• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Zindanda Hicran

DeStina

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
9 Haz 2015
Konular
11,091
Mesajlar
13,910
MFC Puanı
27,850
<h2 class="title icon"> Zindanda Hicran

Afyon Ceza Evi… Altmış kişilik koğuşta tek başına bir ebediyet sırrı… Duvarlar sulusepken karı çektiğinden sırılsıklam. Demir parmaklı pencerenin camı, parmak kalınlığında buz… Altında ince bir yatak, üstünde tek battaniye… Rüyaları bile üşütecek kadar soğuk, acımasız bir dünya bu. Bu dünyada ağaç yok, çiçek yok, güneş yok; kısacası hayat yoktur. Sadece yasakların soğuktan beter baskısı var.

En başta Bediüzzaman’la görüşmek, konuşmak, avludan selamlaşmak yasak!
Ona mektupla ulaşmaya çalışmak yasak!
Battaniye vermeyi, koğuşuna soba-mangal kurmayı teklif etmek bile yasak!
Arada bir bahçeye çıkarılan mahkumlar pencereye bakıp iç çekiyor, bazıları temenna çakıyor diye, koğuşunun tek penceresi de tahtalarla kapatılıyor… O ise bütün bunlara ilgisiz. Bulduğu her şeye “tevhit akidesi”ni yazıyor.
“Gözümüzle görüyoruz ki, zemin yüzünü bir tarla yapıp içinde her bir baharda yüz bin nevi nebatatın tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor. Ve mahsulatlarını ayrı ayrı hiç karıştırmayarak, şaşırmayarak kemâl-i intizamla kaldırıp iki yüz bin nevi hayvanatına ondan erzak ve tayinatı –rahmet ve hikmet eliyle- ihtiyaçlarına göre tevzî eden hadsiz kudret ve ilim sahibi bir mutasarrıf perde arkasında var ki bu geniş ve zengin mülkünde, hususan zemin tarlasında bu tasarrufatı yapıyor. Bu Mutasarrıf-ı Hakîm’i ve Malik-i Rahim’i tanımayan, bu zemini, ahmak sofestailer gibi mahsulâtıyla inkâr etmeye mecbur olur.”
Öyle bir cihat ki, insana, kalemi biter de yalnızlığı hâlâ sürerse, kanıyla yazmayı deneyeceğini düşündürüyor: Kanını mürekkep, derisini kâğıt yerine kullanacağını…
“Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor, bir Said değil, bin Said feda olsun… Yirmi sekiz senedir çektiğim eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin hepsine hakkımı helâl ettim.”
Her nasılsa o yalnızlıktan alınıp tıraşa götürüldüğü gün, genç talebelerinden öğretmen Mustafa Sungur, adımlarını sürüye sürüye sokuluyor yanına. Üstadının aynadaki süzgün çehresine bakıp salıyor gözyaşlarını. Önüne diz çökememek, el öpememek ve dilediği gibi hıçkıra hıçkıra ağlayamamak, en büyük işkence. Yüreği bin parçaya bölünüyor…
“Ağlama keçeli,” diyor Üstad, “ben iyiyim. Sadece kağıt lâzım.”
Derin bir soluk aldıktan sonra vasiyetini yapıyor:
“Belki hayatta kalmayacağım. Bütün mevcudiyetim, vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğruna feda olsun. Ölürsem dostlarım intikamımı almasınlar…”
Sungur bu görüşmenin bedelini en ağır şekilde ödeyecek, falakaya yatırılıp ayakları yüreği gibi paramparça olana kadar dövülecektir.
Makale Yazarı:
Yazarların gözüyle Bediüzzaman'ı tanımak


</h2>
 
Üst