12 - Kalb hastalıklarının onikincisi
(Kibr)dir. Kibr, kendisini
baskasından üstün görmekdir. Kendini ondan üstün görmekle,
kalbi râhat eder. (Ucb) da kendini ondan üstün bilmekdir. Burada
baskasını düsünmez. Kendini ve ibâdetlerini begenir. Kibr; kötü
huydur. Harâmdır. Hâlıkını, Rabbini unutmanın alâmetidir.
Çok din adamı, bu kötü hastalıga yakalanmısdır. Hadîs-i serîfde,
baskasından üstün görmekdir. Kendini ondan üstün görmekle,
kalbi râhat eder. (Ucb) da kendini ondan üstün bilmekdir. Burada
baskasını düsünmez. Kendini ve ibâdetlerini begenir. Kibr; kötü
huydur. Harâmdır. Hâlıkını, Rabbini unutmanın alâmetidir.
Çok din adamı, bu kötü hastalıga yakalanmısdır. Hadîs-i serîfde,
(Kalbinde zerre kadar kibr bulunan kimse Cennete girmez)
buyuruldu.
Kibrin aksine (Tevâdu’) denir. Tevâdu’ kendini baskaları
ile bir görmekdir. Baskalarından dahâ üstün ve dahâ asagı görmemekdir.
Tevâdu’, insan için çok iyi bir huydur. Hadîs-i serîfde,
Kibrin aksine (Tevâdu’) denir. Tevâdu’ kendini baskaları
ile bir görmekdir. Baskalarından dahâ üstün ve dahâ asagı görmemekdir.
Tevâdu’, insan için çok iyi bir huydur. Hadîs-i serîfde,
(Tevâdu’ edene müjdeler olsun)
buyuruldu. Tevadû’ sâhibi, kendini
baskalarından asagı görmez. Zelîl ve miskîn olmaz. Mâlını halâldan
kazanıp çok hediyye verir. Âlimlerle ve fen adamları ile tanısır.
Fakîrlere merhamet eder. Hadîs-i serîfde, (Tevâdu’ eden,
halâl kazanan, huyu güzel olan, herkese karsı yumusak olan ve
kimseye kötülük yapmayan, çok iyi bir insandır) ve (Allah için tevâdu’
edeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyuruldu. Tekebbür edene,
ya’nî kibr sâhibi olana karsı tekebbür etmek câizdir. Allahü teâlâ,
kullarına karsı mütekebbirdir. Allahü teâlâ, kibriyâ sâhibidir.
Kibr sâhibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevâbdır. Kibr
sâhibine karsı tevâdu’ eden kimse, kendisine zulm etmis olur.
Bid’at sâhiblerine ve zenginlere karsı da tekebbür etmek câizdir.
Bu tekebbür kendini yüksek göstermek için degildir. Onlara ders
vermek, gafletden uyandırmak içindir. Harbde düsmana karsı tekebbür
etmek sevâbdır. Bu tekebbüre (Huyelâ) denir. Sadaka verirken,
nes’e ve sevinç ile karısık tekebbür etmek lâzımdır. Sadaka
verenin tekebbür etmesi, fakîre karsı degildir. Verdigi mâlı küçültmekdir.
Mâla kıymet vermedigini gösterir. Hadîs-i serîfde,
baskalarından asagı görmez. Zelîl ve miskîn olmaz. Mâlını halâldan
kazanıp çok hediyye verir. Âlimlerle ve fen adamları ile tanısır.
Fakîrlere merhamet eder. Hadîs-i serîfde, (Tevâdu’ eden,
halâl kazanan, huyu güzel olan, herkese karsı yumusak olan ve
kimseye kötülük yapmayan, çok iyi bir insandır) ve (Allah için tevâdu’
edeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyuruldu. Tekebbür edene,
ya’nî kibr sâhibi olana karsı tekebbür etmek câizdir. Allahü teâlâ,
kullarına karsı mütekebbirdir. Allahü teâlâ, kibriyâ sâhibidir.
Kibr sâhibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevâbdır. Kibr
sâhibine karsı tevâdu’ eden kimse, kendisine zulm etmis olur.
Bid’at sâhiblerine ve zenginlere karsı da tekebbür etmek câizdir.
Bu tekebbür kendini yüksek göstermek için degildir. Onlara ders
vermek, gafletden uyandırmak içindir. Harbde düsmana karsı tekebbür
etmek sevâbdır. Bu tekebbüre (Huyelâ) denir. Sadaka verirken,
nes’e ve sevinç ile karısık tekebbür etmek lâzımdır. Sadaka
verenin tekebbür etmesi, fakîre karsı degildir. Verdigi mâlı küçültmekdir.
Mâla kıymet vermedigini gösterir. Hadîs-i serîfde,
(Veren el, alandan yüksekdir)
buyuruldu. Riyâ, gösteris yapanlara
karsı da tekebbür etmek câizdir. Kendinden asagı olanlara karsı
tevâdu’ göstermek iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması, ya’nî asırı
olmaması lâzımdır. Asırı olan tevâdu’a (Temelluk) denir. Temelluk,
ancak üstâda ve âlime karsı câizdir. Baskalarına karsı câiz
degildir. Hadîs-i serîfde, (Temelluk, müslimân ahlâkından degildir)
karsı da tekebbür etmek câizdir. Kendinden asagı olanlara karsı
tevâdu’ göstermek iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması, ya’nî asırı
olmaması lâzımdır. Asırı olan tevâdu’a (Temelluk) denir. Temelluk,
ancak üstâda ve âlime karsı câizdir. Baskalarına karsı câiz
degildir. Hadîs-i serîfde, (Temelluk, müslimân ahlâkından degildir)
buyuruldu. Si’r:
Mu’allim ile tabîbe
temelluk etmek lâzımdır.
Biri bâtın, biri zâhir,
tedâvîsine hâdimdir.
Kibr çesidlerinin en kötüsü Allahü teâlâya karsı kibrli ol-temelluk etmek lâzımdır.
Biri bâtın, biri zâhir,
tedâvîsine hâdimdir.
makdır. Nemrûd böyle idi. Tanrı oldugunu i’lân etdi. Allahü teâlânın
nasîhat vermek için gönderdigi Peygamberi “aleyhissalâtü vesselâm”
atese atdı. Fir’avn da böyle ahmaklardan biri idi. Mısırda
ülûhiyyetini i’lân etdi. Ben sizin güçlü tanrınızım dedi. Allahü teâlâ,
nasîhat vermek için, Mûsâ aleyhisselâmı gönderdi. Buna inanmadı.
Allahü teâlâ, onu Süveys denizinde bogdu. Bunlar gibi, bu
dünyânın yaratıcısına inanmayanlara
nasîhat vermek için gönderdigi Peygamberi “aleyhissalâtü vesselâm”
atese atdı. Fir’avn da böyle ahmaklardan biri idi. Mısırda
ülûhiyyetini i’lân etdi. Ben sizin güçlü tanrınızım dedi. Allahü teâlâ,
nasîhat vermek için, Mûsâ aleyhisselâmı gönderdi. Buna inanmadı.
Allahü teâlâ, onu Süveys denizinde bogdu. Bunlar gibi, bu
dünyânın yaratıcısına inanmayanlara
(Dehrî), ateist denir. [Her
asrda böyle ahmaklar gelmisdir. Mao gibi, Stalin gibi zâlimler, milyonlarca
insanı öldürerek ve iskence yaparak ve din, islâm adamlarını
ve kitâblarını yok ederek, milletlerini sindirmisler, korkutmuslardır.
Her istediklerini zorla yapdırarak sımarmıslardır. Ilâha,
ma’bûda mahsûs üstünlüklere mâlik olduklarını sanmıslar ve söylemislerdir.
Islâm kitâblarının yurdlarına sokulmasını, okunmasını
yasak etmisler, dinden, Allahü teâlâdan bahs edenleri öldürmüslerdir.
Allahü teâlânın kahrından, gadabından kurtulamayıp yok
olmuslar. Târîhde geçen bütün zâlimler gibi, la’net ve nefret ile
anılmıslardır. Ihtilâl ve hîle yolu ile, ba’zı arab memleketlerinin basına
geçen, zehrli propagandalarla beyinleri yıkanmıs, zâlimler,
diktatörler de, o ateistleri taklîd ediyor, islâm düsmanlıgı yapıyorlar.
Târîh kitâblarında okudukları zâlimlerin feci’ âkıbetlerinden
ibret almıyorlar. Dünyâda, âhıretde baslarına gelecek olan azâbları,
felâketleri hiç düsünmiyorlar.]
Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” karsı da tekebbür
edenler çok isitildi. Allahın gönderdigi Peygamber “aleyhissalâtü
vesselâm” bu mudur? dediler. Bu Kur’ân, Mekke sehrinin ileri
gelenlerine indirilseydi iyi olurdu dediler. Târîh boyunca, islâmın
büyüklerine karsı da, böyle tekebbür edenler, alay edenler, hiç
eksik olmadı. Bu tekebbürler, âciz, za’îf, elinden birsey gelmeyen,
hattâ kendinden ve bedeninin yapısından haberi olmıyan kulun,
kendi mâlikine, sâhibine, kuvveti, gücü sonsuz olan Rabbine karsı
bir savas idi. Vaktiyle iblîs de, böyle tekebbür etdi. Meleklere,
Âdem aleyhisselâma karsı secde etmeleri emr olununca, topraga
karsı niçin secde edeyim? Ben ondan dahâ üstünüm. Beni atesden,
onu çamurdan yaratdın diyerek, Rabbine karsı geldi. Atesin
alevini, latîfligini ve ısık yaydıgını görünce, onu sudan ve toprakdan
üstün sandı. Hâlbuki üstünlük, kendini üstün görmekde
degil, tevâdu’ göstermekdedir. Cennetde toprak vardır ve misk
gibi kokacakdır. Cennetde ates yokdur. Ates, Cehennemde azâb
vâsıtasıdır. Ates, harâb etmege, toprak, binâ yapmaga yarar.
Mahlûklar toprak üstünde yasamakdadır. Hazîneler, defîneler
toprakda bulunur. Kâ’be toprakdan yapılmısdır. Atesin ısıgı gecelere
asrda böyle ahmaklar gelmisdir. Mao gibi, Stalin gibi zâlimler, milyonlarca
insanı öldürerek ve iskence yaparak ve din, islâm adamlarını
ve kitâblarını yok ederek, milletlerini sindirmisler, korkutmuslardır.
Her istediklerini zorla yapdırarak sımarmıslardır. Ilâha,
ma’bûda mahsûs üstünlüklere mâlik olduklarını sanmıslar ve söylemislerdir.
Islâm kitâblarının yurdlarına sokulmasını, okunmasını
yasak etmisler, dinden, Allahü teâlâdan bahs edenleri öldürmüslerdir.
Allahü teâlânın kahrından, gadabından kurtulamayıp yok
olmuslar. Târîhde geçen bütün zâlimler gibi, la’net ve nefret ile
anılmıslardır. Ihtilâl ve hîle yolu ile, ba’zı arab memleketlerinin basına
geçen, zehrli propagandalarla beyinleri yıkanmıs, zâlimler,
diktatörler de, o ateistleri taklîd ediyor, islâm düsmanlıgı yapıyorlar.
Târîh kitâblarında okudukları zâlimlerin feci’ âkıbetlerinden
ibret almıyorlar. Dünyâda, âhıretde baslarına gelecek olan azâbları,
felâketleri hiç düsünmiyorlar.]
Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” karsı da tekebbür
edenler çok isitildi. Allahın gönderdigi Peygamber “aleyhissalâtü
vesselâm” bu mudur? dediler. Bu Kur’ân, Mekke sehrinin ileri
gelenlerine indirilseydi iyi olurdu dediler. Târîh boyunca, islâmın
büyüklerine karsı da, böyle tekebbür edenler, alay edenler, hiç
eksik olmadı. Bu tekebbürler, âciz, za’îf, elinden birsey gelmeyen,
hattâ kendinden ve bedeninin yapısından haberi olmıyan kulun,
kendi mâlikine, sâhibine, kuvveti, gücü sonsuz olan Rabbine karsı
bir savas idi. Vaktiyle iblîs de, böyle tekebbür etdi. Meleklere,
Âdem aleyhisselâma karsı secde etmeleri emr olununca, topraga
karsı niçin secde edeyim? Ben ondan dahâ üstünüm. Beni atesden,
onu çamurdan yaratdın diyerek, Rabbine karsı geldi. Atesin
alevini, latîfligini ve ısık yaydıgını görünce, onu sudan ve toprakdan
üstün sandı. Hâlbuki üstünlük, kendini üstün görmekde
degil, tevâdu’ göstermekdedir. Cennetde toprak vardır ve misk
gibi kokacakdır. Cennetde ates yokdur. Ates, Cehennemde azâb
vâsıtasıdır. Ates, harâb etmege, toprak, binâ yapmaga yarar.
Mahlûklar toprak üstünde yasamakdadır. Hazîneler, defîneler
toprakda bulunur. Kâ’be toprakdan yapılmısdır. Atesin ısıgı gecelere
son verir, gündüzü getirir ise de, toprakdan çiçekler,
meyveler hâsıl olmakdadır. Kâinâtın, varlıkların en üstünü olan
Muhammed aleyhisselâmın yeri toprakdır.