- Konum
- İstanbul
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Tem 2013
-
- Mesajlar
- 813
-
- MFC Puanı
- 14
Şair ve düşünür İ. Özel, son çıkışlarıyla yine düşünce hayatımıza girmiş bulunuyor.
Özelin son birkaç yıldır ortaya koyduğu Türklük bağlamındaki farklı çıkışlar,
Ankarada verdiği son konferansla devam ediyor.
Konferansın ismi de alabildiğine ilginç; Tanrı, Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı
Bu konuşmada ve konuşmanın yankıları üzerine verdiği röportajlarda,
Özel, şaşırtıcı ve bir o kadar etkileyici üslubuyla yine zihinleri bulandırdı, kafaları karıştırdı.
Ama eklemek gerekir ki yine Onun üslubuyla söylersek; Karışık kafa iyidir!
Bu yazıda İsmet Özelin ne söylediğinin değil, nasıl söylediğinin üzerinde durmak istiyorum.
Gerçekten de Özelin söyledikleri kadar, bunları nasıl söylediği de önemli.
Özelin üslubu hiçbir zaman kolay olmadı.
Ne şiirleri ne de düz yazıları öyle hemen sindirilebilecek metinler değil.
Hatta içinde bulunduğu bütün ideolojik gruplar veya sevenleri dahi onu anlaşılmazlıklar, seçkincilikle,
elitizmle suçladılar.
Özellikle İslamcı çevreler İ. Özeli daima anlaşılmaz buldular.
Özel hiçbir zaman kolaycılığa, popülizme, kendi deyimi ile hokkabazlığa kaçmadı.
O, kulağını gösterecekse elinin en kolay uzanabildiği kulağını değil, uzanırken zorlanacağı uzaktaki kulağını seçti.
Bizlerse bunu anlaşılmaz bulduk. İsmet Özel bunu niçin yapıyordu?
Ya da bunun sebebi neydi?Hemen vurgulamak gerekir ki bu sadece İ. Özele özgü bir durum değildir.
Bütün has düşünürler (edipler) böyle bir üslubun sahibi oldular.
Sorun galiba, bütün kelimeleri bilip, yazılı olan her şeyi anlayabileceğini zanneden bizlerde.
Ahmet Haşim, şiir poetikasında bu durumu şöyle bir örnekle açıklamıştı;
Şair, diğer sanat erbebına göre biraz daha talihsizdir.
Bir ressamın, palet, tuval, boya gibi kendi sanat dallarına özgü materyalleri vardır.
Aynı şekilde müzisyenin de elinde, nota, ses veya herhangi bir enstürümanı bulunur.
Bütün bu malzemeler, gündelik hayattan uzak, ancak bir uzmanın kullanabileceği malzemelerdir.
Oysa şairin elinde herkesin bildiği veya kullanabileceği kelimeler vardır.
Bu yüzden herkes her şiiri anlayabileceğini zanneder. Çünkü o bu malzemeyi zaten her gün kullanmaktadır.
Haşim, bu durumu şairin talihsizliği olarak görür. Bizler de dil denilen ortak kullanım alanını kullanıcıları olarak,
okuyabildiğimiz her metni anlayacağımız ön kabülü içindeyiz. Ancak durum tamamen farklıdır.
Diğer yandan dilbilimsel yöntemlerde ve edebiyat estetiğinde son iki yüzyıla damgasını vuran bir tartışmaya da değinmek gerekiyor.
Buna göre; bir metin, her zaman için iki boyutludur.
Basitçe ifade edersek, acaba bir metnin ( özellikle bir sanat metninin) ne söylediği mi yoksa, nasıl söylediği mi önemlidir?
Alman düşünür İ. Kant tarafından formülleştirilen bu soruya yine Kant tarafından verilen cevap, edebi ya da estetik bir metnin
ifade düzleminin daha önemli olduğu yönündedir.
Hegel ise hangi türden metin olursa olsun, asıl önemli olanın o metnin
anlam düzeyinin olduğunu belirterek Kantı eleştirir.
Son iki yüzyıla damgasını vuran bu tartışmalar halâ sonuçlanmış değil.
Bir düşünürün veya bir edebiyatçının en temel görevi, dünyayı çoğaltmaktır.
Yeni anlam düzeyleri yaratarak bize, ruhun ve düşüncenin başka başka yollardan da yürüyebileceğini göstermektir.
O meselenin hiç de öyle olmadığını böyle de olabileceğini söylemektedir.
Kadim gelenekte de belirtildiği gibi,
Gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur.
Ancak, sanat, edebiyat, şiir, belki de aynı şeyleri farklı şekilde söylemek, değil midir?
Divan Edebiyatı şairleri, altıyüz yıl boyunca aynı temaları farklı şekillerde söylemenin peşinde koşmadılar mı?
İsmet Özele dönecek olursak, O sorunlar(ımız)ı ele alırken,
bu sorunlara hiç kimsenin fark etmediği bir yönden bakma cesaretini ve yolunu bulur.
Ve bunu bize hiçte alışık olmadığımız bir üslup ile aktarır.
Ben İ. Özelin anlaşılma zorluğunun bu noktan kaynaklandığını düşünüyorum.
Yani sorunlara yaklaşımı ve bunları aktarma biçimi çok farklı.
İyi hatırlıyorum, onca yıkıcılığına, Türk siyasi hayatını bariz bir biçimde değiştirmesine rağmen ve
örtülü bir darbe olduğuna kani olduğumuz 28 Şubat için,
Ne olacak, takvimdeki bir yapraktın 28 Şubat demiştir.
İsmet Özel, her zaman söylediklerini çarpıcı şekillerde söylemeyi seviyor.
Bu bir seslenme, ünleme, dikkat çekme ve uyarma biçimi olarak da görülebilir.
Örneğin; Toparlanın gitmiyoruz! veya Tanrı Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı. gibi.
Ancak kendisi bu tür konu başlıklarına açıklama getirdiğinde aslında o kadar da sert veya aykırı şeyler söylemediğini görüyoruz.
Mesela Tanrı Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı: derken, bu üstünlüğün farklı bir üstünlük olduğunu,
hatta bir üstünlük olmadığını, sorumluluk kelimesinin konuya daha uygun olacağını ama bunu söylerse,
kimsenin dikkat kesilmeyeceğini ya da daha da önemlisi, bunu böyle ifade ediyor olmasının sorunları daha net ortaya koyacağını vurguluyor olabilir.
Bu bir düşünme ve özel bir aktarım (üslup) biçimi.
Anladığım kadarıyla İ. Özelde Türklük, bir ırkın, bir milletin veya bir kavmin isminden öte bir şey.
Bu bir kavramsallaştırma.
Evet, Özel, isimden yola çıkarak bir kavramsallaştırma yapmaktadır.
Öyleyse Özel, niçin bir kavramsallaştırma yaparken son derece hassas bir ortamda Türk kelimesinden yola çıkmaktadır?
Açıkçası bu bir muamma. Ancak şöyle bir açıklama getirebilir;
Türkler, bizzat tarihi sebeplerden kapitalizm ve emperyalizmle olan kan uyuşmazlığı ve
Osmanlı İmparatorluğunun bir türlü kapitalistleştirilememesinden yola çıkarak böyle bir kavramsallaştırmanın zeminini oluşturmaktadır.
Yukarıda bir şeyin söyleniş biçiminin, söylenenin anlamı kadar (hatta bazılarına göre daha da) önemli olduğunu
vurgulamaya çalıştık.
İsmet Özel, şair olmanın da getirdiği avantajlarla bütün bu söyleyiş biçimlerinin imkânını sonuna kadar kullanmayı seçmiş bir düşünür.
Bir şeyi doğrudan söylemekle, onu farklı (veya karmaşık) bir şekilde söylemek arasındaki tek fark sadece karmaşıklaştırmak veya bulandırarak söylemek değildir.
Edebiyat, sanat, incelik ve üslup buradan doğar işte.
Çünkü bir şeyi farklı biçimde söylemek yeni varlık alanları ve imkânları açığa çıkarır.
Ve düşünce dünyamızda bu tür düşünüş ve söyleyiş biçimi o kadar az ki.
İsmet Özelin söyledikleri bizleri şaşırtsa, ürkütse bile, Ona katıl(a)masak bile, Onun söyleyiş biçimine,
düşünce üretme tarzına bigane kalmak, tek kelimeyle ahmaklık olur.
Onu her okuduğumda veya dinlediğimde söylediğim tek şey şu oluyor;
İyi ki varsın İsmet Özel!
İbrahim TÖKEL ( Yolcu D. sayı :32 )
Özelin son birkaç yıldır ortaya koyduğu Türklük bağlamındaki farklı çıkışlar,
Ankarada verdiği son konferansla devam ediyor.
Konferansın ismi de alabildiğine ilginç; Tanrı, Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı
Bu konuşmada ve konuşmanın yankıları üzerine verdiği röportajlarda,
Özel, şaşırtıcı ve bir o kadar etkileyici üslubuyla yine zihinleri bulandırdı, kafaları karıştırdı.
Ama eklemek gerekir ki yine Onun üslubuyla söylersek; Karışık kafa iyidir!
Bu yazıda İsmet Özelin ne söylediğinin değil, nasıl söylediğinin üzerinde durmak istiyorum.
Gerçekten de Özelin söyledikleri kadar, bunları nasıl söylediği de önemli.
Özelin üslubu hiçbir zaman kolay olmadı.
Ne şiirleri ne de düz yazıları öyle hemen sindirilebilecek metinler değil.
Hatta içinde bulunduğu bütün ideolojik gruplar veya sevenleri dahi onu anlaşılmazlıklar, seçkincilikle,
elitizmle suçladılar.
Özellikle İslamcı çevreler İ. Özeli daima anlaşılmaz buldular.
Özel hiçbir zaman kolaycılığa, popülizme, kendi deyimi ile hokkabazlığa kaçmadı.
O, kulağını gösterecekse elinin en kolay uzanabildiği kulağını değil, uzanırken zorlanacağı uzaktaki kulağını seçti.
Bizlerse bunu anlaşılmaz bulduk. İsmet Özel bunu niçin yapıyordu?
Ya da bunun sebebi neydi?Hemen vurgulamak gerekir ki bu sadece İ. Özele özgü bir durum değildir.
Bütün has düşünürler (edipler) böyle bir üslubun sahibi oldular.
Sorun galiba, bütün kelimeleri bilip, yazılı olan her şeyi anlayabileceğini zanneden bizlerde.
Ahmet Haşim, şiir poetikasında bu durumu şöyle bir örnekle açıklamıştı;
Şair, diğer sanat erbebına göre biraz daha talihsizdir.
Bir ressamın, palet, tuval, boya gibi kendi sanat dallarına özgü materyalleri vardır.
Aynı şekilde müzisyenin de elinde, nota, ses veya herhangi bir enstürümanı bulunur.
Bütün bu malzemeler, gündelik hayattan uzak, ancak bir uzmanın kullanabileceği malzemelerdir.
Oysa şairin elinde herkesin bildiği veya kullanabileceği kelimeler vardır.
Bu yüzden herkes her şiiri anlayabileceğini zanneder. Çünkü o bu malzemeyi zaten her gün kullanmaktadır.
Haşim, bu durumu şairin talihsizliği olarak görür. Bizler de dil denilen ortak kullanım alanını kullanıcıları olarak,
okuyabildiğimiz her metni anlayacağımız ön kabülü içindeyiz. Ancak durum tamamen farklıdır.
Diğer yandan dilbilimsel yöntemlerde ve edebiyat estetiğinde son iki yüzyıla damgasını vuran bir tartışmaya da değinmek gerekiyor.
Buna göre; bir metin, her zaman için iki boyutludur.
Basitçe ifade edersek, acaba bir metnin ( özellikle bir sanat metninin) ne söylediği mi yoksa, nasıl söylediği mi önemlidir?
Alman düşünür İ. Kant tarafından formülleştirilen bu soruya yine Kant tarafından verilen cevap, edebi ya da estetik bir metnin
ifade düzleminin daha önemli olduğu yönündedir.
Hegel ise hangi türden metin olursa olsun, asıl önemli olanın o metnin
anlam düzeyinin olduğunu belirterek Kantı eleştirir.
Son iki yüzyıla damgasını vuran bu tartışmalar halâ sonuçlanmış değil.
Bir düşünürün veya bir edebiyatçının en temel görevi, dünyayı çoğaltmaktır.
Yeni anlam düzeyleri yaratarak bize, ruhun ve düşüncenin başka başka yollardan da yürüyebileceğini göstermektir.
O meselenin hiç de öyle olmadığını böyle de olabileceğini söylemektedir.
Kadim gelenekte de belirtildiği gibi,
Gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur.
Ancak, sanat, edebiyat, şiir, belki de aynı şeyleri farklı şekilde söylemek, değil midir?
Divan Edebiyatı şairleri, altıyüz yıl boyunca aynı temaları farklı şekillerde söylemenin peşinde koşmadılar mı?
İsmet Özele dönecek olursak, O sorunlar(ımız)ı ele alırken,
bu sorunlara hiç kimsenin fark etmediği bir yönden bakma cesaretini ve yolunu bulur.
Ve bunu bize hiçte alışık olmadığımız bir üslup ile aktarır.
Ben İ. Özelin anlaşılma zorluğunun bu noktan kaynaklandığını düşünüyorum.
Yani sorunlara yaklaşımı ve bunları aktarma biçimi çok farklı.
İyi hatırlıyorum, onca yıkıcılığına, Türk siyasi hayatını bariz bir biçimde değiştirmesine rağmen ve
örtülü bir darbe olduğuna kani olduğumuz 28 Şubat için,
Ne olacak, takvimdeki bir yapraktın 28 Şubat demiştir.
İsmet Özel, her zaman söylediklerini çarpıcı şekillerde söylemeyi seviyor.
Bu bir seslenme, ünleme, dikkat çekme ve uyarma biçimi olarak da görülebilir.
Örneğin; Toparlanın gitmiyoruz! veya Tanrı Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı. gibi.
Ancak kendisi bu tür konu başlıklarına açıklama getirdiğinde aslında o kadar da sert veya aykırı şeyler söylemediğini görüyoruz.
Mesela Tanrı Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı: derken, bu üstünlüğün farklı bir üstünlük olduğunu,
hatta bir üstünlük olmadığını, sorumluluk kelimesinin konuya daha uygun olacağını ama bunu söylerse,
kimsenin dikkat kesilmeyeceğini ya da daha da önemlisi, bunu böyle ifade ediyor olmasının sorunları daha net ortaya koyacağını vurguluyor olabilir.
Bu bir düşünme ve özel bir aktarım (üslup) biçimi.
Anladığım kadarıyla İ. Özelde Türklük, bir ırkın, bir milletin veya bir kavmin isminden öte bir şey.
Bu bir kavramsallaştırma.
Evet, Özel, isimden yola çıkarak bir kavramsallaştırma yapmaktadır.
Öyleyse Özel, niçin bir kavramsallaştırma yaparken son derece hassas bir ortamda Türk kelimesinden yola çıkmaktadır?
Açıkçası bu bir muamma. Ancak şöyle bir açıklama getirebilir;
Türkler, bizzat tarihi sebeplerden kapitalizm ve emperyalizmle olan kan uyuşmazlığı ve
Osmanlı İmparatorluğunun bir türlü kapitalistleştirilememesinden yola çıkarak böyle bir kavramsallaştırmanın zeminini oluşturmaktadır.
Yukarıda bir şeyin söyleniş biçiminin, söylenenin anlamı kadar (hatta bazılarına göre daha da) önemli olduğunu
vurgulamaya çalıştık.
İsmet Özel, şair olmanın da getirdiği avantajlarla bütün bu söyleyiş biçimlerinin imkânını sonuna kadar kullanmayı seçmiş bir düşünür.
Bir şeyi doğrudan söylemekle, onu farklı (veya karmaşık) bir şekilde söylemek arasındaki tek fark sadece karmaşıklaştırmak veya bulandırarak söylemek değildir.
Edebiyat, sanat, incelik ve üslup buradan doğar işte.
Çünkü bir şeyi farklı biçimde söylemek yeni varlık alanları ve imkânları açığa çıkarır.
Ve düşünce dünyamızda bu tür düşünüş ve söyleyiş biçimi o kadar az ki.
İsmet Özelin söyledikleri bizleri şaşırtsa, ürkütse bile, Ona katıl(a)masak bile, Onun söyleyiş biçimine,
düşünce üretme tarzına bigane kalmak, tek kelimeyle ahmaklık olur.
Onu her okuduğumda veya dinlediğimde söylediğim tek şey şu oluyor;
İyi ki varsın İsmet Özel!
İbrahim TÖKEL ( Yolcu D. sayı :32 )