• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Yunus Emre

LiyA

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
5 Kas 2012
Konular
7,633
Mesajlar
14,587
MFC Puanı
62,010


Sözü ve özü her dem sohbet-i cânan olan Hak dostlarındandır. Onun sözü özü, Hakk’a dost olmak, o yolda bulunmaktır:

“Baksam Sen’i görür gözüm
Söyler isem Sen’sin sözüm
Sen’i gözetmekten dahi
Yiğrek şikârım yoktur

Her kim dostu sever ise
Dosttan yana gitmek gerek
İşi gücü dost olıcak
Cümle işten olur âzât.”

Sâlike aşk kapısı bir mürşit eliyle açılır. Rahman, seçtiği kulunun kalbine nazar ettiğinde, o kul İlâhî aşka ulaşmak için bir kılavuza muhtaçtır. Yunus Emre de ilk olarak Hacı Bektaş dergâhına gitmiş, götürdüğü her bir alıç için bir himmet teklif edilmiş; ancak o buğday almayı tercih etmiştir. Yolda hatasını anlayan Yunus geri dönmüş; ancak Hacı Bektaş-ı Velî, onun kilidinin Taptuk Emre’ye verildiğini söylemiştir. Böylece Yunus, Taptuk Emre dergâhında hizmete başlamıştır. İlâhî aşka ermek için onun kılavuzu artık Taptuk Emre’dir:

“Hakkı bulmak isteyenler
Eylesin nefsini derviş
Çalap (Allah) bize mürşit vermiş
Derviş olabilsem derviş

Kim uğrarsa bu derde
Bulur himmeti erde
Açılıvericek perde
Dostun cemalin arzular.”

Taptuk dergâhında Yunus, işine eğrilik katmadan hizmet eder. Hiçbir gün eğri odun getirmez dergâha, buraya eğrilik yakışmaz diye. Yani her işini ihsan sırrıyla yapar. Nebi-yi Zişan’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), mezarı düzgün kazmayan mezarcılara söylediği gibi. Onlar “Ya Resulallah! O ölmüş değil mi, niçin rahatsız olsun, mezarın kötülüğünden?” dediklerinde, O (sallallahu aleyhi ve sellem): “Evet, ölü rahatsız olmaz; ancak dirilerin gözleri rahatsız olur.” cevabını vermişti.

Dergâhta her kişinin İlâhî aşk kapısından girmek için muhtaç olduğu zaman farklıdır. Kimisi on yılda erer maksuduna, kimisi kırk yılda. Yıllar yılları takip etmiş, Yunus otuz yıldan fazla Taptuk dergâhında hizmet etmiştir. Ne var ki kendisinde beklediği tecelliler hâlâ gerçekleşmemektedir:

“Hakka yakın olam mı ki
Rahmetine dalam mı ki
Eremedim ölem mi ki
Derviş olabilsem derviş.”

Bu düşüncelerle dergâhı terk eden Yunus’un başına gelen çeşitli hâdiselerden sonra dili açılır. Asırlardır dilden dile dolaşan mısraları bu tarihten sonra söylemeye başlar. Sözleri, Kudrettendir, kendi sözü değildir. Geyikli Baba hakkında dediği gibi:

“Geyiklü’nün o Hasan
Söz eyitmiş kendüden
Kudret dilidir söyler
Kendini söz nesidir.”

Yunus Emre’ye göre, Hakk’a gönlünü vermeyenlerin gözleri görüyor sayılmaz, sadece gönül gözü görenlerin, başlarındaki göz de görüyordur:

“Yunus imdi sen Hakk’a er
Dün ü gün gönlün Hakk’a ver
Gönül gözü görmeyince
Hiç baş gözü görmeyiser.”

O, Hakk’a dost olmakla öyle bir devlete kavuşmuştur ki, devletlüler onun yanında yayadır. Çünkü o artık Hakk’ın sevgilisi olmuş, hiçbir devletlünün ulaşamayacağı makama ermiştir:

“İşitin ey ulu kişi
Size benim haberim var
Zihi devlet benim bugün
Ki(m) şunun gibi yârim var.”

Artık onun başka dost aramaya ihtiyacı kalmamıştır. Niçin kalsın ki! O Dost, yürüse önünde, söylese dilinde, otursa yanındadır:

“Yürür isem önümdesin
Söyler isem dilimdesin
Oturursam yanımdasın
Ayruğa ne nazarım var.”

Ancak, böyle bir Dost’a bende olmanın bedeli de çok büyüktür. Gerekirse canını O’nun yolunda verecek, O’na ulaşmak için çırpınacaktır. Aksi hâlde onun aşkından şüphe edilir:

“Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır?
Cehd eyleyip o dosta ermeyen âşık mıdır?”

Dostuna olan sevgisini her dem artırmayan, fânî dünya oyuncaklarıyla ömrünü geçiren gerçek âşık değildir:

“Dost sevgisin gönülde can ile berkitmeyen
Tûl-i emel defterin dürmeyen aşık mıdır?”

Gerçek âşık olmak için, riyazetle nefsini dizginlemek, halvetlerde diz çökmek ve sohbet-i cânan meclislerine katılmak gerekir:

“Dün ü gün riyazat çekip, halvetlerde diz çöküp
Sohbetlerde baş çatıp yanmayan aşık mıdır”

Gerçi Yunus’a göre dünyada aşksız insan yoktur. Hak Tealâ yüz bin türlü sevgi yaratmıştır. Herkes bir şeyi sever, bir şeye mutlaka âşıktır:

“Aşksız âdem dünyada
Belli bilin ki yoktur
Her biri bir nesneye
Sevgisi var âşıktır.”

Ancak Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın, ganimetten az pay almalarından dolayı üzülen Ensar’a; “Âlem koyunlarıyla, develeriyle evlerine dönerken, siz Allah Resulü ile Medine’ye dönmek istemez misiniz?” demesi gibi gerçekten sevilmeye layık olan, Allah (celle celâluhu) ve O’nun Resulü’dür (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Çalab’un dünyasında
Yüz bin türlü sevgi var
Kabul et kendisine
Gör hangisi layıktır.”

Yunus, Hak dostlarının sohbet-i cânan kokan meclislerine katılmaktan haz duyar. Çünkü bu sohbetler, İlâhî marifeti artırır, Dost’a yakınlaştırır. Buna karşılık, sohbet-i cânanın sırrına erememiş cahilleri sohbetten sürmek ister:

“Erenlerin sohbeti
Artırır marifeti
Cahilleri sohbetten
Her dem süresim gelir.”

Ona göre gerçek âşık ne Leylâ ne de Mecnûn’dur. Onun Rahman’a olan aşkı, bütün mecazî aşklardan üstündür. Öyle bir aşk ki, sevdiğini görmek için Mecnûn olmayı göze alır:

“Leylâ-yı Mecnûn benim
Şeyda-yı Rahman benim
Leylâ yüzün görmeye
Mecnun olasım gelir.”

Gerçek âşık, sevdiğinden başka hiçbir şeyle mutlu olmaz, ister dünyalık olsun isterse Âhiretlik olsun. Maşuku ile beraber olmadıktan sonra, Cennet’te de gözü yoktur onun:

“Sen’sin benim canım(ın) canı
Sensiz kararım yoktur
Uçmak’ta (Cennet’te) Sen olmaz isen
Vallah nazarım yoktur.”

İbadetlerde olduğu gibi İlâhî aşkta da ihlâs ve samimiyet esastır. Kılık kıyafetle, alımlı sözlerle gösteriş yapmak, bu aşkı öldürür:

“Âşıklar ortasında sûfilik satmayalar
İhlâs ile bu aşka riyayı katmayalar.”

Aşk çiledir, cefadır, âşık çilelidir, cefalıdır. Âşığın yüreğinde aşk ateşi bir kor gibi yanar ve dumanı tüter. Âşığın hâli, yanmış bir harabe gibi duman dumandır:

“Aşkın odu yüreğimde
Yandığıma âlem tanık
Kande (nerede) bir od (ateş) yanar ise
Nişanı var tütün tüter.”

Böyle alev alev yanan bir âşığa, hâlinden şikâyet etmek yaraşmaz. Çünkü âşığın cefası Hak’tan olduğu gibi devası da Hak’tandır. Onun bütün dertleri Hakk’a kavuşmakla son bulur:

“Yunus şikâyet eyleme
Yardan cefa gördüm diye
Cümle âşıklar(ın) hâceti
Maşûkun katında biter.”

İlâhî aşkın kime isabet edeceğini kimse bilemez. Öyle ki Peygamber ocağında o ateşten mahrum kalanlar olabildiği gibi, Firavun sarayında ona meftun olanlar vardır. İlâhî aşkın oku, taş gibi kalbleri delip geçer ve onu bir ceylan ürkekliğiyle tanış eder:

“Dost senin aşkın(ın) oku
Ki katı taştan geçer
Aşkına düşen kişi
Can ile baştan geçer.”

Âşığa en büyük zulüm, onu Maşuk’tan başka şeylerle meşgul etmektir. Bu sebeple o, uzleti tercih eder, tanıdık tanımadık herkesten uzaklaşmak ister:

“Yunus’un gönlü gözü
Doludur Hakk sevgisi
Uzlet ihtiyar eden
Yâd (yabancı) ve bilişten (tanıdık) geçer.”

Yunus’a göre sözleri aşksızlara tesir etmez, bir kayaya vurup geri dönen yankı gibidir. O hâlde cevherin kıymetini bilmeyene aşktan bahsetmek, sözü israf etmektir:

“Aşksızlara benim sözüm
Benzer kaya yankısına
Bir zerre aşkı olmayan
Belli bilin yabandadır.”

İlâhî aşk, insanın kalbinden kini, düşmanlığı kaldırır, onu âleme kardeş eder. O artık, Yaratan’dan ötürü bütün yaratılmışı sever; cümle yaratılmışa bir gözle, kardeş nazarıyla bakar:

“Cümle yaradılmışa
Bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise
Hakikatte âsidir

Erenler buna kalmadı
Vardı yoluna durmadı
Hakk’ı gerçek sevenlere
Cümle âlem kardeş gelir.
AYRI BİR ÇERÇEVEYE KONACAK:
Yunus Emre, kendi ismini taşıyan kasabada, Ankara-Eskişehir demiryolunun kenarında bulunan bir türbede yatmaktadır. 1948 yılında demiryolunun genişletilmesi çalışmaları sırasında, şimdikinden yüz metre kadar aşağıda olan türbesi kaldırılmak istenmiş; ancak bir türlü muvaffak olunamamıştı. Hattâ bir defasında, türbenin yanına döşenen rayların sökülüp, sekiz metre geriye atıldığına şahit olunmuştu. Bunun üzerine yüz metre kadar yukarıdaki tepeciğe bir türbe inşa edilmiş ve onu bu kabre taşımak üzere beş kişilik bir heyet görevlendirilmişti. Hiç kimseye haber verilmeden ve hiçbir merasim yapılmadan nakil gerçekleştirilecekti. Buna rağmen, ertesi gün, Yunus Emre’nin kabrine otuz binden fazla insanın toplandığı görüldü. Kabir özenle açıldı. Bedeni yedi yüz küsur seneden beri hiç bozulmamış, bir eli yüzünde, bir eli kalbinin üstünde, huzurlu bir şekilde uzanmış yatıyordu. Tıpkı âşıkların, Hak dostlarının ölmediğini anlattığı mısralarındaki gibi:
“Âşık öldi diyü salâ virürler.
Ölen hayvan dur(ur) âşıklar ölmez.”
Yunus Emre’nin mübarek bedeni oradan alınarak tabuta konuldu ve kalabalığın elleri üzerinde yüz metrelik mesafe kat edilerek yeni mezarına defnedildi.

Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi, Yunus Emre maddesi, Türkiye Gazetesi
 
Üst