• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Ahmet Erhan

DarkWoman

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
27 Kas 2019
Konular
5,318
Mesajlar
11,488
MFC Puanı
66,370
image.jpeg


“78 kuşağının en hüzünlü şairi “Ahmet Erhan” anısına...”

“Ahmet Erhan”
(Kimliğindeki gerçek adı “Erhan Bozkurt”)

Şair, öykü yazarı, Türkçe-Edebiyat öğretmeni (8 Şubat 1958, Ankara -
4 Ağustos 2013, Ankara)

“Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın, en yakın dostlarımın birer birer, vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların ölümünü gördüm ama kimse inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin! Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan, dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkça, yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır; vereceğimiz tek şey budur dünyaya.”

_
Ahmet Erhan, Gülşiir Ke
ndi söylemiyle “Ölüm’den olma, Hayat’tan doğma” şair Ahmet Erhan...

78 kuşağının en hüzünlü şairi...

Ki O, en hüzünlü şair de olsa ölüme değil

‘Hayat’a inanmış bir şairdi. Son şiirlerinde ‘Hayat’ sözcüğünün “h”sini her yerde büyük harfle yazıyordu.

Sanki, ‘Hayat’ı kutsuyordu, yüceltiyordu.

Ve şöyle diyordu bir sohbetinde: “Ben her şeye rağmen hayata inandım. Ölüm mü? Elbet var ama aslolan Hayat’tır, onun büyük akışıdır. Biz olmasak da o akış sürecek. Ve şairlerin, ölüm yıldönümleriyle değil doğum günleriyle anılmasını isterim.”

Bu
sözün üzerinden çok geçmeden başka bir yolu seçti şair; şiirden ve sonsuz bir yol...

“Ölüm’ün ve Hayat’ın bir sınırı varsa orda bekle beni, gözlerinden öperim...”

Şü
phesiz ‘Hayat’a inansa da Ahmet Erhan, ama aslında ölümün ve acının şairidir...

“Bugün oturdum ölümü düşündüm... ...hayat bu kadar güzelken.”

He
men hemen her şiirinde acıyı dillendirecek bir yön bulmuştur. Acıyı, hayatı algılama biçimine dönüştürmüştür. Herkesin sevindiği ayrıntılarda onun içi sızlar. Belki de acıyı yazmak için geldi dünyaya Ahmet Erhan.

Acının şairidir, O.

“Ölüm günleridir şimdi, ölüme doğar, Ahmet Erhan...”

78
kuşağının önemli isimlerinden olan Ahmet Erhan henüz 23 yaşındayken ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ şiiriyle Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanmıştı.

Şiirleriyle Cemal Süreya Şiir Ödülü, Halil Kocagöz Şiir Ödülü, Behçet Aysan Şiir Ödülleri'ni alan şair son olarak ‘Sahibinden Satılık’ adlı şiiriyle 2008 yılında Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'nü almıştır. Şair bu ödüllerin dışında, yaşamı ve tüm eserleriyle2005 yılında Dionysos Şiir Ödülleri’ne değer bulunmuştur.

Rivayete göre, Ahmet Erhan, 1981'de 23 yaşında iken “Alacakaranlıktaki Ülke” şiiriyle Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü aldığı gün, törende Edip Cansever’le karşılaşmış.

Sormuş Cansever:

“Evlat ne çok bahsetmişsin, daha gençsin oysa, kimden öğrendin ölümü...” “Sizden öğrendim üstat” diye cevaplamış Ahmet Erhan. Uzanıp omzuna dokunmuş Cansever.

Yüzü hâlen o günkü güzelliğindedir ikisinin de...

Yıl 2013:

Gerçekten öğrendi ölümü, Ahmet Erhan. (4 Ağustos 2013)

“Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden bir portakal ağacı fışkırdı, dersin. Kanı özsu oldu, dallara yürüdü; öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.”

8 Şubat 1958’de, Ankara’da doğan, Mersinli bir ailenin beşinci çocuğuydu...

Babanın işi nedeniyle Ankara’dan taşınmışlardı. Çocukluğu ve gençliği Mersin-Adana hattında geçti. Adana Demirspor’un genç takımında koşturdu bir süre. Ağır bir sakatlık geçirince kendini şiire verdi, yazmaya başladı. 1976’da “Militan” dergisinde yayımlanan toplu şiirleriyle dikkat çekti. Lise eğitimini akşam lisesinde tamamladı; gündüzleri çalıştı, para kazandı. Ardından Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı bitirdi.

Çeşitli özel kurumlarda Türkçe ve Edebiyat Öğretmenliği yaptı. “Alacakaranlıktaki Ülke” adlı şiir kitabı 1981’de çıktı. Şair bu kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne lâyık görüldü.

Karamsarlığın, umutsuzluğun, ıssızlığın başucu kitabı oldu. 1975 yılının Haziran ayında babasını kaybeder. Babası ölene dek alkolden nefret eder ama sonrasında “bayrağı kaptığı gibi meyhaneye koşar”. Bu ölüm, şiirlerini daha da derinleştirir Ahmet Erhan’ın; zira kendisi tam bir babacı’dır ve onun ölümüyle birlikte her şey ters yüz olur. Babasının adı “Ahmet İzzet”, kendi adı da “Erhan Bozkurt”tur. Kendi adının önüne babasının adını koyar ve Erhan Bozkurt, “Ahmet Erhan” olur.

Yed
i kere kurşunlandı; dördü solculardan, üçü sağcılardan olmak üzere. Ha bir de at yarışlarını severdi. Kendi deyimiyle onu yaşatan şeylerden biriydi bu yarışlar.

Ama çoğunlukla kaybetti, “Rüzgârın Kızı” da hiçbir zaman kazanamadı yarışı. Fatih Terim’le birlikte Adana Demirspor’da top koşturdu. Adıyamanspor’un sağ beki kaval kemiğini kırınca futbola küstü. Terim, Galatasaray’a doğru yol aldı, Ahmet Erhan şiire...

Ro
manlardan beslendi, Rus ve Fransız edebiyatından ve özellikle de Dostoyevski’den. Babasının isteği üzerine ona ciltlerce kitap okudu, zira gözleri iyi görmezmiş. Ama meğerse bu babasının bir oyunuymuş, sırf oğlunu okuryazar yapmak için oynamış bu oyunu. Sonra bir gün babasını gazetede küçük puntolu bir haber okurken yakalamış ve oyun bozulmuş.

Türk Tabipler Birliği’nin verdiği Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü 2006 yılında “Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabıyla kazandı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören Belde Belediyesi işbirliğiyle verilen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü ise


“Sahibinden Satılık” adlı kitabıyla 2008 yılında kazandı.

Hastaydı...

Gırtlak kanseriydi.


Özel Okmeydanı Hastanesi’nde 501 numaralı odada yatıyordu.

Yatağa bağımlıydı ve yanında sevgili eşi “Hacer” kalıyordu.

”Ben kendimi dağ sanırdım Hacer, enginimde Konya Ovası, Çukurova, Harran... Eskiden benim de bir yurdum vardı, yağmura direnen limon çiçeklerine benzer, ben kendimi sarhoşken tanırdım, ince belli bardaklarda anason kokusu, kuşların bile kıskandığı piknikler, karıncaezmez gençliğim yaşlılığı abarttı, kalp kırıklığı, güz esintisi, kanser, gün gün damlayan zaman -o da su, ama şöyle bir gürül gürül akmadı, ben kendimi ırmak sanırdım Hacer...” Ahmet Erhan, 4 Ağustos 2013’te, yani tam da Turgut Uyar’ın doğum gününde “Göğe Bakma Durağı”nda düşüverdi toprağa.

Geride, kendi deyimiyle “üç beş şiir kaldı, iyi kötü”...

* * * Ankara Esat’ta yalnız yaşayıp kendi halinde bir Türkçe-Edebiyat öğretmeni olduğu zamanlarda Ahmet Erhan’ın evini gecenin üçünde polis basar. 2. Şube’ye götürülür.

E
mniyet Amiri, “Ne iş yaparsın?” diye sorar.

“Büyük Kolej’de öğretmenim.” der.

Amir şaşırır: “Benim kızım da orada okuyor.” Ve Emniyet Amiri polislere, “Niye aldınız lan hocamı!” diyerek çıkışır.

Sebep, dağdaki bir teröristin cebinden, Ahmet Erhan’ın ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ kitabı düşmüştür.

Ah
met Erhan’ın dört tutkusu vardır: Şiir, aşk, futbol, at yarışları. En derin aşk şiirlerini âşık olmadığı dönemlerde yazar. Erhan’a göre, insan hayatta bir kere âşık olur, ötesi o aşkın dipnotlarıdır.

Adana Demirspor’
da birlikte top koşturdukları Fatih Terim’in Galatasaray’a, Ahmet Erhan’ınsa şiiregeçmesi, bir transfer hatasıdır belki de. Futbol, ilk gençliğinin en büyük tutkusudur. Adana Demirspor’da oynar. Adıyaman’la oynadıkları bir futbol maçında Adıyaman’ın sağ beki, kaval kemiğine bir girişir, kırılır kemiği.

Ahmet Erhan’ın küsme huyları vardır, futbola da küser.Sanki şiirlerinde de görülür bu küsme huyu, hatta her kitapta şiiri bırakır. Çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar çok şair, o kadar çok soytarı, o kadar çok dergi, o kadar çok dedikodu vardır ki...

Adana Erkek Lisesi’
nde ve Adana Demirspor genç takımında (o yıllarda takım Birinci Lig’dedir) 6 numaralı formaonun’dur. Soldan sağa deplase oldu mu, yüzde doksan goldür; sol gösterip sağ çakar.

Genç takımda oynarken, Fatih Terim A takımdadır.Fatih Terim’le aynı mahallede otururlar. Galatasaraylıdır. Galatasaray’ın özellikle Avrupa ve Fener maçlarında evin duvarlarının rengi değişir, sarı-kırmızı olur. Bayraklar, şapkalar, düdükler ve bilumum alet-edevatla kendi kendine küçük bir Ali Sami Yen yaratır. Galatasaray yense de yenilse de içer. At yarışları, özellikle son yıllarda hayatının meşguliyet alanlarından birini oluşturur. Bunun, çoğu insana tuhaf gelebileceğini bilir.

Çocukluğu, at ve köpek familyalarının içinde geçer. Beş altı yaşlarındadır. İki yarış atları vardır: Vildan ve Esire. Vildan, ‘kan hattı’, çok güçlü bir attır ve doğal olarak her koştuğu yerde çoğunlukla favori gösterilir, gelir de. Esire ise ‘eşek’ tabiriyle anılabilecek bir garibandır; sürprizden de öte olarak verilir tahminciler tarafından. O unutulmaz günde, bir aprantinin (jokey yamağı) koşturduğu Esire birinci gelir; potoyu geçtikten sonra da yere yığılır.

O sırada Ankara Hipodromu’nun locasında birasını yudumlamakta olan baba, oğluna sarılır, kazanma coşkusunun o yüzden derin bir acıya dönüştüğünü, beş yaşının masumiyetiyle ve olgunluğuyla izler. Esire’nin ayağı kırılmıştır. ‘Atları da vururlar.’ O günden sonra, evlerinde atlarla ilgili tek bir sözcük bile konuşulmadığını hatırlar.
Unutmayı hiç sevmez.

50 yaşına, sağlık sorunlarıyla giren Ahmet Erhan’ın, en çok ağrına giden şey, ‘sesi’dir. 20 yıl Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yapmış birinin sesinden çocukların korkması ağrına gider. Gırtlak kanseridir. İki kez ameliyat olur. İkincisinde ses tellerinden birini alırlar, üstelik bir de kalbi durur kısa süreli de olsa.

Babası 51 yaşında 1975’te alkolden ölür. Babasının yaşını geçmek ister, 4 yıl da geçer. 55 yaşındadır öldüğünde. Ölüm sebebi bilinir: Alkol. Özellikle son kitapları, şiirleriadamakıllı alkol kokar. Şiiri, ‘kişisel’den öte bir şiirdir; bireysel bile değildir.

Şişeyi paltosunun iç cebine saklayıp gizliden gizliye hortumlamak yerine, masaya vurarak içer; yalnız içmeyi sever, evcil bir yalnızlıkta. Son yıllarda, kendisini, şiir adına saklar.

“Beni artık şair olarak kimse tanımıyor gibi bir duygu var içimde. Özellikle son on yılda biraz fazla saklandım galiba.” der. Oysa Ahmet Erhan, daha yirmili yaşlarındayken Ankara sokaklarında, sadece şiir bilenlerin bildiği isimler arasındayken, şimdi, Türk şiirinde herkesin bildiği bir isimdir. Onlarca kitap, yüzlerce şiir... Acının son şairi Ahmet Erhan'ın anısına saygıyla, sevgiyle... Bizler ki onun acını ve şiirlerini okumayı devraldık. Acılar içinde değil, gül içinde uyusun güzel gülüşlü şair...

* * *

A
hmet Kaya’nın bestelediği “Dardayım yalanım yok, baskın yedim gün gece” şarkısını hemen hemen hepimiz biliriz. Ahmet Erhan’ın bu şarkıda okunan “Bugün de Ölmedim Anne” şiiri edebiyat dışı okurun dikkatini de çekmiş ve okurun gözünde, naif, ürkek kırılgan bir şair imgesi bırakmıştır.

80 öncesi ve sonrasında yaşanan dramı, bunu yaşayanlardan biri olarak yazdı. Hem de sloganvari sözlerden uzak durarak ve kendine has üslubuyla.

“Bugün de Ölmedim Anne” şiiri, 80 dönemini anlatan tartışmasız en iyi şiir oldu. Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım; kahvelerde oturdum, çocuklarla konuştum, sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum, bugün de ölmedim anne... Kapalıydı kapılar, perdeler örtük, silah sesleri uzakta boğuk boğuk, bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük, bugün de ölmedim anne... Üstüme bir silah doğruldu sandım, zgâr, beline dolandığında bir dalın, korktum, güldüm, kendime kızdım, bugün de ölmedim anne... Bana böylesi garip duygular bilmem niye gelir, nereye gider? Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar, bugün de ölmedim anne...

_Ahmet Erhan, Bugün de Ölmedim Anne
 
Üst