• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Ahde Vefa

LaiLa

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
20 May 2015
Konular
1,822
Mesajlar
5,290
MFC Puanı
6,400
Hz. Ömer (R.A.)’ın hilafeti döneminde, Hz. Ömer Ashabı Kiram ile beraber bir meclisle oturuyorlarken, karşıdan üç kişinin gelmekte olduğunu gördüler. Bu gelen kimseler bir delikanlıyı yakalayıp ellerinden sıkıca tutmuşlar ve belli ki Halifenin huzuruna çıkarmak üzere getiriyordu. Bütün sahabenin dikkatli bakışları arasında bu üç kişi yakaladıkları gençle beraber gelip Hz. Ömer’in huzurunda durdular. Hz. Ömer Radıyallahü Anh sordu:

– Söyleyin bakalım derdiniz nedir?! Bu delikanlının ne suçu var da, böyle sıkıca tutup buraya getirdiniz?!

Bu üç delikanlıdan biri söz alıp meseleyi anlatmaya başladı:

– Ya Emirel Müminin! Bu genç bizim babamızı öldürdü. Biz de adaletin tatbik edilmesi için huzurunuza geldik. Babamızın bir suçu olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü babamız etrafta sevilip sayılan, hatırı olan bir kimseydi. Şimdi bunun için ne yapmak lazım geliyorsa onun yapılmasını sizden istiyoruz.

Peygamber Efendimizin ikinci halifesi, adalet güneşi Hazreti Ömer o gence:

– Bunların dediklerini duydun. Söylenenler doğru mu? Eğer doğruysa senin söyleyeceklerin nelerdir?! dedi

O genç bu söylenenlere itiraz etmedi. Bunların doğru söylediklerini ancak kendisinin de bazı söyleyecekleri olduğunu belirterek, izin aldıktan sonra konuşmaya başladı:

– Ya Emirel Müminin! Ben bir köylüyüm, Peygamberimiz (SAV)’ın ‘Benim kabrimi ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibidir.’ buyurduğu üzere, buraya Efendimiz (SAV)’ın kabri şerifini ziyaret etmeye geldim.

Medine civarına geldiğimde abdest tazelemem icabetti. Bineğimden indim ve müsait bulduğum bir hurmalık yakınında, abdest tazelemek için meşgul olurken, baktım ki atım hurma dallarına uzanmış; yemeye çalışırken ağacın dallarını kırıyor ve zarara sebebiyet veriyor. Buna mani olmak için derhal atımın olduğu tarafa koştum.

İşte o anda karşıdan yaşlı bir adam bana karşı bağırarak geldi, iyice yaklaştıktan sonra hiçbir şey demeden ve sormadan, bir şey söylememe fırsat bulamadan, elindeki büyükçe taşı atıma hızla vurdu ve takdiri ilâhî at düşüp öldü. Atımı çok severdim, ondan başka da bineğim yoktu ve o yaşlı adam atımı bir hiç uğruna öldürmüştü. Dayanamadım, ben de onun ata vurduğu taşı alıp kendisine fırlattım. Fakat bir de baktım ki, takdiri ilâhî adamcağızın eceli gelmiş olacak ki o da öldü. Tabii ki bu duruma çok üzüldüm. Azıcık bir öfke sebebiyle bir adamın ölümüne sebep olmuştum.

Hemen bu yaşlı adamın kim olduğunu araştırdım, ailesini buldum çocuklarına durumu uygun bir dille anlattım. İşte durum bundan ibarettir.

Ey Halife-i Müminin! Ben şayet o anda kaçmak isteseydim, kolayca kaçardım; ama ben Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım, ilâhi adalet ne ise tatbik edilsin ve hak yerini bulsun.

Delikanlının anlattıkları ve bu tavrı, sahabet kiramı da etkilemişti; ama hüküm ne ise tatbik edilecekti. Babaları ölen gençler diyet almaya razı olmuyorlar ve kısas yapılmasını istiyorlardı; karar verildi. Kısas yapılacak ve o genç idam edilecekti. Genç bu hüküm karşısında hiç itiraz etmedi. Telaşlanmadı ve paniklemedi, gayet soğukkanlı bir şekilde hükme rıza gösterdi. Yalnız bir ricası vardı. Buraya ziyaret maksadıyla geldiği ve böyle bir şeyin de başına geleceğini bilemediği için mutlaka halletmesi gereken bir işi vardı ve dedi ki:

– Bu hükme hiçbir itirazım yok; olamaz da… Şeriatın kestiği parmak acımaz. Ben bu hükme razıyım. Fakat sizden bir ricam olacak, ister kabul eder, ister etmezsiniz, bu sizin bileceğiniz bir şey. Ricam şu ki: Benim bakımıyla ilgilendiğim bir yetim var. Onun bana teslim edilmiş olan altınlarını bahçemde bir yere gömdüm. Bu altınlar o yetimin geleceği… Onların yerini de benden başka kimse bilmiyor. Eğer bana üç gün müsaade ederseniz, gider onların yerini o yetime bildiririm. Böylece hem o yetim yavrunun gelecek açısından maddi problemi hallolmuş ve mahrum olmamış olur, hem de ben mahşer gününde mes’ul olmaktan kurtulmuş olurum.

Hz. Ömer bunun üzerine dedi ki:

– Şu anda sana nasıl müsaade edebiliriz ki? Zira sen bir suçlusun, cezan infaz edilecek.. Hem ya kaçarsan?

– Efendim kaçmayacağıma dair Allah adına hepinizin huzurunda yemin ederim. Zaten kaçmak isteseydim daha evvel rahat bir şekilde kaçabileceğimi söylemiştim.

– Seni serbest bırakmamıza imkân yok. Ancak yerine bir kefil bulabilirsen serbest kalabilirsin.

Genç o civarın yabancısıydı. Rasulullah’ın kabri şerifini ziyarete gelmişti. Bu civarda kimseyi tanımıyordu ki kefil bıraksın. Genç son çare olarak oradaki sahabei kiramı süzdü, göz gezdirdi. Acaba kendisine kefil olan çıkar mıydı? Tekrar gözden geçirdi, kalbinin sesine kulak verdi ve orada hazır bulunanlardan Ebu Zerri’lGıfarî Radıyallahü Anh’ı göstererek:

– Bu zat bana kefil olur; dedi.

Bu sefer Hz. Ömer:

– Ya Eba Zerr! Ne diyorsun kefilliği kabul ediyor musun? diye sordu.

Ebu Zerr cevap verdi:

– Bu delikanlının üç güne kadar dönüp teslim olacağına inanıyor ve kefil oluyorum!

Böylece genci serbest bıraktılar. O da üç gün içinde gidip geri gelmek üzere müsaade isteyerek ayrıldı.

Böylece aradan iki gün geçti ve üçüncü gün oldu, ama ortalarda ne gelen vardı ne de giden… Bu sefer ölen adamın çocukları Ebu Zerri Gıfarî hazretlerine “Ya Eba Zerr! Kefil olduğun adam hala ortalarda görünmüyor. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye niçin kefil oldun? Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi?” diyerek sitem ediyorlardı. Ebu Zerr ise, “Durun bakalım daha üç gün dolmadı. Eğer üç gün dolar, genç de geri gelmezse şeriatın emri ne ise bana tatbik ediniz. Ben kefil oldum ve sözümdeyim” diyordu.

Eshab-ı kiramı bir üzüntü kaplamıştı; zira o genç gerçekten de gelmeyecek olursa, kefil olduğu için kısas Ebu Zerr’e yapılacaktı. Hz. Ömer:

– Ya Eba Zerr! Kefil olan o genç eğer vermiş olduğumuz sürede gelmezse, zamanı gelince emri ilahiyi tatbik eder ve kısas hükmünü geciktirmeden uygularım!

Hükmü tatbik konusunda son derece hassas olan, suçlu oğlu dahi olsa, asla adam kayırmayan Hz. Ömer böyle diyordu. Vakit de bir hayli ilerlemiş gün batmaya az kalmıştı. Bu arada ashabı kiram babası öldürülen gençlere diyet teklifinde bulundular. Çünkü o koskoca Ebu Zer-r’in idam edilmesini asla istemiyorlardı. Fakat onlar da “adamı hazır getirmişken, hüküm infaz edilecekken niçin kefil oldu diye Ebu Zerr’e kızıyorlar ve babamızın katilinin kanının kesinlikle yerde kalmaması lazrm’ diye diretiyorlardı. Bu olayı duymayan kalmamıştı. Medine çalkalanıyordu. Herkes üzüntü içindeydi. Acaba ne yapmak gerekiyordu Ebu Zerr’in infaz edilmemesi için?.. Kimi bu gençlere kızıyor “ölen ölmüş geri mi gelecek, diyeti kabul etseler ya” derken kimi de gelmeyen genç hakkında “kendisi için canını ortaya koyup işini görmesini sağlayan böylesine vefalı bir insana bunu nasıl reva görüyor”diyorlardı. Vakitler ilerliyordu neredeyse gün batacaktı. Heyecan had safhaya varmış herkes neticenin ne olacağını merak etmeye başlamıştı.

İşte bu esnada Medine’nin girişinden bir adam olanca kuvvetiyle koşarak gelmeye çalışıyordu. Her tarafı perişan, kan ter içinde gelen bu adam, o gençten başkası değildi. Birçokları adeta sevinç çığlığı attılar. Ölmeye koşan bir adam için belki de ilk defa böylesine seviniliyordu. O genç hemen Halifei Müminin Hz. Ömer’in huzuruna çıktı ve teslim oldu:

– Kusura bakmayın. Çok daha erken gelemediğim için belki sizi endişelendirmiş olabilirim; fakat malumunuz ki bir atım vardı, o da öldürüldü, başka da bineğim olmadığı için yayan gelmek zorunda kaldım. Gördüğünüz gibi havalar da son derece sıcak, yolum ise bir hayli uzak. Yetişemeyeceğim diye öylesine korktum ki, o zaman bir kişinin daha ölümüne sebep olacaktım, böyle olsaydı bu mes’uliyeti kaldıramazdım herhalde… Rabbim’e hamd olsun ki verdiğim sözde durdum. Ya Emirel Müminin! Artık hükmü İnfaz edebilirsin! en hazırım.

Orada bulunanlar hayretler içerisinde böyle bir olaya şahit olmuşlardı. Bu gencin kendisinden tamamen ümit kesildiği bir sırada koşarcasına ölüme gelmesi onları tarifi imkânsız bir taaccüp ve hayranlık içerisinde bırakmıştı. Herkes takdirle şöyle diyordu:

– Mümin dediğin böyle olmalı, ucunda ölüm bile olsa sözünde durmalı.

Herkesin hayretler içinde kaldığım gören delikanlı onlara dönerek şöyle dedi:

– Mümin olan sözünde durur, ahdine vefa gösterir. Ölüm öyle bir şey ki vakti ne ileri alınır ne de geri… Ondan kaçmakla kim kurtulmuş ki ben kurtulayım? Vakit saat geldi mi, kimsenin elinden bir şey gelmez, vakit dolmadıysa da Allah’ın verdiği canı kim alabilir? Geldiğime hayret ediyorsunuz. Elbette gelecektim! Ben “Dünyada ahde vefa kalmadı” sözünü söyletir miyim?

Bu arada Ebu Zerr Radıyallahü Anh’ın tanımadığı bir adama canı pahasına kefil olması da son derece hayret verici bir olaydı. Ona da bu genci tanıyıp tanımadığım ve nasıl böyle bir kefilliği kabul ettiğini sorduklarında:

– Hayır bu genci tanımıyordum. Lakin bu olay Müminlerin Halifesi ve bir çok sahabinin huzurunda gerçekleşti. Çok samimi bulduğum ve çaresiz kalmış bir kimsenin işini görmek, üstelik bana güvendiği halde onu yüzüstü bırakmak doğru muydu? Hem, ben bu teklifi kabul etmeyip “Bu dünyada fazilet diye bir şey kalmamış” dedirtir miyim? Buyurdu.

Gerçekten de son derece duygusal bir ortam oluşmuştu. Bu olaylar ve sözler gözlerinin önünde cereyan eden ölen adamın çocukları da yumuşamışlar duygulanmışlar ve merhamete gelmişlerdi. Zaten bu genç, taşı babalarını öldürmek için atmış değildi. Fakat takdiri ilahi kazara babaları ölmüştü. Bunun üzerine onlar da davalarından vazgeçerek kısas istemediklerini söylediler. Onlara bunun diyeti teklif edildi. Diyet, Beytül Mal’dan verilecekti; ama onlar biz de; “dünyada insanlık kalmadı” dedirtmeyiz dediler ve Allah rızası için davalarından vazgeçtiklerini bir daha tekrarlayarak, diyet bile almayacaklarını söylediler.

Bu muhteşem tablo, herkesi son derece duygulandırmıştı. Herkes üzüntüden kurtulmuş hüzün, yerini tarifi imkânsız bir sevince bırakmıştı. Helallaştılar, kucaklaştılar.

Böylece arkalarında insanlığa bir ibret levhası bıraktılar.
 
Üst