- Konum
- Cehennem
-
- Üyelik Tarihi
- 26 Eki 2016
-
- Mesajlar
- 1,643
-
- MFC Puanı
- 454
Adı Amr, künyesi Ebu Abdullah veya Ebu Muhammeddir. Mekkede doğdu. Babası As, annesi Nâbiğadır. Amrın soyu Kab Bin Lüeyde Hz. Peygamber (s.a.s.)le birleşir. Kureyş kabilesinin Sehmoğullarındandır.
Sözü dinlenen ve çevresini rahatlıkla etkisi altına alabilen atak bir kişiliğe sahip zekî, fedakâr, akıllı, bilgili siyasette dâhî, yiğit bir komutan. Risale-i Nurda dâhiye-i siyaset olarak vasıflandırılan, Mısırın fatihi ve büyük bir devlet adamıdır.
Müslüman olmadan önce Mekkenin ticaret ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardı.
Sık sık ticaret kervanlarıyla dış memleketlere seyahatlerde bulunduğundan önemli dostluklar kurdu. Yakın dostu olanlardan birisi de Habeşistanın Hristiyan kralı Necaşidir. Bu dostluğundan ötürü, Mekkeli müşriklerin zulmünün tahammül sınırlarını aşmasından dolayı, adil Necaşinin memleketine sığınan Müslümanları geri almak için gönderilen heyete başkanlık yaptı. Ancak, Necaşi Müslümanları teslim etmeyince eli boş döndü.
Bedir Savaşına, Ebu Sufyan başkanlığındaki ticaret kervanı ile beraber olduğundan katılamadı. Uhud ve Hendek savaşlarında Mekkeli müşriklerin yanında yer aldı.
Amrın İslamiyeti kabul etmesinde etkili olanlardan birisi dostu Necaşidir. Kendisine tabi bir gurupla Necaşiye sığınıp onun da desteğiyle Müslümanlara karşı mücadeleye devam niyetiyle Habeşistana gelen Amr, burada Peygamber Efendimizin (asm) elçisi Amr bin Ümeyyeyi görünce çok şaşırdı ve bilahare, elçinin kendilerine teslim edilip öldürülmesini isteyince, Necaşinin öfkelenmesine sebep oldu. Hükümdarı öfkelendirdiğinden ötürü büyük bir mahcubiyete düşerek özür diledi.
Bunun üzerine Necaşi:
Musaya gelen Namusu Ekberin (Cebrail) kendisine geldiği bir zatın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun, öyle mi? Yazıklar olsun sana ey Amr! Haydi sözümü tut da Ona tabi ol. Allaha yemin ederim ki, O, gerçekten doğruluk üzerinedir. O, Musa bin İmranın (as) Firavun ve ordusuna galip geldiği gibi, kendisine karşı çıkanlara mutlaka galip gelecektir dedi.
Amr, bu mübarek zatın huzurunda İslamiyeti kabul ettiğini açıkladı ve bilahare Medineye giderek önceki günahlarının affı için Peygamber Efendimizden (asm) dua etmesini isteyip Müslüman olduğunu bildirdi.
Medineye Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna geldiğinde iki Cihan Güneşi efendimiz onu görünce çok sevindi . Ashabına dönerek: Mekke size ciğerpârelerini attı buyurdu kelime-i şehadet getirerek İslâmla şereflendi.
Amr İbni Âs, Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize, önceki yaptıkları günahların af edilip edilmeyeceğini sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz de: islâm öncekileri saymaz buyurdu.
İslamiyeti kabul etmesiyle Mekkeli müşriklerin daha da zayıflamasına sebep olan, İslam tarihinde büyük başarılara imza atan, Amr İbni Âs (r.a.) biat ettikten sonra aklını, dehâsını, becerisini ve cesaretini İslâmın hizmetine verdi. Ömrünü hep savaş meydanlarında geçirdi. Fetih üstüne fetihler gerçekleştirdi.
Bir gün iki cihan Güneşi efendimize; Yâ Rasûlallah! Bunca zaman İslâmın aleyhinde çalıştım. Bundan sonra İslâma girdigim belli ola dedi.
Efendimiz de: Yakında, yakında.. buyurdu.
Amr İbni As (r.a.) Mekke fethine istirak etti. Huneynde bulundu. Suva ve Benî Hüzeyl kabilelerinin putlarını parçaladı.
Peygamber Efendimiz, Amr bin Asın cesaret ve bilgisini yakinen bildiğinden, aralarında Hazreti Ebubekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin de bulunduğu bir akıncı birliğine kumandan tayin etti.
Bediüzzaman, Uhud Savaşının kazanılmak üzere iken kaybedilmesinin hikmetlerinden bahsederken şöyle bir yaklaşım geliştirir:
Müşrikler içinde, o zamanda saffı Sahabede bulunan ekâbiri Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazreti Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmeti İlâhiye, hasenâtı istikbaliyelerinin bir mükâfâtı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlartâ, o müstakbel Sahabeler, berki süyuf korkusuyla değil, belki bârikai hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmeti fıtriyeleri çok zillet çekmesin.
Ummana, İslamiyeti tebliğ etmek ve vergi toplamak üzere gönderdi. İslâmı tebliğ neticesinde Umman hükümdarı Müslüman oldu. Peygamber Efendimizin (asm) vefatına kadar tayin edildiği Umman valiliğini sürdürdü. Vefat haberi üzerine Medineye geri döndü.
Hazreti Ebubekirin (ra) halifeliğini kabul edip, bağlılığını bildirdi. Bu dönemde Güneydoğu Filistine gönderilen askeri birliğe kumandanlık edip, buranın alınmasında büyük emeği oldu. Hazreti Ömer (ra) zamanında Filistinin kesin bir şekilde fethini sağladı.
Mısırın fethedilmesi konusunda halifeye telkinde bulunarak, alınması gerektiğine ikna etti. Bizans ordusunu mağlup ettikten kısa bir süre sonra İskenderiyeyi teslim aldı ve Mısıra hâkim oldu. Kendisi, Mısır fatihi olarak tarihe geçtiği gibi buranın valiliği de kendisine verildi. Hz. Ömer (r.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyetini takdir ederek Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır derdi.
Üstün idarecilik vasıflarına sahip olan Amr, daha önceleri kendi komutası altındaki İslam birliği arasında çıkan veba hastalığına karşı zamanında aldığı tedbirlerle, büyük bir felaketin önüne geçti. Mısırda idari, iktisadi ve bayındırlık alanında çok önemli başarılara imza attı. Fustat şehrini kurdu. Burada kendi adıyla anılan bir cami yaptırdı. İlk defa bu camiye minare yaptırdı. Firavunların yaptırdığı eski kanalı yeniden açtırarak Nil nehri ile Kızıldenizi birbirine bağladı. Babilon ile Kulzüm limanlarını birbirine bağlayarak deniz taşımacılığına çok büyük katkıda bulundu.
Hazreti Osman (ra) zamanında da bir süre Mısır valiliğini sürdürdüyse de daha sonra azledildi. Bu durumdan rahatsızlığını gizlemedi. Diğer taraftan, Hazreti Osman, kendisinden istifade edip danışmaya devam etti. Hazreti Osmanın vefatını duyduğunda son derece üzüldü.
Hazreti Aliye (ra) biat etmeyip halifeliğine karşı çıktı. Ancak, iç karışıklıklara dahil olmayıp ortalığın sakinleşmesini bekledi. Bu tavrını Cemel Savaşı sonrasına kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra halifelik konusunda Muaviyeden yana tavır aldı ve Emevi Saltanatının kurulmasında katkısı oldu. Sıffin Savaşında Emevi Ordusunun tam mağlup olacağı sırada, mızrak uçlarına Kuran sayfalarını taktırarak yenilgiyi önledi. Taraflar arasından seçilecek iki hakemle olayın barış yoluyla halledilmesini teklif etti. Hazreti Ali, Ebu Musa el Eşariyi, Muaviye de Amrı hakem seçti.
Zeki bir siyasetçi olan Amr İbnül Asın, Ebu Musaya hile ile Hazreti Aliyi halifelikten azlettirip, daha sonra kendisinin de Muaviyeyi halife ilan ettiğine dair görüş yaygındır..
Muaviyeye bağlı Mısır valisi olup vefatına kadar bu görevde kaldı. 40 küsur hadis-i serif rivayet etmiştir.
Haricilerin öldürülmelerine karar verdikleri üç kişiden biri olan Amrı, öldürmek üzere görevlendirilen Zazeveyh, sabah namazını kıldırmakla görevlendirilen Harice bin Huzafeyi, Amr zannıyla öldürdü. Amr, rahatsızlığı sebebiyle sabah namazına gidemediğinden suikasttan kurtuldu. Bu olaydan üç yıl sonra (vefatı için hicri 47 yılı 48 yılı 51 yılı zikredilir) Ramazan Bayramı gecesi hasta yatağında yatmaktadır ve ağlıyordur oğlu Abdullah sorar;
-Niye ağlıyorsun? Ölümden ürktüğün için mi?
-Hayır der ölümden sonrasından korkarak ağlıyorum.
-Sen hayır üzerine yaşadın
-Ben idarecilik ve başka şeylerle iştigal ettim bunlar lehime mi oldu aleyhime mi bilmiyorum der ve tevbe istiğfar ederek, kelime-i tevhidi söyleyerek ruhunu teslim eder.
Cenab-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin!
Soru:
Hakem Olayı Nedir? Sıffin savaşı sonrasında, Hakem Olayında Hz. Amr bin As (ra) kararlaştırılan karara neden uymamıştır?
Cevap:
Hz. Amr (ra), o anda harb içinde olduklarını düşünerek Harb hiledir hadisine dayanmış olabilir. O dönemde, sahabeler arasında yaşanan fitneler içinde, iyi niyetle de olsa bazı kusurlar işlenmiş olması mümkündür.
Fakat ehl-i sünnet âlimleri, bu mevzuların üzerine lüzumsuz bir şekilde gitmenin yanlış ve zararlı olduğunu bildirmişlerdir. Bu ciheti izah eden Üstad Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası adlı eserinde şöyle demiştir:
Sahabelerin bir kısmı, o harblerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şeriyeyi düşünüp tâbi olarak, Hazret-i Alinin (R.A.) takib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şeriye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Alinin (R.A.) kardeşi Ukayl ve Hibr-ül Ümme ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, fitne kapılarını kapamak şeriatin güzelliklerindendir. O bir düstur-u esasiye-i şeriyeye binaen O bir kandı. Allah bizlerin ellerini o kandan temiz kıldı. Biz de dillerimizi temizleyelim diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar.
Çünkü itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Âl-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zâtlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.
Hattâ Ehl-i Sünnetin ve İlm-i Kelâmın azim imamlarından meşhur Sadeddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında telin ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaatin allâmeleri demişler:
Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve katî bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı katî ve delil-i katî bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lanet edilmez. Belki umumî bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur. diye Sadeddin-i Taftazanîye mukabele etmişler.
Karşı tarafın başında olan Muaviye (ra) ve Amr bin As (ra)ın sahabe olduklarında bütün ehl-i sünnet müttefiktirler. Onların o meseledeki niyetlerini
Üstad şöyle anlatır:
Hazret-i İmam-ı Alinin Vaka-i Sıffînde, Hazret-i Muaviyenin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani: Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.
Fetih Suresinin sonundaki sahabeleri öven ayetlerin sonunda onlara mağfiret vaat edilmesinin, sahabelerin istikbalde işleyecekleri bazı kusurların affedileceğine işaret ettiğini Üstad şöyle anlatır:
(Mağfireten) kelimesiyle işaret ediyor ki: İstikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret, kusurun vukuuna delalet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlub ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak ve en büyük mükâfat ise; afv ile mücazat etmemektir. (Mağfireten) kelimesi, nasıl bu latif imayı gösteriyor. Öyle de Surenin başındaki (Taki Allah senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanı senin için mağfiret etsin) cümlesiyle münasebetdardır. Surenin başı, hakikî günahlardan mağfiret değil; çünki ismet var, günah yok. Belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mana ile Peygambere müjde-i mağfiret(tir) ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o îmaya bir letafet daha katar.
Netice olarak, bahsi geçen şahıslar sahabelik faziletinin çok azim sevabını kazanmış olduklarından, işledikleri kusurların da affedileceğine Kuran işaret ettiğinden ve bütün ehl-i sünnet âlimleri bu konuda müttefik olduklarından bu konuların üzerine giderek kalbimize onların affa uğramış kusurları sebebiyle kötü duygular girmesine meydan vermememiz en doğru yoldur.
Sözü dinlenen ve çevresini rahatlıkla etkisi altına alabilen atak bir kişiliğe sahip zekî, fedakâr, akıllı, bilgili siyasette dâhî, yiğit bir komutan. Risale-i Nurda dâhiye-i siyaset olarak vasıflandırılan, Mısırın fatihi ve büyük bir devlet adamıdır.
Müslüman olmadan önce Mekkenin ticaret ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardı.
Sık sık ticaret kervanlarıyla dış memleketlere seyahatlerde bulunduğundan önemli dostluklar kurdu. Yakın dostu olanlardan birisi de Habeşistanın Hristiyan kralı Necaşidir. Bu dostluğundan ötürü, Mekkeli müşriklerin zulmünün tahammül sınırlarını aşmasından dolayı, adil Necaşinin memleketine sığınan Müslümanları geri almak için gönderilen heyete başkanlık yaptı. Ancak, Necaşi Müslümanları teslim etmeyince eli boş döndü.
Bedir Savaşına, Ebu Sufyan başkanlığındaki ticaret kervanı ile beraber olduğundan katılamadı. Uhud ve Hendek savaşlarında Mekkeli müşriklerin yanında yer aldı.
Amrın İslamiyeti kabul etmesinde etkili olanlardan birisi dostu Necaşidir. Kendisine tabi bir gurupla Necaşiye sığınıp onun da desteğiyle Müslümanlara karşı mücadeleye devam niyetiyle Habeşistana gelen Amr, burada Peygamber Efendimizin (asm) elçisi Amr bin Ümeyyeyi görünce çok şaşırdı ve bilahare, elçinin kendilerine teslim edilip öldürülmesini isteyince, Necaşinin öfkelenmesine sebep oldu. Hükümdarı öfkelendirdiğinden ötürü büyük bir mahcubiyete düşerek özür diledi.
Bunun üzerine Necaşi:
Musaya gelen Namusu Ekberin (Cebrail) kendisine geldiği bir zatın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun, öyle mi? Yazıklar olsun sana ey Amr! Haydi sözümü tut da Ona tabi ol. Allaha yemin ederim ki, O, gerçekten doğruluk üzerinedir. O, Musa bin İmranın (as) Firavun ve ordusuna galip geldiği gibi, kendisine karşı çıkanlara mutlaka galip gelecektir dedi.
Amr, bu mübarek zatın huzurunda İslamiyeti kabul ettiğini açıkladı ve bilahare Medineye giderek önceki günahlarının affı için Peygamber Efendimizden (asm) dua etmesini isteyip Müslüman olduğunu bildirdi.
Medineye Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna geldiğinde iki Cihan Güneşi efendimiz onu görünce çok sevindi . Ashabına dönerek: Mekke size ciğerpârelerini attı buyurdu kelime-i şehadet getirerek İslâmla şereflendi.
Amr İbni Âs, Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize, önceki yaptıkları günahların af edilip edilmeyeceğini sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz de: islâm öncekileri saymaz buyurdu.
İslamiyeti kabul etmesiyle Mekkeli müşriklerin daha da zayıflamasına sebep olan, İslam tarihinde büyük başarılara imza atan, Amr İbni Âs (r.a.) biat ettikten sonra aklını, dehâsını, becerisini ve cesaretini İslâmın hizmetine verdi. Ömrünü hep savaş meydanlarında geçirdi. Fetih üstüne fetihler gerçekleştirdi.
Bir gün iki cihan Güneşi efendimize; Yâ Rasûlallah! Bunca zaman İslâmın aleyhinde çalıştım. Bundan sonra İslâma girdigim belli ola dedi.
Efendimiz de: Yakında, yakında.. buyurdu.
Amr İbni As (r.a.) Mekke fethine istirak etti. Huneynde bulundu. Suva ve Benî Hüzeyl kabilelerinin putlarını parçaladı.
Peygamber Efendimiz, Amr bin Asın cesaret ve bilgisini yakinen bildiğinden, aralarında Hazreti Ebubekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin de bulunduğu bir akıncı birliğine kumandan tayin etti.
Bediüzzaman, Uhud Savaşının kazanılmak üzere iken kaybedilmesinin hikmetlerinden bahsederken şöyle bir yaklaşım geliştirir:
Müşrikler içinde, o zamanda saffı Sahabede bulunan ekâbiri Sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazreti Hâlid gibi çok zatlar bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, hikmeti İlâhiye, hasenâtı istikbaliyelerinin bir mükâfâtı muaccelesi olarak mazide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini kırmamış. Demek mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlartâ, o müstakbel Sahabeler, berki süyuf korkusuyla değil, belki bârikai hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehâmeti fıtriyeleri çok zillet çekmesin.
Ummana, İslamiyeti tebliğ etmek ve vergi toplamak üzere gönderdi. İslâmı tebliğ neticesinde Umman hükümdarı Müslüman oldu. Peygamber Efendimizin (asm) vefatına kadar tayin edildiği Umman valiliğini sürdürdü. Vefat haberi üzerine Medineye geri döndü.
Hazreti Ebubekirin (ra) halifeliğini kabul edip, bağlılığını bildirdi. Bu dönemde Güneydoğu Filistine gönderilen askeri birliğe kumandanlık edip, buranın alınmasında büyük emeği oldu. Hazreti Ömer (ra) zamanında Filistinin kesin bir şekilde fethini sağladı.
Mısırın fethedilmesi konusunda halifeye telkinde bulunarak, alınması gerektiğine ikna etti. Bizans ordusunu mağlup ettikten kısa bir süre sonra İskenderiyeyi teslim aldı ve Mısıra hâkim oldu. Kendisi, Mısır fatihi olarak tarihe geçtiği gibi buranın valiliği de kendisine verildi. Hz. Ömer (r.a.) onun devlet idaresindeki kabiliyetini takdir ederek Amr dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır derdi.
Üstün idarecilik vasıflarına sahip olan Amr, daha önceleri kendi komutası altındaki İslam birliği arasında çıkan veba hastalığına karşı zamanında aldığı tedbirlerle, büyük bir felaketin önüne geçti. Mısırda idari, iktisadi ve bayındırlık alanında çok önemli başarılara imza attı. Fustat şehrini kurdu. Burada kendi adıyla anılan bir cami yaptırdı. İlk defa bu camiye minare yaptırdı. Firavunların yaptırdığı eski kanalı yeniden açtırarak Nil nehri ile Kızıldenizi birbirine bağladı. Babilon ile Kulzüm limanlarını birbirine bağlayarak deniz taşımacılığına çok büyük katkıda bulundu.
Hazreti Osman (ra) zamanında da bir süre Mısır valiliğini sürdürdüyse de daha sonra azledildi. Bu durumdan rahatsızlığını gizlemedi. Diğer taraftan, Hazreti Osman, kendisinden istifade edip danışmaya devam etti. Hazreti Osmanın vefatını duyduğunda son derece üzüldü.
Hazreti Aliye (ra) biat etmeyip halifeliğine karşı çıktı. Ancak, iç karışıklıklara dahil olmayıp ortalığın sakinleşmesini bekledi. Bu tavrını Cemel Savaşı sonrasına kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra halifelik konusunda Muaviyeden yana tavır aldı ve Emevi Saltanatının kurulmasında katkısı oldu. Sıffin Savaşında Emevi Ordusunun tam mağlup olacağı sırada, mızrak uçlarına Kuran sayfalarını taktırarak yenilgiyi önledi. Taraflar arasından seçilecek iki hakemle olayın barış yoluyla halledilmesini teklif etti. Hazreti Ali, Ebu Musa el Eşariyi, Muaviye de Amrı hakem seçti.
Zeki bir siyasetçi olan Amr İbnül Asın, Ebu Musaya hile ile Hazreti Aliyi halifelikten azlettirip, daha sonra kendisinin de Muaviyeyi halife ilan ettiğine dair görüş yaygındır..
Muaviyeye bağlı Mısır valisi olup vefatına kadar bu görevde kaldı. 40 küsur hadis-i serif rivayet etmiştir.
Haricilerin öldürülmelerine karar verdikleri üç kişiden biri olan Amrı, öldürmek üzere görevlendirilen Zazeveyh, sabah namazını kıldırmakla görevlendirilen Harice bin Huzafeyi, Amr zannıyla öldürdü. Amr, rahatsızlığı sebebiyle sabah namazına gidemediğinden suikasttan kurtuldu. Bu olaydan üç yıl sonra (vefatı için hicri 47 yılı 48 yılı 51 yılı zikredilir) Ramazan Bayramı gecesi hasta yatağında yatmaktadır ve ağlıyordur oğlu Abdullah sorar;
-Niye ağlıyorsun? Ölümden ürktüğün için mi?
-Hayır der ölümden sonrasından korkarak ağlıyorum.
-Sen hayır üzerine yaşadın
-Ben idarecilik ve başka şeylerle iştigal ettim bunlar lehime mi oldu aleyhime mi bilmiyorum der ve tevbe istiğfar ederek, kelime-i tevhidi söyleyerek ruhunu teslim eder.
Cenab-ı Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin!
Soru:
Hakem Olayı Nedir? Sıffin savaşı sonrasında, Hakem Olayında Hz. Amr bin As (ra) kararlaştırılan karara neden uymamıştır?
Cevap:
Hz. Amr (ra), o anda harb içinde olduklarını düşünerek Harb hiledir hadisine dayanmış olabilir. O dönemde, sahabeler arasında yaşanan fitneler içinde, iyi niyetle de olsa bazı kusurlar işlenmiş olması mümkündür.
Fakat ehl-i sünnet âlimleri, bu mevzuların üzerine lüzumsuz bir şekilde gitmenin yanlış ve zararlı olduğunu bildirmişlerdir. Bu ciheti izah eden Üstad Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası adlı eserinde şöyle demiştir:
Sahabelerin bir kısmı, o harblerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şeriyeyi düşünüp tâbi olarak, Hazret-i Alinin (R.A.) takib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şeriye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Alinin (R.A.) kardeşi Ukayl ve Hibr-ül Ümme ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, fitne kapılarını kapamak şeriatin güzelliklerindendir. O bir düstur-u esasiye-i şeriyeye binaen O bir kandı. Allah bizlerin ellerini o kandan temiz kıldı. Biz de dillerimizi temizleyelim diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar.
Çünkü itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Âl-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zâtlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.
Hattâ Ehl-i Sünnetin ve İlm-i Kelâmın azim imamlarından meşhur Sadeddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında telin ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaatin allâmeleri demişler:
Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve katî bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı katî ve delil-i katî bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lanet edilmez. Belki umumî bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur. diye Sadeddin-i Taftazanîye mukabele etmişler.
Karşı tarafın başında olan Muaviye (ra) ve Amr bin As (ra)ın sahabe olduklarında bütün ehl-i sünnet müttefiktirler. Onların o meseledeki niyetlerini
Üstad şöyle anlatır:
Hazret-i İmam-ı Alinin Vaka-i Sıffînde, Hazret-i Muaviyenin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani: Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.
Fetih Suresinin sonundaki sahabeleri öven ayetlerin sonunda onlara mağfiret vaat edilmesinin, sahabelerin istikbalde işleyecekleri bazı kusurların affedileceğine işaret ettiğini Üstad şöyle anlatır:
(Mağfireten) kelimesiyle işaret ediyor ki: İstikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret, kusurun vukuuna delalet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlub ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak ve en büyük mükâfat ise; afv ile mücazat etmemektir. (Mağfireten) kelimesi, nasıl bu latif imayı gösteriyor. Öyle de Surenin başındaki (Taki Allah senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanı senin için mağfiret etsin) cümlesiyle münasebetdardır. Surenin başı, hakikî günahlardan mağfiret değil; çünki ismet var, günah yok. Belki makam-ı nübüvvete lâyık bir mana ile Peygambere müjde-i mağfiret(tir) ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o îmaya bir letafet daha katar.
Netice olarak, bahsi geçen şahıslar sahabelik faziletinin çok azim sevabını kazanmış olduklarından, işledikleri kusurların da affedileceğine Kuran işaret ettiğinden ve bütün ehl-i sünnet âlimleri bu konuda müttefik olduklarından bu konuların üzerine giderek kalbimize onların affa uğramış kusurları sebebiyle kötü duygular girmesine meydan vermememiz en doğru yoldur.