• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Zihin Süreçlerinin Kuantum Boyutu

Üyelik Tarihi
30 Mar 2015
Konular
129
Mesajlar
145
MFC Puanı
0
Zihin Süreçlerinin Kuantum Boyutu

Dr. Hakan Gürvit

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı

Söyleşiyi Gerçekleştiren: Ethem Kocabaş

(Nöro Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi)




Son zamanlarda kunatum mekaniği çerçevesinde bazı zihin süreçleri analiz edilmekte. Bu analizlere dayanılarak söyleniyor ki, insan duygularını düşünsel olarak kontrol edebilmektedir. Hipotolamusun salgıladığı hormonların duygu oluşumundaki etkisinden hareketle, insanın zihin süreçleri sayesinde bu hormon salgısını kontrol edebileceğinden bahsediliyor. Hatta pek çok insanda bu hormon salgısının bağımlılık düzeyinde olmasından dolayı, insanların hep aynı duyguları yaşamasından bahsediliyor. Bu tür insanlar hep hipotalamusa aynı hormonları salgılatıyorlar deniliyor. Olumlu olumsuz düşünsel ve duygusal yaklaşımlarında çoğunlukla bu konuyla ilgili olduğuna atıf yapılıyor. Bu yüzden de insan inandığı ve hayal ettiğini yaşar şeklinde açıklamalarla karşılaşıyoruz. Sizin bu konuya bakış açınız nedir?

Aslında bizim alanımız yani kongitif nörobilimi oluşturan disiplinler şimdilerde heyecanlar nörolojisi, emosyon nörolojisi adı verilen durumlara, ya da daha önce metafiziğin konusu olan alanlara el atmaya başladılar ama daha çok genciz bu alanda. Söylediğiniz şey doğulu felsefenin meditasyon aracılığıyla hedeflediği şey ile bağlantılandırılabilir. Meditasyon esnasında da beyinde neler olup bitiyor şeklinde çalışmalar da yapılıyor. Bu sorduğunuz konu henüz çok alıştığımız ve günlük pratiğimize çok soktuğumuz bir konu değil. Ama besbelli ki gerçekten de bizim düşünsel hayatımızın ve zihin süreçlerimizin çok azı bilinçli süreçler. Bu nedenle kendi kendimize iradi olarak karar verdiğimizi düşündüğümüz eylemlerimizin büyük bir bölümü, belki de hepsi aslında çok daha önceden kısmen otonom sinir sistemimizle, kısmen hormonal dengemizle belirlenmiş oluyor. Çünkü benzer durumlarla daha sonra karşılaşma sırasındaki kaçma ya da yaklaşma davranışlarının oluşturduğu bir takım deyim yerindeyse otonom hafızamız var. Hiçbir zaman bilinçli farkındalığa çıkmayan bir zihin süreci bu. Yeni bir durumla karşılaşıldığında insan beyni eskiye göre benzerliğinin karşılaştırmasını yapıyor ve bir takım alarm bayrakları kaldırıyor. Bu en basitinden tehlikeden kaçmak, ya da haz veren uyarıya yaklaşmak şeklinde oluyor. Daha sonra bir bilinçli farkındalıkla sanki ben şimdi şunu yapmak istiyorum şeklinde, sanki kendimiz karar vermiş gibi bir şeyi söylediğimiz zaman, aslında çoktan beynimiz onu devreye sokmuş oluyor. Yani aslında felsefenin konusu olan iradi insan eylemi, şimdilerde bizim alanımızda da epeyce çalışılır hale geldi. Aslında bu iradi eylem anlamında tümüyle özerk bir 'ben'in eyleme karar vermesinin nörobiyolojik gerçeklerle pek de uyuşmadığı yönünde oluyor bu bulgular daha çok. Nitekim bir takım beyin hasarlarından sonra oluşan kişilik değişikliklerinde de yine bu hipotezleri test etmek ve desteklemek mümkün oluyor. İradi kararımızla otonom çalışan sistemlerimizi kontrol altına alırız. Meditasyon da aşağı yukarı böyle düşünüyor. Oysa ki sanki bulgular tam tersine zaten bilinçli farkındalık beynin çalışmasının çok küçük bir bölümü, bir tezahürü sadece. Aslında eylemlerimiz bu bilinçli kararımızdan bağımsız bir şekilde harekete geçiriliyor.

Özellikle Amerika başta olmak üzere Kuantum kavramında ileri çalışmalar gerçekleştiren ülkelerin bilim adamlarını şunu söylüyor. Biz beynin her yerin inceliyoruz korteks tabakasında, limbik sistemde her yerde sadece maddi bir oluşumla ve elektriksel uyarılarla karşılaşıyoruz. Oysaki insanın bu irade olayını sağlayan, karar verdiren ve yaşamı gözleyen madde ötesi bir boyutu olmalı diyorlar. Bu konuyla ilgili de insanın rıhsal boyutuna ve bu boyutun beyni kullanma ve yönetme özelliğine dikkat çekiyorlar. Bu bakış açısı çerçevesinde biraz önce söylediğiniz insanın iradi eylemlerine önceden karar veren ve bunu beyine ileten insanın ruhsal boyutu olabilir mi?

Zaten beynin bu ikili anlayışı geçmişte Descartes'e kadar dayanıyor. Beyinle zihni bir birinden ayıran bir kartezyen dualite söz konusu. Bu ayrımın üzerinde ikisi de aynı şeyle uğraştıkları halde koskoca psikiyatri ve nöroloji okulları kuruluyor. Böyle olmasa gerek herhalde. Ama tabi bu bir bakış meselesi. Bir teorik paradigma meselesi. Henüz bu kartezyen dualiteyi aşacak bir yeni teorik avadanlık yok elimizde. Dolayısıyla, bilinçlilikle ilgili, duygulanımla ilgili bir takım fenomenler söz konusu olduğu zaman, olsa olsa bu ruha aittir şeklinde bir atıf yapmak kolaycılık oluyor elbette.

Bugün beyin üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar göstermektedir ki, insan beyni için hayalinde canlandırdığı ile gerçekte yaşadığı arasında bir fark yoktur. Çünkü her iki durumda da beyinde aynı bölgelerde elektriksel uyarılar oluşmaktadır şeklinde son zamanda yapılan bilimsel araştırmalara dayalı sonuçlar var. Hatta bu sonuçtan hareketler bir insanın gözü ile gördüğünde beyninde elektriksel uyarılan bölgeler gözleniyor. Aynı uyarıları kişi gözü kapalıyken de gerçekleştirdiğinizde, o kişinin gözü kapalı olmasına karşın yine aynı görüntüyü görmüş olması durumundan bahsediliyor. O halde gerçeğin beyin dilindeki karşılığı gözle görülen, kulakla duyulan ve elle hissedilenden ziyade, beyinde belli bölgelerde oluşturulacak elektriksel uyarılarla anlam buluyor.
Tam da böyle. Rüyada da aktive olan yerler, hayal sırasında aktive olan yerler ve 5 duyu ile deneyimleme esnasında uyarılan yerler aynı.

Bu noktadan hareketle başarıyı deneyimlemek isteyen bir kişinin, bu başarıyı beyninde yaşamasının 5 duyu ile deneyimlemesini kolaylaştıracak bir motivasyon etkisi yaratmasından bahsedebilir miyiz??

Fena bir bakış açısı gibi görünmüyor. Elbette.

Sn. Saffet Murat Tura ile kuntum yaklaşımı çerçevesinde beynin çalışma şeklini konuşurken kendisi bu olaya şu şekilde açıklama getirmişti. 'Normalde enformasyon akışı beyinde ağırlıklı olarak arkadan öne doğru gerçekleşirken rüya gördüğümüzde akış önden arkaya doğru olur. Dolayısıyla imajinasyon sırasında yaşadığımız duyumlara, algılara benzeyen durumlar, beyinde belli algı bölgelerin uyarılmasıyla ortaya çıkar. Sorunuz bize Matrix filmini çok hatırlatıyor. Mühim olan beynin uyarılması diye bir mesaj vardır Matrix filminde. Ben bu fikre kesinlikle çok katılan bir insanım.' Dr. Saffet Murat Tura
Peki 5 duyu ile algılanan görüntünün beyindeki parlaklığı ile hayalde kurgulanın parlaklığı arasında bir fark var. Bu ışık ve renk farkı ama zihin süreçlerini geliştiren bir kişi aynı netliğe hayalinde de ulaşabiliyor. Sizce bu netlik farkı neden olabilir?

Gerçek algı sırasında özellikle bizimde ait olduğumuz primat evrimi, giderek dalga boyunda analiz yapma yeteneği olan nöronları da yerleştiriyor görsel sisteme. Dolayısıyla biz kedigillerden çok daha canlı ama çok daha parlak mı emin değilim, ama çok daha renkli bir görsel dünyaya sahibiz. Dolayısıyla rüya ve hayal sırasında da aynı renklilik sürüyor. Gerçek algı sırasında retina üzerine düşen dış dünyaya ait imgeler primer görsel kortekse geliyor. Dolayısıyla aşağıdan yukarı bir kontrol söz konusu. Hayal ve rüya sırasında da Saffetin dediği gibi bu kez retinal algı kapalı ama daha üst düzey kortikal bölgelerden yukarıdan aşağıya bir kontrol söz konusu. Bu durum rüyanın ve hayalin daha az parlak olmasını sağlar mı? Emin değilim doğrusu. Parlaklık hem dalga boyu analizi ile ilintili olmalı, hem de kontrast farklılıklarıyla. İki farklı görsel nöron var beynimizde. Bir tanesi çok eski tarihli bütün kemirgenlerle paylaştığımız çok hızlı çalışan bir tür. Kontrast farklılıklarını ve hareketi onlar sayesinde algılayabiliyoruz. Buna karşılık evrimde yeni gelişen ve kedigillerde olmayan bir görsel nöron var ki, dalga boyu analizini o yapabiliyor. Bu sayede de biz renkli bir dünya görebiliyoruz. Kedilerin gri ve tonlarında bir dış dünyaları var. Çünkü kedi düzeyinde bütün doğal hayat, avcıdan kaçmak ve avı kovalamak şeklinde yaşantılandığından , çok iyi bir mekan taraması yapacak ve hızlı hareketli nesneleri derhal ayırt edecek bir sisteme ihtiyaçları var. Oysaki primatlarda durum böyle değil. Evrim arttıkça daha çok sosyal düzenler kurarak adapte olan bir türden bahsediyoruz. Dolayısıyla da avcıdan kaçmak ve avı kovalamaktan çok, bir yüzü tanımak ve statik bir nesnenin ne olduğuna ilişkin adını söyleyebilmek çok önemli hale geliyor. Muhtemelen onun için yeni bir görsel nöron tipi gelişiyor. Onun için renkli görmek manalı. Statik bir nesneyi zeminde ayırt edip, adını söyleyebilmek için renkli görmek manalı oluyor.

O halde insan zamanla hayal yeteneğini ve beyin gücü kontrolünü geliştirmeyi başarabilirse, hayali daha farklı deneyimlemeyi destekleyecek bir nöron tipi evrimle oluşabilir belki de.

Evet tabii. Topu topuna 30.000 yaşında oldukça genç bir türüz. Primat ailesinin geçmişi 000.000 büyüklüte. Kemirgenlere bakarsanız 000.000.000 büyüklüklere yaklaşan yaşlar söz konusu. Dolayısıyla biz daha çok genç bir türüz. Elbette ki evrim devam ediyor. Gezegenimizin sonu gelmezse bundan 100-150 bin yıl sonra daha farklı yetenekleri olan insan türleri çıkabilir. Süpermen Kripton gezegeninde primer korteksinde x ışınlarını analiz eden bir nöron sistemine sahip olmalı ki solid objelerin arkasını da görebiliyor. Biz mükemmel bir görsel sisteme sahibiz ama Kripton gezegenindekiler kadar değil.

Karakter özelliği dediğimiz özelliklerin oluşumunda ve bu özelliklere göre davranışlarımızın belirlenmesinde beynin özellikle belirli bölgelerinin önemli rol oynadığından bahsedebilir miyiz? Özellikle Amigdala'nın burada önemli bir yeri olduğu görüşü var. Karakter konusunda beynin tamamının organizasyonuna bağlı bir çalışmadan mı bahsediyoruz, yoksa belirli bölgeler öncelikli ya da belirleyici bir etkiye sahiptir diyebilir miyiz?

Eşitler arasında daha eşit olan bölgeler var mutlaka. Orkestrada bir maestro görevi gibi faaliyetlerin yönetimini üstlenen öncelikli beyin bölgesi alnımızın arkasındaki bölge. Yani prefrontal korteks bölgesi. Bu bölüm çok açık bir biçimde evrimde beynin giderek büyüyen bir parçasıdır. Kedilerde bütün beynin %5'i prefrontal korteks iken, bu primat evrimi boyunca yükselip Homo sapiense yani insana geldiğimizde %33'ünü kapsadığını görmekteyiz. Bunun bir nedeni olmalı tabiî ki. Sosyal organizasyon karmaşıklaştıkça, bireyin emsalsiz olması gerekir. Diğerlerinden ayırt edilebilir bir kişiliğin oluşması lazım. Çok muhtemeldir ki prefrontal korteks bunun organıdır. Amigdalaya gelirsek, bu çok eski bir yapı. Kemirgen beyninde de olan bir yapı. Bir kemirgenin amigdalası ile insanın amigdalası mutlaka ki aynı değildir. Kemirgen beyninin tamamı neredeyse amigdaladan ibaret ve bütün emosyonlarını korkma, kaçma, yaklaşma ve çiftleşme davranışlarını tek başına kontrol etmektedir. Halbuki evrim boyunca primat basamaklarını aştıkça amigdala aşağıda kalıp, onun üstünde beyin kabuğunda temsil edilen bir takım kontrol sistemleri konuluyor. Amigdala heyecanların bir deposu değil, heyecanların, duygu ve dürtülerin uygun hedefe yönlendirilmesi görevini yürüten karmaşık bir ağ sisteminin bir bileşenidir. Amigdalayı emosyon nöral ağına giriş kapılarından biri diye düşünmek lazım.

Kuantum mekaniğinde insanın paralel evrenlerin var olmasından dolayı, seçimleri ile kendi evrenini yaratmasından bahsediliyor. İnsan beyin özelliği ile gözü çevresindeki her şeyi algılamasına rağmen, benzersiz zihin süreci şifrelerine göre görmek istediğini görüyor ve ona odaklanıyor. Gördüğümüz her şey beynimizde yaratılan bir elektriksel uyarı aslında. Her şey atomlardan oluşuyor. O halde beklide görmek atomların sahip oldukları enerji düzeyinin beyindeki yansıması olabilir. Kırmızı renk insan beyninin bir tanımlaması. Burada nesneyi kırmızı görmemizi sağlayan foton ışınlarının o nesne üzerindeki etkileşiminin bir sonucu. Yani aslında her şey bir zihin şifresi ve bu şifrenin kullanıldığı dil ile ilişkili. Bu dilde enerji boyutu ile yakından ilgili gibi duruyor. Beklide bilinç düzeyini geliştiren bir kişi hayalinde ve 5 duyu ile deneyimleme esnasında farklı görüntüleri ön plana çıkartmayı başarabilir. Bu paralel evrenlerden var olandan seçim yapmaya çok yakın bir bakış açısı gibi durabilir. Bu konuya bakış açınız nedir?

Bir takım rezervlerle katılırım elbette. Konuşmanızın sonuna doğru söylediğiniz şeyler beynin tam da çalışma prensipleri. Aslında beynimizin işlevlerinin büyük bir bölümü demin de dediğim gibi bilinçli farkındalığımızın dışında gidiyor. Psikanalizin bilinç dışı ile karışmasın ama tabiri caiz ise bilinçdışı bunlar. Ancak bilinçli farkındalığa çıkan küçük bir bölümü var. Bir çeşit sanki projektör makinesı var beynimizin içinde de, projektörün o belirli anda aydınlattığı bölge farkındalığa ulaşıyor. Baktığınız bir resmin farkına varmanız için, görsel sisteminizin önce mekanın farkında olması lazım. Resim o mekan içindeki bir ayrıntıdır. Eğer mekanda resim dikkatinizi çekiyorsa oraya odaklanıyorsunuz. Başlangıçta çalışan, o mekansal analizi yapan kısım demin söylediğim görsel sistemin evrimsel olarak daha eski bölgesidir. O ayrıntıya takılıp o ayrıntının özelliklerini incelemeye başladığınızda ne olduğunu söylediğinizde evrimdeki daha yeni bölge çalışmaya başlıyor. Üstelik bir de dil yeteneği ile donanmış olduğundan insan beyni bunları bir takım semboller aracılığı ile daha sonra hatırlanmak üzere saklıyor ki böylelikle diğer türlerin hiçbirinde olmayan bir özel avantaj sağlamış oluyor. Böylelikle her birimiz birbirimizden apayrı, emsalsiz tek tek bireyler oluyoruz. Dolayısıyla tabiri caiz bu emsalsizlik bir bireysel evren gibi algılanabilir bu çok eski bir felsefi perspektif olan klasik idealist anlayışa doğru gidiyor: emsalsiz olan ben yoksam evren de yoktur. Evren ''ben'in varlığıyla mümkündür. Bu idealist bakışa çok da yakın hissedemiyorum kendimi.

Bizim algılamamızın dışında durağan bir evrenin olduğunu düşünüyorsunuz herhalde?

Kuşkusuz. Sırf sembolik bir düşünce ile donanmış olduğumuzdan, şempanze hiç ilgilenmiyor kaç tane paralel evren olduğu ile. Yaşantısının emsalsizliğine, kendisini ben olarak adlandırmaya, eylemlerinden bireysel olarak sorumlu olduğunu düşünmeye vs. Oysaki %99 bir homoloji taşıyoruz şempanze ile. Şempanzenin beyninin % 20'si prefrontal kortekstir. Bu hiç de azımsanmayacak bir büyüklüktür. Ama ne zamandır ki bir nesneyi fizik varlığı yokken sembolize etme yeteneği var, işte o zaman bir takım illa ki karşılaşılan sıradanlıklara, ya da ard arda gelen rastlantılara bir teori uydurmak ve o teorinin aracılığı ile bakmak gibi bir derdi oluyor insanın. Her yeniliği kurcalamak gibi bir derdi oluyor.

Sn.Prof.Dr. Barış Korkmaz ile zeka ve beyin konulu bir paylaşımımda kendisi, son bilimsel tespitlere göre her insanın beyninde 28 milyar nöron var olduğunun tespit edildiğinden bahsetmişlerdi. Her insanın beynindeki sinaps ağı da parmak izi gibi benzersiz. Dolayısıyla her insan benzersiz düşünsel ve duygusal yaşama sahipken, aslında çevresel etkiler bilinçli bir şekilde düzenlenir ve insanlar daha çocukluk çağından itibaren zihin süreçlerine uygun obje, olay ve uğraşlarla eşleştirildiğinde, keşfedilmeye çalışıldığında her insan potansiyel bir dahidir diyebilir miyiz, dediğimde de bunu sıcak karşılamış ve hatta anne, baba olmanın bilinci ile bu bakış açısını eşleştirmişti. Siz bu tespite katılırmısınız?

Tabi. Kuşkusuz. Muhtemelen bu alnımızın arkasındaki beyin parçası en karmaşık bir sosyal düzeni içselleştirelim diye var. Yoksa şempanzeler de pekala gayet iyi topluluklar halinde duruyorlar. Kendisini diğerinin yerine koyabilmek empati yeteneği bunun temel bileşeni. Tabi ki ideal bir dünya ve dış uyaranlarla etkileşim, elbette ki defalarca gösterildiği gibi bir yandan emsalsiz o kişiye özgü, bir yandan da daha zengin sinaptik bir düzenek ortaya çıkartıyor. Nitekim Barış bunu çocuklarda gelişim sürecinde görüyor. Zengin ve yoksul ortamın nöro-gelişim üzerindeki etkilerini. Benim de başlıca rutinim Alzheimer hastaları. Ben de dolayısıyla gelişim değil çöküş sırasında görüyorum. Defalarca gösterilen şey şudur ki eğitim Alzheimer hastalığında başlıca risk faktörüdür. Yani bir yaşlının eğitimi ne kadar düşükse Alzheimer hastalığına yakalanma riski o oranda artmış olmaktadır. Nasıl açıklanabilir bu? Muhtemelen eğitimin sağladığı sinaptik zenginlikle Alzheimer hastalığı gibi zihnin nöral alt yapılarını giderek paramparça eden bir şeyde oldukça kalın bir rezerv bırakıyor ki bunama şiddetinde bir zihinsel bozukluğu eğitimli bir kişide çok daha geç dönemde görüyoruz. Eğitim yoksulunda bu rezerv olmadığı için çok daha kolay ortaya çıkıyor.

Hafıza dediğimiz olay beynimizdeki sinaps bağlantıları ile yakından ilgilidir diyebilir miyiz. Kalıcı bağlantılar bilginin kaydolmasında ve geri çağrılmasında önemlidir ve sinaps bağlantılarının kalıcılığı birbirileri ile entegreli olmasına ve zihin süreci şifresine uygun alanlarda etkileşlimesine bağlıdır tanımlamasına bakış açınız nedir?
Hafıza dediğimiz şey aslında insan beyninde üniform bir şey değil. Dolayısıyla bilgisayarın hafızasına benzemiyor. Birçok farklı paralel hafıza biçimleri var. Ama en popüler olarak bilinen zaman ve mekan bütünlüğü içinde yaşantıdıladığımız anı parçalarımızı aktarıp daha sonra hatırladığımız bilinçli otobiyografik hafıza var. Bu hafıza biçimlerinden bir tanesi. Bu sistem dejenere olmaya başladığında bir Alzheimer hastası unutmaya başlıyor. Ama Alzheimer hastası bisiklete binmeyi öğrendi ise onu unutmuyor. Bu da prosedürel hafıza adını verdiğimiz farklı bir hafıza türü. Motor yeteneklerin hafızası dediğimiz şey. İşte en yakın dönemde öğrendiklerimizi kaydedebilmek için yani sinaptik değişiklikler yaparaktan kaydedebilmek için hippokampus denilen beyin parçasına ihtiyacımız var. Ama bir anı parçası amigdala tarafından da yeterince bir emosyonel yük ile yüklenmişse, kayıt öyle sağlam oluyor ki neokorteksin bir yerinde artık hipokampusun onu desteklemesi gerekmiyor. Buna uzak bellek diyoruz. Yakın belleğimiz hippokampusumuzun da devreye girdiği bir biçimde çalışıyor. Yok eğer amigdala yeterince bir emosyonel değer yüklemiyorsa, beynind e bir iktisat etmesi lazım. Her şeyi öğrenip her şeyi hatırlamak, karşı karşıya olduğumuz uyaran bombardımanında mümkün değil. Dolayısıyla sinaptik yapımıza bireysel motivasyonumuz için gerekecek kadarını tutmalıyız gerekmeyeni de atmalıyız. İşte amigdala ve hippokampusun böyle bir partnerliği var. Örneğin, size ilkokul öğretmeninizin adını sorsam, eminim ki söyleyeceksiniz. O sırada da size bir fonksyonel MR taraması yapsam hippokampusunuz aktive olmayacak. Bu çoktan hippokampusunuzdan bağımsızlaşmış otobiyografik bir bilgi sizin için. Bakın Türkiye'nin başkenti Ankara'dır da bilinçli bir bellek ama otobiyografik değil. Su 100 derecede kaynar. Ama size Hondurasın başkenti nesridir diye sorsam bilemeyebilirsiniz. Honduras'ın başkenti Tegucigalpa'dır. Türkiye'nin başkenti Ankara'dır derken bunu ne zaman öğrendiğinizi bile hatırlamıyorsunuz değil mi? Çocukluğunuzun bir döneminde. Yani hangi koşullarda öğrendiğinizi hatırlamıyorsunuz. Bu cevabı düşünürken de fonksiyonel MR'da hippokampusunu yine aktive değil. Fakat semantik bellek denilen farklı bir bellek sistemine ait nöral ağ aktive. Hondurasın başkentinin Tegucigalpa olduğunu öğrenmek için hippokampusunuz şu anda devrede, bu bilgiye ileride ihtiyacınız olacak ve kullanacaksınız, kullandıkça hippokampus devreden çıkacak ve bilgi semnatik belleğin bir malı olacak, yok kullanmayacaksanız (ne işinize yarayabilir ki Honduras'ın başkenti bilgisi) o zaman beyin iktisadı kurallarına uygun biçimde basitçe unutacaksınız.
 
Üst