• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.
Üyelik Tarihi
11 Mar 2015
Konular
1,897
Mesajlar
3,366
MFC Puanı
15,160
Ağaçlar Yapraklarını Neden Döker

Tabiat, İlahi sanatın sonsuz ilim, kudret ve hikmetle yeryüzünde rengarenk sergilenmesidir. Nakışlı bir kitap da diyebileceğimiz bu sanat eseri, göz kamaştırıcı bir düzen ve ahenge sahip harikulade bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın içerisinde mevsimler tabiata ayrı bir renk ve ayrı bir hava katarlar Çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve ölüm safhaları, mevsimlerle adeta iç içedir. Her mevsim kendine has ses ve nağmesiyle gelir.

İlkbaharda tabiat uyanışa geçerken sonbaharda yeniden bir sessizliğe ve ıssızlığa bürünür. İnsana ihtiyarlık devresini hatırlatan sonbaharın ilk günlerinin başlama emrini almasıyla beraber, ağaçların büyük bir çoğunluğu yapraklarını dökmeye başlar. Böylece yaprak döken ağaçlarda büyüme ve karbondioksit özümlemesi durur. İstisnasız her mevsim yenilenen bu hadise, ağaçlar için bir yenilenme, tazeliğe adım, yeniden doğuşa basamaktır. Biz insanlar için de öyle değil mi..?

İlk bakışta, ağaçların, bir manada güzellikleri olan yapraklarını feda etme, yaklaşan kış mevsiminin ağır iklim şartlarını daha kolay bir şekilde karşılaması gibi görünüyor. Oysa ki yapraklar, ağaçların sadece süsleri değil, aynı zamanda hayat motorlarıdır. Fotosentez hadisesinin neticesi olan oksijen ve glikoz, işle bu yapraklarda üretiliyor. Sessiz ama derinden işleyen sanat harikası bir fabrika...

Peki ağaçlar, kış mevsimi yaklaşınca bu üretim merkezlerinden neden vazgeçmek durumunda kalıyorlar? Kış mevsimi, bir bitki ve ağaç için hakikaten zor bir mevsim. Bu soğuk günlerde su, sıvı haliyle toprakta iyice kıt hale geliyor. Oysa yapraklar, nefes alıp veren, terleyen canlı organlardır. Terledikçe, tabii olarak suya olan ihtiyaçları da artıyor ve zaten kıt durumdaki suyu emmeye çalışıyorlar.

İktisadi tedbirlerin hükümferma olduğu ağaçlarda yapraklara, bu su kıtlığında artık yol görünüyor. Zaten yaprağın yapı itibariyle soğuk kış şartlarına dayanması da mümkün değildir. Nitekim don ile birlikte yaprakların hücreleri her an parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 0 halde nasılsa bir şekilde parçalanıp toprağa düşecek bir yaprağı, her şeye rağmen taşımak ve kıt olan su rezervlerini onun için seferber etmek israf olsa gerek... Bu durumda ağaç, programlandığı şekilde tabii şartlardan önce, soğuk kış günleri gelmeden yapraklarından kurtulur.

YAPRAK DÖKÜMÜNDE BİYORİTMİK PROGRAM

Yaz mevsiminin sonlarına doğru, günlerin kısalmasıyla beraber, ilim adamlarının deyimiyle “biyolojik iç saat” doğrultusunda sanki bir çalar saat ağaçları uyarır ve onların fotosentezden sorumlu olan hormonlarına “motorlarını yavaşlat!’ sinyalini verir. İşle o andan itibaren yaprak dökümü başlar. Şehirlerde bu süre biraz daha gecikmeli olarak devreye girer. Çünkü şehirlerdeki aydınlatmalar, günlerin kısalması hususunda ağaçları yanıltıyor ve yaprak dökümü sürecini başlatan hormonal salgılamanın gecikmesine sebep oluyor. Soğuk mevsimlerin yaşanmadığı tropikal bölgelerde ise ağaçlar, kurak mevsim öncesi yine su ihtiyacını dengelemek için yapraklarını döküyorlar.

Yaprak dökümü sadece su ihtiyacına yönelik bir refleks mi? Hayır. Bazı ağaçlar için yaprak dökme, bir çeşit dinlenme ve rahatlamadır da. Bu hadise kesinlikle mevsime bağlı olmadığı gibi, ağacın yapraksız kaldığı süre de ağaçtan ağaca büyük değişiklikler gösterir. Mesela, bütün yıl yaz mevsiminin hakim olduğu Portekiz’in Atlas Okyanusu kıyısındaki Madeira adasında bulunan lale ağacının yapraksız kaldığı süre yaklaşık 85 gün, aynı adadaki kayın ağacının da 149 gündür.

Yaprak dökümü zamanının hemen başında ağaç, yapraklarındaki bütün besleyici maddeleri emmeye başlar. Gaye nitrat, fosfat ve potasyum gibi değerli elementlerin, düşen yapraklarla beraber boş yere harcanmaması, hazır eldeyken kullanılabilmesidir. Bu maddeler, ağaç kabuğunun tabakalarına, gövdenin ortasından geçen iliğe çekilir ve buradaki parankima hücrelerinde depolanır. Böylece yapraklardaki besin maddeleri israf edilmemiş ve maksimum tasarruf esaslarına uyulmuş olmaktadır.

...VEYAPRAĞIN RENGİ SOLAR

Yapraklara yeşil rengi veren klorofil pigmentleri yavaş yavaş çürümeye başlar. Bu çürüme devresinde klorofil pigmentlerinden ayrılan mini moleküller de, vazifelerini tamamlayıp, tezkerelerini alan asker misali yaprakları terkedip, ağacın gövdesine dönerler. Bütün bu kimyevi gelişim neticesinde yapraklar yeşil renklerini kaybeder, fakat renksiz bırakılmazlar.

Faaliyetleri daha önce klorofil tarafından durdurulan karotenoidler ve antosianinler gibi pigmentler o andan itibaren serbest kalır. Ağaçların yapraklarına kavuniçi, kahverengi, mavi ve kırmızının çeşitli tonlarını veren ve sonbahar mevsiminde ormanları bir renk cümbüşüne dönüştüren işte bu pigmentlerdir.

Ancak şu hususu hatırlatmakta fayda var: Sonbahar mevsimine çok zaman varken yaprakların sararmaya başlaması, tabii yaprak dökümü ile değil, yapraklardaki azot, kükürt ve magnezyum eksikliği ile ilgili bir hadisedir. Bu durum ise genellikle ya kuraklıktan veya toprağın mineral zenginliğini yitirmesinden ileri gelir.

Yaprak dökümü programının bundan sonrası, biraz da o ağacın karakterine bağlıdır. Bazı ağaçlar, yaprakların kendiliğinden düşmesini bekler. Ancak bu, bazen oldukça uzun zaman alabiliyor. Organik madde fakiri ve bazı pigmentlerin de tesiriyle sararan yapraklar kurusa da düşmeden dalın ucunda günlerce kalabiliyor. Meşe ve kayın ağaçları gibi.

Meşe ağacı ölü yapraklarını günlerce dallarında taşıyabilir ve bir fırtınanın gelip onları dökmesini bekler. Kayın ağacı ise ölü yapraklarını ta ilkbahara kadar dallarında tutabilir. Ağaçların büyük bir bölümü ise yapraklarından hemen kurtulabilir, hatta onları, henüz tam manasıyla ölmeden de dökebilir. Bunun için de ağaç, yaprak saplarını hususi olarak beslemiyor ve zayıflamaya sebep oluyor. Bu durumda en küçük bir esinti dahi yaprakları önüne katıp götürebiliyor.

Yaprağın koptuğu noktada ortaya çıkan yaranın üzeri de hemen bir mantar tabakasıyla kapanıyor. Ağaçlar bu şekilde kış şartlarına karşı tedbirlerini almış, sanki kışlık elbiselerini giyip, yeni mevsime hazır hale gelmişlerdir...

KOZALAKLILAR DA YAPRAK DÖKER

Ilıman bölgelerde yetişen ağaçların yaprakları genellikle sonbaharda kurur, ölür ve yere düşer. Çam, şimşir, ladin, köknar ve çobanpüskülü gibi kozalakgiller familyasından olan ağaç türlerinin (iğne yapraklı ağaçlar) yaprakları birkaç yıl yaşayabildiğinden, kış mevsiminde de yeşil renkli ve canlıdırlar. Bundan dolayı adları ‘dayanıklı” ya çıkmıştır.

Ancak bu ağaçlar da iklim, zaman ve çevre şartlarının değişimi doğrultusunda yapraklarını (iğnelerini) dökerler. Mesela karaçam, karın tesiriyle ağırlaşan dallarının kırılmaması için sonbahar mevsiminin sonlarına doğru yapraklarını dökmeye başlar.

Bu ağaçların yaprak saplarında “Apsis noktası’ denilen zayıflama bölgeleri meydana gelmez. Kozalakgiller, yapraklarını iki veya yedi yıl arayla da dökerler. Botanik uzmanlarına göre, kozalakgillerin yaprak dökümüne gitmesi, özellikle çok uzun ve sert kış mevsimleri için geçerlidir. Yoksa bu ağaçlar, hayat kaynakları olan organik maddelerden uzak kalsalar dahi hayatlarını aylarca devam ettirebilirler.

DALDAKİ PROGRAM

Sonbahar yaklaşıp, günler yavaş yavaş kısalmaya başladığı vakit, yaprakların büyüme hormonunun oranı düşmeye başlar. Zamanla yaprak sapının dala bağlandığı noktada birtakım hücreler oluşur ve bu hücreler, üstü mantarla kaplı bir yatak meydana getirirler. Bu noktaya “Apsis noktası” veya “yaprak tabanı”denilir. Yaprağın sapı bu bölgede öylesine zayıflamıştır ki küçük bir esinti dahi sapın o noktadan kopmasına ve yaprağın yere düşmesine yeter.

Tam bu esnada yaprakta, dokularının çürümesi sebebiyle, “etilen” adı verilen bir hormon üretilmeye başlanır. Bu gaz şeklindeki hormon, sellülaz ve pektinaz enzimlerinin sentezini teşvik ederek, bunların hücre duvarlarını eriterek hücreler arası bağlantının zayıflaması ve zamanla hücrelerin birbirlerinden ayrılmalarına sebep olur ve yaprak dalının kapma işlemini hızlandırır. Yaprağın sapıyla beraber düşmesinden sonra, yaprağın koptuğu yer olan apsis noktasında meydana gelen yaranın üstü hemen kallus denilen bir mantar dokusuyla tamamen kapatılır. Bu doku vasıtasıyla bitkideki su kaybı önlenmiş, kışın soğuğu, havadaki zararlı gazlar, bakteri ve mantar gibi patojenlerden de korunmuş olur.






 
Üst