- Konum
- Maldivler??
-
- Üyelik Tarihi
- 28 Şub 2020
-
- Mesajlar
- 24,441
-
- MFC Puanı
- 200,420

Deli Bal ve Kanatları Ölü Açıklığında kitaplarından sonra En Eski Yüz kitabıyla okurları karşısına çıkan, öykücülüğünün yanı sıra ODTÜ’lü bir Çevre Mühendisi olan sevgili Pelin Buzluk ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
- “Gündelik yaşamın gözden kaçmış ayrıntıları…” Kanatları Ölü Açıklığında kitabınızda okuyucuyu karşılayan bir cümle. Bize bu ayrıntılardan bahseder misiniz?
- “Güneş iyi ki sunuyor karanlığını” diyorsunuz Deli Bal’da. Bu karanlık neler getiriyor size/bize?
- “Bütün gerçek hikâyeler gibi yarıda kesilmişti.” diyorsunuz En Eski Yüz’de. Düşündürücü, altını çizdiren bir cümle, kimisine göre de üzeri çizilebilir. Peki, neden gerçek hikâyeler yarıda kesilir?
- Her kitabınızda değişen ve eklenen kelimeler dikkat çekiyor. Bu da dildeki ustalığınızın kelimelere yansımış halini gösteriyor. Kelimelerin yazarıyla arasındaki bağ nasıl olmalıdır?
- Yazı ve vicdan yan yana, iç içe… Bir yazarın, bir sanatçının vicdani zorunlulukları nelerdir?
- Pelin Buzluk için “kadın” nedir?
- “63. Sait Faik Hikâye Armağanı’nın, Türk öykü geleneğini yeniliklerle günümüze taşıyan güçlü anlatımıyla; unutulmak istenen, dile getirilmekten kaçınılan acı ve arzu yüklü yaşantıları sade bir gerçeklikle canlandıran En Eski Yüz adlı kitabıyla Pelin Buzluk’a verilmesi oy birliğiyle uygun görülmüştür.” En Eski Yüz ile size ithaf edilmiş satırlar bunlar. Ödüllere çok da yabancı değilsiniz ancak Sait Faik Abasıyanık Ödülü sizin hayatınızda nerede?

Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı benim başvurabileceğim son ödüldü. Çünkü karar vermiştim, Semih Gümüş’ün jürisinde yer aldığı hiçbir yarışmaya katılmayacaktım. Biliyorsun kendisi hemen her yarışmanın jürisinde, hem de belirleyici konumda yer alıyor. Kendisinin hakkaniyetli davranmadığını düşünüyorum, hatta bundan eminim. Ona bir dosya sunmamaya karar vermiştim. Gümüş’ün jürisinde yer almadığı yarışmalardan geriye neyse ki en önemli öykü ödülü kalmıştı: Sait Faik Hikâye Armağanı. Ödülü gönül rahatlığıyla bekliyordum.
Sait Faik benim kişisel tarihimde öykünün ne olduğunu anlamamı sağlayan yazardır. Hikâye anlatmakla öykü yazmanın farkını ilk kez Sait Faik’in kitaplarında gördüm. Onun öykülerinde yıllar geçtikçe izini sürebileceğimiz yeni yaklaşımlar, dil, anlatım, üsluptaki dönüşümler, öykü kurma düşünceleri bir öykücü için çok kıymetli bir okuldur. Sait Faik Abasıyanık adına verilen bu güzel ödülü oy birliğiyle ve bu gönendirici gerekçeyle aldığıma çok sevindim.
- Sizin roman kahramanınız kim?

- Her röportajımda yapıyorum bunu, yazarımla öykü… Sizin bana emanet edeceğiniz sözcüklerle ben bir kısa öykü yazmak istesem kiminle, nerede olduğunuzu anlatan ipucu vereceğiniz kelimeler hangileri olurdu?
***
Elimi uzattım. Tamam, hadi, bu kadar küslük yeter, dedim. Seni duymuyorum, dermiş gibi kitabını okumaya devam etti. Hiç öyle hayal etmemiştik. Şehrin gürültüsünden, insanın sahteliğinden, havanın kirliliğinden sadece bir süre uzak kalalım istemiştik. Ağaç bir ev kiralayacak, sabahları erken kalkıp denize girecek, güneşlenecek, öğleden sonra da ormanda kaybolacaktık. Altı günün bir günü bitmişti bile. Kırılmakta haklıydı ama bu kadar da uzatılacak bir durum değildi. Sonuçta on yedi yıllık arkadaştık. Ay ama Yıldız, abartmıyor musun? Haydi, kalk denize gidelim, yürüyelim, bir şey yapalım. Bir sürü hayal kurduk, bak ağaç evdeyiz, öyle oturup kitap okumaya devam mı edeceksin? O zaman kalk, evlerimize dönelim, diye çıkıştım. Sinirlenmiş gibi yaparsam belki bir cevap verir diye düşündüm ama yine aynı tavırla kitabını okumaya devam etti. Konuşmayacağını anladım. Üstelemeyecektim. Nasıl olsa akşam yemeğine gitmek için mecburen benimle muhatap olacaktı. Arabanın anahtarı bendeydi. Anahtarı cebime koyup yürüyüşe çıktım. Döndüğümde yoktu. Kitabı, cüzdanı, çantası, eşyaları… Hepsi olduğu yerde duruyordu. Etrafı aradım, onu bulamayınca, polise haber verdim. Zaten sonrasını biliyorsun.
Üzerinden beş yıl geçmesine rağmen hiçbir saniyesini unutamadığım o günler… Yıldız’ın cesedini buldukları gün benim için de hayat bitti zannettim. Yaşıyorsun, gülüyorsun, tatile gidiyorsun, insana ve yaşamaya dair ne varsa yapıyorsun. Ama her zaman her yaptığım şeyde o var. Yani acı yüzden gitse de içte kalıyor. Bir yemeği yersin tadını almazsın sadece çiğneyip yutarsın. İşte hayat da bu benim için. Hayatın içindeyim ama içimde hayat yok. Bazen yutkunamıyorum onu hatırlayınca. Sürekli kafamda kuruyorum. Yanında kalsaydım yaşar mıydı? Onu ikna edip oradan beraber çıksaydık, tatile gitmeseydik, yani ne bileyim işte… Ama şunu da biliyorum onu o gün yalnız bıraktığım için kendimi asla affetmeyeceğim. İnanabiliyor musun biz küs ayrıldık. Bana küstü ve sonra da gitti. Bunu kabullenemiyorum. Ah Yıldız! İnsan insanın acısına katlanıyor ama nasıl, bir de ona sormak lazım. Bak odamın duvarında yazan bu söz, onun o gün okuduğu Maldoror’un Şarkıları kitabından. “Konuşmuyorduk. Birbirlerini seven yürekler ne söyleyebilir birbirine? Hiç.” Yıldız, bu cümlenin altını çizmiş. Bu cümle de o günden sonra benim hayatımın üstünü çizdi.
DEMET AKSU