Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Felsefe Sözlüğü

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Abdera Düşünürleri Nedir, Ne Demektir?

"Abdera Düşünürleri" olarak adlandırılan filozoflar, antik çağ atomculuğunun fikir önderleri olan Demokritos ile Leukippos'tur. Bunlara aynı zamanda "Abderalılar" da denilir.

Abdera; Batı Trakya'da, İskeçe yakınlarında bir kentin adıdır. Bu iki ünlü düşünürden birincisi Teoslu, ikincisi Miletli olmalarına rağmen, ikisinin de Abdera'da yaşamış ve çalışmış olmaları, bu adla anılmalarına neden olmuştur.

Leukippos, Anaksagoras'ın çağdaşıdır. Abdera'ya gelerek bir okul kurmuş ve kendisi gibi oraya göçen genç Demokritos'u yetiştirmiştir. Yani Demokritos, Leukippos'un öğrencisi olmuştur. Her iki düşünür de "atomculuk" düşüncesinin kurucuları sayılır.

Leukippos'un yaşamı ve düşünceleri üstüne pek az şey bilindiğinden felsefe tarihçileri bu iki düşünürün öğretilerini birbirinden ayırmadan incelerler. Kimi felsefe tarihçileri, Leukippos ve Demokritos'la birlikte Anaksagoras ve Empedokles'i de Abdera Okulu'ndan sayarlar. Empedokles Sicilyalı ve Anaksagoras İzmirli oldukları hâlde maddeci ve atomcu düşünceleri onları Leukippos ve Demekritos'la birleştirmektedir. Empedokles, Anaksagoras ve Abdera Düşünürleri, antik çağ Yunan atomculuğunun üç önemli parçasını oluşturur. Ne var ki maddeci atomculuk, sağlam yapısına Leukippos ve Demokritos düşüncelerinde kavuşmuştur. Abdera Okulu'nun düşünce yapısı İonia Okulu temeline dayanır ve tümüyle Elea Okulu'na karşıttır.

Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 3. Sınıf "Çağdaş Felsefe Tarihi" Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); "Felsefe Sözlüğü" Orhan Hançerlioğlu
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Acıcılık Nedir, Ne Demektir?


Acıcılık Nedir, Ne Demektir?

(Os. Elemiyye, Fr. Dolorisme, Al. Dolorismus, İng. Dolorism, İt. Dolorismo)

Acıyı tercih edip onu yararlı, verimli, değerli ve yükseltici bulan öğretilerin genel adıdır.

"Hazcılık"ın karşıtıdır.

Örneğin Antik Çağ Yunan felsefesinde kinizm, acıcı bir öğretidir. Kinizm gibi bütün çileci, acıcı öğretiler de kimilerince küçümseyici bir anlamda kullanılan bu genel adın kapsamına girer.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Açık Nedir? Açık Terimi Ne Demektir?


(Os. Vâzıh, Fr. Clair, Al. Klar, İng. Clear, İt. Chiaro)

Başkasıyla karıştırılmaksızın tanınan düşünce.

1. Mantık: Karanlık ve bulanık karşıtı olarak kullanılan açık terimi, başkaca hiç bir düşünceyle karıştırılmadan kolaylıkla ve hemen tanınan düşünce'yi tanımlar.

2. Bilgi kuramı: Açık terimini, felsefe diline sokan Fransız düşünürü Descartes'dır. Descartes bu terimi, seçik terimiyle birlikte apaçık anlamında kullanmaktadır. "Principes de la Philosophie" adlı yapıtında bu terimlerden ne anladığını şöyle belirtiyor: "Açık bilgiden, dikkatli bir zihne görünen ve belli olan bilgi'yi anlıyorum. Seçik bilgiden, başka bilgilerden ayrılmış bir bilgi'yi anlıyorum. Öyle ki bu bilgide, açıkça görünenden başka bir şey bulunmaz" (45, İlke). "Ancak açık ve seçik olarak kavradığımız şeyler üzerinde asla yanlış yapmadan bir yargıda bulunabiliriz" (43. İlke). "Açıkça bilmediğimiz şeyler üstünde ancak yanlış yargılar verebiliriz. Doğru yargıda bulunmuşsak bu bir rastlantıdır, aldanmadığımızı kesinlikle bilemeyiz. Çok zaman, birçok şeyleri bildiğimizi sandığımız için aldanmaktayız" (44. İlke). "Bilgi, seçik olmadan açık olabilir, ama açık olmadan seçik olamaz" (46. İlke). "Çocukluğumuzun peşin yargılarından kurtulmak için, ki bizi çoğunlukla yanıltan bunlardır, ilk kavramlarımızın her birinde bulunan açık şeyleri yeniden elemeliyiz" (47, İlke)... Görüldüğü gibi, Descartes'a göre seçik bilgi, açık bilgiden daha doğru bir bilgidir; bu yüzden de iki terimi birleştiren açık seçik deyimi daha güçlü bir deyimdir... Bundan çıkan sonuç şudur: Herhangi bir düşünce ya da deyim; çetin, sisli ve güç anlaşılır olmamalıdır. Konusu araçsız olarak verilmiş (açık) ve başka bilgilerle karışmamış (seçik) olmalıdır. Descartes bu iki deyimi bir arada Latince clarus et distinctus terimiyle dile getirmiştir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Adcı Gezimcilik Nedir?


Adcı Gezimcilik Nedir?

(Os. İsmiyyeci meşaiyye, Fr. Peripatetisme Nominaliste)

Genel kavramları birer addan ibaret bulan Orta Çağ Aristotelesçiliği.

Aristoteles, Platon'un Akademia'sında 20 yıl kaldıktan sonra Atina'da, Lykeion bahçesinde kendi okulunu kurmuştur (İ.Ö. 334). Derslerini bahçenin gölgeli yollarında gezinerek verdiğinden öğretisine gezimcilik adı verilmiştir.

14. yüzyılın Durand, Ockham, Buridanus ve d'Ailly gibi düşünürleri Adcılık öğretisini savunurlar. Bu Aristotelesçi düşünürlere göre genel kavramlar birer addan başka bir şey değildir, gerçeklikleri yoktur. İnsanlar ancak bireysel gerçeklikleri bilebilirler, bir genel kavram olan tanrı bilinemez ve tanıtlanamaz. Din, bilimselliğe zorlanmamalıdır. İnsan inanla yetinmeli, kilise dünya işlerine karışmamalı ve ilkel kutsallığına dönmelidir.

Adcı gezimcilik Orta Çağ'ın ilerici bir düşüncesidir ve kilise egemenliğinin sarsılmasını sağlamıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Adcılık Nedir?

11. yüzyılın sonunda Compiegne papazı Roscelin'in ileri sürdüğü adcılık öğretisine göre genel kavramlar birtakım seslerden başka bir şey değildirler. Bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur. Gerçek olan bireysel olandır. Roscelin'in bu öğretisi kiliseyi temelinden sarsan bir düşünceydi, çünkü dinler tümeller üstüne kurulmuştu, başta Tanrı olmak üzere bütün dinsel kavramlar soyut ve tümeldi. Genel kavramların gerçek sayılmaması dinin de gerçek sayılamayacağı sonucunu zorunlu kılıyordu.

Yunan düşüncesinde de Stoacılar ve Epikurosçular adcıydılar. Kinik düşünür Antishenes, Platon'un gerçek saydığı ideler için "Atı pek iyi görüyorum ama atlılığı göremiyorum" demişti.

Öğreti 14. yüzyıl skolastik Aristotelesçilerince yeniden ve daha güçlü canlandırılmış, dinle dünya işlerini ayıracak biçimde yorumlanmıştır.

18. yüzyıl duyumcuları da adcıdırlar. Duyumcu Condillac, "Tümeller addan başka bir şey olsalardı tümel olamazlardı" demektedir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Ahlak Nedir?

(Törebilim)

Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranış kurallarını saptayan ve inceleyen bilim. Bir insanın yaradılışı gereği gerçekleştirdiği davranışı dile getiren, Arapça hulk sözcüğünün çoğulu olan ahlak terimi, huy, seciye, mizaç anlamlarını çoğul olarak kapsar.

Dilimizde kişisel ahlak olarak aktöre, toplumsal ahlak olarak töre ve bilim olarak törebilim terimleriyle karşılanmıştır. Bu bakımdan bilim ve felsefe olarak törebilim terimi Fransızcadaki éthique ve morale terimlerinin her ikisini de karşılar. Ethique karşılığı olarak kuramsal törebilim (Os. Nazari Ahlak, Fr. Morale théorique), morale karşılığı olarak kılgın törebilim (Os. Ameli ahlak, Fr. Morale pratique) deyimleri de kullanılmıştır. Morale karşılığı olarak ahlak ve éthique karlşılığı olarak ahlak felsefesi ya da Türkçe yazımıyla etik diyenler de vardır.

Eski düşünürler bütün bu anlamlarda Yunanca ethik deyimini kullanırlardı. Yunaca éthé deyimi, töre (Os. Örf ve adetler, Fr. Les moeurs) anlamını dile getiriyordu. Daha sonra felsefesel-bilimsel ahlak anlamında éthique ve kılgın-toplumsal ahlak anlamında morale deyimleri kullanılmaya başlandığı gibi Lévy-Bruhl tarafından science des moeurs (Os. Örf ve adat ilmi) ortaya atıldı. Törebilim'den ayırmak için törebilim olarak karşılayabileceğimiz bu yeni bilim, bizzat Lévy-Bruhl'ün de söylediği gibi, ahlakı da kapsamaktadır. Gerçekte Arapça ahlak deyimi, tümüyle, moeurs deyiminin karşılığıdır ve bir toplumda gelenek, görenek, aktöre ve alışkılarca belirlenmiş toplumsal kuralları dile getirir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Akademi Nedir?

Bilim, edebiyat ve sanat kurumu.

1. Antikçağ: Platon okuludur. Akademos bahçesinde kurulduğu için bu adı almış, sonradan bütün yüksek yetkeli bilim ve sanat kurumlarını adlandırmıştır. İ.Ö. 387 yılında Atina’da kurulmuştu. Zamanla Platon öğretisi de bu adla anılmıştır. Eski, orta ve yeni Akademi olmak üzere üç evre geçirmiştir. İ.S. 5. yüzyılda Yeni platonculuğun merkezi olmuş, 529 yılında Roma imparatoru Justinianus tarafından kapatılmıştır. Orta ve yeni Akademiler Platonculuğu şüphecilik ve olasıcılıkla bağdaştırmaya çalışmışlardır.

2. Rönesans: 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra İtalya’da çeşitli akademiler kurulmaya başlamıştır. Bunların en önemlisi Floransa’da kurulan Marsilius Ficinius’un Platoncu akademisidir. Bu akademi yüz yıla yakın bir süre Platonculukla Aristotelesçiliği bağdaştırmaya çalışmıştır. Venedik’te Alde Manuce, Roma’da Pomponius Laetus vb. tarafından da b u nitelikte akademiler kurulmuştur. Ne var ki bu akademiler felsefe dışı öğretilerle ve sanatlarla da uğraşmaya başlamışlardır. Örneğin Laetus’un akademisi arkeolojik araştırmaları amaçlamış, Arcadia akademisi şiir çalışmaları yapmıştır.

3. Yeniçağ: Bilimsel ve sanatsal akademiler bütün Avrupa’da yaygınlaşmıştır. Akademi deyimi, bu kurumlarla, Platon öğretisi dışında, bilim ve sanat kurumu anlamını kazanmıştır. Bu yeni akademilerin en ünlüsü ve ilki Fransa’da 1570 yılında kral Charles 11. buyruğuyla kurulan şiir ve müzik akademisidir. Ünlü Fransız Akademisi (Fr. Academie Française) başbakan kardinal Richeliu’nun buyruğuyla kurulmuştur. Bütün bilim ve sanat dallarına ulusal bir yön vermek ve çeşitli armağanlar ve yarışmalarla bilimcileri ve sanatçıları yüreklendirmek amacını güden bu akademinin üye sayısı kırk üyeyle sınırlandırılmıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Alman İdealizmi Nedir?


18. ve 19. yüzyıl Alman düşünceliği.

Çıkış noktası olarak Kantçılığı ele alan on dokuzuncu yüzyıl Alman düşünürleri Fichte, Schelling, Hegel, Scheiermacher ve belli bir oranda Schopenhauer bu adla anılırlar. Bu filozofların hepsi metafizikçidir. Ayrıca nitelikleri, Kant'tan yola çıktıkları hâlde Kant'ın eleştiriciliğini benimsememeleridir. Daha açık deyişle, felsefeleriyle evrensel bir sistem kurmak ve geriye söylenecek hiçbir söz bırakmamak amacını gütmüşlerdir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Ampirio-kritisizm Nedir?

Avenarius ve Mach'ın öznel idealist öğretileri.

Alman düşünürü Richard Avenarius'la Avusturyalı fizikçi Ernst Mach'ın görgül eleştiricilik adıyla sunulan ortak öğretileri Kantçılık ve olguculuk temeline dayanır. Ayrıca bilim felsefesi ve Mahçılık adlarıyla de anılan bu öğretiye göre bilim özneldir, sadece pratik kolaylık sağlayan bir araçtan başka bir şey değildir. Çünkü, ne fizik ne metafizik, hiç bir şey bilinemez. Nesneler duyum karmaşalarıdır.

Dünya, bizim duyumlarımızdan ibarettir. Duyumlarımızsa, ne fizik ne de psişik yanı olan, yansız olgulardır. Hume'la Berkeley özdeksizciliğinin bir yinelenmesinden ibaret bulunan bu öğreti "Dünya benim duyumlarımdan başka bir şey değildir" önermesiyle özetlenebilir ki bu da onu tekbencilik saçmasına düşürür. Avenarius ve Mach, tekbenciliğe düşmemek ve öznelciliklerini gizlemek için "benim" sözcüğü yerine "bizim" sözcüğünü kullanırlar. Ne var ki dış dünyanın nesnel varlığı yoksa pek açıktır ki başka insanların da nesnel varlıkları olamaz, öyleyse "kendimden başka hiç bir şey bilemem" ve "benden başka hiç bir şey yoktur" saçmalığından da kaçınılamaz. Bu anlayışa göre fiziğin konusu, nesneler arasındaki bağlantılardır.

Mach, şöyle demektedir: "Duyumlar nesnelerin sembolleri değildir, tersine, nesneler duyumlar karmaşası için ansal sembollerdir. Evrenin gerçek elemanları nesneler değil, duyumlardır". Ünlü bir eleştirici Mach'ın bu sözlerini şöyle yanıtlar: "Öyleyse düşünce beyinsiz olarak vardır. Bu beyinsiz felsefeyi savunabilecek olan da var mıdır? Evet, o da vardır. Bu, Profesör Richard Avenarius'tur".

Bu bilimdışı öğreti Henri Poincare, P. Duhem, Adler, Petzoldt vb. gibi birçok düşünürlerce izlenmiş ve Bazarov, Bogdanov, Lunaçarski, Bermann, Hellfond, İyuşkeviç, Suvorov vb. gibi birçok düşünürlerce de Marksçılıkla bağdaştırılmaya çalışılmıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Ansiklopediciler Nedir?

18. yüzyılın Fransız ansiklopedicileri.

Kısaca "Ansiklopediciler" adıyla anılırlar. 1751 yılında yayımlanmaya başlanan ve 1780 yılında tamamlanan 35 ciltlik "Encyclopedie ou Dictionnaire Raisonne des Sciences des Arts et des Metiers" Fransız düşünürleri Diderot'yla D'Alembert'in yönetiminde Voltaire, Rousseau, Baron d'Holbach gibi özdekçi düşünürleri çevresinde toplamıştı. Ansiklopediciler, Batı düşüncesinde büyük bir düşünce hareketi yaratmışlar ve genellikle özdekçiliği yaymışlardır. En önemlileri Denis Diderot'tur.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Antik aydınlanma çağı Nedir?

Antik Yunan felsefesinin İ.Ö. 5. yüzyılı kapsayan evresi.

Antikçağ Yunan felsefesinin İ.Ö. 5. yüzyılı kapsayan evresine antikçağ aydınlanma çağı adı verilir. Antik aydınlanma da daha sonraki aydınlanmalar gibi, düşünsel felsefeye karşı eleştirel bir tepki ve doğaya dönüş karakterini taşır.

Düşünsel (spekülatif) felsefe ne zaman büyük sistemler kurmak iddiasını insan zekası için dayanılmaz bir çizgiye yükseltmeye kalkışmışsa, insan zekası daima silkinmiş ve buna karşı eleştirici bir tepki göstererek düşsel uykulardan uyanma yolunu tutmuştur. Eski Yunan’da da böyle olmuştu. İ.Ö. 5. yüzyıla gelinceye kadar öylesine düşünsel varsayımlar ileri sürülmüştü ki gökselliğe doğru yükselen bu parlak hayallerden toprağa (doğaya ve insana) dönmek gerekti.

Yunan aydınlanmasını gerçekleştiren bilgicilik (sofistik) akımıdır. Antikçağ bilgicileri insansal yasa (nomos)’nın yerine doğal yasa (physis)’yı getirdiler. Antikçağ aydınlanma çağı, metafiziğe tümüyle sırt çeviren Sokrates’i hazırlamıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Antik Çağ Felsefesi Nedir?

Yunan ve roma felsefeleri...

İ.Ö. 8. yüzyılda başlayıp İ.S. 5. yüzyılda sona eren Yunan ve Roma kültürlerini kapsar.

Antikçağ felsefesinin ayırıcı niteliği düşünce tarihinde ilk kez bilmek için bilmek amacının güdülmüş olmasıdır. Eski Mısır, Çin, Hindistan vb. gibi felsefelerdeyse kullanmak için bilmek amacı güdülmüştür. Batı düşüncesi adıyla adlandırılan ve sonunda çağdaş genel düşünceyi doğuran düşünce sistemi, Antik Çağ felsefesiyle başlar. Çağdaş düşüncenin en geçerli sorunları Antik Çağ'da ortaya atılmış ve gereken doğrultuya yöneltilmiştir. Eski Yunanlılar kendilerini evrensel birliğin bir parçası olarak görmüşler, kozmik kargaşalıkta bir uyum (harmonia) bulmuşlar ve kafalarına takılan bütün sorunları bu açıdan yorumlamışlardır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Aristoculuk (Aristotelesçilik) Nedir?

(Os. Aristotalisiyye, Fr. Aristotelisme, Al. Aristotelismus, İng. Aristotelianism).

Antik çağ Yunan düşünürü Aristoteles'in öğretisi, gezimcilik...

Antik Çağ Yunan düşüncesinin ilk gerçek ve büyük bilgini Aristoteles, kendisinden önceki bütün felsefeyi toplayıp sistemleştirdikten sonra onları alet anlamına gelen (Yu. Organon) doğru düşünme yöntemiyle eleştiren ve kendi sistemini bu eleştirisiyle geliştiren ilk bilimsel yapılı düşünürdür.

Mantık biliminin kurucusu olduğu gibi politikadan meteorolojiye kadar günümüzde de kullanılan çeşitli terimlerin uzmanıdır. Ansiklopedik dehasıyla insanlığı iki bin yıl etkilemiştir. Bu uzun süreli etkide, kendine düşünsel bir temel arayan ve aradığını onun sisteminde bulan Hıristiyanlığın rolünden çok, onun ansiklopedik dehasının rolü vardır. Günümüze kadar sürüp gelen bu iki bin yılın, Orta Çağ'ın skolastik dönemini kapsayan pek uzun bir süresi Aristoteles'in kesin egemenliği altında geçmiştir. Öyle ki onun en küçük bir sözünü yadsımaya kalkan bu davranışını hayatıyla ödemiştir.

Onun yapıtlarının tanıklığı, herhangi bir savın tanıtlanmış olması için yeter sayılmıştır. Bu uzun tarih süresince, gerçek demek onun söylediği ve yazdığı demektir. "Filozof" deyince o, "okul" deyince onun öğretisi, "bilim" deyince onun sistemi anlamıştır.

Araplar onu "ilk öğretmen" saymışlardır. Çağının olanakları içinde pek derin ve geniş bir kavrayışla ilgilenmediği hemen hiç bir bilim yoktur. "Özdeğin bulunmadığı yerde uzay ve zaman da olamaz" düşüncesinde 20. yüzyılın büyük fizik dehası Einstein'la birleşmektedir. Günümüz Gestalt ruhbilimi, onun biçimciliğine dayanıyor. Günümüz Tanrıbilimi hâlâ ona dayanarak ayakta durmaya çalışıyor.

Khalkidike'deki Stageira (Selanik dolaylarında) kasabasında doğmuş. Babası Nikomakhos, Makedonya Kralı Amyntas'ın özel hekimiymiş. On üç yaşında Atina'ya, Platon'un ünlü Akademia'sına öğrenci olarak gönderilmiş. Platon'un ölümüne kadar tam yirmi yıl orada okumuş. Platon'un ölümünden sonra Makedonya Kralı Filip, oğlu küçük İskender'e öğretmen olması için onu Makedonya'ya aldırtmış. O zaman öğretmenimiz otuz üç yaşındadır. İskender kral olduktan sonra Aristoteles yeniden Atina'ya dönecek ve pek güçlü bir himaye altında İskender'in ölümüne kadar hiç bir güçten korkmaksızın bilimsel çalışmalarına başlayacaktır. Şimdi kırk altı yaşındadır ve daha on üç yıllık bir yaşamı vardır. Atina'da, Lykeion bahçesinde okulunu kuruyor (İ.Ö. 334). Derslerini bahçenin gölgeli yollarında gezinerek verdiğinden öğretisine gezimcilik adı verilecek. Antik çağ Yunan düşüncesinin bilmediği yepyeni bilimler kuruyor: Mantık, gramer, geologia, botanik, anatomia, psychologia, rhetorika, politika... Büyük İskender'in dünyayı titreten pek güçlü himayesi altında, para sıkıntısı bilmeden ve sağ-sol kuşkusu duymadan, bilimsel bir yaşam için çok mutlu koşullar içinde çalışmaktadır. Antik çağ Yunan düşüncesine yepyeni kavramlar yağdırıyor: eidos, entelekheia, kategoria, apagoge, epagoge, syllogisma, mimesis, politika, oikonomia vb... Büyük İskender'in ölümünden sonra, o güne kadar pusuda bekleyen gerici güçler hemen inlerinden çıkıyorlar ve onu dinsizlikle (klasik suç) suçlandırıyorlar. Aristoteles Atina'dan kaçmak zorunda kalıyor ve bir yıl sonra da sığındığı Euboia Khalkis'te ölüyor. İnsanlık, ilk çağlarından beri rastlamadığı ve pek uzun bir süre daha rastlayamayacağı eşsiz bir bilgini böylece yitirmiş olmaktadır. Ne var ki dinsizlikle suçlandırılan bu bilgin, din kurumunu iki bin yıl süreyle ayakta tutacaktır.

Antik Çağ Yunan düşüncesinde Aristoteles, çağdaş anlamıyla ilk bilgindir. Kendisinden önceki bütün bilgileri toplamış, iç içe geçmiş olanları birbirinden ayırmış, sınıflandırmış, eleştirmiş ve bütünlemeye çalışmıştır. Özellikle, sonradan Metafizik adı verilen Prote Filosofia (İlk Felsefe) adlı yapıtı Thales'ten kendisine kadar gelen felsefe tarihinin çok başarılı bir özetidir ve en güvenilir kaynağıdır. Topladığı bilgilerin doğruluklarını ölçmek için bilimsel bir düşünme yöntemi aramış ve doğru düşünmenin kurallarını bütün ayrıntılarıyla saptamaya çalışarak bunlara Yu. alet (doğru düşünmenin aletleri) anlamına gelen organon adını vermiştir. Aristoteles'in bu doğru düşünme kurallarına sonradan mantık adı verilmiştir. Formel ya da biçimsel mantık (Os. surî mantık) adı verilen mantık, Aristoteles'in saptadığı bu kurallardır. Genç Aristoteles henüz Akademia'da bir Platon öğrencisiyken kendisine kadar gelen düşünmede üç bakış (Yu. Theoria) bulunuyordu; İnsanın görünene bakışı (doğa), insanın kendisine bakışı (insan), insanın görünmeyene bakışı (doğaüstü). Düşünür Aristoteles yöntemsel aletler bularak bu ilkel bakışı doğru bakışa çevirmek istedi: Görünmeyenden görünene bakmak (tümdengelim "doğrulama") ve görünenden görünmeyene bakmak (tümevarım "araştırma")... Ne var ki, bu doğru bakışı gerçekleştirmek için düşünmenin bilimden yararlanması, eş deyişle düşünce-doğabilim diyalektiği, gerekiyordu. O çağın bilimleriyse düşünmenin pek gerisindeydiler. Bu yüzdendir ki düşünür Aristoteles, düşünmesine karşılık verecek bilimi de kendisi yapmak zorundaydı. Fizik ve fizyolojiden meteorolojiye ve ekonomiye kadar çeşitli bilim alanlarındaki, çağın ölçülerine göre pek geniş, bilimsel çabalarının nedeni budur. Physika adı altında toplanan Fisika Akroasis, Peri Uranu, Peri Geneseos Khai Ftboras ve ayrıca Peri ta Zoa Historia, Peri Psikhes vb. adlı yapıtları bu çabanın ürünüdür. Bu bilimsel çalışmalardan ve bu çalışmalar sırasında İlk Felsefe (Yu, Prote Filosofia) doğdu. Artık, çağıyla zorunlu imkanlar içinde, geleneksel büyük soruya karşılık aranacaktır: İlk neden nedir?.. İlk neden, en son ve en gelişmiş düşünce olarak, Platon'un İdea'sı olamaz. Çünkü İdea, görünen sayısız gerçek biçimlerinin -Platon'un sandığı gibi dışında değil- içindedir ve o biçimlerden soyularak, eş deyişle içlerinden çıkarılarak elde edilmiştir. Kaldı ki Platon bu İdea'lara nesnelerin özü demektedir, öyleyse öz nasıl biçimsel nesneden ayrı ve onun dışında olabilir? Özsüz biçim ve biçimsiz öz olamaz. Platonun yanılgısı gerçek varlık'ı, gerçek biçimsel varlıklardan ayırdığı özde görmesidir. Öyleyse görünenden görünmeyene bakıp (tümevarım, Yu. Epagoge) araştırmalıyız ama bulduğumuzu da görünmeyenden görünene bakıp (tümdengelim, Yu. Apagoge) doğrulamalıyız. Tümevarımla araştırıp İdea'yı buluyoruz, şimdi onu tümdengelimle doğru yerine oturtmalıyız. İdea (soyut kavram) bir tözdür. (Os. Cevher), oysa her töz içsel bir özdür. Böylesine bir öz elbette Özdek (Os. Madde) olamaz (antik çağ Yunan düşüncesinin zorunlu yanılması). Bu öz (Yu. Ousia; Aristoteles bunu töz anlamına ve İdea terimi yerine kullanmaktadır) biçimlenerek (Yu. Eidos; Aristoteles bunu nesnenin niteliklerinin tümü anlamında kullanmaktadır) gerçekleşiyor. Nesnenin görünümü olan biçim de özdek değildir. İlk özdek (Yu. Prote hyle) biçimsizdir, sadece bir güçtür (Yu. Dynamis; Aristoteles bunu imkân anlamına kullanıyor), onu edime (Yu. Energeia; Aristoteles bunu gerçek anlamında kullanıyor) geçirip gerçekleştiren biçimdir. Öyleyse bu oluşu (Yu. Genesis) gerçek'leştiren (Yu. Energia) devim'in (Os. Hareket, Yu. Kinesis) güdücüsü nedir: Aristoteles burada çağları aşan eşsiz bir sezişle çok parlak bir kavram ortaya atıyor: Entelekeia (nedeni kendisinde bulunan)... Ne yazık ki bu kavramı olur olmaz yerlerde boşu boşuna -örneğin Demokritos'un dehasını gösteren tümüyle doğru "niceliklerle oluşan nitelikler" ilkesine karşı çıkmak için- harcıyor, tam derinleştirilmesi gereken yerde derinleştirmiyor ve gene o soyut eidos'una (biçim) dönüyor. Artık amacı tümüyle bir araştırma, tümevarım'dır. Öylesine bir tümevarım ki alabildiğine bomboş bir alanda göklere doğru yükselecek ve bir daha tümdengelimle denetlenmeyecektir. Ne var ki, çağının bilimsel zorunluğu içinde, Aristoteles'in hayranlık verici büyüklüğünü belirtmeye bu kadarı da yetmektedir. Son çözümlemede, Aristoteles'in elinde görünen gerçeği açıklamak için iki kavram kalmıştır: Hyle (madde) ve eidos (biçim)... Biçimsiz olan özdek, biçimle gerçekleşmektedir; eşdeyişle biçimsiz olan kumaş biçimlenerek pantolon, ceket, perde, masa örtüsü olacaktır. İlk neden bunlar mıdır?.. Bir bakıma bunlar ilk nedene pek benzemektedirler: Bunlarsız oluş olamayacağı için zorunlu olarak oluş'tan önce var'dırlar. Özdek, güç halinde (Os. Bilkuvve) biçimdir (Aristoteles, özdeğe zorunlu olarak öncelik tanıyan bu düşüncesiyle katıksız bir maddeci görünüşündedir). Ceketleşecek (biçim) olan elbette kumaştır (özdek). Biçim, özdeğin energeia (gerçek) haline geçmesidir. Bu ise bir kinesis (hareket) işidir. Her özdek bir dynamistir (imkân) onu energeia (gerçek) kılmak için bir kinesis gerekir. Öyleyse öyle bir devim olmalı ki kendi kendisinden önce bulunmasın ve ilk devindirici (Yu. Proton kinoun) olsun. Bu ilk devindirici, biçimlerin biçimi olan bir noesis noeseos'tur (düşünmenin düşünmesi) ve tek sözle Tanrı'dır (Yu. Theos). Aristoteles burada biçimler biçiminin niteliklerini aşağı yukarı her Tanrıcı ya da Tanrılığa varan öğretideki deyimlerle sayıp döker: Salt edimdir, salt tindir, bilincin bilincidir, kendi kendisine bakıştır, kendi kendisini özleyiştir ve başkaları... Ancak burada, önemle belirtilmesi gereken, Aristoteles'in parlak bir görüşü daha gözlenmektedir: Son çözümlemede özdekle biçim bir ve aynı şey olmaktadır (Yu. E eskhate hyle kai e morfe tauto; Metafizik, VIII, 6, 19; VII, 10, 27; XII, 3, 8; XII, 10, 8). Aristoteles, ilk bakışta, önce karşı çıktığı Platon düşünceciliğiyle sonunda birleşmiş göründüğü halde bu üstün ve şaşırtıcı düşünceye gene kendi doğru düşünme yöntemiyle varıyor. Her varlık, özdeklikle biçimliliği birlikte taşır. Çünkü her biçim, kendisinden daha üstün aşamadaki biçimin özdeğidir. İplik, tarladaki pamuğa ya da koyunun sırtındaki pöstekiye göre biçim, kumaşa göre özdektir. Kumaş, dokunduğu ipliğe göre biçim, cekete göre özdektir. Bu mantığın zorunlu sonucu her varlığın ve bu arada elbette en üstün varlığın özdek ve biçimi birlikte taşıdığıdır. Bundan da zorunlu olarak şu sonuç çıkmaktadır: En üstün varlığın da özdeksel bir yanı vardır. Aristoteles, Metafizik'inde, bizzat kendi mantığının zorunluğuna uyarak e eskbate byle kai e morfe tauto dedikten sonra çağının zorunluğuna uyarak bu sonuçtan kaçınabilmek için en yüksek varlığın özdeksiz olduğunu ısrarla belirtmiştir. Böylesine bir spekülasyona girdikten sonra, nedenleri tanıtlanamayacak olan düşünsel varsayımlar sıralanmaktadır: Biçimler biçimi ya da salt biçim özdeksizdir. Böyle olunca da hiç bir şey istemez, hiç bir şey yapmaz. Özdeği devindiren o değildir, özdek ona özleminden ötürü devinir. Aslında etkileyen o değildir, etkileyen bu özlemdir. Özdek, onu özlediği için ondan etkilenir. O, kendisiyle yetinen, kendisine bakan, kendisi için düşünendir. Nesnelere ve insanlara karışmaz, onların kaderlerini çizmez. Kader, özdeğin ona olan özlemiyle çizilir. Öyleyse o, bir doğrudan neden değil, bir dolayısıyla nedendir; doğrudan nedenler, özdeğin bu dolayısıyla nedene özleminden doğarlar. Her var olanın var olması için gerekli dört neden vardır. Örneğin bir masa varlığını meydana getirmek için tahta, (özdeksel neden, Yu. Hyle), yapıcı (etken neden, Yu. Arkhetes geneseos), nasıl yapıldığını gösteren plan (biçimsel neden, Yu. To eidos) ve ne yapılacağı düşüncesi (ereksel neden, Yu. To telos) gerekir. Dikkat edilince görülür ki özdeksel nedenin dışındaki üç neden, düşünce eşdeyişle ruh birliğinde tekleşmektedir. Öyleyse özdek ve ruh, dönüp dolaşıp, Aristoteles sisteminde de karşı karşıya gelmektedirler. Aristoteles'te ruh, biçimle özdeştir. Özdek beden, biçim ruhtur. Ruh, üç basamaktır: Bitki ruhu, hayvan ruhu, insan ruhu... Her basamak bir üsttekinin özdeğidir. Bitkilerde sadece özümseme ve üreme ruhu vardır, hayvan ruhu devim-istek-duyumla belirir ve bitki ruhuna eklenir, usla beliren insan ruhu ise kendinden önceki bütün ruhları içerir. Bitki ruhu hayvanlık biçimin özdeği, bitki ruhunu içeren hayvan ruhu insanlık biçimin özdeğidir. Bu basamakların tabanında biçimsiz özdek, tepesinde ve özdeksiz biçim vardır. Özdek ilk biçimlenişinde, ki bu biçimler biçimine özlemiyle gerçekleştirmiştir, dört ana biçimde belirir: Toprak, su, hava, ateş (dört ana unsur). Bu dört ana unsur yer değiştirme ve çarpışma ile çeşitlenir ve sayısız biçimlere dönüşerek organik dünyayı meydana getirirler. Organik dünyayı böylece kurduktan sonra, Aristoteles insansal değerleri işlemeye başlamaktadır: Politika, ethika, poetika, rhetorika... İnsan bir toplumsal varlıktır (Yu. Zoon politikon) diyen Aristoteles artık onun toplum içindeki yerini ve düzenini de belirlemek isteğindedir. Önce onun kişisel törebilimini belirtir. Bu törebilimin amacı, antik çağ geleneğine uygun olarak, mutluluktur ve bu mutluluk da bilgelikle sağlanır. Bilgelik, düşünme ve tutumla gerçekleşir. Öyleyse düşünsel ve tutumsal erdemleri birbirinden ayırmak gerekir: arete diamoetike ve arete etbike... Ne var ki tutum, düşünmeye dayanmalıdır. İnsan toplumsal bir varlık olduğundan onun töresel kişiliği de devlet içinde oluşacaktır. Devlet şöyle ya da böyle olmuş, bunun önemi yoktur. Önemli olan, devletin yurttaşlardaki bu töresel kişiliği gereği gibi geliştirip geliştirmediğidir. Yetkin devlet, bu ödevindeki başarısıyla ölçülür. Bkz. Mantık, Kinesis, Biçimsel, Tümevarım, Neden, Tasım. (Felsefe Ansiklopedisi-Eriş Yay.)
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Atomculuk Nedir?

Nesnelerin bölünmez parçalardan meydana geldiğini ileri süren öğreti.

Empedokles, Anaksagoras ve Abdera düşünürleri (Leukippos ve Demokritos) (Epikuros ve Lukretius da N.) bu ad altında toplanırlar.

Bu düşünürlere göre, yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen varlık özdeksel atomdur. Atomculuk, Epikuros'la Lucretius'un aracılığıyla Gassendi ve Bacon'a ulaşarak doğa bilimlerinin doğuşunu sağlamıştır. Bir Rönesans adamı olan Pedrus Gassendi, doğayı bir organizma olarak ele alan Aristocu skolastiğe karşı, atomculuğun getirdiği mekanist anlayışı savunmuştur. Bu anlayışa göre doğa, atomlarla ve atomların hareketleriyle gerçekleşmiştir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Aydınlanma Nedir?

İnsanın insanlığına dönüşü.

Aydınlanma, klasik anlamında metafizik bir kavramdır, toplumu insan usu ve doğasıyla düzenleme amacını izler. Bununla beraber aydınlanmacıların metafizikle, inancılıkla ve skolastikle verdikleri savaş insanlığın gerçek aydınlanmasına doğru yol almasında yararlı olmuştur. Usa dayanma ve güvenme, giderek, usun nesnel yasaları kavramasına yol açmıştır. Kavram, Alman düşünürü Immanuel Kant tarafından "Aydınlanma Nedir?" adlı yapıtında tanımlanmıştır. İnanmadan bilmeye yönelmesi metafizik aydınlanmanın en güçlü yanıdır.

Felsefe tarihçileri klasik anlamda iki aydınlanmanın sözünü ederler. Bunlardan biri eski Yunan'da gerçekleşen antik aydınlanma, ikincisi 18. yüzyıl aydınlanmasıdır. Oysa gerçek aydınlanma, 19. yüzyılın ikinci yarısında eytişimsel ve tarihsel özdekçiliğin açıklanmasıyla gerçekleşmiştir. İnsan, ancak o zamandır ki, kendisini, evrendeki yerini, ne olduğunu ve ne olacağını, neler yapabileceğini bilimsel olarak ve açık seçik anlamıştır. Kendisine yabancılaşmış bulunan insan, ancak o zamandır ki, yeniden insanlığına dönmeye başlamıştır.
 
Üst Alt