• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Gelecek, Tasarlanandan Farklı'dır....!

TRWE_2012

Süper Moderatör
Üyelik Tarihi
2 Haz 2020
Konular
3,091
Mesajlar
5,890
MFC Puanı
20,830
Merhabalar

Not:

Bu tarih forum'da "Yakın Tarih" adı altında alt bir bölüm açılması , 1938-2020 arasındaki tarihi olayların tek bir çatı altında toplanmasını sağlayacaktır.Teklif bizden, gereğinin yapılıp yapılması yönetimin kendi inisiyatifidir.

1993 yazında Harvard Olin Enstitüsü Stratejik Çalısmalar Bölümü’de görevli olan Samuel P. Huntington, ünlü “Medeniyetlerin Çöküsü”nü yayınlamıs ve yeni yüzyılda önce ideolojik sonra da kültürelr çatısmaların yasanacagını iddia etmisti. Aslında bunlara küresel düzeyde ülkesel göçler ve köylülerin kentlere göçü de eklenebilirdi. Kırsal kitleler artık köylerde yatmaktan hoslanmıyorlar, kentlerin ötesinde ulusal sınırları zorluyorlar, egitilerek daha çok güç istiyorlar ve artık dünya hakkında daha çok bilgiye ulasmaya çabalıyorlar. Bu egitilmemis, bilgisiz ve güçsüz insanlar, özgün kültürleri ve soyları gibi sanılandan daha ötede inatçılar, Huntington; “Uygarlıklar arasındaki fark sadece bir gerçek degildir, temeldir.” diyordu, çünkü tarih, inanç ve dil de önemliydi. Farklı uygarlıklar ve halklar birbirlerini etkilerek çogalırlar ve bu artıs etkisi uygarlıkların bilincini de arttırır.

Ekonomik modernizasyon her derde deva degildir. Gerek bireysel gerekse de grupsal hırs ve tutku, geleneksel vefa ve sadakatı zayıflatmaktadır. Örnegin Hindistan’daki Bombay kenti ilginç bir örnektir, saglıklı ve hızlı gelisime ragmen Hindu ve Müslüman kesim arasında ciddi siddet olayları yasanmakta ve kan dökülmektedir. Hindistan’dak, kentler benzer Afrika ve Çin kentleri gibidirler, hepsi birer ekolojik bombadır, Delhi, Calcutta ve Pekin’de hava kirliligi dünyadaki büyük kentlerden farksızdır, nüfus çok hızlı artmakta, çevre sorunları agırlasmakta ve etnik anlasmazlıklar derinlesmektedir. Huntington, Hindu, Müslüman, Slav, Ortodoks, Batılı, Japon, Latin ve bazı Afrikalılar arasındaki anlasmazlıkların birbirlerine bagımlı olduklarını düsünüyordu. Yani bu küresel ve karsılıklı etkilenen bir konudur, yasalar ne olursa olsunlar göçmenler bir yol bulup sınırları asmakta, yanlarında getirdikleri kıskançlıklar ve uyumsuzluklarla hem Avrupa’da, hem de ABD’de kültürel sorunlara ve çatısmalara neden olmaktadırlar.

İslami ama farklı…

Ama Huntington tartısmalıdır hatta yanılmaktadır. Lübnan dogumlu Prof. Fuad Acami’ye göre varosların dısında da bir dünya vardır, Acami söyle diyordu; “İslam dünyası bölünmüs ve bölünenler de kendi aralarında bölünmüslerdir, örnegin Kafkaslar’daki savas sınırı ortadadır, medeniyetlerin fay kırıkları nedeniyle burada bir arada varolunamamaktadır ve bu kırıklar baskalarının ilgisini çekmektedir. Ermenistan’da, Azerbaycan’da ve İran’daki görüntü dini cosku ve fanatizm seklindedir ve sonuçta çatısma İslam-Hıristiyan sorununa dönüsmektedir.” Aslında buralarda tanımlanmamıs bir kültür savası yasanmaktadır, Müslüman/Türk Azeriler’le, Hıristiyan Azeriler’in çatısmasının kökeninde Ermeni katliamı iddialarının bulunması gibi, bu katliamı yapanların Türk olmaları yeterli bir nedendir... Oysa batıya dönük Latin alfabesi kullanan laik Türkiye ile, Araplara dönük Arapça yazıp çizen seriatçı İranlılar arasında bir bag yoktur hatta tüm Orta Asya boyunca da durum böyledir ama sorunlar önce inançsal sonra da tarihsel ve kültüreldir oysa Ermeniler’in İndo-Avrupalılar olarak İranlılar’ın müttefikleri olmaları gerekir. Görüldügü gibi her iki yöne yayılan, çeliskili ve karmasık sorunlar içiçedir.

Huntington’un kütürel ve etnik nedenler göstermesine karsın, Acami onun yaklasımını çok basit bulmakta ve durumu söyle tarif etmekte ve çeliskiyi vurgulamaktadır, “Türkiye-İran sınırında iki taraf da birbirinden kuskuludur hatta nefret vardır, birbirlerinin esi olan iki oda tas evlerde yasayan bu insanların dünyaları çok farklıdır, oysa din birligi vardır ve bu birlik Bosnalı müslümanlar veyd Almanya’daki Türkler kadar geçerlidir.” Benzer hatta aynı çeliski için Balkanlar yani Yugoslavya anımsanmalıdır, bir yanda Sırp kimliginde Ortodoks Hıristiyanlar ve yanlarındaki Yunan, Rus ve Romen konfigürasyonu öte yanda da Osmanlı’nın İslam Evi vardır. Burada dogal süreç ve son yasanmıs, kan dökülmüstür ama Kafkasya’da henüz bu sonuç olusmamıstır aksine olası bir Türkiye-İran çatısması Ermeni savasından daha akla yakındır. Acami’nin söz ettigi çok derin ve küçük bölünmüslük iste budur yani Türkiye-İran sınırındadır ve Acami siyasetten söz etmemekte kabile, asiret veya klan savaslarını kadetmektedir, ayrıca burada kasdedilen sey tüm Arap dünyasını da kapsamamaktadır. Ve batı dünyası Körfez ve Irak savaslarında oldugu gibi İslam Evi’nin bir odasını öteki odasına karsı kullanmaktadır…
.
Acami için dünyanın durumu Huntington’un sandıgından çok daha tehlikelidir, olaylara sadece siyaset ve etnik olarak yaklasmak yeterli olamaz ve Acami haklıdır çünkü kentler durmaksızın üreyen, para kazanmaktan baska birsey düsünmeyen ve birbirlerini öldüren milyonlarca insandan olusmus suursuz kalabalıklarla doludur. Batının en düsük düzeydeki pop kültüründe kaybolmus ve antik kabile kini tasıyan bu insanlar, hiçbir farkı ve kökeni düsünmeksizin kötü, yetersiz ve harap evlerinde limuzin ve seks düsleri kurmaktadırlar ve bunun sonu terörizme, ölüme ve hatta canlı bombalara ulasmaktadır. Gerilla düzeyindeki bitimsiz çatısmaların dalgaları henüz çok siddetli olmasa da kıtaları asmakta, artık farkedilebilir kesismeler olusturmakta ve kolay tanımlanamamaktadırlar. Kısacası günümüzün dünyası teknoloji ve nüfus dısında bu yönde Antik Çag’dan farklı degildir.

Orta Dogu ve Türkiye

Birçok insan için 1989’daki degisim muazzamdır ama henüz bunu anlamıs ve karsılastırabilmis sayılmayız. Atlas henüz degismemis, sadece degisim baslamıstır. Sovyetler’in çöküsü ve ardından gelen Arap-İsrail askeri anlasmazlıgı gelecekteki çok büyük degisimlerin sadece bir prologudur. ABD Deniz Kuvvetleri’nden planlamacı Michael Vlahos; “Ödedigimiz ücret, dünyanın bizi izlemesi için yeterli degil, bir çok yöne gidiyoruz, demokratik kapitalizmi insanlıgın sosyal evrimi için son söz sanmayalım.” Haritaya bakmadan ve savaslardan söz etmeden önce, birbirleriyle etkilesen dinsel, kültürel sorunlara, demografik yönlenmelere ve dünyanın özel bölgelerindeki dogal kaynakların dagılımına çok daha yakından bakmalıyız ve tabii Orta Dogu’ya… Ve Orta Dogu’nun gelecegi bir anlamda ya da uzun vadede Türkiye’ye baglıdır. Gelismekte olan Türkiye’de 1980’de halkın % 44’ü kentlerde yasıyordu, bu oran 1990’da % 61’e çıktı, 2000’lerde ise % 67’ye ulastı ve hızla da artmakta. Köyler bosalırken kentlerin çevresindeki gecekondular büyümekte, öte yandan günümüzdeki Türkiye gerçek anlamda politik ve demografik bir devrimi her yerde yasamakta. Ve batılılar bunu yeni yeni farketmekteler, çesitli batılı yazarların görüsleri ve gözlemleri derlendiginde ortaya söyle bir sonuç çıkıyor;

Nasıl bakıyorlar?

Nerede kırsal kesim olması gerektigi kadarsa ve yaslı insanlar çoksa ve de bunlar belli bir düzeyde yoksulsalar toplumun yapısı ve dokusu normaldir ama varos yoksullugu egemense bunun anlamı sosyal güçsüzlüktür. Iran’daki İslami baskının yarattıgı sonuçla birçok varos köylü, psikolojik savunma mekanigi ile geleneklerini kaybetme korkusu yasamaktadır, yasadıkları sahte modern kentlerde degerlerine saldırılmakta, su ve elektrik gibi temel hizmetlerden yoksun kalarak, fizik anlamda saglıksız kosullar tarafından tehdit edilmektedirler. Amerikalı Etnolog ve Oryantalist Carleton Stevens Coon, 1951 yılında İslam için söyle yazmıstı; “Milyonlarca insanın mutlulugu ve hayatta kalabilmesi için gereken yapılamayacaktır, belki en uygun olasılık yoksullastırmanın arttırılması hatta desteklenmesidir ve çevrenin dayanma süreci en çok 400 yıl sürecektir.” Mesaj çok açıktır, aslında İslam’ın çekici görünen militarist yönü su anlarda çignenmekte ve ana anlamından koparılmaktadır. Ortada her an savasmaya hazır bir tavır vardır. Yasanan politik dönem çevresel streslerle dürtülmekte, kültürel duyarlılık çökmekte, düzensiz varoslara sıgınan göçmenler ancak ilahi ortamlarda huzur bulmakta ve böylece dinin etkisi ve de gücü hızla artmaktadır. İslamiyet günümüz dünyasında en hızlı büyüyen dindir

Batılı gözlemcilerin çogu için Türkiye’deki İslam sıkıntıdadır ve modernizasyonla uzlasmak zorundadır. Afrika’da görünmeksizin yayılan Arap ve İran egilimi Türkiye’de çok azdır, İran’da petrolun bulunması gelismeyi ve varoslasmayı hızlandırırken, 1978’deki İslam Devrimi’in ardından gelen kültür soku gereken sonucu saglamıstı. Ama Türkiye İran veya Arap dünyasına benzemez, bir kere Türkiye’de petrol azdır, öte yandan gelisme ve varoslasma hızı üstteki İran örnegine göre daha yavastır. İslamcılar yaklasık 25 yıldan beri parlamento ile bütünlesmeye çalısmaktadırlar, bugün dahi İslami çizgide kabul gören ve söylev veren bir parti tek basına iktidarda olmasına ragmen koyu İslamcılar’ın amaçlarına ulastıkları düsünülemez. Bunun bir nedeni de, göçmenlerin yüzlerinin dünyaya daha dönük olmasıdır, Cezayir’deki katliamlar, Kahire’de yasanmıs olan terör ve Hindistan’daki inanç savasları gözden uzak tutulmamıstır. Hele bir de son yıllarda İslami terör kılıgında özellikle İstanbul’da yasanan bombalamalar hos karsılanmamıs ve çok sert tepkiler verilmistir. Batı dünyası için Türkiye’de esit olarak yasanan İslam, Protestan Reform’unu anımsatmaktadır.

Suyun gücü…

Kaynakların dagılımındki güçlenme Türkleri Araplar ve İranlılar’la karsı karsıya bırakmaktdır, evet Türkiye’nin petrolü azdır ama Anadolu suyun anavatanıdır, ülke 21. Yüzyıl’ın en önemli akıskan bölgesidir.Güneydogu Anadolu Projesi ile yasama geçen 22 baraj ve sulama sistemleri Fırat ve Dicle ırmaklarına adeta el koymustur. Bu suların büyük bir kısmı, gelecekte Araplar ve hatta İsrail için içme suyu olacaktır ve bu potansiyelin kontrolü Türkiye’nin elindedir. Ve Güneydogu Anadolu’da artık tertemiz is yerleri, yemyesil bahçeler, genis elektrik ve telefon sebekeleri görülmektedir, dev santralların mırıltısı arasından geçen asfalt yollar yeterlidir, dısa açılmıs olan ve yeterince okula kavusmus yöredeki varos insanları ve baraj çalısanları bölgedeki terör ortadan kaldırıldıgı takdirde sorunsuz ve mutludurlar. Kısacası Türkiye’nin büyüyen gücü hissedilebilir düzeydedir. Evet, petrol çok önemlidir ama vazgeçilmez degildir hatta bir gün bitecektir fakat sudan asla vazgeçilemez ve su yasam demektir. Türkiye, uzmanların belirttigine göre Irak ve Suriye’ye su akısını durdurabilir ve 8 ay süreyle su, barajlarda döndürülebilir ama bu karar bu ülkelerin politik tavırlarına baglıdır. Göründügü kadarıyla Orta Dogu’daki güç alanları petrol alanlarından, Harran’daki su alanlarına geçecektir ama acaba Türkiye ne kadar saglıklıdır? İste kusku buradadır…

Türk-Kürt sorunu çok daha kritik bir düzeye ulaşacaktır

Türkler 850 yıldır Anadolu’dalar ve bu sürede tutarlı oldular. 1920’lerde Kemal Atatürk ülkeyi güçlendirdi ve ustaca sınırlarını çizmeyi basardı ama bazı güncel tarihçilere göre Irak ve Suriye’nin kuzeyini savunmasız oldukları bir dönemde alamamıstı ve bu eksiklik Türkiye’yi su anda yasadıgı sorunlarla karsı karsıya bıraktı. Dedik ya, haritalar aldatıcıdırlar. Afrika’da da oldugu gibi köyler haritalar da görünmezler, Türkiye’nin güneydogusunda da böyledir ve buralar yerel mafyalar ve terör örgütleri tarafından yönetilirler. Harita üzerinde dev bir hidro-güç Güneydogu Anadolu’dadır ama bu yörenin hemen hemen tamamı Kürt kökenli Türk vatandaslarıdır, ayrıca Kürtler hemen sınır ötesinde yani Irak, Suriye, İran ve hatta eski Sovyetler Birligi’nde de yasarlar. Ve artık ABD sayesinde Kuzey Irak’da neredeyse devletlestiler ve hatta Irak Devlet Baskanı dahi oldular. Türkiye ve İran geçmisi parlak iki uygarlıktır ama hiçbir zaman devlet olamamıs olan Kürt halkı her iki ülke için de sorundur ve bu sorun büyümektedir. Kürtler kendilerine yer aradıkları veya yasadıkları yere sahip olmaya çalıstıkları söylenebilir ve bu yerler bellidir. Türkiye çok zengin su kaynaklarına sahiptir, ekonomisi güçlenmektedir, suç oranının düsük olması sosyal uzlasmayı göstermektedir yani ortada büyük bir potansiyel güç vardır ve on milyon Kürt bu gücü istemektedir. Orta Dogu’nun geleceginde Türk-Kürt sorunu çok daha kritik bir düzeye ulasacaktır hatta bu sorun Batı’yı İsrail/Filistin sorunundan çok daha fazla ugrastıracaktır.

Kim karar verecek?

ABD’nin İsrail/Filistin sorunuyla çok mesgul olması belki de Türk-Kürt sorununa yeterince yönelmesini engellemektedir, öte yandan iç sorunlar ve etnik kaygılar da geçerlidir ama bunlar Orta Dogu’nun harita gerçeginin dısındadır. Türklerin ve Kürtlerin kaderi pek dogal görünmüyor ama olusacak olan harita bize gelecegin dünyasını gösterecektir. Kürtlerin iddia ettikleri harita elbette ki iki boyutlu degildir ama Türkiye’nin de bir tür otonomi tanıması veya Güneydogu Anadolu’ya hatta ülkenin üçte birine bagımsızlık vermesi mantık dısıdır ve cevap degildir, böyle bir durum son elli yılda yasanmamıstır, akla Yugoslavya veya SSCB gelebilir ama kosullar çok farklıdır, Yugoslavya’da veya Kafkaslar’da bölgeler çok küçük parçalara bölünmüslerdi, Kürtler ise Türkiye’nin her yerindedir, İstanbul ve Ankara, tüm Batı Anadolu’da yasamaktadırlar. Zaten Türkiye’nin sorunu iki kültürün ve dilin aynı topraklarda bulunmasıdır, durum Hindistan ya da Afrika gibidir, yani Türkiye’de de Türk ve Kürt kimligi vardır. Sorunun ya da Orta Dogu haritasının daha kompleks, hassas, çok daha ayrıntılı ve geleneksel olması gerekir. Ama asıl önemli olan Orta Dogu’daki likid zenginligin kime ait olacagına, kimin karar verecegidir.

Gelecegin savasları

Gelecegin savasları daha toplumsal olacaktır, hayatta kalmak önem kazanacaktır, siddet artarken yanısıra çevre de çirkinlesecektir. Sıradan insan için politik degerler azalırken kisisel güvenlik çok daha önem kazanacak. Daha çok bölünme olacak, alt uluslar, kabile, asiret ve klanlar savasırken, devletler ve yerel yönetimler vatandaslarını korumak için daha büyük zorluklar yasayacaklar, birçok devlet yokolacak. Eski çaglardaki gibi sorumlu oldugumuz inancın yerini, sürekli endise alacak. Devletlerin gücü azalırken, ancak toplumdaki güçsüz ve belli gruplar korunabilecek, devletler birbirlerini tanımayacaklar, dünyanın her yerindeki halklar ve kültürler güçlü olurlarsa varolacaklar, zayıfsalar yokolacaklar, teknoloji korunmak için yeterli olmayacak. Bunlara ragmen uzak gelecekte olasılıkla ırksal melezler, küresel insanlar ortaya çıkacaktır, gelecek 25 yıllarda daha uyanık olmalı ve benzerliklerimize ve farklılıklarımıza dikkat etmeli ve önem vermeliyiz.

Gelecegin haritaları

Anne Buttimer, Dublin, University College’de Cografya ve İnsan Ruhu Profesörü, 19. Yüzyıl’ın haritacısı Alman cografyacı Carl Ritter’in çalısmalarını inceliyor. Ritter, bölgesel ve sabit olan canlı yasam formlarının akısı üzerine ‘İnsanlık için ilahi bir plan’ baslıgı altında bir eser yani harita hazırlamıstı. Gelecegin haritası diyebilecegimiz bu harita dogal olarak Ritter’in vizyonu demekti. İste Anne Buttimer’de bu yöntemi günümüz için kullandı. Hayali kartografi yani haritacılık bir hologram gibi üç boyutludur, bu hologramda farklı renklerle kentler, kalıcı uluslar gösterilir, örnegin büyük ve güçlü uyusturucu kartelleri, mafya ve terör örgütleri de dikkate alınır. Önemli olan gücün gelismelere göre Orta Dogu örnegindeki gibi kaydırılmasıdır. Haritada sınırların yerinde Orta Çag’da oldugu gibi hareketli güç merkezleri ya da katmanlar vardır, ayrıca göçler, nüfus veya dogum patlamaları ve büyük felaketlerin vektörleri de önemlidir. Yani böyle bir harita hiç bir zaman sabit degildir, sürekli degisir, daima “Son Harita”dır ve kaosun degiskenligini bizlere gösterir. simdi bu çalısmadan bazı alıntılar yapalım;

Hindistan ve Pakistan

Hindistan iyi bir örnek olabilir, ülke hantal bir bürokrasiyle yönetilmektedir, milyonlarca insan çesitli etnik gruplardan, dinlerden gelmekte ve farklı dilleri konusmaktadır, ulusal bir ideoloji yoktur vr demokrasinin etkinligi tartısılır. Ülkenin nüfusunun 2025’de 1.5 milyarı asacagı tahmin edilmektedir, su rezervleri azalırken, mısır tarlaları verimsizlesmektedir. Kısacası gelecegin Hindistan’nını zorluklar beklemektedir. Benzer bir diger görünüm Pakistan’dadır, orada ise cografi ve demografik bir çalısma yoktur ve ülkenin ana dinini olusturan müslümanların arasındaki alt bölünmeler ve kanlı çatısmalar Yugoslavya örnegi kadar çoktur yani orada da ulusal kimlik yoktur. Nüfus hızla artarken, ormanlar azalmakta, ekin alanları küçülmektedir. Pakistan çöllesirken Müslüman-Hindu çatısmaları hızla artmaktadır ve artacaktır. Sonuçta her iki ülke de çökecek, birçok küçük ülke ortaya çıkacak, etnik kökenler nedeniyle Pakhtunistan ve Pencab Pakistan’ın yerini alacak ve Orta Asya platosuna dayanan yeni devletler kurulacaktır. Öte yandan bu yörede bir de iklim sorunu vardır, kimse nelerin olacagını kesin olarak bilemez ama tahminen gelecek yüzyılda büyük yıkımlar ve erozyon olusacak, küresel ısınma ciddi kayıplara neden olacaktır ve Hindistan’ın % 70’i muson fırtınalarının hedefidir. Dünya nüfusunun % 20’si buradadır ve ABD Ulusal Bilimler Akademisi’ne göre Hindistan ve Pakistan dramatik sellere ve su yükselmeleriyle karsılasacaktır.

Mısır

Bu ülkede de, sorun iklim kargasası ve nüfus artısıdır ve ayrıca da fanatik dincilerin tehditleri vardır. Ekim 1992’deki Kahire depremi çok kötü bir örnektir. Uzman Jessica Tuchman Matthews, sera etkisindeki azalmanın bu ülkedeki dogal ortamı daha agır etkileyecegini düsünmekte ve uyarmaktadır. Dogal afetlerin artısı dinsel fanatizmi daha da körükleyecek ve sorunlar büyüyecektir.

ABD ve Dünya

Bu yüzyılın ortalarında ABD’de nelerin degisecegini öngörmek kolay degil, öncelikle ABD etnik temeli karısık bir toplumdur ve milliyetçilik kırılgandır, ABD’de de, ulusalcılık çok büyük bir ordu toplamakla ve standart halk okullarındaki egitimle olusturulmaktadır. Bütün degerler ve ulusal kavramlar orduda ve okullarda verilir. Multi-kültürel sistemin dıs yüzü high-tech’dir, kültürü destekleyen uluslararası medya ve dev eglence endüstrisi, ulusal politikadan daha etkin ve geçerlidir. Ünlü yazar Saul Bellow bu konuda; “Bu ülke bizi aldı, bir kültür koleksiyonu degil, bir ülke olmalıyız.” diyordu. II. Dünya Savası döneminde ABD klasik ulusal devlet olmanın zirvesine ulasmıstı ama bu yükselme 1960’lardan sonra düsmeye basladı ve yerini anlasılmaz bir dönüsüm süreci aldı ve bu hala sürmekte. ABD gelecekteki sorunlarını kendi ülkesinde yasayacaktır. simdiden isaretleri görülen ırksal kutuplasma, egitimin yararsızlıgı ve yetmezligi ve sosyal parçalanma üzerlerinde ciddiyetle durulması gereken konulardır.Yahudiler ve İrlandalılar’ın elinde olan egitim sistemi siyahlarla ilgisizdir, New York’daki Yahudi ögretmenler küçük siyah çocukları anne ve babalarının ellerinden alma ve uzaklastırma çabasındadırlar ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan siyahi vahset sok yaratacaktır. Afrika kıtasında baslayan stratejik baslangıç hatalara ragmen etnik ve kültürel gelisme göstermektedir ve bunun etkileri de ABD’yi çesitli sekillerde etkileyecektir. Katolik Kanada ile Protestan agırlıklı ABD toplumu ve halkının önemli bir kısmını olusturan Meksikalılar ve Meksika’dan gelen dalgalar diger sorunları olusturabilirler. Ve 11 Eylül Amerikalılar’ın yasamını kökten degistirmistir ama konumuz çok konusulan olaylar ve konular degil, lafın kısası ABD’nin gelecegi, artmakta olan dogal afetlerin yanısıra, gelecegin dünyasında bugün oldugu kadar nasıl söz sahibi olacagı ve içe dönük, kısır bir sosyal düzene alısmıs insanlarını nasıl kontrol edecegidir ve galiba da gelecegin dünyasını, büyük oranda ABD’nin gelecegi belirleyecektir…
 
Üst