diyor.
- Türkü bilmezsen; öteberini getir dök şuraya millet yesin.
- Ben diyor öteberimi yedirirsem sermayemdir. Çoeuklarım aç kalır
- Öyle ise kapıya çık it gibi ür diyorlar.
- Bunu da yapamam diyor. Türkü çağırmaz adam olmaz amma ihtimal bir kerpiç ayaklarım. Mecliste kızan olur belki.
Irışvan oğlu diyor ki:
- Yiğide söylerler türkü. Kötüye söylerler. Gözele de söylerler diyor. Eğer bana türkü söyledilerse benim türküm olsa bile yiğidisem yiğitliğimi bilirim. Kötülüğüme söyledilerise kötülüğümü bilirim. Gözele söylediler ise darılan kuşağını gevşesin diyor. Reyinde hürsün diyor.
Çerçi türküyü alıyor:

Şimdi ağ ellere kına yakılır
İnce bele Tarabulus dökülür
Eski nala acar mıhı çakılır
Dostun sana selamı var Kınalı

Yetdi mo'la Şâm elinin hurması
Gitti m'ola âla gözün sürmesi
Mısırın Bağdadın telli turnası
Dostun sana selâmı var Kınalı

Açıldı mı bağçamızın gülleri
Uzun olur Siveyişin yolları
Şimdi alard adard değner yolları
Dostun sana selamı var Kınalı

Çerçi Yusuf der de oldum şivara
Ulunun işini mevlam onara
Öksüz Yakup gördüm ağlar pınara
Dostun sana selamı var Kınalı

Bu türküyü söyleyişin Irışvan oğlu kalbinden ağrı dedi ki: Yörü Öksüz Yakup bunu böyle diyeceğini bilemidi seni kılıcınan parçalardım dedi.
Çerçiye dedi ki:
- Sen nerelisin?
Çerçi yerini doğru söylemedi. Ben Antepliyim dedi.
Fakat çağırılan türküye kız öteki çadırdan ağrı türküyü iyice dinledi. O demde kınasını yakmaya başlayacılarımış.
Kız dedi ki:
- Teyzem; bizim usulumuz kına suyumuzu elimizle getiririk. Ben eliminen özerim. Ondan sonra siz kınanızı yakarsınız.
Kınacı gelen karılar:
- Kınalı hatun o sizin bileceğiniz iş. Bizim adetimiz böyle değil amma böyle olsun diyorlar.

Kız helkeleri alıyor. Pınara varıyor ki Öksüz Yakup pınarın başında ağlıyor.
- Ağlamanın sırası geçti. Ocağın bata durma diyor. Ordan helkeleri iç içine oraya koyuyor. Öndüç almış un gibi tozuyorlar. Onlar kaçmakta olsun çerçinin kulağı kızın çadırında oluyor Oradaki kadınlar diyor ki:
- Yahu bunların suyu uzak mıymış bayraktarlar gidin de yoklayın o da kaçıyor. Bayraktarlar varıyorlar ki pınara helkeler pınarın başında kız yok. Geliyorlar kız yok diyorlar.
Avratlar diyor ki:
- Irışvan oğluna diyek mi? diye telaşlanıyorlar.
- Yaşlıca kadının biri diyor ki:
- Nasıl olsa duyacak. Ben varır derim.
- Irışvan oğlunun yanına varıyor.
- Beyim diyor usulumuzda kına suyunu bizim elimizinen getiririk kınamızı yakarsınız diye bacın bizi atlattı. Şimdi helkeleri pınarın başında bulduk kız kaçmış diyor.
Irışvan oğlu öfkelenerek;
- Şu çerçiyi bana çağırın diyor.
Bakıyorlar ki çerçi de kaçmış. Öksüz Yakubu da aratıyor onu da bulamıyor. Kızın kaçtığına hükmediyor. Gelen kınacılar savuşup gidiyorlar.
Gelelim Kınalı hatunla Öksüz Yakuba. Ordan kaçıp Antebe geliyorlar. Irışvan oğlunun hududunu çıkıyorlar. Antepte bir mağaraya yerleşiyorlar. Öksüz Yakup günde bir şelek odun getirip satıp ekmek alıp mağarada it dirliğinde bey gibi geçiniyorlar. Aradan altı ay geçtikten sonra Kınalı hatun hamilli oluyor. Öksüz Yakup ölüyor. Kınalı hatun da onun bunun ekmeğini pişiriyor bir bazlama alıp onunla idare oluyor. Günün birinde vakti geliyor bir kışlık boranlık bir günde çocuk ağrısı tutuyor. Gece çocuk oluyor. Ne bekmez var ne beleyecek çaputu var. Diyor ki:
- Ben bunun babasının adını koymam buna. Nasıl olsa kadersizdir. Böyle kışlık boranlık bir günde oldu. Ben bunun adını "Boran" vururum diyor.
Sabahtan oluyor komşularından hayır sahipleri bir garip diye kimi çaput veriyor kimisi de pekmez. Hayrına herkes elinden gelen yardımı yapıyor. Aradan günler geçip Boran beş altı yaşına basıyor. Anası Kınalı hatun da ölüyor. Çocuğun ağıdına komşular toplanıyor geliyorlar ki anası ölmüş. Herkes hayrına yuyup kaldırmak istiyorlar. Cebinden bir kağıt çıkıyor. "Ben Irışvan oğlunun bacısı Kınalı hatunum. Bu kağıtla kardaşıma haber verin" diyor.

Irışvan oğlunun bacısı olduğunu bilişin halk bunu şanınan şöhretinen gömüyorlar. Irışvan oğluna da kağıt yazıyorlar: "Bacın buraya gelmiş cebinden bir kağıt çıktı. Senin bacın olduğunu bildik. Şimdi de Boran namında bir çocuğu kaldı."
Irışvan oğlu diyor ki:
- Bu çocuğu bana kim getirirse ona bir dünyalık veririm diyor. Çocuğu da bir kimse Antep'ten ***üremiyorlar. Onun bunun danasını güderek on
- Ben giderim şu kıza hem görürüm kendi elden bir deve alıyor ben de kendinden bir bahşiş alırımdiyor. Giderken bir kahveye varıyor. Kimi deveyi vermiş kızın yanından çıkmış kimi de kızı deve ile görmeye gelmişler. Kahvede bunun lafı ile günleri geçiyor. Boran kahveye dıkılışın kahveci bunun yakasından tuttu.
- Bura senin yerin değil diye geri kovdu. Baktı ki Boranın elinde bir damdıra var. Efendiler bu adamın damdırası varmış. Aşıklığı varısa getirin türkü söyledin dedi.
O adamlar da geri bağırdılar sandalye gösterdiler bir kahve söylediler.
- De bakayım çocuk şu damdıranı çal dediler.
Boran damdırasına düzen verdi. Biraz çaldıktan sonra:
- Türkü de çağır dediler.
- Türkü çağırırım amma; belki kerpiç ayaklarım da durduğum yerde beni döğersiniz.
Orada bulunan adamların birisi dedi ki:
- Beğendiğin kadar çal. Seni kim döğecek olursa onun belasını ben veririm. Darılan kuşağını gevşetsin dedi.
Aldı bakayım Boran ne dedi:

Göğde uçan huma kuşu
Ne bilir dalın kıymatın
Kargayı dala kondurman
Ne bilir elin kıymatın

Kahvelerde laf atanlar
Gerçeğe yalan katanlar
Sonra beyliğe yetenler
Ne bilir gülün kıymatın

Çift sürüp bider ekmeyen
Meydana sofra dökmeyen
Arıya hizmet etmeyen
Ne bilir balın kıymatın

Bunu diyen Deli Boran
Küçükcekten yetim kalan
Bir görmeye deve veren
Ne bilir malın kıymatın

Bunu türküyü söyleyince kahvedeki bulunanların:
- Bu türküyü bize söylüyor diye bazıları zıgardılar. Kendine evvel söz veren dedi ki:
- Arkadaş bu adam doğrusunu söyledi. Bir deve üç senede meydana geliyor. Bunu bir saat konuşmak için verenlerin birisi de bensem
Çıkardı bu adam Boran'a hem birkaç lira bahşiş verdi. Kahveciye de dedi ki:
- Gidip şu adamın sırtına bir kat elbise yaptıracaksın diye parasını verdi. Boran elbiseyi giydikten sonra o adam dedi ki: - Ulan aşıklığın varmış. Şu kızın yanına git dedi.
- Boran dedi ki:
- Benim deve değil bir tavuğum bile yok. Kız beni yanına iletir mi?
- O da dedi ki:
- Aşığım diyerek çık. Eğer çıkartmazsa zaten ben bu kızı görmekten vazgeçmiştim. O bir deveyi sana vereceğim sen git gör dedi.
Boran damdırasını koltuğuna çaldı kızın kapısına vardı. Kızın yanına çıkmak istedi ise de kapısındaki kapıcılar kızın yanına salmadılar. Boran dedi ki:
- Ben aşığım. ben de varıp Küpeli hatundan bir bahşiş alacağım.
- Kıza haber verdiler. Kız dedi ki:
- Gerekliği yok. Aşıklar saprak olur dedi.
- Yanındaki cariyeleri kıza yalvardılar:
- Ne var ablam gelsin de aşıkmış bir türkü söyletek. Sende hiç görünme
Borana müsaade ettiler. Yukarı çıktı. Baktı ki ne görsün. Kırk tane kız var. Hepsinin de kulağı küpeli.
- Ulan bunların hangisi Küpeli hatun imiş diye baktı ki hiç bir işe yararı yok. Ulan ben bunlara deve degil bir tavuk bile vermem. Görmeye gelenler meğer hep eşekmiş.
O demde kızlar başına toplandı:
- Aşığım bir türkü söyle de dinliyelim dediler. - Kızlar benim başıma çok toplanman dedi. Benim kafamın bir tutalgası var dedi. Çok kalabalığı sevmem. Sonra tutalgam tutarsa damdıranın çömleği ile üç dört tanenizin kafasını parçalarım dedi.
Kızlar dedi ki:
- Amaaan cinliymiş yaklaşmıyalım dediler.
Uzaktan ağrı yalvarmaya başladılar. Aldı bakalım Boran ne dedi kızlara:

Gökten biraz suna inmiş
Şu Antebin arasına
Ben dostumu göremedim
Ağlar amma çaresi ne

Suları da balkan gözlü
Gözelleri şirin sözlü
Merhem eylen kömür gözlü
Şu şinemin yarasına

Suları çağlayıp akar
Gözleri hep ona bakar
Mor menekşe bir hoş kokar
Şu kızların arasına

Deli Boran der de noldu
Ala göz kan yaşınan doldu
Korkuyorum engel girdi
Şu kızların arasına

Küpeli hatun bunu duyunca engel lafını duyunca:
- Zaten aşıklar saprak olur dedimidi. Bu engel ne imiş diye perdeyi kaldırdı. Boranın gözü gözüne ras gitti. Boranın aklı bokuna karışıp bayıngın düştü. Birazdan ayıktı ki kızlar yüzüne su serpmişler.
- Bire aşık sana noldu? dediler.
- Demedim miydi; kızlar başımın tutalgası var diye? Bereket versin ki bayılmışım. Delirsemidi bu odayı başınıza dar getirirdim.
- Aşığım bir türkü daha söyle diye mihnet ettiler. Fakat Boranın düş mü idi hayal mı idi ne olduğunu bilmedi içerisine bir ateş düştü. Aldı bakalım ne dedi.

Gökyüzünde öten olsam
Yeryüzünde biten olsam
Uçu telli keten olsam
Yar başına atsa beni

Un elediği elek olsam
Tepelediği yolak olsam
Ucu telli yelek olsam
Yar döşüne giyse beni

Gökyüzünde turna olsam
Yer yüzünde hurma olsam
Bir çekimlik sürme olsam
Yar gözüne çekse beni

Kapısında inek olsam
Tu çalıp da sağsa beni
Tepek vursam südü döksem
Yumruğunan döğse beni

Nolsa Deli Boran nolsa
Gözeller meydana gelse
Küpeli pehlivan olsa
Güreşsek de yıksa beni

Dedi kesti. O demde kız dedi ki:
- ******lar ben aşıklar saprak olur demedim miydi?
- ****** edin de gitsin dedi.
Boran dedi ki:
- Hatun sen elden deve alıyordun. Ben de aşığım.
- Bahşişimi ver gideyim dedi.
Bir avuç dört altın verdiler Borana. Boran dedi ki:
- Ben gitmeye gelmedim. Beri Küpeli hatunu yüze yüz görmeyince katiyyen gitmem dedi.
O demde kız:
- Durdurman ****** edin şunu dedi.
- Boran dedi ki:
- Damdıranın çölmeğini çevirirsem bu odayı başınıza dar getiririm dedi. Ben Küpeli hatunu gelip yüze yüz görmezsem benim burdan ölüm çıkar
Küpeli hatun buna öfkelendi. Kalktı bunun yanına geldi.
- Yel kayadan ne anlar daha eyi bak dedi. Neci senin maksadın dedi.
Boran dedi ki:
- Böyle fırsat ele geçmez dedi. Kızın yüzüne hacamat gibi sarıldı. Başındaki olan cariyelerin hepsi geldiler başına toplantlılar. Boranın kimi burnunu tuttu; kimi avurduna parmağını soktu. Zorla ayırdılar. Boran damdırayı eline aldı kahveye doğru yürüdü. Cariyelerin akıllıcasının biri baktı ki ablasının yüzü kapkara olmuş. Dedi ki:
- Küpeli hatun dedi yüzüyün biri kâpkara biri apbağı... Seni görmiye gelenler bundan hile keşfederler.
- Aman kızlar bunun çaresi ne dedi Küpeli. O cariye kızların akıllıcası:
- Abla bunun çaresi öte yüzden de öptür dedi. Boranı geri çağırdılar
Boran dedi ki:
- Benim orda işim yok.
Yalvar yakar Boranı geri getirdiler.
Küpeli hatun:
- Kusura bakma aşığım. Sazı bağlayana çözdürürler.
- Benim şu yüzümden de öp dedi.
Boran dedi ki:
- Benim dalgam bir gelir bir gider. Sen degil Hürü kızı olsan öpmem; dedi.
Kızlar bunun başına çoktular. Kimisi kulaklarındarı tuttu. Fıkara kız getirdi Boranın ağzına yüzünü sürdü. Boran fırsat buldu hacamat gibi o yüzden de yapıştı.
Kızdan ayırılınca Küpeli kimseye deme diye buna bir avuç dört altın daha verdi. Boran ordan çıktı. Arkadaşlarının yanına geldi. Kendine elbise yaptıran ağası:
- De bakalım Boran oradaki yaptığın işleri bir türküyle söyle.
- Aldı Boran bakalım ne dedi:

Gene bulandı da yüzü havanın
Şahan gezer sulağında turnanın
Top kara perçemli güzel sevenin
Can cefa ***ürmez hey kara gözlüm

Güzeli sevmesin ne bilir ahmak
Sevip sevip de cemaline bakmak.
Fırsatın düşürüp yanaktan öpmek
Can cefa ***ürmez kız kömür gözlüm

Beni del'eyledi kaşınan gözler
Taramış zülfünü gerdana düzler
Kehribar dudak da balaban yüzler
Yüzünü yüzüne şiir kömür gözlüm

Der ki Deli Boran da aslın soyusa
Belin ince ise usul boyusa
Aşığa verdiğin bahşiş buyusa
Vallahi billahi az kömür gözlüm

Kız bunu duyunca:
- Amanın kızlar şu aşık bizi halka malamat etmesin.
Bir avuç dört altın daha ***ürdüler. Boranın içine bir ateş düştü. İsterse dünyayı verseler gözünde fiske kadar yok. Kızın yanına çıkmaya da imkan yok. Kendiliğinden bir kurnazlık düşündü. Gider ben dayımı bulurum. Dayıma nişanlıyım diyerek dayımı kandırırım. Bu kızı almaya çabalarım. Oradan şehrin içine doğru düşüne düşüne yürüdü. Baktı ki ihtiyar bir kahveci var. Varayım hem şurdan bir kahve içeyim hem dayımı belki bilirşundan sorayım dedi. Kahveye vardı.
- Emmi bana bir kahve yap bakalım dedi.
Kahveci kahve getirdi. Boran kahveyi içtikten sonra çıkatdi bir kırmızı lira verdi. Kahveci dedi ki;
-Oğlum ben bunu bozamam. Benim kahvemin sermayesi bir lira yok
- Boran dedi ki:
- Emmim benim kahveye verecek başka param yok mu? Gönlümden o koptu. Onu verdim dedi. Sen bize bir kahve daha yap dedi.
Kahveci kahveyi yaparken:
- Oğlum sen bir haneden evladı görünüyorsun dedi.
- Kimlerdensin dedi.
- Babamı bildiğim yok dedi. Fakat anam Irışvan oğlunun bacısı imiş.
- Kahveci buna dedi ki:
- Ulan sen Irışvan oğlunun yiğenisin de koltuğu damdıralı buralarda ne geziyon dedi.
Boran dedi ki:
- Emmi; ben de dayıma gitmek istiyordum amma; nerde olduğunu bilmiyorum. Ve de öldürür diye de korkuyorum.
Kahveci dedi ki:
- O adam seni çok aradı. Senden başka hiç bir mirasçısı yok o adamın. Sana bir de kağıt yazayım bu kağıdı da ver. Irışvan oğlu benim bahşişimi verir. Boran kahveyi gene içti. Bir lira daha çıkardı verdi. Allahaısmarladık eyledi. Kağıdı koynuna koydu yola düştü. Az gitti uz gitti dere tepe düz gitti günün birinde Irışvan oğlunu buldu. Düğnük evine vardı ki dayısı orda oturuyor. Başında yüz yüz elli çadırlı aşireti ile sohbet ediyorlar. Boran da vardı meclise oturdu. Irışvan oğlu kafasını kaldırdı. - E bire gençler iki türkü çağırın da dinliyelim dedi.
Meclistekiler ben bilmem ben bilmem diye biribirinin karaltısına sokulmaya başladılar. O demde birisi Boranın sazına dokundu.
- Aman beyim burda bir aşık var dediler.
Irışvan oğlu yanına çağırdı Boranı. Baktı ki ufacık tefecik genç bir çocuk. Bunu yanına oturtturdu.
- De bakayım oğlum iki türkü söyle dedi.
- Aldı bakalım Boran ne dedi:

Nazlı dostum selam salmış gel diye
Ara yerde engellerim var diye
Açtı ak göğsünü bana em diye
Emdiğim aklıma düştü efendim

Nazlı dostum selam salmış gelmesin
Ara yerde engelleri duymasın
Eliminen ak göğsünün düğmesin
Çözdüğüm aklıma düştü efendim

Metini de Deli Boran metini
Ne vereyim Küpelinin metini
Ak bilekli samur kürklü hatunu
Nişanlımı vermediler efendim

Bunun adını Boran deyince:
- Ulan sen nasıl Boransın? Anayın adı neci? Babayın adı neci? Bana de meclise döndü:
- Arkadaşlar bu işte bizim kaçan kancığın oğlu Boran bu işte dedi. Benim bundan başka hiç bir mirasçım yok dedi. Buna hörmet eden bana da eder dedi. Borana dedi ki: Senin türkünden ben bir şey anlamadım. Ne ise şu türkünün manasını bana de dedi.
Boran dedi ki;
- Babamın öldüğünde anamın karnında imişim. Benim olduğum gece komşumuzun bir de kızı olmuş. Anam beşik kertme nişanlım eylemiş. Sonca anam da öldü. Ben elin arasında kaldım. Kız da çok zengin oldu. Şimdi vermiyorlar efendim dedi.
Irışvan oğlu dedi ki:
- Oğlum onun için hiç merak etme. Onu eğer para ile ise terazinin bir gözüne kızlarını koysunlar bir gözünü de para ile tartar alırım.
Boran dedi ki:
- Vallahi parayla vereceklerini bilmiyorum.
- Irışvan oğlunun bölük kabadayısı:
- Beyefendi biz elin parasını yerken biz paramızı mı yedirelim. Bana üç yüz atlı ver ben gider basar alır gelirim.
Peki dedi. Baskın davulunu çaldırmaya başladılar. Atlılar toplandı. Bölük kabadayısı bunların içinden birem birem üç yüz kişi seçti. Irışvan oğlu kendi atını çektirdi Borana.
- Buna da sen bin dedi.
Atlılar değnek oynaya oynaya yola düştüler. Antebin kenarına gelince kız bunların kalabalığını gördü.
- Gene bize deveyinen görmiye gelenler var dedi.
Süslendi püslendi. Zülüfünü tarayıp kendi kendine bir çekidüzen verdi. O deme atlılar yetişti. Borana:
- Hangi evde diye sordular. Boran da:
- Şu evin içinde arasında perde var dedi.
Kılıcını çeken evin üstüne yürüdü. Milletin haberi öldüm olacağım deyinceye kadar kızı çıkardılar. Bir ata bindirip yola düştüler. Arkadan varan millete kimisi dönüp harbetti. Böyle böyle Irışvan oğlunun hududuna gelince atlılar yığıldı kaldı Irışvan oğluna gelin geliyor diye müjdeci gitti. Gelin bir tarafında Deli Boran bir tarafında da bölük kabadayısı ikisinin arasında gidiyorlar. Kız şöyle baktı ki bir yanında bir babayiğit var ki hiç görülmüş kişilerden değil. Öte yandakine baktı ki memleketlerindeki tanıdığı Boran.
Dedi ki:
- Yarabbi eğer beri bu babayiğide gidiyorsam Boran da bunların köylüsünden ise bu adam beni öptüydü. Şimdi halka malamat olurum. Eğer Borana gidiyorsam ne ise kaderimi çekerim. Böyle derken bölük kabadayısı da uşak bizim ***ürdüğümüz kız nasıl ola nasıl görürüm kızın yüzünü açıverdi ki buluttan ay çıkmış gibi. Oğlan o tekli bunu böyle görünce aklı bokuna karıştı. Atın boynunu kucaklayıp aşağı düşmedi. Dedi ki aklından: Boran ben bunu sana yedirirsem bu babayiğitlik bana haram olsun dedi. O demde Irışvan oğlu da karşıladı. Bir çadıra gelini indirdiler. Düğünler kuruldu. Çalıp çığrıldıktan sonra gerdek gecesi müsaade istemiş de vardı. Dayısı dedi ki:
- Yürü yiğenim. Sana üç gün müsaade. Üç günden sonra gel. Arkadaşlarınla görüş tanış konuş akşamleyin çadırına git dedi.
Deli Boran dayısının elini öperek çadıra doğru yürüdü. Bölük kabadayısı dedi ki:
- Dayıyın evladı olmadığından vicdanı kısa dedi. Üç gün müsaade de ben alım dedi. Git altı günden sonra gel dedi.
Çok memnun oldu. Bölük kabadayasına:
- Sağ ol dedi.
Çadıra vardı. Üç gün kaldı. Üç gün sonra bölük kabadayısı Irışvan oğlunun yanına geldi. Konuştular. Konuştuktan sonra kalmak istedi. Irışvan oğlu dedi ki:
- E bire bölük kabadayısı gitme. Boran da gelecek bir iki türkü söyletip de dinliyelim dedi.
Bölük kabadayısı güldü:
- Eğer Boran o gelinin yanından üç günde dört günde çıkarsa ben sana ne istersen veririm dedi.
Irışvan oğlu dediki:
- Eğer Boran bugün gelmezse sen de ne istiyorsan; ben de veririm dedi. Bunlar bir katar deveye bahsettiler. Beklediler. Akşam oldu Boran gelmedi. Sabahtan oldu gene bahsettiler gene gelmedi. Üçüncü gün gene bahsettiler gene gelmeyince Irışvan oğlu dedi ki:
- Zaten bunun anasında meymenet yoktu ki danasında olsun. Bugün cellatları çağırın Boranın boynunu vurduracağım dedi.
Meğer bunların bir yere baskın ederlerse davul döğdürmek adetleri imiş. Adam öldürürken de gene davul döğdürürlerimiş. Boranın altı günü yetince dayısının yanına yürüdü.
Gelirken yolda bir adamcağız ras gelip:
- Ulan nereye gidiyorsun serseri dedi. Dayın seni öldürecek dedi. Boran:
- Ne diye kadan alayım? diye şaşmaya başladı.
- Öteki adam dedi ki:
- Yavrum aman beyler diyeceğine sapa dağlar demen yeğ dedi.
Boran çadıra da dönmeden eğile eğile kaçtı. Gül tepesi derler bir dağa yerleşti. Ay geçti yıl geçti Irışvan oğlu hiç bir yerden bir haber alamadı. Fakat kızın feryadından hiç duramıyordu.
Dedi ki:
- Seni baban evine göndereyim dedi.
- Küpeli hatun dedi ki:
-Borandan haber olmayınca ölürsem gene gitmem dedi.
Irışvan oğlu bunu duyunca kızın çadırını kendi çadırına kazığa kazık bağladı. Boran bu düstur ile yedi sene gezdi. Açık çıplak. Sırtta pırtı kalmadı. Her yeri ayı malağına döndü. Kıllandı. Fakat elindeki sazda da bir tek tel kalmış. Böyle gün geçirirken bir gün arefe günü Irışvan oğlunun serkaplan avcısı varmış bu avcı diyor ki
- El sabahtan kurban kesecek. Bizim kesecek bir şeyimiz yok. Ben de çocuklara bir av vurayım beline bir örme sardı; tüfeğin fellesinin barudunu yeniledi. Gül tepeye doğru gitti. Gül tepeye vardı ki dağın içinde bir pınar var. Başında çok iz var. Oraya bir evsin eyledi. Buraya bir av gelir diye beklemeğe başladı. Dururken öteden bir kıllı mıllı bir şey çıktı beklemeye başladı. Avcı baktı ki insan dese insan değil ayı dese ayı değil. Bu cırtnavul diye hökmeyledi.
- Şu gelsin ellemem buna para bekçisi derlerdi. Şu parayı yokladığı yeri iyice öğreniyim. Ondan sonra bir kurşun sıkayım dedi.
O demde Boran suyun başına geldi. Pınardan bir su içti. Derinden of diye bir iniledi. Elini yüzünü yudu. Gül tepesi denilen başındaki taşın üstüne çıktı. Başladı sazını tın tın ettirmeye
Avcı dedi ki:
- Bu cin olmaya cin ya bu donunu değiştirip duruyor ya... Donunu değiştirmekle beni korkutamaz dedi. Boran durup dururken türküye başladı. Bakalım ne demiş:

Ben de çıktım gül tepeye
Seyir ettim ellerine
Ağbaz ağbaz eller konmuş
Sevdiğimin çöllerine

Ağca cerenin sekişi
Sevdiğimin hub bakışı
Muradın coşkun akışı
Benzer gözüm sellerine

Gülüstanın gülü kokar
Hublar yanağına sokar
Murat derler bir su akar
Güvel konar göllerine

Hocam hocalar hocası
Okudum çıktım hecesi
Bu gün de bayram gecesi
Yar kına yaksın ellerine

Bunu diyen Deli Boran
Sevdiğine meyil veren
Şu işime sebep olan
Duman çöksün yollarına

"Deli Boran" deyince avcının aklına tıpadan düştü. Ayaklarını çıkardı dağa yukarı dırtmanı dırtmanı çıktı. Boranı arkadan ağrı hemen yakaladı.
Boran baktı ki kendini avcı tutmuş: Avcıya:
- Eline ayağına kurban olayım beni koyver dedi. Avcı da dedi ki:
- Ulan vicdansız elin kızı senin için gözlerinden kan döküyor. Dayım da senin için öyle yaslı duruyor.
Boran dedi ki:
- Avcı ben bunlara inanman. Tabii beni öldürmekteki maksadı kendi alacaktı. Öyle ise yedi senedir beri ne Küpeli hatun kaldı ne de Boranın acısı.
Avcı yemin etti.
- Vallahi Küpeli de bir yere gitmedi. Dayın da seni öldürmek emelinde değil. Senin için ah dedikçe tütünü burnundan çıkıyor. Böyle olduktan keri seni ölsen değil çatlasan gene ***ürürüm.
Elini arkasına bağladı. Boğazından da bir örme bağladı. Dedi ki:
- Eğer seni öldürecekse gider görürüm. Senin için buraya yerleşip seni dağda beslerim dedi.
Avcı bunu çekerek evine doğru yürüdü. Halakanın itleri başına çoktular. Bu adam çadırına eletti. Çadırın direğine bunu iyice bağladı Avradına tenbih eyledi:
- Sen bunu kaçırırsan seni öldürürüm dedi.
Avrat fukara korkusundan ne çadırı terkedebiliyordu ne Boranın yanına varabiliyordu. Avcı beyin yanına vardı. Baktı ki Irışvan oğlunun gözlerinden akan yaşlar dolu gibi gidiyor.
- Aman beyefendi hasta mısın? Yoksa bir ağrır yerin mi var? Ne diye ağlıyorsunuz? dedi.
- Yahu avcı dedi ben ağlamayım da kimler ağlasın dedi. Görüyon mu şu elin kara saçlısını çok yok çocuk yok böyle gözyaşı döküyor. Babası evine salıcıyım gitmiyor. Boranın öldüğüne kanaat getirmeyince gitmem diyor. Ne var avcı sen de gezdiğin yerlerde bir adam üleşi bulabilirsen getir. Şu avradı başımızdan defedelimdedi.
Avcı dedi ki:
- Efendim bunu şayet bulsam bunu emelin öldürmek mi?
Irışvan oğlu dedi ki;
- Yahu avcı öldürme değil bu adamı öldürmeyi şuraya koy bundan başka benim mirasçım yok. Bu adam hiç mi değil benim elimin altında terbiye olursa benim yerimi issiz etmez diye umudum var idi. Allah sebebine koymasın dedi. Şimdi elime geçerse bütün servetimi ona vereceğim.
Avcı hiç bir lafa varmadan ordan çıktı. Irışvan oğlu da arkasından:
- Dediğim haa... Dediğim haa... diye çığırdı.
Avcı eve vardı Borana dedi ki:
- Ulan yavrum senin için dayın kan yaş döküyor. O Küpeli hatun da saçlarını yolup ağladıkça yürek böbrek koymuyor Seni ***üreceğim
Boran dedi ki:
- Avcı kadan alayım beni dayım nasıl olsa öldürür. Gel koyver de başımı alayım da gideyim.
- Ulan yavrum seni öldüreceğini bilsem beni dünya malına garkeyleseler seni ***ürmem. Fakat ölmiyeceğine kanaat ettim:
Boranın sırtını başını yüzünü tıraş eyledi. Ayağına şalvarını verdi. Sırtına abasını giydirip bileğinden sıkıca tutarak Irışvan oğlunun yanına getirdi.
- Aha düşmanın aha kılıcın elinle öldür bey dedi.
Irışvan oğlu Boranı görene tekli gözlerinden öpüp:
- Yiğenim bütün servetim senin olsun. Bana hakkını helal et dedi.
Halk Boran tutulmuş diye Irışvan oğlunun çadırının altına geldi.
Dedi ki:
- Yiğenim sana ne sebep oldu da kaçtın? Şu sebebi söyle de ben de anlayım dedi.
- Dayım sazınan mı söyleyim sözünen mi söyleyim dedi.
- Yiğenim eğer sazınan söylersen daha memnun olurum dedi. O demde beğ kalan Irışvan oğlu hiç kimse bir yere kımıldamıyacak diye efendim pınarın başından bir oğlan gidiyor yaşlıca avradın birisine diyor ki: diyor. diyor. bildiğin gibi söyle böyle imiş diyorlar. Bunu duyunca çerçi öteberisini yüklediyor kınamızı ezdikten sonra fakat bilmedik. Altı ay sonra kocası öldü. Beş altı sene sonra da kendi öldükten sonra on iki yaşına değiyor. Bakıyor ki oraya biraz *****lar konmuş. Damdıra çalanlarını görüyor. Varıp onların içine karışıyor. Onlardan damdıra alıyor. Tın mın damdıra çalmayı öğreniyor. Orada bir kız ünleniyor Küpeli hatun namında. Her görmesine bir tülü deve veriyorlar kızın. Boran diyor ki: hakikat mal kıymatını bilmez deliyiz. dediler. dedi. aman Boran geri gel diye. dedi. dedi. Boran derhal çıkardı; dayısının eline kağıdı verdi. Kağıdı okuduktan kerli diye aklından geçirdi. O demde bir kasırga geldi Boran dayısının eline dedi güvendiği adamlardan nöbetçi dikti.
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Ela Gözlü Nazlı Yari
Ela Gözlü Nazlı Yari

Derleyen : Mazlum N. Kılıçkıran

Çıkarttın allan kara bağladın
Yüreğimi aşk oduna dağladın
Bir yar için on beş sene ağladın
Ey Ferrahi gül dedim de gülmedin.

Gönlü yaralı bir ozan Ferrahi. Dediği gibi bir yar uğruna yanıp yakılmakla geçmiş ömrü. 1934 yılında Ceyhan'ın Kıvrık köyünde doğmuş. Asıl adı Mehmet Ali Metin. Saz vurmaya küçük yaşlarda başlamış. Çevrenin sevilen bir genci olmuş Söz erliği yanında çalıştığı ağanın kızına sevdalanmasıyla başlıyor. Ağa önceleri kızım Ferrahi'ye vermeye razı olu yor ama sonraları çevrenin dedikodularının etkisiyle bundan cayıyor.

Türkülerinden de anlaşıldığı gibi ağa kızının adı Emine'dir. İki gönlün bir olması engellenince alır başım çıkar sıladan. Başlar gurbet ellerde sazıyla çile doldurmaya. Bundan sonra Ferrahi'nin öyküsü daha da yanıktır. Otuz yaşlarındayken bir Aşık için en önemli şeyini sesini kaybeder. Sazıyla kalır bir başına. Bir ara evlenir ve bir kızı olur. Adım Emine koyar. Küçük Emine beş yaşından sonra babasının sesi soluğu olur. Baba çalar küçük Emine söyler. 1960 doğumlu olan Emine'nin söyledikleri yalnızca babasının türküleri değildir. Daha o zamandan dağarında yüz elli türkü vardır. Böylece baba-kız geçim derdini birlikte yüklenir birlikte paylaşırlar. Yurdumuzun çeşitli yörelerinde yapılan Aşıklar Bayramları'na katılırlar. Şimdi 1967 yılında Konya'da yapılan Aşıklar Bayramında Mihri Hatun ödülünü kazandıran türküsünün sözlerini sunuyoruz.

Ela gözlü nazlı yari
Görem dedim göremedim
Boş kalmıştır kavil yeri
Varam dedim varamadım.

Gönlümün gülü nerede
Engeller durmaz arada
Emine'yle ben murada
Erem dedim eremedim.

Şeker kaymak tatlı dili
Kınalamış nazik eli
Koynundaki gonca gülü
Derem dedim deremedim.

Şahinim yok çıkam ava
Ne yaptımsa aldım hava
Kuşlar gibi ben bir yuva
Kuram dedim kuramadım.

Gel derdini bana anlat
Ben kimlere edem minnet
Dediler ki bağın cennet
Girem dedim giremedim.

Mehmet Ali asıl adım
Ferrahi'yi pirle kodum
Gurbet elden dönem dedim
Duram dedim duramadım...

Kubbede kalan bir hoş seda diye boşuna dememişler. İşte Ferrahi'yi artık yaşatanlar da radyolarımız Halk Türküleri dağarında bulunan bu türküler oluyor. Çünkü Ferrahi'nin dolmak bilmeyen çilesi 1969 yılının 26 Nisan günü aramızdan ayrılmasıyla tükendi. Usta aşık ardında bir bir çok koşma güzelleme gibi türküler bırakarak göçüp gitti. Son senelerinde iki Aşıklar Bayramı'na katılmıştı. Her ikisinde de kızı Emine'yle birlikte birincilik ödülü aldı. 1967 Yılında Konya'da <<Mihri Hatun>> türkü ödülünü ertesi yıl da yine Konya'da Köroğlu ödülünü aldılar. Ferrahi'nin öyküsünü çok sevilen bir türküsünün şiiriyle erdiriyoruz.

Ah neyleyim gönül senin elinden
Her zaman ağlarım gülemem gayrı
Ben bıktım usandım elin dilinden
Terk ettim sılayı dönemem gayrı.

Gönül ben sırrına eremedim ki
Gonca gonca güller deremedim ki
Kaybeyledim (aneyledim) dostu göremedim ki
Aylar yıllar geçse göremem gayrı.

Ey Ferrahi yandım yar ateşine
Neler gelir gariplerin başına
Ağlayarak geline mezar taşıma
Uyanıp da sana gülemem gayrı.



Kaynak:
Ahmet Günday
Bağlama Metodu
Notaları ile Halk Türküleri
ve Türkü Hikayeleri Nisan 1977
 

Painfully

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
23 Kas 2013
Konular
176
Mesajlar
574
MFC Puanı
160
Çıktım Belen Kahvesine: Ormancı Türküsünün Doğuşu

Nuran Baygül 1

Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da 1922 yılında bir efe doğar. Babası ağadır dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur. Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır. Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalarkahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir. Çünkü bu olayların mükafatını izleyiciler almaktadır. 1946 yılıTemmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar öfke seli karışır. Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür.

Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider. O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir. Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir. İki misafiri alıp yemeğe ***ürür. Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler. O gün iki misafirden izin isteyip yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında orman memuru Mehmet İn çıkagelir. Mehmet sarhoştur. Bir gün önce komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur. 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan'a köy bekçisinin ***ürmesi zorunludur. Ormancı ise yangın evrakının bir an önce ilçeye ***ürülmesi için bekçiyi Muhtar'dan ister. Muhtar:
-Olmaz daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem der. Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında bir tartışma başlar. Muhtar en sonunda:
-Ayıp ediyorsun Mehmet bize müsaade et der.

Ormancı kahveye girip tekrar geri döner gelir. Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder. Mustafa Şahbudak bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına ***ürürler. Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar. Yerinden kalkar Ormancı'nın üzerine yürür. Ormancı Mehmet'in kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar. O zaman Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için belindeki tabancayı çıkarır yere doğru ateş eder. İşte ne olursa o an olur!

Muhtar Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil kaçmasına engel olmak içindir. ikinci atış üzerine Mehmet in yere düşer.

Arka cebinde tabaka olduğu için ona hiç bir şey olmaz. Bu arada ne yazık ki Mustafa Şahbudak kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine ***ürürler. Tevfik çok kan kaybetmektedir. Mustafa Doktor Veli Bey'e:

Babamın selamı var bu adamı iyileştir. der.
Veli Bey:
-O ölecek önce senin kolunu saralım. der. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak:
-Ben ölüyorum hakkını helal et. der.
Mustafa:
-Hayır sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar. Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir. Ancak Mustafa arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır.
Gerçekten de biraz sonra Tevfik hayata gözlerini kapar. Mustafa en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur Bu olay üzerine dört yıl ceza yer. Ceza. evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer. Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı tayin ister.
Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır. Aslen Marmarislidir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında kendi memleketi olan Marmaris'te ölür.

Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp Muğla merkeze yerleşir.

Çok sevdiği günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek
kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır. Muhtar'ın eşi Pembe bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir. Oğlanın biri İzmir'e yerleşir. Diğer oğlanla kız köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler.

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır.'' Bir gün radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları tekrar yaşar gibi olur. Radyoyu kapatır bu türküden çok incinmiştir.

Ormancı türküde Ormancı adı ile Mustafa Şahbudak ise ''Bay Mustafa" adı ile yer almıştır.

Ormancı Mehmet'in bir anlık sarhoşluğunun musibetini yıllarca pişmanlık
duyarak ve memleketinde barınamayarak ödedi demek yanlış olur.
Çünkü o türkü yaşadığı müddetçe kötü adam olarak anılacaktır ve tarihe öyle geçecektir.*


ORMANCI TÜRKÜSÜ

Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı dam oynamaya
Ormancı da gelir gelmez yıkar masayı
Söz dinlemez Ormancı çekmiş kafayı
Aman Ormancı canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında değirmen döner
Değirmenin suları dağından iner
Ormancı'ya atılan kurşun Tevfik' e döner
Tevfik' in feryatları yürekler deler
Aman Ormancı canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in suları hoştur içmeye
Üstünde köprüsü var gelip geçmeye
Tevfik' imi vurdular hiç mi hiç yere
Yazık ettin Ormancı köyün iki gencine
Aman Ormancı canım Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

*Derlemeyi yapan Kemal Erdinç.

1-Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili Okutmanı
 
Üst