• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

İnsanlık karaya vurunca

BarLa

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
13 Kas 2012
Konular
30
Mesajlar
34
MFC Puanı
280
Evet, savaşlar yıkımdır.
Savaşların büyük bir yıkım, bir felaket, kapanmayacak yara, korkunç toplumsal bir infial olduğunu sanırım o fotoğraf anlatmayı başarıyordu. Masum bir bebeğin fotoğrafıydı bu. Dün sabah saatinde o minik bedenin fotoğrafı Türkiye'nin kalbine ateş topu gibi düştü.

Bodrum'un plajlarından birine vurmuş, kumsalda yüzükoyun can vermiş o beden, aynı sabah kıyıya vurmuş 12 cansız bedenden birinin oğluna aitti.

Kimbilir hangi hayaller ile çıkılmıştı yola. Gidilecek rotada ne umutlara gebe bir serüven bekleniliyordu. Ülkesinde ki savaştan kaçarak önce Yunanistan'ın Kos adasına, yine kaçak yollarla oradan Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka gibi zengin bir Avrupa ülkesine gidilecek, yeni bir hayatta tutunmanın umutları ne yazık Akdeniz'in karanlık sularında boğularak karaya vurmuştu.

Aslında karaya vuran silbaştan ciddi bir tadilat isteyen nsanlığımızdı. Vicdanlarımız.

"Hayaller, hayatlar, umutlar ve çocuklarımız" hepsi hayatın birer gerçeğiydi. Bütün bunlara bir de savaşlar dahil olmuştu yaşadığımız asırda. Savaşlar güç belirleyici özelliğinden uzaklaşmış silah tacirlerinin daha çok kazanması mücadelesine dönüşmüştü. Her şeyin yabancı bir topraklarda bırakılması savaşların ne denli berbat, trajik olduğunun acı sonucuyla bizi yüzleştiriyordu.

Oysa, vijdan muhakemesinde hesaplar farklıydı. Talepler her zaman başka olmuştu. Bildiklerimiz çoğu zaman bilmediklerimizdi. Bilmediklerimizde bildiklerimiz... Yeni dünya dengeleri insanlıktan uzak ayaklar üzerine kuruluyordu artık. Yaşamayı meşrullaştırma gayesi bazı insan hayatları üzerine formüllize ediliyordu. Dünyayı ancak biz yönetiriz diyenlerin başvurdukları son çare "savaş" isminde gizliydi. Halbuki dünyayı yaşanmaz hale getiren o birileri hep vardı. Lüks kamarasında kime ne kadar silah satacağını hesaplıyordu. Çocuğu ölmüyordu. Korumaları vardı. Savaşların olması gerektiğini işaret eden ciddi yatırımlar yapmışlardı. O masumun acı fotoğrafının oluşmasında birileri zengin olmuştu. Bir devlet cari gelirini arttırmış, bir baron banka hesaplarını katlamış, bir başbakan ödüllendirilmiş, bir bakan yada bürokrat ülkesinin bilmem ne kadar milyon dolara sillah sattığı için alkışlanır olmuştu kürsüde.

Çünkü silahlar yeni dünyanın inşasının vazgeçilmez argümanı olacak, yeni haritalar, doktirinler ancak onunla kabul ettirilebilirdi. Halbuki ne yenilir, ne içilir, ne de bir dost muhabbetinde yan aksesuar olarak kullanılması için tasarlanıp üretilir. Savaşlarda insanların birbirini tüketmesinden başka bir işe yaramayan katı nihai bir araçtı.

Silahlar birilerine güç, para ve konfor aktarırken diğer yandan insan vicdan direncinin kaldıramayacağı şok edici görüntüleri hafızamıza perçinler.

Tıpkı, karaya vurmuş o masum bebeğin yüzü koyun halde kumlara uzanmış resmi.

Yada saray Bosna'da bir uçaksavar mermisinin kopardığı kendi kolunu havada tutarak hastaneye koşan adamın beyinlerimizde silinmeyecek görüntüsü.

Gazze'de bedenini çocuğuna siper eden bir babanın üzerine İsrail askeri tarafından yaylım ateşi açılması ile hayatını kaybettiğinde, çocuğun babasını uyandırmak istemesinin yürek parçalayıcı fotoğrafı...

Bu vesile ile daha çok silah üreten ülkelere ibreyi çevirmek gerekiyor. O masum bebeğin ölmesinde, belki de daha anne karnındayken payı olan ülkeler, yöneticileri, yurttaşlarına kadar, kullandıkları modern teknolojilerinin dahi suçlu olduklarını unutmamakla birlikte tarihe not düşürmekte imtina ederim.

Silah üreten ülkelerin ürettikleri bu silahları Libya, Mali, Nijerya, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Çad, Suriye gibi üçüncü dünya ülkelerine satarak iç savaşları, diktatörlükleri, terör hareketlerini tetikliyor, savaşlar, ölümler, insan kıyımları kaçınılmaz olurken; Bunlarla birlikte artan adaletsizlik, işsizlik, çaresizlik, altyapının çökmesi ve umutsuzluk insanları canından bezdiriyordu.

Böylelikle umudu başka yerlere kaçmakta arayan savaş mağduru insanlar; Akdeniz'de batan döküntü kaçak teknelerinde boğulan insanların, geri çevrilenlerin, gittikleri ülkelerde kamplarda bir ömür geçirmek zorunda kalanların haberlerine karşın, her şeylerini satıp savıp kendilerine bir gelecek arayışıyla kapağı Avrupa'ya atmaya çalışanların sayılarılarıyla biçimleniyordu.

Önümüze ne acı bir tablonun düştüğünü fark ettiniz mi?

Silah satılarak ülkesi yok ediliyor, ülkesi yok olan insan yığınakları kaçarak, kendi benlik ve beylik topraklarını terk ederek ülkesini yok edenlere sığınıyor.

Ve bu oyun yeni kuruldu, daha yeni başlıyor.

Yeni dünya düzeninin konjonktürel yapısı böyle oluşturulmak isteniyor şimdilerde.

Çünkü silah üreten kaymak ülkeler daha önce El Kaide, şimdilerde IŞİD örneğinde gördüğümüz yeni nesil terör örgütlerini kullanarak mevcut sınırları, orduları, devletleri, egemenlik alanlarını geçersiz kılma hedefiyle birer yıkım mıknatısı olarak kullanmaktadır.

Böylelikle onlar büyüyecek, diğer bölgelerde yaşayan topluluklar hızla eriyerek kendilerine mahkum hale gelecektir.

Onlar büyüdükçe, dünya; onların hakimiyetinde yeni yaşam kolaylıkları vaad eden sistematik bir yapıya dönüşecektir.

O masum ve ailesi, Kos'a gidemediler, ama gidebilselerdi, dört yılı geride bırakan Suriye iç savaşından kaçışlarının sancılı serüveni son bulmuş olmayacaktı.

Fakat bir de Avrupa'nın unuttuğu bir şey var. Ya da hesaplarında işine gelmediği. Bu hayatını kaybeden masum yok mu, bir de ölmeyip kurtululanların, Avrupa'ya yetişenlerin, artan bu göç dalgaları bir gün Avrupa kıtasının en ince damarlarına kadar sızacak, yeni kitlesel bir akımın meydana gelmesi ile insan hayatları, kanı ile kurdukları tahtlarını yıkılmasının önünü tutamayacaktır.
 
Üst