-
- Üyelik Tarihi
- 3 Nis 2008
-
- Mesajlar
- 2,499
-
- MFC Puanı
- 0

Osmanlı İmparatorluğunun, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında, yüz ölçümü 8 milyon kilometrekarelik bir araziye sahip olduğu XVI. yüzyıl, Türk tarihinin altın devirlerinden biridir. Çünkü bu dönemde, 5 milyon kilometre yüz ölçümü olan Hindistanda da bir Türk İmparatorluğu kurulmuş bulunuyordu.
Hindistan; zenginliği, enginliği esrarla dolu bir dünya olarak, insanlık aleminin hayalinde her devirde yaşamış bir kıtadır. Asırlar boyunca Hindistana bir sel gibi akınlar olmuş, birçok kavimler Hindistanın her bucağında medeniyetler kurmuşlardır. Arîler, Persler, Büyük İskender ve nihayet Türkler, Hindistan topraklarına girerek birçok devletler meydana getirmişlerdi. Bu devletlerin içinde Hindistanın en büyük medeniyetini Babür Şah ve oğulları kurmuştur.
Hindistanın büyük fatihi Babür Şah Ferganalı bir Türktür. Babür, Türk Barlas Kabilesine mensup olup, Timurlenkin torunudur. Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirzanın oğludur. 14 Şubat 1483 tarihinde Batı Türkelinde bulunan Fergananın Andican kasabasında dünyaya gelmiştir.
O zamanlar Timurlenkin kurduğu devlet parçalanmış, torunları ayrı ayrı devletler kurmuşlardı. Bunlardan Ebu Said, Maveraünnehirde, Hüseyin Baykara Horasanda, Babürün babası Şeyh Mirza ise Ferganada hükümdar bulunmakta idi. Şeyh Mirzanın son zamanlarında kardeşler arasında kavga başlamıştı. Bu iç mücadeleler devam ederken 1494 tarihinde Şeyh Mirza vefat etti.
Babür Şah, 11 yaşında babasının tahtına oturduğu zaman amcası Semerkant Hanı Sultan Ahmet ve dayısı Taşkent Hanı Mehmet Ferganaya hücum etmekte idiler. Babür, babasının kudretli kumandanları sayesinde bu tehlikeyi atlattı. Fakat Babürün gençlik hayatı, bundan sonra, tehlikeli ve pek heyecanlı maceralarla geçti. Her hadise, zekî ve cesur olan Babürün tecrübesini arttırmakta idi. Babür, büyük atası Timurun muhteşem hükümet merkezi olan Semerkantı zaptetmeğe muvaffak oldu. Fakat Özbeklerin Hanı Şeybânîye mağlup oldu. Fergana Hanlığını kaybedip etrafındaki askerlerin dağılmasını önleyemedi.
Tek başına kalan bu genç Han, Pamir Dağlarına çekildi. Büyük bir felakete uğramış olmasına rağmen ümidini kesmedi. Yanında bulunan birkaç kişi ile bir Türk kadınının evinde saklandı. Bu kadının kardeşi, Timurlenkle Hindistan seferlerine katılmış ihtiyar bir askerdi. O gün için aksakallı bir savaşçı olan tecrübeli koruyucusu, durmadan, Hindistanın zenginliğini, buraya ait efsaneleri, Hindin eski tarihini her gece Babüre anlatıyordu. Babür de bunları can kulağı ile dinliyordu. Edebiyata da ilgisi olan Babür, bu defa tarihe merak sardı. Atası Timurun tarihini bularak okumaya başladı.
Ruhunda yepyeni bir mefkure alevlenmişti: Hindistanı zaptetmek, orada büyük bir Türk İmparatorluğu kurmak... Esasen kendisine, yeni bir devlet kurmak, kurabilmek için lazım olan özellikler mevcuttu. Bu idealle, Babür; Horasan İllerindeki Türklere haber gönderdi. Kısa bir süre içinde etrafında 20,000 cesur ve yiğit bir asker kalabalığı toplamaya muvaffak oldu.
Bu ordu ile Hindikuş Dağlarını aşarak Afganistanın merkezi olan Kabil şehrini zaptetti. Artık, Hindistanın kapısında karargahını kurmuş bulunuyordu. Saka Türkleri, Hun Türkleri, Gazneli Türkler ve hatta Timurlenk bu noktadan geçerek Hindistanı istila etmişlerdi. Babürün talihine yeni bir güneşin doğma zamanı yaklaşmıştı. Kabilde kendisini şah olarak ilan etti. Bu sıralarda da en büyük düşmanı olan Şeybanî de, düşmanları tarafından öldürülmüştü. Böylece Hindistan seferi hazırlıklarına başlamak için en önemli engel ortadan kalkmış oluyordu.
O zamanlar Hindistanın Pencap valisi bulunan Devlet Han, Hindistanın Delhi hükümdarlarından Sultan İbrahim ile bozuşmuş olduğundan Babür Şahı, Hind Seferine teşvik etmekte idi.
Bunun üzerine Babür Şah Delhi Sultanına, bu ülkenin, atası Timurlenkten kendisine miras kaldığını bildirdi. Bu haber Sultan İbrahime ulaştırıldığı sıralarda Babür Şah, Hindistana sefer yapacak olan ordusunu da hazırlamış bulunuyordu. Ordusunda kuvvetli bir de topçu bataryası vardı. Kuvvetleri 13,000 kişiyi bulmuştu. Hindistan Hükümdarı Sultan İbrahimin ordusu ise 100,000 kişi idi. Hind ordusunda 1000 kadar da fil bulunmaktaydı. Türk ordusu Hayber geçidini aşarak Hindistanın Pencap bölgesine girdi. Türk askerleri, ataları gibi çelik miğfer ve elbiseler giyinmiş, vakurane bir surette, efsaneler diyarı olan Hindistan içlerine doğru ilerliyorlardı. Türklerin Sind nehri boylarından ilerlemekte olduğunu haber alan Sultan İbrahim, ordusunun başına geçti.
İki taraf kuvvetleri, Hindistanın Panipat mevkiinde karşılaştılar.
Babür Şah; uzun hortumlu, dev cüsseli fillerin ağır ağır üzerlerine geldiklerini görünce, bu ağır kuvvetlere mukavemet için ordusunun, önüne birçok arabalar dizdirip bunları zincirlerle birbirine bağladı. Aralarına da topları yerleştirdi. Böylece iki ordu 21 Nisan 1526 tarihinde kanlı bir savaşa giriştiler. Kılıçlar oynuyor, kalkanlar ses veriyor, Türklerin yıldırımı andıran naraları Hindistan semasına yükseliyordu. Bu yiğit sipahilerin önünde durmak ne mümkündü. Kısa bir zaman içinde Hind kuvvetleri birbirine karıştı. 25,000 ölü verdiren Türk askerleri bu savaştan muzaffer olarak çıktılar. Türk süvarileri kaçanları kovalayarak Delhi şehrine girdi. Aynı yıl içinde Osmanlı Türkleri de Mohaç Meydan Muharebesini kazanarak bütün Macaristanı fethetmişlerdi.
Babür Şah, Hindin büyük şehirlerinden olan Delhiye girdiği zaman şehirde bulanan Ulu Camide cemaatla birlikte namaz kıldı. Kendisini Hind Padişahı olarak ilan ettiler. Babürün oğlu Humayun da öncü kuvvetlerle ilerleyerek Hindin meşhur bir şehri olan Ağrayı zaptetmişti. Humayun, Sultan İbrahimin Ağrada bir eve sığınmış olan ailesini esir aldı. Bunlara fazlasıyla saygı gösterdiğinden Sultan İbrahimin eşi, bütün mücevherlerini Humayuna hediye etti. Bu mücevherler içinde bir tek taş pırlanta vardı ki bu pırlanta Hind Türk padişahlarının giydiği taca konuldu. Bu pırlantaya Avrupalı kuyumcular 880,000 İngiliz lirası kıymet takdir etmişlerdi. Babür Şahın eline Hindistanın hadsiz hesapsız servetleri geçti. Fakat gözü pek tok olan Babür Şah, bütün bu hazineleri askerlerine dağıttı.
O zamanlar Hindistanda bir çok Müslüman Hint racaları hükümet sürmekte idiler. Türkler bu racaları teker teker kendi hakimiyetleri altına alarak ilk defa Hindistanın birliğini temin ettiler. Bu racalarla mücadele tam beş yıl sürmüştü. Babür Şah, bu zaferleri neticesinde, Hint-Türk İmparatorluğunu kurmaya muvaffak oldu.
Babür Şah iyi ruhlu cömert ve adaleti sever bir Türk hükümdarı idi. Devlet kuruculukta müstesna bir zekaya sahip olan Türkler, Hindistanda da kuvvetli bir devlet teşkilatı kurdular. Hakimiyetlerine aldıkları çeşitli kavimlerin vicdan ve hürriyetlerine büyük saygı gösterdiler. Hindistanlılar dinlerinde ve adetlerinde serbest bırakıldı. Hindistanın her bucağında Türk kanunları hakim olduğundan halk saadete erişti. Bunun neticesi iktisadi hayatta bir faaliyet görüldü.
Türkler zamanında Hindistanda çok kuvvetli bir medeniyet meydana geldi. Hindistanın her tarafı, imar edilerek mermerden saraylar, camiler, köprüler ve birçok hayır müesseseleri meydana getirildi. Hintin her tarafına yollar açıldı. Benares, Ağra, Delhi şehirleri cihanın en güzel sanat eserleriyle dolup taştı. Mimar Sinanın kalfaları Hindistana gelerek birçok abideler meydana getirdiler. Babür Şahtan sonra gelen Türk hükümdarları zamanında yapılan Taç Mahal Türbesi, Hümayun Türbesi, Türk Sultanı denilen beş katlı Saray ve İnci Camii, Hindistanın en büyük sanat eserleri arasındadır.
Babür Şah, kuvvetli bir şairdi de... Hindistan hatıralarına ait bir de eser yazmıştır. Buna Babürnâme denilmektedir. Babür Şah, bütün şiirlerini öz Türkçe ile yazmıştı. Bu şiirlerde canlı, ince ve neşeli bir ruh hakimdir. Şiirleriyle aşkı pek güzel bir şekilde terennüm etmiştir. Bir şiirinde şöyle demektedir:
Canımdan başka yâr-ı vefadâr bulmadım
Gönlümden başka mahrem-i esrâr bulmadım
Canım kadar başka dil-i efkâr görmedim
Gönlüm gibi gönlü giriftâr görmedim
Bir rubaisinde de şöyle diyor:
Aşkınla gönül haraptır ben ne ideyim
Hicrinle gözüm pür âbdır ben ne ideyim
Cismim bükülmüştür ben ne ideyim
Canımda çok ıstırap vardır ben ne ideyim.
Hindistanda büyük imparatorluk kuran büyük devlet adamı ve şair Babür Şah, 26 Aralık 1530 tarihinde Agrada ölmüş ve cenazesi sonradan Kâbile götürülerek şehir dışında mükemmel bir türbeye gömülmüştür.
Babürnâme adıyla Çağatay Türkçesi ile hatıralarını yazdığı eser, Abdurrahman Han tarafından Farsçaya ve Pavet de Courteille tarafından da İngilizceye çevrilmiştir. Bundan başka Türkçe ve Farsça şiirleri, bir aruz risalesi, Mübîn veya Mübeyyen adlı manzum bir fıkıh kitabı da vardır.
Kurduğu, büyük devlet ise 1858 yılında İngilizlerin Hindistanı istilası ile sona erdi. Aynı topraklar üzerinde bugün, kardeş Pakistan ve Hindistan hakimiyeti devam etmektedir.