Türk Irkı = Türk Milleti
(Hüseyin Nihal ATSIZ)
Şimdiye kadar millet’in umumî bir tarifi yapılmamıştır. İçtimaiyat alimleri bu hususta bir şeyler gevelemişlerse de “içtimaiyat”ın ilim olduğunu iddia etmelerine rağmen ilmî bir millet tarifi yapamamışlardır. Bunun sebebi her milletin başka türlü olması ve bundan dolayı başka bir tarife muhtaç bulunmasıdır.
Almanlar milliyette ırkı temel sayıyorlarsa bunun sebebi bir Cermen ırkının var olması ve Alman milletinin kuruluşunda esas rolün Cermen ırkında bulunmasıdır. Fransızlar milliyetlerini inkar ediyorlarsa bu, onların başlangıcı bir tek ırka dayanmadığı içindir.
Bugün ya millet kelimesinin her millet için ayrı bir mana ifade ettiğini kabule yahut da millet dediğimiz birçok cemiyetlerin millet olmadığını söylemeğe mecburuz.
Millet için ırkı esas kabul edersek Fransızlarla Amerikalılar, dil ve kültürü kabul edersek Belçikalılarla İsviçreliler ve hatta Çinliler, vatanı kabul edersek Yahudiler bir millet değildir. O halde millet nedir? Burada önce şunu kabul etmeliyiz: Bizce yalnız Türk milleti vardır. Bunun için de yalnız onun tarifini yapmak lazımdır. Başkaları bu tarifin çerçevesine sığsa da sığmasa da ehemmiyeti yoktur.
Türkler için milliyet her şeyden önce bir kan meselesidir. Yani
Türküm diyecek olan adam
Türk neslinden olmalıdır.
Türk nesli de tarihten malûm ve meşhur olan
Türklerdir. Sibiryanın buzlu bir bucağında yaşıyan bir Saka veya Litvanyanda yaşıyan bir Kıpçak
Türk’tür. Sakanın dili bize pek aykırı gelebilir. Litvanyalı Kıpçak çoktandır öz dilini unutup Litvan diliyle konuşmuş olabilir. Fakat onlar kanca
Türk oldukları için
Türk’türler. Bunun için biz onlara bir yakınlık duyarız. Fakat yabancı kan taşıyan bir insan
Türkçe’den başka dil bilmese bile, o
Türk değildir. Bunu şöyle bir misalle izah edebiliriz: Memleketimizde epeyce zenci vardır. Bunların hepsi
Türkçe konuşur. Bazılarının dili tam bir İstanbul şivesidir. Başka dil bilmezler. Kanun bakımından da
Türk sayılırlar. Fakat onlar
Türk müdür? Bir
Türk köylüsü onun
Türk olduğuna kat’iyen inandırılamaz. Hakikatte de onun
Türk olduğunu iddia etmek gülünçtür. Zaten memlekette herkes bunlara Arap der, geçer.
Türk kanına yabancılığı bakımından bir İngiliz, bir Yahudi, bir Çerkes, bir Arnavut, bir Kürt veya bir Lâzdan farkı olmayan zencilerin, sırf tabiat ona kara damga vurdu diye
Türk olmadığı ittifakla kabul olunuyor da, dış şekilleri
Türk’e benziyen başka yabancılar neden
Türküm diyince
Türk sayılıyor? Madem ki zencinin
Türklüğünü kimse kabul etmiyor, o halde şekli
Türk’e benziyen yabancı da
Türk değildir. Mesele yalnız dış şekil meselesi olsaydı zenciyi
Türk saymayıp ötekini saymak belki doğru olurdu. Fakat mesele bir iç meselesidir. Zenci,
Türk’e olan sadakatinde ötekilerden, muhakkak ki, daha samimidir. Fakat mesele bir iç meselesi olduğu için
Türk’e şeklen benziyenlerden daha çok sakınmak lazımdır. Malum ya: yılanın bile en tehlikelisi bulunduğu yerle aynı renkte olanıdır.
Türk’e düşman olanlar ve bunu açıkça söyliyenler
Türkler için o kadar tehlikeli değildir. Asıl büyük tehlike
Türkümsü olan yabancılardır. Bunlar iyi
Türkçe konuştukları ve çok defa
Türkçe’den başka dil bilmedikleri için
Türk’ten ayırt edilemezler. Fakat kanlarının başka olduğunu ya bilir, ya da sezerler. Onun için bunlara
Türkümsü diyorum. Bunlar dalkavuktur, yalancıdır. Yüze gülerler.
Türklüğe zararlı fikirler bunlar arasında revaçtadır.
Türk olmadıkları için ufak bir şahsi menfaat uğrunda
Türk’e içten içe kötülük eden fikirlere ve teşkilatlara bağlanmaktan çekinmezler.
Türkümsülerin, icabında
Türk’e nasıl fenalık ettikleri hakkında yüzlerce misal söyleyebiliriz. Bunu tarihi delillerle de ispat etmek kolaydır: Balkan Savaşında Sırplara yenilmemizin sebebi Arnavutların ihaneti değil miydi? Selanik’teki 40 bin kişilik ordumuz neden mukavemet etmeden Yunanlılara teslim oldu? Çünkü o ordunun kumandanı olan Tahsin Paşa Arnavuttu. Halbuki Edirne’deki 12 bin kişilik ordumuz aylarca ve yüzümüzü ağartan bir kahramanlıkla dayandı. Çünkü Edirne Kumandanı Şükrü Paşa
Türk’tü.
Abdullah Cevdet bu milletin iki sağlam dayanağı olan milliyet ve din mefhumlarını yıkmağa neden çalıştı? Çünkü o bir Kürt milliyetperveriydi.
Türklüğü kürtlükle yıkmanın imkansız olduğunu anladığı için hars ve ilim yoluyla yıkmağa çalışıyordu. Rıza Tevfik memlekete niçin ihanet etti? Çünkü babası Arnavut anası Çerkes olan bir melezdi. Ali Kemal neden düşman için çalıştı? Çünkü dedesi ermeni dönmesiydi. Kurtuluş Savaşında ufak bir menfaat meselesi yüzünden çeteci Etem niçin Yunanlılarla birleşti? Çünkü Çerkesti. Ahmet Cevat neden mütareke yıllarında
Türkçülüğün aleyhinde olduğu gazetelerde yazdı? Çünkü Giritli idi…
Buna dair misalleri biz daha yakın tarihten de alabiliriz. Kazım Kara Bekir Paşa’nın yetiştirdiği çocuklar arasında aslı ermeni olan birinin yüksek tahsilini bitirdikten sonra ihanet ettiğini hepimiz işittik. Üniversitedeki Yahudi dönmesi profesörlere “biz de
Türk değiliz sizin gibi Yahudiyiz” dedikleri de bir emrivakidir. Gaziye suikast hazırlayan Ziya Hurşit lazdı. Gaziye bilfiil ateş etmek için de koca İzmir’de bula bula bir lazla bir gürcü bulmuşlardı.
Bütün bunları gördükten ve daha ufak nice misallerine şahit olduktan sonra insanın
Türkümsülere inanması için ancak aptal olması lazımdır. Filvaki bu
Türkümsüler her yerde mübalağa ile
Türklük için bağırırlar. Fakat bu, bugün
Türklüğün kuvvetli oluşundandır. Yarın ilk kara günümüzde onlar yine bize ihanet edeceklerdir. Onlara bunu yaptıran damarlarındaki kanın bozukluğudur. Binaenaleyh ihanetlerini tabii görmek lazımdır.
Birinci dil kurultayında
Türklük lehinde palavra atanlar hemen hemen ekseriyetle
Türkümsülerdir. Yaşasın
Türkiye Cumhuriyeti diye bağırırken şivelerinden Arap veya Arnavut olduğu anlaşılan bu gösteriş kahramanları yanında hakiki
Türkler daima sessiz kaldılar. Onun için bizce anlaşılmıştır ki
Türk olmak için kanı
Türk olmaktan başka çıkar yol yoktur ve olamaz da…
Yukarıda birçok
Türklüğe ihanet misalleri saydık. “Sanki hakiki
Türklerden ihanet eden yok mudur?” diye bir itiraz suali sorulabilir. Fakat bu pek zayıf bir itiraz olur. Çünkü her milletin içinde sütübozuklar bulunmakla beraber
Türkiye’de
Türk ve
Türkümsülerin sayı nispetiyle ihanet edenlerin nispeti mukayese olunursa bu nispetin daima
Türkler lehinde pek büyük bir fark göstereceği meydana çıkar.
Türkümsüler birkaç göbek ilerki babalarının
Türk’ten başka bir şey olduğunu bilmeyip kendilerini öz
Türk sansalar da yine
Türk değillerdir. Çünkü
Türklük yalnız manevi-ahlaki değil, aynı zamanda maddi (yani fizik, fizyolojik, fizyonomik ve antropolojik) bir şeydir.
Türk olmak için
Türk ırkının maddi ve manevi hasletlerini tevarüs etmek icap eder. Binlerce yıllık tarihi hayatların milletlere verdiği bir terbiye vardır ki o öyle birkaç yılda ve hatta asırda elde edilemez. Asırlardan beri kılıç sallamış ve ömrünü er meydanında geçirmiş
Türk milletinin bir çocuğu ile asırlardan beri sahtekarlık ve dolandırıcılıkla yaşamış Yahudi milletinin bir çocuğu nasıl müsavi olabilir? Aynı günde doğan bir
Türk çocuğu ile bir Yahudi çocuğunu aynı terbiye müessesine alıp ikisine de yalnız esperanto dili öğretseler ve aynı şartlar altında aynı terbiyeyi verseler bile muhakkak ki
Türk çocuğu yine yiğit, Yahudi yine korkak olacaktır.
Türk çocuğu yine doğru, Yahudi yine sahtekâr yetişecektir.
Türk ordusunda en seçme ve kahraman unsur daima Kastamonu, Çankırı, Taşköprü, Tosya ve havalisinde yetişen neferlerdir. Niçin? Çünkü buradaki
Türkler Orta Asya’dan nasıl geldilerse öyle kalmışlar, hiç karışmamışlardır. Savaş meydanlarında yüzde hesabıyla en çok şehit düşenler de bunlardır. Halbuki Kastamonu ve civarı köylüsü ne gösterişsiz mahluktur.
Demek ki
Türk vatanı için kendisini harcıyan hep
Türkler olduğu gibi en sakınmadan harcıyanlar da en karışmamış
Türkler oluyor.
Türklükte dil meselesi kandan sonra gelir. Şüphesiz ki her
Türk’ün dili
Türkçe olmalıdır ve olacaktır. Fakat yabancı çokluklar arasında kalarak dilini kaybeden, lâkin
Türk olduğunu unutmıyan bazı su katılmamış
Türkler vardır ki yabancı dillerine bakarak bunları
Türklükten çıkarmak doğru olmaz.
Türkiye’nin doğu ve cenup sınırlarında Kürtçe veya Arapça ve Lehistanda Lehçe konuştuğu halde
Türk olduğunu söyliyen ve tarihi menşelerince
Türk soyundan gelen, antropoloji bakımından da mükemmel
Türk olan insanlar hiç şüphesiz
Türk’türler.
Bazılarının söylediği gibi milliyet yalnız anlaşma vasıtası olan dil’in birliği ile izah edilseydi bir İstanbul Yahudisinin bize bir Kırgızdan daha yakın olması lazım gelirdi. Halbuki bütün kanunlara, siyasi ve içtimai hadiselere, propagandalara rağmen biz Kırgızı kardeş, Yahudiyi de köpek çıfıt olarak tanıyoruz. Çünkü Kırgızın damarındaki kanın kendi damarımızdaki kan olduğunu, Yahudinin ise bize düşmanlıkla yuğurulduğunu biliyor, seziyoruz.
Türk milliyetindeki dilek birliği üçüncü derecede değerli bir meseledir. Bazı zamanlarda bazı
Türk zümrelerinde dilek aykırılığı olması onların bir tek millet olmalarına engel değildir. Bu dilek ayrılığı, çok defa, türlü
Türk zümrelerinin başında bulunan başbuğların zorla yarattıkları yapmacık ve geçici bir nesnedir. Bugün türlü
Türk zümreleri arasında dilek ayrılığı olsa bile,
Türkler ya bunun güçsüzlük doğurduğunu görerek dileklerini birleştirecekler, yahut da içlerinden en kuvvetli zümre ötekilerini de zorla kendine bağlıyarak
Türkleri tek dileğe doğru yürütecektir.
Türk tarihinde bu daima böyle olagelmiştir. Nitekim Gazinin kudretli şahsiyeti
Türk milletine bir dilek birliği kurmamış olsaydı muhakkak ki
Türkiye’de türlü türlü zümreler bulunacaktı.
Türk milliyetinde menfaat birliği meselesi ise ağza bile alınamaz. “Aynı çanaktan yalıyanların bir millet olduğu” hakkındaki düşünceleri reddettikten sonra menfaat birliği solda sıfır kalır. Bir Kazakla bir Konyalının menfaatlerinde ne birlik vardır? Halbuki bunlar bir milletin çocuklarıdır. Bir Erzurumlu ile bir İzmirlinin menfaatleri arasında da bir iştirak yoktur. Her ne kadar bazı marksistler Kurtuluş Savaşını iktisadi bir hareket olarak izah etmek gibi Yahudice düşünüyorlarsa da Erzurumlu askerin İzmir için ölmesi kendi istihsal maddeleri ihraç iskelesi olan İzmir’i kaybetmek kaygısı dolayısıyla değildir. Bu tamamı ile duyguya ait bir meseledir; bir kan meselesidir.
Bundan başka, madem ki bütün
Türkler birleşecektir, şu halde onların arasında uzak veya yakın bir menfaat birliği de kurulacak demektir. Zaten
Türkler arasında bir de menfaat birliği vardı ki o da hepsinin aynı düşmanlar tarafından aynı tehlikelere maruz kalmış olmasıdır.
Türk milletinin münevverleri sezmese bile hakikat şudur ki
Türklere birleşerek birbirlerine dayanamazlarsa mutlaka yok olacaklardır. Çünkü kırk milyonluk
Türk milleti küçük küçük parçalara bölünmüş ve her parça büyük, iştahlı, ileri teknikli ve yüksek harslı düşmanlar tarafından çevrilmiştir.
Şimdi, şu neticeye varıyoruz demektir:
Türk olmak için önce kanı Türk olmak lazımdır.
Ondan sonra dili Türk olmak lazımdır.
Ondan sonra dileği Türk olmak lazımdır.
Kanı
Türk olan fertlerden bir
Türk milleti bugünkü melez topluluktan, şüphe yok ki, kat kat kuvvetlidir. Bu, kanı
Türk olan fertlerin dilleri de
Türk olursa (başka bir ihtimale göre hepsi aynı ağızla konuşan
Türkler olursa) o millet daha güçlü bir millet olur.
Üstelik bir de bu milletin fertleri dilek birliğiyle birbirlerine bağlıysa, bu ülkücü (=mefkûrevi) bir millet demektir. Sayıca azlık bile olsa dünyanın en güçlü milletidir.
Allah(cc) Türk Milletinin Her Daim Yanında Olsun
