Konya'da Köylüler Kimi Ya Da Neyi Vurdu
Önce Çok Eski Bir Hikâye
Hava Soğuktu Adam, Avladığı hayvanlardan edindiği postlara bürünmüş, mağarasının karanlığında bir köşeye Büzülmüştü Dişisi de hemen onun karşısındaydı. Soğuk havaya aldırmadan garip seslerle onu aşka davet ediyordu Birkaç dakika sonraysa aynı postun içindeydiler Onlar, içgüdüleri sayesinde tanıştıkları bu zevki yaşarken, dışarıdan gelen ve de hiç alışık olmadıkları bir gürültüyle irkildiler, korktular da
Yine içgüdüsel bir hareketle toparlanıp kendi postları içerisine girdiler. Sonra da mağaranın girişinden bakabilmek için cesaretlerini topladılar Önde adam, arkasından dişisi, mağara girişine doğru yürüdüler. Adam eliyle işaret ederek kadının daha gerisinde kalmasını istedi Başını uzatıp dışarıya baktığında korkusu birkaç kat arttı. Daha önce hiç görmediği kadar garipti gökyüzü Rengârenk ışıklar vardı Duyduğu sesin de o ışık kümesinden geldiğini anladı. Sonra da ışık kümesinin yere doğru yaklaştığını fark etti. Hem de mağaranın oldukça yakınlarına
Mağaranın önü, sık ağaçlarla kaplıydı. Birdenbire o ağaçların yok olduğunu ve geniş bir çıplak alan açıldığını gördüler. Işıklar azaldığındaysa gökten dev bir cisim alana iniverdi. İkisinin de yürekleri yerinden çıkacak gibi çarpıyordu Gökten inen cismin üstünde artık o göz kamaştırıcı ışıklar kalmamıştı. Fakat ortalık tamamen karanlık da değildi. Olup bitenleri görebilecekleri kadar aydınlık vardı. Dev cismin kimi bölümleri hareketlendi İçinden canlılar çıktı. Bu canlılar kendilerine benziyorlardı. Kolları vardı ve 2 ayaklarının üstünde duruyorlardı.
Fakat hayvan postlarına sarılı değillerdi. Uzuvlarını mağara insanlarının hiç görmediği bilmediği garip birtakım ışıklı giysilerle koruyorlardı Mağara insanlarının korkuları daha da artmıştı Kendilerine doğru yaklaşmaya çalışan canlılar ellerinden uzanan renkli ışıklarla önlerine gelen cisimleri yok ediyorlardı. Fakat ilkel mağara insanlarına zarar vermediler. Bu sırada diğer mağara sakinleri de ortaya çıktılar.
İçgüdüleri, hepsinin bir araya toplanması gerektiğini söylüyordu Öyle de yaptılar. Yaşadıklarının olağanüstü bir şey olduğunu anladıklarından saldırmak akıllarına bile gelmedi. Sonra gökten gelen canlıların zararsız olduğunu anladılar. Üstelik yardım da ediyorlar, onlara birçok şey öğretiyorlardı. Her hareketlerinde bir mûcize gösteren bu yaratıklar, ellerinden çıkardıkları renkli ışıkları mağara önünde topladıkları ağaç dallarına doğru yönettiler. Ağaçların içi ışıkla doldu. Üstelik bu ışık onları ısıtıyordu
Doğanın olanaklarını kullanarak bu ışığın nasıl yaratılabileceğini de öğrendiler. Bu güçlü canlıların ziyaretleri sık periyotlarla sürdü. Her gelişlerinde ilkel insanoğluna çeşitli şeyler öğrettiler. Kaya parçalarını yuvarlatmayı ve tekerlek yapmayı. Onları yontarak kesici ve vurucu aletler geliştirmeyi İlkel de olsalar insanlar gördükleri bu yakınlığı beklide karşılığını verebilmeyi ve bu güçlü canlıları memnun edebilmeyi düşünerek, yaşadıkları mağaraların duvarlarına düz kaya parçalarına ve uygun gördükleri her yere, onlardan öğrenerek geliştirdikleri aletlerle, yine onların resimlerini yapmaya başladılar. Bu resimlerin günümüze kadar gelebilenleri, ilkel insanların kozmik bağlantıları olduğunu açıkça gösteriyordu.
Gözlem Merkezleri
Zaman ilerledikçe insanoğlu gökten gelen ve kendilerine yardımcı olan bu canlıları 3 boyutlu figürlerle de simgelemeye başladı. Üstelik bu figürler aracılığıyla onlara ulaşabileceklerine inandılar. Bu heykellerden yardım istediklerinde birçok kez o güçlü yaratıkların bu arzuyu yanıtsız bırakmadıklarına da tanık oldular.
Böylece ritüeller de anlam kazandı ve perçinlenerek günümüze kadar süregeldi. Milyarlarca yıldır insanoğluna yardım eden bu canlılar, acaba uzayın derinliklerinden gelen gelişmiş uygarlıklara mensup canlılar mıydı? Gerçekten mağara duvarlarına ilkel insanların resmettiği gibi dünya tarihinin gelişmesinde uzaylıların katkısı var mı? Acaba eski uygarlıkların her çağrıyı her isteği gökyüzüne ulaştırdıklarına inandıkları tapınaklar, heykeller, bu gelişmiş uygarlıkların dünya yüzünde kurdukları birer araştırma ve gözlem merkezi miydi?
Zaman ilerleyip insanoğlu geliştikçe mûcizevî olayların sayısı da arttı. Çünkü kozmik bağlantılar sürüyordu. Geride bıraktığımız 5-6 yüzyılda da önemli mûcizeler yaşandı dünya yüzünde. Bu yaşanan olayların birçoğu dilden dile hikâye olarak anlatılırken çok azıysa bilimsel arşivlere geçme şansına sahip oldu. Dünya üstünde yaşanan garip ve inanılmaz olayların geçtiği merkezlerden biri de hiç şüphesiz Anadolu'dur. Anadolu'nun neresine giderseniz gidin, 4-5 yüzyıldır anlatılan fakat gerçekleşmesi oldukça güç, hatta imkansız olaylar, öyküler dinlersiniz. Şöyle bir kafanızı yorarsanız ve bir karşılaştırma yaparsanız, anlatılanların bir bilim kurgu senaryosundan farksız olduklarını görürsünüz.
Geçmişin Gizleri
Örneğin yüzyıllar önce kaleme alınan Mevlânâ'nın "Mesnevî" adlı eserinde gökyüzünden nur topu halinde inen ziyaretçilerden söz edilir. Bu konuklar, Mevlânâ'nın anlatımına göre insanoğlundan güçlü ve çeşitli hünerleri olan canlılardır. Örneğin bu canlılar, birbirlerini ışık hüzmeleri içinde bir yöntemle bir yerden bir yere çok rahat bir şekilde gönderirler. Yine ışık hüzmeleri içinde eşyaların yerini değiştirebilirler. Hatta insanları alıp gökyüzünün engin derinliklerinde gezdirebilirler ve bilmedikleri dünyaları onlara gösterebilirler.
Mevlânâ, bunları yazarken bu olayları bizzat kendisinin de yaşadığını anlatır. Bu ziyaretçilerin ışık hüzmesi ile duvarları aşıp bir yerden başka bir yere gidişlerini tanımlaması, akıllara hemen "Uzay Yolu" dizisindeki ışınlama platformunu getirmiyor mu?
Anadolu insanı şimdilerde olmasa da 30-40 yıl öncesine kadar kozmik bağlantılarını kaybetmemiş ve ilginç olaylar yaşamıştı. Gelin görün ki bu olaylarda ya da hikâyelerde söz edilen büyük güç, çoğunlukla bir evliya ya da bir ermiş kişidir.
Anadolu'da yaşanan ve şimdilerde uzaylılarla ilişkisi olduğu tahmin edilen birçok olay, çeşitli şekillerde yorumlanmış, anlatılması ya da incelenmesi neredeyse günah sayılmış. Örneğin 1958 yılında Konya - Karaman civarında Ayşe Özdemir ve aynı köyde bulunan birçok kişi tarafından "Canavar Vakası" gibi ki, bu olayların ve kahramanların pek çoğu halen hayattadır.
Konya'da Köylüler Kimi Vurdu?
Ayşe Özdemir adlı kadın (hâlâ Konya'da yaşamaktadır.), bir akşam üzeri felçli annesine süt almak için yola çıktığında yaşadığı "canavar" (!) olayını şöyle anlatıyor:
"Bizim oturduğumuz köyün çıkışında kime ait olduğu bilinmeyen tek bir mezar vardı. Bu mezardan ne istersen olurmuş. Bazı geceler buranın aydınlandığını görenler de olmuş, bize anlatırlardı.
Ben de annemin sağlığının düzelmesi için orada dualar etmiştim. Bir akşam üzeri evde otururken annem ısrarla gidip taze süt almamı istedi. Ben de yola çıktım. Sütü alacağım yer, 10 dakikalık bir yerdi. Hava kararmıştı. Genç kızdım ve çok korkuyordum. Yolda yürürken ağaçların arasında garip bir ışık demeti parladı. Bu tarla, bizim tarlamızdı ve evimize çok yakındı.
Korktum, koşarak geri dönmeye başladım. Işık demetine yaklaştığımda karşımda bir canavar gördüm. Kocaman gözleri vardı. Öylece kalakaldım. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Daha önce böyle bir hayvan (!) görmemiştim.
Maymun gibiydi. İki kolu, iki bacağı vardı; ama maymun değildi. Onu ve ışık demetini gören yalnızca ben değildim. Çünkü etraftan bağırışlar geliyordu. Geri geri kaçmaya başladım. Canavar arkamdan gelmedi. Sonra da silahlanmış köylülerle karşılaştım. Onlar da çevrede başka canavarlar görmüşler. Ben başka bir konudan konuşarak eve doğru giderken, silah sesleri duyuldu. Ardından ışık kümesi yeniden gökyüzünde parladı. Köylüler, canavarı vurduklarını bağırışırken ben eve geldim. Annemi çok merak ediyordum. Çünkü başak tarlası, annemin oturduğu pencerenin önünde uzayıp gidiyordu.
Odaya koşturdum. Annem yerinde yoktu. Yürümesi imkansızdı. Evde annemden başka hiç kimse de yoktu. Koşarak ve bağırarak annemi aramaya başladım. Annem, bahçenin bir köşesinde ağlıyordu. Oraya nasıl geldiğini söyleyemedi. Hatırladığı, sadece başak tarlasının üzerine inen ışık demetiydi.
Daha sonra da bu tarla üzerinde simsiyah ve yusyuvarlak kocaman bir iz gördük. Ertesi gün vurulan canavarı görmeye gittik. İki ayaklı, iki elli bir yaratıktı. İnsana benziyordu ama insan değildi. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Kocaman gözleri vardı. Köyün hocası, uğursuzluktur deyip çok derin bir çukur kazdırıp onu gömdürdü."
Bilim-Kurgunun Efsanelerle Buluştuğu An
Acaba Ayşe Özdemir'in yardım isteğine bir yanıt mıydı bu gökyüzünden gelen canlılar? Acaba gerçekten de yardım etmek amacıyla mı dünyadaydılar? Acaba köy halkı paniğe kapılıp silaha sarılmasaydı, neler olacaktı? Hemen hepimiz dinlemişsizdir bilim kurgu senaryolarına benzeyen evliya hikayelerini. Örneğin yerinden yol çalışmaları için bile kaldırılamayan evliya mezarlarının ısrarla orada kalabilmek için verdiği mücadeleleri. Bir anda bir ışık demeti ile insanın karşısına çıkan ve konuşan ermişleri.
Bütün bunları dinledikten sonra biraz düşündüğümüzde insanüstü bir teknoloji ile kozmik bir bağlantı geliyor mu aklınıza? Acaba evliya mezarları, üstün uygarlıkların gözleme ve araştırma noktaları mıydı?

Önce Çok Eski Bir Hikâye
Hava Soğuktu Adam, Avladığı hayvanlardan edindiği postlara bürünmüş, mağarasının karanlığında bir köşeye Büzülmüştü Dişisi de hemen onun karşısındaydı. Soğuk havaya aldırmadan garip seslerle onu aşka davet ediyordu Birkaç dakika sonraysa aynı postun içindeydiler Onlar, içgüdüleri sayesinde tanıştıkları bu zevki yaşarken, dışarıdan gelen ve de hiç alışık olmadıkları bir gürültüyle irkildiler, korktular da
Yine içgüdüsel bir hareketle toparlanıp kendi postları içerisine girdiler. Sonra da mağaranın girişinden bakabilmek için cesaretlerini topladılar Önde adam, arkasından dişisi, mağara girişine doğru yürüdüler. Adam eliyle işaret ederek kadının daha gerisinde kalmasını istedi Başını uzatıp dışarıya baktığında korkusu birkaç kat arttı. Daha önce hiç görmediği kadar garipti gökyüzü Rengârenk ışıklar vardı Duyduğu sesin de o ışık kümesinden geldiğini anladı. Sonra da ışık kümesinin yere doğru yaklaştığını fark etti. Hem de mağaranın oldukça yakınlarına
Mağaranın önü, sık ağaçlarla kaplıydı. Birdenbire o ağaçların yok olduğunu ve geniş bir çıplak alan açıldığını gördüler. Işıklar azaldığındaysa gökten dev bir cisim alana iniverdi. İkisinin de yürekleri yerinden çıkacak gibi çarpıyordu Gökten inen cismin üstünde artık o göz kamaştırıcı ışıklar kalmamıştı. Fakat ortalık tamamen karanlık da değildi. Olup bitenleri görebilecekleri kadar aydınlık vardı. Dev cismin kimi bölümleri hareketlendi İçinden canlılar çıktı. Bu canlılar kendilerine benziyorlardı. Kolları vardı ve 2 ayaklarının üstünde duruyorlardı.
Fakat hayvan postlarına sarılı değillerdi. Uzuvlarını mağara insanlarının hiç görmediği bilmediği garip birtakım ışıklı giysilerle koruyorlardı Mağara insanlarının korkuları daha da artmıştı Kendilerine doğru yaklaşmaya çalışan canlılar ellerinden uzanan renkli ışıklarla önlerine gelen cisimleri yok ediyorlardı. Fakat ilkel mağara insanlarına zarar vermediler. Bu sırada diğer mağara sakinleri de ortaya çıktılar.
İçgüdüleri, hepsinin bir araya toplanması gerektiğini söylüyordu Öyle de yaptılar. Yaşadıklarının olağanüstü bir şey olduğunu anladıklarından saldırmak akıllarına bile gelmedi. Sonra gökten gelen canlıların zararsız olduğunu anladılar. Üstelik yardım da ediyorlar, onlara birçok şey öğretiyorlardı. Her hareketlerinde bir mûcize gösteren bu yaratıklar, ellerinden çıkardıkları renkli ışıkları mağara önünde topladıkları ağaç dallarına doğru yönettiler. Ağaçların içi ışıkla doldu. Üstelik bu ışık onları ısıtıyordu
Doğanın olanaklarını kullanarak bu ışığın nasıl yaratılabileceğini de öğrendiler. Bu güçlü canlıların ziyaretleri sık periyotlarla sürdü. Her gelişlerinde ilkel insanoğluna çeşitli şeyler öğrettiler. Kaya parçalarını yuvarlatmayı ve tekerlek yapmayı. Onları yontarak kesici ve vurucu aletler geliştirmeyi İlkel de olsalar insanlar gördükleri bu yakınlığı beklide karşılığını verebilmeyi ve bu güçlü canlıları memnun edebilmeyi düşünerek, yaşadıkları mağaraların duvarlarına düz kaya parçalarına ve uygun gördükleri her yere, onlardan öğrenerek geliştirdikleri aletlerle, yine onların resimlerini yapmaya başladılar. Bu resimlerin günümüze kadar gelebilenleri, ilkel insanların kozmik bağlantıları olduğunu açıkça gösteriyordu.
Gözlem Merkezleri
Zaman ilerledikçe insanoğlu gökten gelen ve kendilerine yardımcı olan bu canlıları 3 boyutlu figürlerle de simgelemeye başladı. Üstelik bu figürler aracılığıyla onlara ulaşabileceklerine inandılar. Bu heykellerden yardım istediklerinde birçok kez o güçlü yaratıkların bu arzuyu yanıtsız bırakmadıklarına da tanık oldular.
Böylece ritüeller de anlam kazandı ve perçinlenerek günümüze kadar süregeldi. Milyarlarca yıldır insanoğluna yardım eden bu canlılar, acaba uzayın derinliklerinden gelen gelişmiş uygarlıklara mensup canlılar mıydı? Gerçekten mağara duvarlarına ilkel insanların resmettiği gibi dünya tarihinin gelişmesinde uzaylıların katkısı var mı? Acaba eski uygarlıkların her çağrıyı her isteği gökyüzüne ulaştırdıklarına inandıkları tapınaklar, heykeller, bu gelişmiş uygarlıkların dünya yüzünde kurdukları birer araştırma ve gözlem merkezi miydi?
Zaman ilerleyip insanoğlu geliştikçe mûcizevî olayların sayısı da arttı. Çünkü kozmik bağlantılar sürüyordu. Geride bıraktığımız 5-6 yüzyılda da önemli mûcizeler yaşandı dünya yüzünde. Bu yaşanan olayların birçoğu dilden dile hikâye olarak anlatılırken çok azıysa bilimsel arşivlere geçme şansına sahip oldu. Dünya üstünde yaşanan garip ve inanılmaz olayların geçtiği merkezlerden biri de hiç şüphesiz Anadolu'dur. Anadolu'nun neresine giderseniz gidin, 4-5 yüzyıldır anlatılan fakat gerçekleşmesi oldukça güç, hatta imkansız olaylar, öyküler dinlersiniz. Şöyle bir kafanızı yorarsanız ve bir karşılaştırma yaparsanız, anlatılanların bir bilim kurgu senaryosundan farksız olduklarını görürsünüz.
Geçmişin Gizleri
Örneğin yüzyıllar önce kaleme alınan Mevlânâ'nın "Mesnevî" adlı eserinde gökyüzünden nur topu halinde inen ziyaretçilerden söz edilir. Bu konuklar, Mevlânâ'nın anlatımına göre insanoğlundan güçlü ve çeşitli hünerleri olan canlılardır. Örneğin bu canlılar, birbirlerini ışık hüzmeleri içinde bir yöntemle bir yerden bir yere çok rahat bir şekilde gönderirler. Yine ışık hüzmeleri içinde eşyaların yerini değiştirebilirler. Hatta insanları alıp gökyüzünün engin derinliklerinde gezdirebilirler ve bilmedikleri dünyaları onlara gösterebilirler.
Mevlânâ, bunları yazarken bu olayları bizzat kendisinin de yaşadığını anlatır. Bu ziyaretçilerin ışık hüzmesi ile duvarları aşıp bir yerden başka bir yere gidişlerini tanımlaması, akıllara hemen "Uzay Yolu" dizisindeki ışınlama platformunu getirmiyor mu?
Anadolu insanı şimdilerde olmasa da 30-40 yıl öncesine kadar kozmik bağlantılarını kaybetmemiş ve ilginç olaylar yaşamıştı. Gelin görün ki bu olaylarda ya da hikâyelerde söz edilen büyük güç, çoğunlukla bir evliya ya da bir ermiş kişidir.
Anadolu'da yaşanan ve şimdilerde uzaylılarla ilişkisi olduğu tahmin edilen birçok olay, çeşitli şekillerde yorumlanmış, anlatılması ya da incelenmesi neredeyse günah sayılmış. Örneğin 1958 yılında Konya - Karaman civarında Ayşe Özdemir ve aynı köyde bulunan birçok kişi tarafından "Canavar Vakası" gibi ki, bu olayların ve kahramanların pek çoğu halen hayattadır.
Konya'da Köylüler Kimi Vurdu?
Ayşe Özdemir adlı kadın (hâlâ Konya'da yaşamaktadır.), bir akşam üzeri felçli annesine süt almak için yola çıktığında yaşadığı "canavar" (!) olayını şöyle anlatıyor:
"Bizim oturduğumuz köyün çıkışında kime ait olduğu bilinmeyen tek bir mezar vardı. Bu mezardan ne istersen olurmuş. Bazı geceler buranın aydınlandığını görenler de olmuş, bize anlatırlardı.
Ben de annemin sağlığının düzelmesi için orada dualar etmiştim. Bir akşam üzeri evde otururken annem ısrarla gidip taze süt almamı istedi. Ben de yola çıktım. Sütü alacağım yer, 10 dakikalık bir yerdi. Hava kararmıştı. Genç kızdım ve çok korkuyordum. Yolda yürürken ağaçların arasında garip bir ışık demeti parladı. Bu tarla, bizim tarlamızdı ve evimize çok yakındı.
Korktum, koşarak geri dönmeye başladım. Işık demetine yaklaştığımda karşımda bir canavar gördüm. Kocaman gözleri vardı. Öylece kalakaldım. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Daha önce böyle bir hayvan (!) görmemiştim.
Maymun gibiydi. İki kolu, iki bacağı vardı; ama maymun değildi. Onu ve ışık demetini gören yalnızca ben değildim. Çünkü etraftan bağırışlar geliyordu. Geri geri kaçmaya başladım. Canavar arkamdan gelmedi. Sonra da silahlanmış köylülerle karşılaştım. Onlar da çevrede başka canavarlar görmüşler. Ben başka bir konudan konuşarak eve doğru giderken, silah sesleri duyuldu. Ardından ışık kümesi yeniden gökyüzünde parladı. Köylüler, canavarı vurduklarını bağırışırken ben eve geldim. Annemi çok merak ediyordum. Çünkü başak tarlası, annemin oturduğu pencerenin önünde uzayıp gidiyordu.
Odaya koşturdum. Annem yerinde yoktu. Yürümesi imkansızdı. Evde annemden başka hiç kimse de yoktu. Koşarak ve bağırarak annemi aramaya başladım. Annem, bahçenin bir köşesinde ağlıyordu. Oraya nasıl geldiğini söyleyemedi. Hatırladığı, sadece başak tarlasının üzerine inen ışık demetiydi.
Daha sonra da bu tarla üzerinde simsiyah ve yusyuvarlak kocaman bir iz gördük. Ertesi gün vurulan canavarı görmeye gittik. İki ayaklı, iki elli bir yaratıktı. İnsana benziyordu ama insan değildi. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Kocaman gözleri vardı. Köyün hocası, uğursuzluktur deyip çok derin bir çukur kazdırıp onu gömdürdü."
Bilim-Kurgunun Efsanelerle Buluştuğu An
Acaba Ayşe Özdemir'in yardım isteğine bir yanıt mıydı bu gökyüzünden gelen canlılar? Acaba gerçekten de yardım etmek amacıyla mı dünyadaydılar? Acaba köy halkı paniğe kapılıp silaha sarılmasaydı, neler olacaktı? Hemen hepimiz dinlemişsizdir bilim kurgu senaryolarına benzeyen evliya hikayelerini. Örneğin yerinden yol çalışmaları için bile kaldırılamayan evliya mezarlarının ısrarla orada kalabilmek için verdiği mücadeleleri. Bir anda bir ışık demeti ile insanın karşısına çıkan ve konuşan ermişleri.
Bütün bunları dinledikten sonra biraz düşündüğümüzde insanüstü bir teknoloji ile kozmik bir bağlantı geliyor mu aklınıza? Acaba evliya mezarları, üstün uygarlıkların gözleme ve araştırma noktaları mıydı?