• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Yaratıcı Var Demek Yetmez

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Sual: Bir ateist, (Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için, fen ve teknik çok ilerlemesine rağmen bir karınca, bir domates bile yaratılamadığına göre, bu muazzam kâinatın bir yaratıcısı olduğuna inanıyorum, ama dinlere, peygamberlere, kitaplara, âhirete, Cennete ve Cehenneme inanmıyorum. Ben bir deistim) diyor. Bu kimseye dinsiz denir mi?

CEVAP

Ateist de olsa, deist de olsa İslamiyet’e inanmayan dinsizdir. Deist, bir yaratıcı var dediği hâlde, hiçbir dine ve peygambere inanmayan kâfir demektir. Nasreddin Hoca'nın, (Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun?) dediği gibi, (Ben öğrenciyim, ama öğretmene, derse, imtihana inanmam) denir mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir. (Ben kanuna inanırım, ama savcıya, mahkemeye inanmam) denir mi? Ortada bir kanun varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkemeler var demektir. Yaratık yani kul ise, onu yaratana inanması lazımdır. Gerçekten yaratıcıya inanan kimsenin, elbette onun emir ve yasaklarına da inanması gerekir.

Yaratıcı var demekle, Allah’a inanmak çok farklıdır. Yaratıcı diye, hâşâ bostan korkuluğu gibi, hiçbir şeye karışmadığı tasavvur edilen hayâli bir varlığa inanmanın ateistlikten hiç farkı yoktur. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri çeşitli dinler, peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bunları kabul etmeyen, Allah’ı kabul etmiş sayılmaz.

Peygamberlerin hepsi, zamanlarındaki en ileri ilimlerde mucize gösterip, Allahü teâlânın birer elçisi olduklarını ispat etmişlerdir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Musa aleyhisselam zamanında sihir çok ileriydi. O zaman, sihir yapanlar, olmayan şeyleri, hayalde, varmış gibi gösteriyorlardı. Sihrin en yüksek derecesine çıkmışlardı. Musa aleyhisselamın asasının büyük yılan olup, kendi sihirleri olan yılanları yuttuğunu görünce, bunun sihrin dışında ve insan gücünün üstünde olduğunu anlayıp, hemen iman ettiler.

İsa aleyhisselamın zamanında, tıp ilmi çok ileriydi. Çok hastalığa çare bulunmuştu. Hazret-i İsa gelince, tıp uzmanlarının tedavi edemediği hastalıkları iyileştirdi. Anadan doğma körlerin gözünü açtı. Ölmüş kimseleri diriltti. Beşikteyken konuştu ve peygamber olduğunu ispat etti.

Muhammed aleyhisselam zamanında da, Arabistan yarım adasında, edebiyat, şairlik ve belagat sanatı en yüksek derecesine varmıştı. Yazdıkları şiirlerin belagatleriyle övünürlerdi. Resulullah, Kur’an-ı kerimi getirince çoğu, Kur’an-ı kerimin belagatinin icazı karşısında, bunun Allah kelamı olduğunu anlayarak, Müslüman oldu. (İsbat-ün-nübüvve)

Bütün peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. Hepsi Allahü teâlânın var ve bir olduğunu, sıfatlarını, sonsuz ahiret hayatının, Cennetin, Cehennemin var olduğunu bildirmiştir. İman konusunda hiçbir farklılık yoktur.

Tarih incelenirse insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, kendi başlarına gidince, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı, fakat ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir resim, alamet yapmağa kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar ortaya çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hattâ insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet geldiği zaman Kâbe’de 360 put vardı. Kısacası insan, bir, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı, çünkü rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. (H.L.O. İman)

Görüldüğü gibi, yaratıcıyı kabul etmekle doğru yol bulunmuş olmuyor. Allah’ı robot gibi düşünmek, hiçbir şeye karışmaz demek, ne kadar yanlıştır. Her asırda peygamberler gelmiş, Allah adına konuşmuş, hâşâ yalan söylemişler!

Mucizesiz peygamber olmaz. Yalandan peygamberim, resulüm diyen kimseler elbette çıkar, ama bunlar mucize gösteremez. Yalanları kolayca anlaşılır. Körün gözünü açmak, ölüleri diriltmek, parmağından suların akıp bir ordunun içmesi, bir anda Mekke’den Kudüs’e gitmesi oradan da gökleri gezip gelmesi, cansızların ve hayvanların konuşması basit olaylar değildir. Bunları ancak Allah’ın gönderdiği peygamber yapar. Hâşâ peygamber yalan söylese Allah müdahale etmez mi? Bir âyet-i kerime meali:
(Eğer o [Resul] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdı.) [Hakka 44–47]

Şu halde, ben Allah’a inanıyorum diyen kimsenin, kitaplara ve peygamberlere de iman etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan iman sahibi olamaz. (Ben sadece Allah’a inanıyorum) demesi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Allah’ın varlığına inanmayan kimseyle, (Allah’a inanıyorum ama âhirete inanmıyorum) diyen kimse arasında, âhiretteki durumu bakımından fark yoktur. İkisi de sonsuz olarak cehennemliktir. Yaratıcıya inanıyorum dediği hâlde, ebedî azaptan korkmamak ne büyük ahmaklıktır. Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan birine diyor ki:
(Biz âhirete inanıyoruz. Diyelim ki, senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Ya bizim dediğimiz gerçek meydana çıkarsa ki, elbette çıkacak, o zaman sen sonsuz olarak azaba maruz kalacaksın.)

Dinsiz kimse ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Hâlbuki âhiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve onun bildirdiklerine inanması gerekir.

İslamiyet’in koyduğu kurallar, sadece âhirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını; tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal edilince, içine prospektüsü [tanıtım yazısı, tarifesi] konur. O cihazı yapan, aletin sağlıklı çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması gerektiğini elbette bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14)

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur’an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Üç hadis-i şerif meali:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]

(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ. Muhber]

(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]

Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini, peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır.

Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğundan, bizlerin kolayca anlayabilmesi için âlimler bunları açıklamıştır. Bu, doktor ve eczacının ilacı hastaya verirken, aç karnına tok karnına, sabah akşam birer tane, suyla iç, sütle içme gibi tarifine benzetilebilir. Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı bildirilmiştir:
(Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

Allahü teâlâ, (Bana doğru iman edip emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir) buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir.
Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

(Hiç kimsenin ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. İbadet etsek de etmesek de Allah'a bir faydası ve zararı yoktur) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Evet, doktora zararı olmaz, ama kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Doktorun bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.
 
Üst