• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Süveyş Krizi - 1956

Joe.

Emektar Üye
Üyelik Tarihi
5 Tem 2015
Konular
1,140
Mesajlar
5,069
MFC Puanı
4,850
Fahir Armaoğlu'nun kaleminden Süveyş Krizi ;

1956 Süveyş Buhranına ait gelişmeler, II. Dünya Savaşının sona erdiği yıllara kadar uzanır.
Süveyş Kanalı bir Fransız şirketi tarafından yapılmış ve 17 Kasım 1869 günü de dünya deniz trafiğine açılmıştır. İşletilmesi de bu Fransız şirketine ait bulunmakla beraber, o zamanki Mısır hükümetinin de hissesi vardı. Mısır hükümeti sonradan mali sıkıntıya düşüp hisselerini satışa çıkarınca, 1875 de bu hisseleri İngiltere aldı ve bu suretle Süveyş Kanalını İngiliz-Fransız şirketi işletir oldu.

İngiltere, şimdi Süveyş Kanalı'ndan geçen ve Hindistanla bağlantısını teşkil eden "İmparatorluk Yolu"nu güvenlik altına almak için 1882 de, bir Osmanlı toprağı olan Mısırı işgal edince, Kanal üzerindeki kontrolu da daha kuvvetlenmiş olmaktaydı. Halbuki daha ilk günden itibaren Süveyş Kanalı'nda "serbest geçiş" prensibi tatbik edilmekteydi. İngiltere'nin Mısır'ı işgali ise, bu prensip açısından diğer devletleri endişelendirdi ve 29 Ekim 1888 de İstanbul'da bir milletlerarası anlaşma imzalandı. İstanbul Anlaşması adını alan bu anlaşmaya göre, Süveyş Kanalı savaşta ve barışta bütün devletlerin savaş ve ticaret gemilerine daima açık olacaktır. Geçiş serbestisini güvenlik altına almak için, kanalın her iki tarafında üçer millik bir alanda hiç bir zaman askeri harekat veya silahlı çatışma yapılamıyacaktı.

İtalya 1935-36 da Habeşistan'ı işgal edince, İngiltere'nin İmparatorluk Yolu için bir tehdit yaratmış olmaktaydı. Zira Kızıldeniz'in çıkışına hakim olduğu gibi, Mısır'a da komşu geliyordu. Bu sebeple İngiltere, Mısır'la münasebetlerini yeni bir düzene sokmak istedi ve Mısır Hükümeti ile 26 Ağustos 1936 da yaptığı bir anlaşma ile, Mısır'a bağımsızlığını verip bu ülkeden askerini çekme kararı aldı. Yalnız bu anlaşmaya göre, İngiltere Süveyş Kanalı bölgesinde 10 bin asker ve 500 pilot bulundurma hakkını elinde tuttuğu gibi, taraflardan biri bir savaşa girecek olursa, diğer taraf bütün gücü ile savaşa giren tarafa yardım edecekti. Yani, Mısır ile İngiltere arasında bir ittifak bağı tesis ediliyordu.

II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere bu anlaşmaya dayanarak Mısır'a 200 bin kadar asker yığmıştır. Savaş bitince İngiltere'nin bu askeri geri çekmesi gerekiyordu. Fakat pek istekli görünmedi. Çünkü, Sovyetlerin İran, Türkiye ve Yunanistan üzerindeki baskıları, hangi bölgeyi hedeflediklerini gösteriyordu. Bölgenin güvenliği bakımından İngiltere'nin Mısır'da kalması gerekiyordu.

Fakat savaştan sonra Mısır'da hava çok değişmiş bulunuyordu. Bir defa, savaş sırasında İngiltere'nin Mısır'a asker yığması, adeta bir işgal manzarası yaratmış ve bu da halkın tepkisi ile karşılaşmıştı. Halk Mısır'ın tam bağımsızlığı için İngiliz askerinin çekilmesini istiyordu.
Şimdi gizli Mısır Komünist Partisi de gayet aktif idi. Bir çok yayın organlarına, hükümet bürolarına, muhalefetteki Wafd Partisi de dahil (1945 Ocak ayında Saadist Parti iktidara gelmiştir), siyasi partilere ve Kahire ve İskenderiye'nin tekstil fabrikalarında işçilere sızmaya muvaffak olmuştu. Üye sayısı 5 bin kadardı, lakin yaptığı propagandalarla tesiri üye sayısından çok daha genişti.

Buna karşılık, 1929 da Şeyh Hasan el-Banna tarafından kurulan Müslüman Kardeşler (El-İhvan El-Muslimin) teşkilatı ise, koyu teokratik ve Batı aleyhtarı bir kuruluş olarak, o da İngiliz aleyhtarlığını körüklemekteydi. 500 bin kadar taraftarı bulunan bu kuruluş, Wafd Partisine karşı bir denge unsuru olarak Kral Faruk'dan destek görmekteydi. Bu kuruluşa, aşırı milliyetçi bir teşkilat olarak Mısr-el-Fatah'ı (Genç Mısır) da eklemek gerekir.

Bu sırada muhalefette olan Wafd Partisi ise İngiltere aleyhtarlığının öncülüğünü yapmaktaydı.

1945 yılı sonunda Mısır'ın yaptığı müracaat üzerine, Mısır ile İngiltere arasında müzakereler başladı ve iki taraf arasında 1946 Ekiminde bir anlaşma meydana geldi. Buna göre, 1949 Eylülüne kadar Mısır'dan kademeli olarak çekilmeyi kabul etti. Fakat bu sefer Sudan meselesi ortaya çıktı. İngiltere 1882 de Mısır'ı işgal ettikten sonra daha aşağılara da inerek Sudan'ı da ele geçirmek suretiyle Nil'in bütünlüğünü sağlamıştı. Bundan sonra Mısır hükümeti ile 19 Ocak 1899 da yaptığı bir condominium anlaşması ile, Sudan'ı beraber idare ediyorlardı. İngiltere şimdi Mısır'dan çekilirken, Sudan'ın statüsünü de kesin olarak tayin etmek ve dolayısiyle ona da bağımsızlığını vermek istedi. Mısır buna karşı çıktı. Mısır Sudan'ı kendisine katmak ve Nil'in bütünlüğünü kendi kontrolunda tutmak istiyordu.

Bu anlaşmazlık karşısında Sudanlılar da ikiye ayrıldılar. İki büyük partiden Umma (Milliyetçiler) Partisi Sudan'ın bağımsızlığını ve Mısır'dan kopmasını savunuyordu. Ashigga Partisi, Nil'in bütünlüğünün Sudan için de ehemmiyetli olduğuna inandığından, Mısır'la federal bir sistem kurmak istiyordu. Ona göre, Sudan Mısır'a bağlı olmalı, fakat muhtariyete sahip bulunmalıydı.

Sudan meselesi İngiltere ile Mısır arasında o kadar çetin bir anlaşmazlık oldu ki, Mısır, daha önce varılan anlaşmayı da tanımadığını bildirerek, hem Süveyş ve hem de Sudan meselelerini B.M. Güvenlik Konseyine götürdü. Güvenlik Konseyi 1948'de meseleyi ele aldı ise de, oradan bir karar çıkması mümkün olmadı. Bunun arkasından 1948-1949 Arap-İsrail Savaşı patlak verdi.

Bu savaştan sonra İngiltere, Mısır'da değilse bile Süveyş'te kalmak hususundaki kararını daha da yoğunlaştırdı ve meseleyi başka bir açıdan, Orta Doğu Komutanlığı denen bir askeri ittifak çerçevesinde ele almaya karar verdi. Amerika, İnglitere, Fransa ve Türkiye tarafından 13 Ekim 1951 de Mısır hükümetine verilen bir notada bu ittifak sistemi şöyle açıklanmaktaydı:

Orta Doğu'nun savunması için, bu dört devlet ile Mısır, Orta Doğu Komutanlığı denen müşterek bir kuvvet teşkil edeceklerdi. Bu kuvvet, Süveyş Kanalı bölgesinde bulunacaktı. İngiltere, bu kuvvetin emrine vereceği kuvvetlerinin dışında, Mısır'da bulunan bütün kuvvetlerini geri çekecekti.

Görüldüğü gibi, İngiltere Süveyş'ten çıkmamak için böyle dolambaçlı bir yol seçmişti.
Türkiyenin buna katılmasına gelince: Türkiye bu sırada NATO'ya girme çabasındadır. Belçika, Hollanda, Danimarka gibi NATO'nun "küçük" üyeleri, Türkiyenin NATO'ya girmesinin Sovyetleri tahrik edeceğini ve bir savaş çıkarabileceğini ileri sürerek buna karşı çıktıkları gibi, İngiltere de, bir Müslüman devlet olarak Türkiyeyi kendi Orta Doğu politikasında kullanmak istediğinden, o da Türkiyenin NATO üyeliğini engellemeye çalışıyordu. Doğrusu aranırsa, bu sırada İngilterenin Süveyşte kalıp kalmaması Türkiyeyi hiç ilgilendirmiyordu. Fakat ne var ki, İngiltere, Türkiyenin NATO üyeliğine muhalefet etmekten vazgeçme şartı olarak, Türkiyenin bu Orta Doğu Komutanlığına da katılmasını istemiş ve Türkiye de ister istemez kabul zorunda kalmıştı.

Mısır Batılıların bu teklifini derhal reddettiği gibi, Mısır parlementosu, 15 Ekim 1951 de kabul ettiği kanunlarla, 1936 tarihli İngiltere-Mısır Süveyş anlaşmasını, 1899 tarihli Sudan "condominium" anlaşmasını feshettiği gibi, Mısır Kralı aynı zamanda Sudan Kralı olarak da ilan edildi. Bunun üzerine halk Süveyş Kanalına yürümeye kalkınca, İngiliz kuvvetleri ile halk arasında çarpışmalar başladı. Komünistlerin, Müslüman Kardeşlerin ve aşırı milliyetçilerin teşviki ile sivillerden meydana gelen bir "Milli Kurtuluş Ordusu" kuruldu. 1952 Ocak ayında İsmailiye'de İngiliz kuvvetleri ile çarpışmalar olurken, Kahire'de halk İngiliz mağazalarını yağma ediyordu. Mısır tam bir anarşi içine girmişti.

Durum bu safhada iken, Yarbay Abdünnasır başkanlığındaki Hür Subaylar Komitesi, 23 Temmuz 1952 günü yaptıkları bir darbe ile Krallığa son verip idareyi ellerine aldılar ve 26 Temmuzda da, İskenderiyede bulunan Kral Faruk'u tahtından feragate zorlayıp ülkeden çıkardılar.
Askeri idarenin içerde otoritesini sağlamlaştırabilmesi ve ihtilalin öngördüğü düzenin kurulabilmesi için, tabiatiyle dış münasebetlerde barış ve istikrara ihtiyacı vardı. Bu sebeple Süveyş ve Sudan meselelerini daha yumuşak bir şekilde ele aldı. 12 Şubat 1953 de İngiltere ile Mısır arasında yapılan bir anlaşma ile, Sudan'a üç yıl içinde bağımsızlık verilmesi kararlaştırıldı.

Süveyş konusundaki anlaşma da, 19 Ekim 1954 de imza edildi. Buna göre, 1936 antlaşması sona eriyordu ve İngiliz kuvvetleri 20 ay içinde Mısır topraklarından "tamamen" çekileceklerdi. Yalnız, antlaşmanın 4'üncü maddesine göre, Arap Ligi Devletleri ortak savunma antlaşmasına dahil devletlerden birine veya Türkiyeye silahlı bir saldırı halinde, Mısır İngiltereye her türlü kolaylığı gösterecekti.

Dokuz yıldır süregelen bir anlaşmazlık bu suretle çözümlenmekle beraber, bu antlaşmanın ömrü uzun olmadı. Bağdat Paktı ile beraber başlayan gelişmeler Süveyş konusunda yeni bir patlamaya sebep oldu.

Nasır 1954 sonbaharında, yaptığı bu Süveyş antlaşması ile Batıyla münasebetlerini bir düzene sokarken, bir yandan Arap dünyası içinde bir takım faaliyetlere girişmişti. Bu faaliyetlerle, bir yandan Arap ülkeleri arasında bir kollektif güvenlik paktının, yani bir askeri ittifakın kurulması söz konusu olurken, bir yandan da "İslam Kongresi" adı altında bir birlik kurulması için çalışılmaktaydı. Görünen odur ki, Nasır'ın gerçekleştirmek istediği şey, Doğu ve Batı blokları arasında bir "Üçüncü Blok" idi. Şüphesiz bu Blok'un başında Mısır ve Nasır bulunacaktı.

İşte tam bu sıradadır ki, Bağdat Paktı ortaya çıkıyordu. Mısırın gerçekleştirmeye niyetlendiği şeylerle, Bağdat Paktının amaçları arasında büyük farklılıklar olduğu inkar edilemez. Bu sebeple, Mısır başta olmak üzere Arap dünyasından Bağdat Paktına karşı büyük tepkiler geldi. Bu durum, kendisine karşı kurulmuş bulunan Bağdat Paktını yıpratmak hususunda Sovyetler için bulunmaz bir fırsatı, Sovyetler bir yandan Bağdat Paktı'na karşı hücumlarını arttırırken, bir yandan Arap ülkelerine yanaşmağa çalıştılar. Bu ise, Başkan Nasır'a, Batı'ya karşı Sovyet kozunu oynama imkanını verdi.Fakat Nasır hemen bu yola gitmedi.

1955 başlarında İsrail ile Mısır arasında Gazze bölgesinde çatışmalar başlayınca, Mısır Amerika ve İngiltereden silah satın almak istedi. Bunun üzerine Sovyetler 1955 Mayısında Mısır'a silah satmayı teklif ettiler. Nasır bu teklifi prensip olarak kabul etmekle beraber önce İngiltere ve Amerika ile müzakerelere girmek istedi. Müzakereler uzadığı gibi, her ikisi de Mayıs 1950 deklarasyonuna bağlı oldukları için isteksiz davrandılar. Kaldı ki, Mısırın Bağdat Paktına muhalefeti de bu isteksizlikte büyük rol oynamaktaydı. Nihayet, Amerika satmaya razı oldu ise de, bunu kredi ile değil, peşin para ile yapmak istedi. Mısır ise bu silahların bedelini peşin para ile değil, mal olarak ödemek istiyordu.

Bunun üzerine, Nasır 27 Eylül 1955 günü yaptığı bir konuşmada, Batılıların Mısıra silah satmayı reddetmesi üzerine, Mısırın da bir kaç gün önce Çekoslovakya ile bir anlaşma yaparak bu ülkeden silah satın almaya karar verdiğini açıkladı. Mısır bu silahların bedelini pamuk ve pirinçle ödeyecekti. Nasır bu açıklaması ile bir bomba patlatmıştı. Amerikanın ünlü sağcı dergilerinden U.S. News and World Report, Sovyetlerin Orta Doğuya girmeye başladığını ifade eden şu sözleri söylüyordu: "Moskova bugün kapının eşiğinden ayağını atmıştır ve onu geri çevirmek kolay olmayacaktır".

Batılılar bu yeni gelişmeden çok endişe etmekle beraber, tutumları farklı oldu. En büyük tepki İngiltereden geldi ve İngiltere Nasır'a karşı bir takım tedbirler alınmasını istiyordu. Amerika ve Fransa ise, Mısırı tamamen Sovyetlerin kucağına atmamak için, Nasır'ın tahrik edilmemesini istiyorlardı. Fakat tam bu sırada ortaya çıkan Asvan Barajı meselesi her şeyi değiştirdi.
Nasır 1953'denberi, Nil nehri üzerinde yapılacak olan Avsan Barajı projesine çok ehemmiyet veriyordu. Çünkü bu barajın suları 60.000 Km'yi kaplayacak, Mısırın tarıma elverişli topraklarını üçte bir nisbetinde ve elektrik enerjisini % 50 nisbetinde arttıracaktı. Baraj yaklaşık 1 Milyar Dolara malolacaktı ve bunun üçte biri için de dış finansmana ihtiyaç vardı. İşte bu dış finansman meselesi, 1956 sonbaharında Orta Doğuda büyük bir buhranın patlamasına sebep olacaktır.

Mısır, Çekoslovakya ile silah anlaşmasını yapar yapmaz, 1955 Eylülünde Dünya Bankasına başvurarak 240 milyon dolar kredi istedi. Dünya Bankası bu kredi için gerekli incelemeyi yaparken, Sovyetler de Mısıra Asvan Barajı için 200 milyon Dolar vermeyi teklif ettiler. Bu kredi 30 yılda pamuk ve pirinçle ödenecek ve faizi de yıllık % 2 olacaktı.

Nasır bu teklifi hemen kabul etmedi ve Dünya Bankasının cevabını beklemeyi tercih etti. Dünya Bankası da 1956 Şubatında Mısırın istediği krediyi vermeyi prensip olarak kabul etti. Amerikan hükümeti 1956 Haziranında, Nasır'ın istediği kredinin kendisine verileceğini resmen teyid etti. Fakat bu sırada garip bir gelişme oldu ve Amerikan Senatosu, kendi izni olmadan Asvan Barajı için kredi açılmaması kararını aldı. Bu karar Amerikan hükümetini zor durumda bıraktı. Senato'nun böyle bir karar almasının sebebi, 1956 Mayısında Mısırın Çin Halk Cumhuriyetini tanıması ve diplomatik münasebetler kurması idi. Bu sırada Amerikan dış politikasının en hassas konularından biri de Çin Halk Cumhuriyeti idi ve Amerika Pekin'i tanıyan ülkelere hiç de iyi gözle bakmıyordu. Ayrıca, yine bu sırada Ürdün'de Nasırın kışkırtması ile karışıklıklar çıkmıştı ve Nasır Kral Hüseyin'i devirmek istiyordu.

Senato'nun kararına Mısırın tepkisi gayet sert oldu. Nasır, 24 Temmuz'daki konuşmasında ülkesinin ne kuvvet ve ne de Dolar önünde eğilmiyeceğini bildirdikten sonra, 26 Temmuzda, ihtilalin dördüncü yıldönümü dolayısiyle İskenderiye'de yaptığı uzun bir konuşmada Süveyş Kanalını işleten İngiliz-Fransız şirketini millileştirdiğini ilan etti. Şirketin Kanaldan yılda 100 milyon Dolarlık geliri vardı. Nasır, ayrıca, 1888 İstanbul anlaşması gereğince Kanaldan geçiş serbestisinin aynen devam edeceğini bildirdi ise de, buna kimse inanmak istemedi. Zira, Mısır, 1948-1949 Arap-İsrail savaşından beri İsraile silah ve petrol götüren gemileri Kanaldan geçirmiyordu. Yarın aynı şeyi Batılılara da yapabilirdi.

Bu sebeplerle, bu hadise İngiltere ve Fransa tarafından büyük tepki ile karşılandı. Kanal Şirketinin kendilerine ait olması bir yana, Kanaldan en fazla bu iki devletin gemileri geçiyordu. İngiltere ve Fransayı, Bağdat Paktı üyesi Irak da destekledi. Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa, İngiltere Başbakanı Eden'a, "Bu sefer darbeyi indirmek gerek. Hem de kuvvetli bir darbe" diyordu.

Sovyetler Mısırın yanında yer aldılar. Fakat bir yandan Amerikanın Sovyetlere yaptığı uyarı, öte yandan da bu sırada Sovyetlerin Polonya ve arkasından Macaristan hadiseleri ile uğraşması sebebiyle, Sovyetler başlangıçta işin içine fazla giremediler.

Süveyş Kanalını Mısırın kontrolundan çıkarmak için yaz aylarında Batılılar arasında bir çok temaslar ve toplantılar yapıldı. Eylül ayında mesele Güvenlik Konseyinin önüne de götürüldü. Fakat bunlardan hiç bir netice çıkmadı. Nasır, Batılıların teklif ettiği, Süveyş Kanalının milletlerarası kontrol altına konulması fikrini kabul etmemekte diretti. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, Nasır'ın Orta Doğuda yarattığı bu tehlikeli durumu sona erdirmeye karar verdiler ve İsrail ile birlikte Mısıra karşı bir komplo hazırladılar. Bu komplo gereğince İsrail, 29 Ekim 1956 günü birdenbire Mısıra karşı saldırıya geçti. Saldırı bir yanda Sina yarımadasında Gazze bölgesinde ve öte yanda da, Akaba Körfezinin sonunda ve Sina yarımadasının güney ucundaki Şarm-el-Şeyh istikametinde idi.

Hazırlanan plan gereğince, İngiltere ve Fransa, 30 Ekimde İsraile ve Mısıra verdikleri 12 saatlik birer ültimatomla, her iki devletin de Süveyş Kanalının iki kıyısından 16 Km. geri çekilmelerini istediler.

Bu arada İsrailin Sina'daki askeri harekatı gayet başarılı geçti. Mısır Ordusu, İsrail kuvvetleri tarafından kıskaç içine alınacağını anlayınca geri çekilmek zorunda kaldı. Geri çekilirken de, 1000 ölü, 4000 esir verdiler. Ayrıca 100 kadar tank, 300 adet top, 1500 kadar otomatik silah ve bir o kadar da kamyon geride bırakmışlardı. Sina'nın kontrolu İsrail'in eline geçmişti.

İngiltere ve Fransa, aynı zamanda Mısır havaalanlarını da bombardıman ederek Akdenizden Süveyş Kanalı bölgesine asker çıkarmaya başladılar. Kanalı ele geçirmek ve Nasır'ı da iktidardan düşürmek istiyorlardı. İngiltere ve Fransanın Kanal bölgesine asker çıkarmaları üzerine, Mısırlılar da Kanaldaki bütün gemileri batırarak Kanalı tıkadılar.

İngiltere ve Fransa Mısıra karşı saldırıya geçerken, Polonyadaki ayaklanma ile Macar ihtilaline güvenmişlerdi. Bu sebepten Sovyetlerin kımıldayamıyacağını düşünüyorlardı. Fakat bu hesap yanlış çıktı. 5 Kasım sabahından itibaren Sovyetler Macar ihtilalini bastırmaya başlamışlar ve dolayısiyle, Macaristandaki durumları düzelmeye başlamıştı. Bu sebeple 5 Kasım 1956 günü Sovyet Başbakanı Bulganin, İsrail, Fransa ve İngiltere Başbakanlarına gayet tehditkar mesajlar gönderdi. Bu mesajlarda Süveyş savaşının derhal durdurulması isteniyordu. Bulganin, Fransa Başbakanı Guy Mollet'ye gönderdiği mesajında, "Sovyet hükümeti saldırganları ezmek ve Doğu'da barışı tekrar kurmak için kuvvet kullanmaya tamamen kararlıdır" diyordu. İngiltere Başbakanına gönderilen mesaj ise daha ağırdı ve şöyle diyordu: "Tahrip için modern silahların her çeşidine sahip daha güçlü devletler kendisine saldırdığında, acaba Büyük Britanya nasıl bir durumda kalırdı? Bu devletler İngiltere kıyılarına sadece uçak gemileri göndermekle kalmazlar, başka silahlar da, mesela füzeler de kullanabilirler".

Bulganin aynı gün Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower'a da bir mesaj göndererek, Amerika ve Sovyet Rusyanın Mısıra ortak bir kuvvet göndererek savaşı durdurmalarını istiyor ve bu savaş durdurulmadığı takdirde bunun Üçüncü Dünya Savaşına gidebileceğini söylüyordu. Amerika ortak kuvvet teklifine şiddetle karşı geldi ve Sovyetler Mısıra asker gönderdiği takdirde Amerikanın gereken tedbirleri alacağını bildirdi.

Ne Amerikan hükümeti ve ne de Amerikan kamuoyu İngiltere ve Fransanın giriştiği bu saldırıyı tasvib etmemişti. Zaten bunlar saldırı planlarını hazırlarken, Amerikaya bir şey hissettirmemeye bilhassa dikkat etmişlerdi. Bu sebepten Amerikanın tepkisi sert oldu. Fransa ve İsraile sert bir ihtarda bulunarak Mısır topraklarından çekilmelerini istedi. İki taraftan gelen bu ağır baskılar karşısında bu devletler daha ileriye gidemediler ve Mısırdan çekilmek zorunda kaldılar. Süveyş Kanalı da temizlenerek 1957 Martında dünya deniz trafiğine yeniden açıldı.

1956 Süveyş buhranının en mühim neticesi, şüphesiz, Sovyet Rusyanın Mısırı bir kere daha kurtarmış olmasıydı. Birincisi silah satışı ile olmuştu. Dolayısiyle, Sovyetlerin Arap dünyasındaki prestiji de arttı. Başka bir deyişle, İngiltere ve Fransa kaş yapayım derken göz çıkarmışlardı. Nasır'ın ve Sovyet Rusyanın Orta Doğudaki prestijini ve tesirini yok etmek isterlerken, büsbütün arttırmışlardı.

Prof. Fahir Armaoğlu--- Mekanı cennet olsun.​
 
Üst