• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Modern Felsefe ve Türkiye'ye Girişi

Pamira

Moderatör
İçerik Üreticisi
Üyelik Tarihi
22 May 2019
Konular
2,801
Mesajlar
9,706
MFC Puanı
60,560
Yeniçağ Avrupa Medeniyeti, felsefe temelli bir anlayışla kurulduğundan, daha önceki medeniyet kuruluşlarından oldukça farklıdır. Medeniyetin felsefe temelli oluşunun anlamı, medeniyetin dayandığı değer ve kurumların felsefe tarafından tanımlanması ve bu bağlamda evren tasavvurunun felsefe tarafından biçimlendirmesidir.

Ortaçağ Hıristiyan medeniyetinin kavramsal çerçevesi, felsefe tarafından sorgulanarak değiştirilirken, siyasi ve iktisadi yanı, bir yandan düşünürlerin teorik temellendirmeleri doğrultusunda, diğer yanda, tarihsel süreçte ortaya çıkan şartlara bağlı olarak kökten dönüşmüştür. Değişme süreci içinde oluşan yeni değerler, yeni bir evren tasavvurunun oluşmasına ve yeni bir medeniyetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Eski evren tasavvurunun merkezinde, iman ilkeleri çerçevesinde Tanrı ve Kilise yer alırken, yeni evren tasavvurunda, bilimsel bilginin ortaya koyduğu evrenin maddi yapısı ile insan ve dünyası hareket noktası haline gelmiştir.

İnsan merkezli yeni evren tasavvurunun diğer değerleri, insanın yetenekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda tanımlanmıştır. Bu anlayış modern düşüncenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Yeniçağ Avrupa medeniyetinin gelişmesinin önemli aşamalarından biri olarak kabul edilen Rönesans, Avrupa tarihinin bildik üç dönemli kronolojisi antik, ortaçağ ve modern içinde ikinci ve üçüncü dönemler arasındaki sınır üzerinde yer alır. Rönesans, bir yenilenme hareketi olarak dünyaya bakışı, insanın dünya üzerindeki yeri konuları başta olmak üzere, Ortaçağın dini otoritesini sarsmıştır. Böylelikle Avrupa insanı, yeni bir hayat düzeninin temellerini aramaya yönelmiştir. Bu arayışla birlikte, ön yargılar zayıflamış ve başta din, devlet ve bilgi olmak üzere, her şeye eleştirel yaklaşmak kaygısı ağırlık kazanmıştır

Rönesans’ın peşinden gelen Reform süreci, Katolik kilisesinin Hıristiyanlık anlayışını değiştirerek, Protestan olan insanların daha özgür hareket etmelerini sağlamıştır.Reform hareketinin yarattığı kargaşa ve savaşlarda doğup gelişen Descartes’ın (1596-1650), Yeniçağ Avrupa Medeniyeti’nin düşünce açısından temel çerçevesini çizdiği kabul edilmektedir. Felsefe ve bilime getirdiği anlayış, insan anlayışının dolayısıyla da evren tasavvurunun büyük ölçüde değişmesine neden olmuştur. Tanrı merkezli Hıristiyan evren tasavvurundan, insan temelli bir evren tasavvuruna geçişin felsefi temellendirilmesini yapmıştır. Descartes’in kurduğu Kartezyen düşünce, insanın bağımsızlığını ilan etmesi anlamına gelmiştir. Descartes’a kadar, tarihsel olaylar için anahtar, ilahi yaklaşımdı. Tarihteki ilahilik yaratılış, tufan, yangınla son bulan fiziksel kozmolojiyi silip süpürmüştü. Descartes’in geliştirdiği ilkelerden hareketle, kutsal evren inancı yerine, insanın merkezde olduğu mekanik evren düşüncesi yerleştirilmiştir.

Locke, bilgi öğretisi sorunlarını incelediği, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme adlı temel çalışmasında, kaygılarını dile getirmiştir. Locke’a göre, insanı diğer varlıklardan ayıran ve üstün kılan şey anlama yeteneğidir. Bu yeteneği anlamaya çalışmak hem gerekli hem de zevklidir. Locke’un amacı, insan bilgisinin kaynağı, kesinliği, genişliği ile inanç ve sanının kanıtlanabilirliğinin temellerini araştırmaktır. Bu çerçevede duyumlar ile idelerin kaynaklarını tespit etmektir. Locke’a göre, insan kendi gücünü bilirse, neleri başarabileceğini de kestirir.

Zihnin gücünün iyi belirlenmesi ve ondan nelerin beklenmesi gerektiğinin tespiti, sorunlar alanında bir açılım sağlamaktadır. Bilinebilir ve yapılabilir şeylerin görülmesi, umutsuzluğun yarattığı isteksizliği ortadan kaldırır. Ayrıca, bilinemez diye birçok şeyde yadsınmaz. Zihnin yeteneklerini bilmeyi, gemicilerin derinlik ölçme ipiyle karşılaştırmıştır. Gemiciler denizlerin bütün derinliklerini bilmeseler de ölçü ipinin uzunluğunu bildiklerinden, geminin seyrini güvenlikli bir şekilde yaparlar. Locke, her şeyi değil, insan davranışlarıyla ilgili şeyleri bilmekle ilgilendiğini belirterek, akıllı yaratık olarak insanın, düşüncelerini ve onlara bağlı olan eylemlerini kendileri aracılığıyla yönetebileceği ve yönetmek zorunda olduğu ilkeleri bulmak kaygısındadır.

Modern düşüncenin en önemli unsuru akıldır. Akıl, insanın kendi varoluşunu sağlamada ve sürdürmede belirleyici ilke kabul edilmiştir. İnsanlar, aklın keşfettiği ve bizzat aklın da tabi olduğu doğal yasalarca yönetilen bir dünyaya aittir. Tanrı ve kilise temelli eski değer sisteminin yıkılmasını, toplumun bir sınıfı tarafından değil de, aklın kendisi ve o aklın zaferini hazırlayan tarihsel gereklilik olduğu benimsenmiştir. Kant’ın deyişiyle, bireyin aklını kullanışı, erginliğe ulaşması anlamına gelmektedir. Aydınlanma çağında büyük ölçüde belirlenmiş fikre göre, insan gerçeği ancak aklını kullanarak bulabilir. İnsanın kendi içine bakarak, insanların nasıl düşündüğünü, edimlerine nasıl sürüklendiğini, kavramları nasıl oluşturduğunu, tecrübelerle edinilen bilgileri nasıl algılayıp yorumladığını keşfedebilir. Akıl dış dünyaya yöneltildiğinde, yeryüzünün, canlıların ve evrenin nasıl meydana geldikleri ve işlevlerini nasıl yerine getirdiklerini gözlem ve deney yoluyla öğrenmek mümkündür.

Akıl, ilk, en güvenilir, sağlam ve son müracaat merci mevkiidir. Akıl, tektir, eşsizdir. Bütün insan hâl, hareket ve işlerini o tayin eder. Buna karşılık onu kendinden başka hiçbir güç, kudret ile merci belirlemez. Akıl, tüm insanlığa mahsustur. Mantık, matematik ve mekanizma, aklın gösterdiği şaşmaz yoldur. Akla yüklenilen bu özellikler, modern düşüncenin temellerinden biri olmuştur. Akıl ile bilgi arasındaki ilişkide, yöntem merkezi bir rol oynar. Doğru bilgi elde edebilmek için, doğru yöntem kullanmak gerekir. Doğru yöntem de, ancak, aklın işleyiş kurallarından çıkartılabilir. Bu anlayış, Aristoteles’in yaptığı gibi, mantığı yöntemin temeline, oturmaktadır. Mantıksal kurallar temeline oturtulmuş yöntemle, araştırmaların yapılması, doğru bilginin elde edilmesini garantilemektedir. Çünkü, mantık kuralları, aklın özelliklerini yansıtmakta ve a priori olarak akılda yer almaktadırlar. A priori temele dayalı, iyi düzenlenmiş, çıkarımları doğru yapılmış, tutarlılığı ve geçerliliği açıkça görülen bilgiler doğru ve kesin olarak kabul edilmiştir.

Bu yöntemin temel unsurlarından biri, doğa araştırmalarından elde edilen bilgilerin, gözlem ve deney yoluyla denetlenmesidir. Denetleme, bilimsel bilginin en güçlü yanlarından biridir. Çünkü, isteyen ileri sürülen yargının denetlemesini yapabilir. Denetlemeden başarıyla geçen bilgilere de güven tam olmaktadır. Doğa araştırmalarındaki başarılar, aklın dolayısıyla da insanın doğa hakimiyetini sağlayacak yolu açmıştır. Aklın doğa üzerinde hakimiyeti, toplumda da mümkün olabilir mi? sorusuna evet cevabı verilmiştir denebilir.

Aydınlanma, düşünme ve değerlendirmenin, geleneklere bağlı olmaktan kurtulup insanın kendi aklı ile, kendisinin yapmış olduğu denemeler ve gözlemler ile hayatını aydınlatmaya girişmesidir. Aydınlanmanın en belirgin özelliklerinden biri şöyle ifade edilmiştir: “şüphe bilimin başlangıcıdır; hiçbir şeyden şüphe etmeyen bir insan, hiçbir şeyi tetkik edemez; hiçbir şeyi tetkik edemeyen hiçbir şeyi keşfedemez; hiçbir şeyi keşfedemeyen kördür, ve hep kör kalır”

Bu anlayıştan hareketle, söz konusu dönemde, birey ve toplum başta olmak üzere, bütün temel kurumlar ve kurumları yönlendiren değerler sorgulanmaya başlanmıştır. Aydınlanmanın en önemli özelliklerinden biri,doğa incelemeleri ve bu incelemelerden elde edilen kesin bilgi anlayışıdır. Doğayı anlama öylesine önemsenmiştir ki, 17.yüzyıl protestan bilim adamları, Tanrının doğada ortaya koyduğu planı keşfetme çabalarında gösterdikleri duygu durumu, ilk Hıristiyanların, tarihsel dramayı (İsa’nın hayatı ve çarmıha gerilişi) anlamayı bir ibadet saymalarına benzer. 18.yüzyıl düşünürlerinin büyük bir çoğunluğu, doğa sisteminin, kültür alanında da olduğunu kabul ederek, doğa olaylarını yaptıkları gibi, kültür olaylarını da aklın ışığına tutmuşlardır.

Yeni evren tasavvurunun teorik temelleri, felsefe tarafından oluşturulmasına karşın, teorik düşüncenin evren tasavvuruna dönüşmesi, siyasi iktisadi gelişmeler çerçevesinde 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Modernlik, Sanayi Devrimi’ne bağlı olarak gelişen iktisadi ve siyasi yapılanmalar gerçekleşmiştir. İktisadi, siyasi ve bilimsel yeni değer dizileri, yukarıda kısaca tanıtılan modern felsefe tarafından tanımlanıp açıklanarak meşrulaştırılmışlardır. Medeniyetin kuruluş sürecinde felsefenin temel sorunları, yöntem, akıl, bilginin elde edilme şartları; bilginin kaynakları ile bilginin güvenilirliği; dış dünyanın varlığı ile özellikleri; devlet, hukuk ve toplumun kökenleri sorunları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Yukarıdaki paragraflarda kısaca tanıtılan modern felsefe anlayışı, modern okulların açılması ve Batı Avrupalı toplumlarla yoğun ilişkiler sürecine bağlı olarak 18. yüzyıldan itibaren Türkiye’ye de girmiştir. 1845 yılından itibaren Askeri Cerrahhane’de çalışan Fransız öğretmenler öğrencilere materyalizmi aşıladıkları ve onların materyalist bir dünya görüşüne sahip oldukları kabul edilmektedir.

Materyalist anlayışın başlama tarihinin de ortaya koyduğu gibi, modern felsefenin Türkiye’de okunup yazılması ve ürünlerin ortaya çıkış şartları 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren oluşmuştur. Söz konusu dönemde, Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Münif Paşa, Cevdet Paşa, Ali Suavi, Filibeli Ahmet Hilmi, Ahmet Mithat Efendi başta olmak üzere, çok sayıda düşünür, felsefeyle doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ilgilenmişlerdir. Başlangıçta, modern felsefe anlayışından haberdar olmak, onları kısmi olarak tanıtmak ve aktarmak şeklinde başlayan süreç, çevirilerle devam etmiştir. 1870’lerden itibaren dönemin düşünürleri kendilerine ilişkin görüşlerini sergilemeye başlamışlardır. Bunlar arasında, Cevdet Paşa’nın mantık kitapları, Münif Paşa’nın aydınlanmacı bir zihniyetle ele aldığı özgürlük ve eşitlik sorunları, Filibeli Ahmet Hilmi’nin felsefe yazıları, Ahmet Mithat Efendi’nin felsefe çalışmaları ile bilim sınıflamalarını içeren yayınlar öne çıkmaktadır. 1910’lara gelindiğinde, hem çeviri hem de telif olmak üzere önemli miktarda modern anlayışla yazılmış kitaplar yayınlanmıştır. Felsefeye ilgi öylesine büyük olmuştur ki, Materyalizm, Sosyal Darwinizm gibi dönemin uç öğretileri de dahil olmak üzere her türlü felsefi akım benimsenmiş ve tartışılmıştır.
 
Üst