• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
1956, Elvis abi restoranda omlet yiyor. Siyahi kadının yüzünde oturması yasak acısı, isyanı yüzünden okunuyor. Dışarı çıksa taksiye de binemeyecek...
Bu anlayışta insanlar hala var Abd'de...

 
Üyelik Tarihi
28 Nis 2020
Konular
91
Mesajlar
1,337
MFC Puanı
23,110
Bu ırkçılık insan tarihi ile eş nerdeyse ,bir şekilde zuhur ediyor her zaman.
 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
Hataylı Mehmet Cemil sizin bizim gibi biri değil. Tek başına milletlerarası maceralar düzenleyen bir gezgin. Sınırların ötesini merakı yüzünden yeryüzünde kaybolmuş biri. Çanakkale Savaşı'na katıldı. Hatay'ın kurtuluşu için Fransızlara karşı Amanos dağlarında çete örgütledi. Ancak savaşların biri bitiyor öbürü başlıyordu. Kurtuluş Savaşı öncesinde, tek sermayesi Fransızcaya güvenerek bir gün İskenderun limanından Akdeniz' e açıldı. İlk durak, vaktiyle Jön Türklerin iltica kapısı olan Marsilya oldu. Buradan Amerika'ya, New York'a gitti. Oradan da Brezilya' da Para Maribu'ya yerleşti. Bir süre Güney Amerika' da oyalandıktan sonra Güney Afrika üzerinden Mozambik'e, oradan da Gine'ye geçti. 1899 doğumlu Mehmet Cemil Gine'nin başkenti Konakry' de yerleşti. 1919'da başlayan ve dokuz yıl süren büyük yolculuğu 1928'de Afrika'nın en batısında noktalanmıştı. O yıllar Atlas Okyanusu kıyısındaki bu ülkeyi Fransızlar sömürüyordu. Mehmet Cemil yaratıcı kişiliği, tecrübesi, cesareti ve dil bilgisiyle kısa zamanda başta sömürge valisi olmak üzere herkesin sevgi ve güvenini kazanmıştı. Ancak ilk defa "Baga" adlı kabilenin merkezi olan "Kasam beya" köyünde, bir tören sırasında gördüğü ve muhteşem "Yankadi" dansıyla büyülendiği "Fatumata"nın (Fatma'nın) babası hariç! 1914 doğumlu Camara Fatumata Gine'nin dört büyük kabilesinden biri olan Bagaların lideri "Morlay"ın kızıydı. 19 yaşında memleketini terk eden, 28 yaşında Gine'ye yerleşen Mehmet Cemil henüz 15 yaşında olan "Baga Kraliçesi" ile evlenmeyi kafasına koymuştu. Fransız valiyi aracı koydu. Fayda etmedi. Baga reisi Morlay, Müslüman dahi olsa bir beyaza kızını vermek istemiyordu. O da vali marifetiyle yanına bir manga Fransız askeri alarak Fatumata'yı kaçırdı. Sonra asıl büyük kaçış başladı. "Futah Djalon" platolarındaki bu kovalamaca, önde Mehmet ile Fatma, arkada Baga savaşçıları, tam iki yıl sürdü. Sonunda koca reis pes etti, aşıkların peşini bıraktı. Kaçaklar "Fulane" kabilesinin egemenliğindeki "Mamu" adlı köye yerleşti. Mehmet Cemil burada bir fırın açtı. Bu yörenin ekmek satan ilk fırınıydı. İlk çocukları Ali Cemil 1932'de Mamu köyünde doğdu. İkinci Dünya Savaşı başlamak üzereydi. Gine kaynıyordu. Mehmet Cemil eşi ve çocuğuyla başkent Konakry'ye döndü ve kayınpederiyle barıştı. Burada da fırın açtı. İşi büyütmüştü, kahve ve kakao yetiştiriyordu. Fırına komşu bir de pastane açmıştı. Bu arada dört çocukları daha oldu. Onlara sırasıyla Aliye, Mustafa, Cemile ve Suphi adlarını verdiler. Fransız resmi kaynaklarında adı Muhammed Jamil Abdül olarak geçen Mehmet Cemil dokuz yıllık gezginliği sırasında Arapça, İspanyolca, İngilizce de öğrenmişti. Gine'de dil bilgisine dört kabile dili (Malinke, Fulane, Susu ve Bambara) daha ekledi. Bagalar, Susu dilini konuşuyordu. Mehmet Cemil'in evinde de "resmi dil" Susucaydı. Büyük savaşın rüzgarı, halkının yüzde 69'u Müslüman olan Gine'yi de etkilemişti. Fransızlara karşı başlatılan özgürlük mücadelesi 1946'da bastırılmış, ama direniş durmamıştı. Mehmet Cemil'e göre artık Gine'nin tadı kaçmıştı. 1958'de Gine bağımsızlığını ilan etti. Ancak Batı 1975'e kadar Gine'yi tanımamakta ısrar etti ve garibanlara ambargo uyguladı. 1950'lerde Gine'de iç savaş vardı. Beş çocuğuna Sait, Yahya ve Salima adlı üç çocuk daha ekleyen Mehmet Cemil pusulayı önüne koymuş düşünüyordu.
Böyle kara kara, ne olacak halimiz diye düşünürken takvim geldi, 1953'ü gösterdi.. Artık "yurtsamıştı" Mehmet Cemil. Susu dilinden konuşan sekiz çocuğunu ve Baga Prensesini yanma kattığı gibi soluğu Türkiye'de aldı. Artık onların soyadı Sökmen'di. Mehmet Cemil Sökmen İskenderun'a yerleştikten bir hafta sonra öldü!.. Yeni Gine'den İskenderun'a gelen Camara Fatumata bir türlü pantolon ve ayakkabı giymeye alıştıramadığı sekiz çocuğuyla, daha önce adını bile duymadığı bir diyarda yapayalnız kalmıştı. Önceleri komşuları onlara, bu "garip" insanlara uzak durdular. Ama zamanla bunlar onlara, onlar bunlara alıştılar. Ama talihsiz Fatumata'nın çilesi bitmedi. Daha eşinin matemini tutarken, bu defa da sondan bir önceki çocuğu Yahya'yı kaybetti. "Siyah Prenses" her şeye rağmen yılmadı. Kartal gibi, çocuklarına sahip çıktı. Onları okuttu.
Çocukların, daha sonra da torunların çoğu, belki de "içgüdüsel" bir yönelmeyle kendilerine meslek olarak müziği ve dansı seçtiler. İlk çocuk Ali Cemil Sökmen tenor oldu. Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde öğretim üyeliğine kadar yükseldi. 1992'de 78 yaşını süren Fatumata, "yedi numara" Yahya'nın erken ölümünden sonra, 1984'te "bir numara" Ali Cemil Sökmen'in vakitsiz ölümüne tanık oldu.
Fatumata'nın ilk çocuğu Ali Cemil Sökmen'den iki, Aliye Sökmen Demiratan'dan iki, Mustafa Sökmen'den dört, Suphi Sökmen'den iki, Sait Sökmen'den iki, Salima Sökmen'den bir olmak üzere toplam 13 torunu var. Ancak bu toplama, yakın bir geçmişte üçüncü kuşağı temsilen beş torun daha eklendi. 1950'li yıllarda İskenderun' da bir sokak arasında "Tarzanca" ile Türklerle anlaşan ve tek siyahi aile oldukları için herkes tarafından tanınan Sökmen ailesinin neredeyse tüm üyeleri bugün birer isim. Ama "Prenses"i unutmamışlar. Yaşlı Fatumata onların kökenlerinin tek ve son temsilcisi. Baga kabilesinin Prenses unvanlı en güzel dansçısı Camara Fatumata son nefesini verinceye kadar Atlas Okyanusu kıyısındaki ülkesini unutmadı. Çocuklarıyla Susuca konuştu. Bayramlarda onlara kabilesinin mutfağından lezzeti bizim için tarifsiz yemekler yaptı ve onların artık nihayet alıştıkları "mokasenleriyle" tatlı tatlı alay etti... (UMUT BAYAZOĞLU, "Uzun, İnce Yolcular")
Not, Sait Sökmen kimdir? Türkiye'nin ilk Bale Koreografı ve ilk baletlerindendir. Sait Sökmen, 13 Eylül 1942 tarihinde Gine'nin başkenti Conakry'de sekiz kardeşin altıncısı olarak doğmuştur. Türkiye'li Mehmet Cemil ve Gine'li Fatumata Mamady (Camara) Sökmen'in oğludur.

 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
Kosova savaşından kucağında bebeği ile kaçan 22 yaşında bir anne...
Bundan 21 yıl önce Sherife Luta'nın kucağında taşıdığı,
yolda emzirdiği minik kızı Besa..
Bugün hala annesinin yamacında...

Bir Arnavut televizyonu için ilk kez konuşan fotoğrafın kahramanları Sherife ve Besa Luta, bu yolculuğun zorluklarını ve resmi gördüklerinde yaşadıkları sürprizleri şöyle anlatmış.
“Kesintisiz 24 saat yürüdükten sonra, bebeğim üşüdü, ağlaması kesildi. Donmuştu. Öldüğünü sanıyordum. Kayınbabam kızımı aldı ve onu Blace'deki bir evin ocağına koydu.
On dakika sonra ağlamaya başladı ve diğer mülteciler alkışlamaya başladı. Orada ağlamaya başladım. Çok fazla duygulandım. "

(Eski fotoğrafı kareleyen, Bosnalı Reuters fotoğrafçısı Damir Sagolj)

 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
1332 CİHADİYE... BİR YÜZÜK HİKAYESİ

Dünyada eşi ve benzeri yaşanmamış “tarihin” yazıldığı Çanakkale Savaş’ında gönüllü hemşirelik yapan “Türk Kadınları”na hediye edilen ve üzerinde “1332 Cihadiye” yazılı yüzüğün hikayesidir...

Çanakkale Savaşları'nda yaralanan Mehmetçiklere hizmet etmek için binlerce ev kadını hastanelere koşar. Savaş sonunda teklif edilen parayı kabul etmeyen kadınlar için depolardaki İngiliz tüfeklerinin namluları kesilerek 'Cihadiye' yüzükleri yaptırılır.

Çanakkale Savaşları'nda yaralanan binlerce asker, gemilerle İstanbul'a taşınıp hastanelere yerleştirilir. Ancak hastanelerdeki hasta bakıcı ve hemşireler gelen yaralılara yardımcı olmada yetersiz kalmaktadır. Ev kadınlarından yardım istenir. Vatan hizmetinde cepheye koşan erkeklerinden geride kalmak istemeyen binlerce kadın, gönüllü olarak hastanelerde görev alır.

Savaşın ardından kadınlara vefa borcunu ödemek için dönemin yöneticilerince para dağıtılması teklif edilir. Fakat kadınlar böyle bir teklifi kesinlikle kabul etmezler. Bunun üzerine Türk yetkilileri ordu depolarındaki İngiliz tüfeklerinin çelik namlularını kestirerek, üzerinde '1332 Cihadiye' yazılı yüzükler yaptırırlar. Bu yüzükler vatansever kadınlara yaptıkları hizmetin nişanesi olarak dağıtılır.
 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
Süleyman Demirel'in unutulmaz sözleri:

1. Türkeş Türk çocuğu, Ecevit halk çocuğu, Erbakan Müslüman çocuğu, biz o... çocuğu muyuz?

2. Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz "iyidir" derim. İki kelimeyle anlatın derseniz "iyi değildir" derim.

3. Bize plan değil, pilav lazım.
4. Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz.

5. Aslana hüviyet sorulmaz demişler. Kimlik taşımam.

6. Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl de değildir.

7. Galibiyetin sahibi çoktur, mağlubiyetin sahibi yoktur. Yenilgi yetimdir.

8. İcabı olup olmadığı tartışılabilir. Ama icabı varsa feminizm fevkalade güzel bir şeydir.

9. Mizah bir yumruktur, ne zaman kime vuracağı belli olmaz.

10. Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz.

11. Memlekette petrol vardı da şerbet yapıp biz mi içtik?

12. Yağmur yağarken "ben ıslanmam" diyemezseniz.

13. Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir.

14. Bulut buluttur, bulutun akı da buluttur garası da, binaaneleyh, üzerine gonuşmaya değmez.

15. Elektriğin komünisti olur mu? Yazın biz Bulgaristan'dan elektrik alıyoruz. Kışın Bulgaristan bize elektrik veriyor.

16. Dün dündür, bugün bugündür.

17. Yollar yürümekle aşınmaz.

 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
Zeki Müren’den Demet Akbağ’a ilginç bir bilmece geliyor.

“10+10+30” işleminin sonucu nasıl 100 çıkıyor dersiniz?

 
Üyelik Tarihi
28 Şub 2020
Konular
2,107
Mesajlar
26,098
MFC Puanı
301,150
10-10-30 ve rakamlarının yarım elips çizilerek yüz çizildiğini gördük.)))
 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
Osman Gazi'den, Sultan I. Abdülhamid'e kadarki Osmanlı hükümdarlarını gösteren soyağacı (İsveç Ulusal Müzesi).

 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
ALMANCI TÜRKLER

Dişlerine, tenlerine, tırnaklarına, hepsine hepsine, tek tek baktılar doktorlar. Sapasağlam, güçlü kuvvetli adamlar istiyorlardı. Çalışacak, ülkeyi ayağa kaldıracaklardı… Adları, “Gastarbeiter”olacaktı. “Gastarbeiter” yani misafir işçi… Gidenler adını, “Acı vatan” koyacaklardı o toprakların. Sonra da, Türkiye’de “Alamancı”, Almanya’da yabancı olacaklardı… Arafta bir yerde geriye “Tüylü fötr şapkası, fiyakalı arabası ve koltuğunun altında teybi”yle Almancı ya da “gurbetçi” tiplemesi kalacaktı onlardan.

Yarın tam 59 yıl olacak, “bilinmeyene” ve “umuda doğru” bir yolculuğa çıktı bir tren Sirkeci’den. Takvimler 24 Haziran 1961’i gösteriyordu. İlk resmi işçi kafilesiydi yola çıkan. El salladılar geride kalanlara. Hedef Almanya München Hauptbahnof’tu. İlk kez o gün kalktı Almanya treni.
İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmak isteyen Almanya başdöndürücü bir hızla sanayileşiyordu. Gelin görün ki nüfusunun büyük çoğunluğunu çılgınca bir savaşta yitirmişti. Tam da bu yüzden sevinçle karşıladı Türkiye’den giden ilk heyeti. Önce erkekler gittiler. Yirmili, otuzlu yaşlarda ve çoğu vasıflıydı. 55 kişiydiler. 1960’lı yılların sonuna doğru tablo değişti. Bu dönemde işe alınanların çoğu kırsal kesimden gelenler arasından seçildi. Bazıları okuma yazmayı askerde “Ali Okulu”nda öğrenmiş, büyük kenti ilk kez bu yolculukla görmüştü. Zor bir yolculuktu bu onlar için. Almanlar aynı yıl 400 maden işçisi daha almaya niyet edince “Alamanya” topraksız köylü için “umut” oldu. Yıllar içinde Almanya’da çalışan en büyük işçi topluluğu oldu Türk işçiler. Adları “misafir işçi”ydi taa ki 1973 yılına dek…O yıl dünya petrol krizi yaşıyordu ve Almanya işçi alımını durdurdu. Derken aile birleşmeleri ve ya da siyasi sığınma talepleri başladı. Aile birleşmeleri, misafir işçiler için “hasretin bitmesi, eşe, çoluğa, çocuğa, anaya babaya kavuşmak” Almanya için “sorun” demekti. Çünkü 1974 yılı sonrasında Batı Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilerin sayısı neredeyse dört kat arttı. Göç batı için artık “sorun”du. Misafir işçilerin adıysa “göçmen”di.
1961 – 1973 yılları arasında Türkiye’den toplam 2,6 milyon kişi Almanya’da çalışmak için başvuru yaptı, kabul edilenlerin sayısı 867 bin civarındaydı. 59 yıl sonra bugün Almanya’da 3 milyondan fazla Türk yaşıyor. Önemli bir çoğunluğu çifte vatandaşlık hakkına sahip. Üç ya da dördüncü kuşak Türkler artık eğitimli hatta işveren konumunda. Ama Türkiye’de “Alamancı”, Almanya’da, “Gastarbeiter” olan anne-babalarının acı anıları halla belleklerinde.
Ne diyordu şiir; “Sirkeciden tren gider, varım yoğum törem gider , Ona giden verem gider, evim barkım viran gider”











 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
Annesinin kucağında bir bebek, Niğde, 1937.
Nazar değmemesi için Anadolu'da çocukların gözlerine is, kül veya başka şeylerin sürülmesi adedi vardı.

 
Üyelik Tarihi
9 Haz 2013
Konular
24
Mesajlar
822
MFC Puanı
7,690
ALMANCI TÜRKLER

Dişlerine, tenlerine, tırnaklarına, hepsine hepsine, tek tek baktılar doktorlar. Sapasağlam, güçlü kuvvetli adamlar istiyorlardı. Çalışacak, ülkeyi ayağa kaldıracaklardı… Adları, “Gastarbeiter”olacaktı. “Gastarbeiter” yani misafir işçi… Gidenler adını, “Acı vatan” koyacaklardı o toprakların. Sonra da, Türkiye’de “Alamancı”, Almanya’da yabancı olacaklardı… Arafta bir yerde geriye “Tüylü fötr şapkası, fiyakalı arabası ve koltuğunun altında teybi”yle Almancı ya da “gurbetçi” tiplemesi kalacaktı onlardan.

Yarın tam 59 yıl olacak, “bilinmeyene” ve “umuda doğru” bir yolculuğa çıktı bir tren Sirkeci’den. Takvimler 24 Haziran 1961’i gösteriyordu. İlk resmi işçi kafilesiydi yola çıkan. El salladılar geride kalanlara. Hedef Almanya München Hauptbahnof’tu. İlk kez o gün kalktı Almanya treni.
İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmak isteyen Almanya başdöndürücü bir hızla sanayileşiyordu. Gelin görün ki nüfusunun büyük çoğunluğunu çılgınca bir savaşta yitirmişti. Tam da bu yüzden sevinçle karşıladı Türkiye’den giden ilk heyeti. Önce erkekler gittiler. Yirmili, otuzlu yaşlarda ve çoğu vasıflıydı. 55 kişiydiler. 1960’lı yılların sonuna doğru tablo değişti. Bu dönemde işe alınanların çoğu kırsal kesimden gelenler arasından seçildi. Bazıları okuma yazmayı askerde “Ali Okulu”nda öğrenmiş, büyük kenti ilk kez bu yolculukla görmüştü. Zor bir yolculuktu bu onlar için. Almanlar aynı yıl 400 maden işçisi daha almaya niyet edince “Alamanya” topraksız köylü için “umut” oldu. Yıllar içinde Almanya’da çalışan en büyük işçi topluluğu oldu Türk işçiler. Adları “misafir işçi”ydi taa ki 1973 yılına dek…O yıl dünya petrol krizi yaşıyordu ve Almanya işçi alımını durdurdu. Derken aile birleşmeleri ve ya da siyasi sığınma talepleri başladı. Aile birleşmeleri, misafir işçiler için “hasretin bitmesi, eşe, çoluğa, çocuğa, anaya babaya kavuşmak” Almanya için “sorun” demekti. Çünkü 1974 yılı sonrasında Batı Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilerin sayısı neredeyse dört kat arttı. Göç batı için artık “sorun”du. Misafir işçilerin adıysa “göçmen”di.
1961 – 1973 yılları arasında Türkiye’den toplam 2,6 milyon kişi Almanya’da çalışmak için başvuru yaptı, kabul edilenlerin sayısı 867 bin civarındaydı. 59 yıl sonra bugün Almanya’da 3 milyondan fazla Türk yaşıyor. Önemli bir çoğunluğu çifte vatandaşlık hakkına sahip. Üç ya da dördüncü kuşak Türkler artık eğitimli hatta işveren konumunda. Ama Türkiye’de “Alamancı”, Almanya’da, “Gastarbeiter” olan anne-babalarının acı anıları halla belleklerinde.
Ne diyordu şiir; “Sirkeciden tren gider, varım yoğum törem gider , Ona giden verem gider, evim barkım viran gider”












Böyle geniş arşiv var bende neler var neler :) kimisi hüzün yüklü kimisi umut.
 

Tokyo

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
3 Haz 2020
Konular
3,330
Mesajlar
5,771
MFC Puanı
72,650
MİLYONLAR DİNLEDİ
“50 KİŞİ” UĞURLADI!
Çok sigara içiyordu…
Birini söndürüp, diğerini yakıyordu…
Solunum yetmezliği yapışmıştı yakasına…
Yedi yıl önce…
Bugün, hayata gözlerini yumdu…
***
Çok yetenekli bir ses yıldızı ve söz yazarıydı…
Sadece çok özel “iki şarkı” ile…
(Sev Kardeşim ve Hayat Bayram Olsa…)
Ve yine sadece “iki yıl” gibi kısa sürede…
Milyonların hayranı olmuştu…
Hayat arkadaşı Türkiye’nin en ünlü müzisyenlerindendi…
Kendisinden 20 yaş büyük kocasını…
Çok erken kaybetti…
Birlikte topu topu 10 yıl bu hayatın tadını çıkarmışlardı…
Eşinden sonra hep yalnız yaşadı…
32 yıl içine kapandı…
Zaten kalbinin sahibine veda ettikten sonra…
Ne şarkı söyledi, ne de iki satır söz yazdı…
Anıları ile yaşamayı tercih etti…
Sor bugünün gençlerine…
Belki adını bile hatırlamayacaklar ama…
Eşsiz bir sese sahipti…
***
Filmi, biraz geriye saralım ve…
Mutlu günlere gidelim…
İstanbullu Şenay’ın çocukluğu şarkılar söyleyerek geçti…
Bacak kadarken belliydi şarkıcı olacağı…
18 yaşında Erkan Özarman elinden tuttu…
Ankara’da bir gece kulübünde şarkı söylemeye başladı…
Şerif Yüzbaşıoğlu…
Salim Ağırbaş…
Atilla Özdemiroğlu…
Selçuk Başar…
Uğur Başar…
Garo Mafyan ve Asım Erken'den oluşan orkestra…
O günlerde ortalığı kasıp kavuruyordu…
O yaşta…
O özel orkestranın solisti oldu…
Takvimler; 1971’i gösterirken Şerif ile dünya evine girdi…
***
O tarihlerde…
Batı müziği eserlerine Türkçe sözler yazma modası vardı…
“Ben neden yapmıyorum?” dedi…
Sözlerini yazdığı “Benim Olursan / Sev Kardeşim” plağını doldurdu…
Plağın B yüzündeki “Sev Kardeşim”…
Ortalığı yıktı, geçti…
Şenay yılın şarkıcısı ödülünü kaptı…
Ertesi yıl, aynı ödülü…
“Hayat Bayram Olsa” şarkısı ile aldı…
Şenay, bi’anda Türk Pop müziğinin en ünlü yıldızı olmuştu…
***
Bi’parantez açalım…
Hümanist şarkılar yazıyordu Şenay…
Diğer pop yıldızlarından çok farklıydı…
Nitekim…
Bu özelliği o tarihlerde “Karaoğlan” sloganıyla…
Miting alanlarını dolduran Bülent Ecevit’in dikkatini çekmişti…
1977’de…
Taksim’deki mitingde bir “ilk” gerçekleşti…
Şenay…
Bir siyasi partinin miting alanlarına giden ve…
Buradaki sahnede şarkı söyleyen ilk şarkıcı olarak tarihe geçti…
Defalarca…
Ecevit'ten önce sahne alıp…
“Sev Kardeşim” ve “Hayat Bayram Olsa” şarkılarını söyleyerek…
Mitinge gelenleri coşturdu…
Şenay'ın şarkı sözleri…
“Buram buram sol kokuyor” gerekçesiyle…
TRT tarafından yasaklandı…
***
Bir defasında, miting sahnesinden inerken…
Şöyle seslenmişti, binlerce sevenine:
“Hangi dinden, hangi dilden, hangi ırktan, hangi kültürden, hangi mezhepten ve hangi inançtan olursak olalım birbirimizi Bismillah diyerek sevelim…”
***
Uluslararası festivallerin yıldızı oldu…
Tam yedi ödül topladı…
Dünya Şenay’ı tanıdı…
Türkiye’nin 1975’te ilk kez katıldığı Eurovision için…
Sözlerini yazdığı “Umut” ile elemelere katıldı; finale kaldı…
Ama…
Kocası Şerif Yüzbaşıoğlu jüride olduğu için…
Dedikodu olmasın diye, çekildi…
O’nun yerine…
Semihe Yankı, “Seninle Bir Dakika” ile Türkiye’yi temsil etti…
***
Ve, hiç beklenemdik bi’şi oldu…
Şerif Yüzbaşıoğlu, 49 yaşında kalp krizi geçirdi…
Hayata ve Şenay’ına veda etti…
O sırada takvimler 1981 yılının18 Şubatı’nı gösteriyordu…
Şenay…
O günden sonra resmen “hayatını” dondurdu…
Şerif’in bi’özelliği vardı…
Minicik dokunuşlarla Şenay’ın şarkılarını…
Bambaşka hale getiriyordu…
Bu yüzden Şenay…
Sadece kocasını değil…
Hocasını, arkadaşını, sevgilisini ve ailesini de kaybetmişti…
Güzel şarkıcı tamamen eve kapandı…
O kadar çok ağlıyordu ki, gözleri bozuldu; uzağı göremez oldu…
***
Yedi yıl önce bugün…
62 yaşındayken aramızdan ayrıldı…
Şenay Yüzbaşıoğlu ile Şerif Yüzbaşıoğlu’nun aşkı…
Roman gibiydi…
Şenay hayata veda ettiği gün…
Mezarın tapusu bulunmadı…
O gün, sevdiği adamın yanına gömülemedi…
Bürokrasi buna izin vermiyordu…
Başka bir mezarlığa defnedildi...
Milyonlarca hayranı vardı ama…
Cenazeye topu topu 50 kişi geldi…
Kültür Bakanlığı çelenk bile yollamadı…
Oysa, sadece…
“Sev Kardeşim” plağı yüz binler satmıştı...
Nokta…
Sonsöz:”Her yerde olmak gibi bir duan varsa, gönüllere gir; çünkü sevenler, sevdiklerini gönüllerinde taşırlar… / Hz. Mevlana…”
Mehmet Karabel
 
Üst