• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Ahlak Bilgileri

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Gereksiz sual sormak
Sual: Çok sual soruyoruz. Her suali sormanın sakıncası var mıdır?​
CEVAP​
Sırf öğrenmek niyetiyle Allah rızası için faydalı olan her suali sormak caizdir. (Hazret-i İbrahim’in kestiği koçun etini kim yedi?), (Falanca âlimin anasının adı nedir?), (Hazret-i Yunus’u yutan balık, erkek miydi?) gibi sualler soruluyor. İnsanın, bilmesi gerekmeyen şeyleri sorması mekruhtur. Âlimler buyuruyor ki: Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Mesela Hazret-i Lokman peygamber midir? Cin, insanlara nasıl görünür gibi şeyler sormamalı, çünkü bunları öğrenmekle emrolunmadık. (Tahtavi)​
Bugün çok kimse, ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyor. Bilinmesi gerekmeyen sorulmamalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) [Deylemi]​
(Allah rızasından başka bir maksatla sual sorup ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]
(Âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve itibar kazanmak için ilim öğrenen Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]
(Çok sual sormayın! Sizden öncekiler, bu yüzden helak oldu.) [İ. Maverdi]
(Sizi çok sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani]
Kötü niyetle sual sormak​
Kötü maksatlılara ilim öğretmek yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(İlmi, ehli olmayana öğretmek onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]​
Suali de uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani)​
Kendisine farz-ı ayn olan faydalı sualleri sormak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(İlim hazinedir. Anahtarı sual sormaktır. Sual sorun ki, Allahü teâlâ sizlere merhamet etsin. Çünkü sual sormakla dört kişi mükafat alır: Soran, cevap veren, dinleyen ve bunları seven.) [Ebu Nuaym]​
Faydalı bir sual sorana cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, “Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun” buyurdu.) [Taberani]​
(İlmini başkasına bildirmeyen, hazineyi gömüp kimseye yardım etmeyene benzer.) [Taberani]
(İlmini gizleyene, denizdeki balıklardan, gökteki kuşlara kadar her şey lanet eder.) [Darimi]
(İlmini gizleyen kimseye, kıyamette ateşten gem vurulur.) [Taberani]
İlim sahibi biliyorsa söylemeli, bilmiyorsa bilmiyorum demelidir. Fetva vermenin mesuliyeti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Bilmiyorum demek ilimdendir.) [İbni Mace]​
(Âlimim diyen kimse cahildir.) [Taberani]
(Bilmeden fetva verene, yer ve gökteki melekler lanet eder.) [İbni Lal, İ. Asakir]
(Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud, Hakim]
(Ben bilirim) demek doğru değildir. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki:​
(Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]​
Âlimler buyuruyor ki:​
(Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı sevap, bildiği hususta konuşanın aldığı sevaptan az değildir. Zira cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir.) [Şabi]​
(Bir âlim, “Bilmiyorum” derse, şeytan kahrolur ve, “Âlimin susması, konuşmasından daha zararlı oluyor” der.) [İbrahim Edhem]
(Hakiki âlim, suale cevap verirken, kıyamette “Bu cevabı hangi kitapta buldun” diye sorulacağından korkan zattır.) [H.Nişapuri]
Suali, muteber eserlerden nakledenlere sormalı, kendi anladığını din kabul eden sapıklara sormamalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(İlim de, namaz da dindir. Bunun için ilmi kimden aldığınıza, namazı nasıl kıldığınıza iyi bakın. Kıyamette bunlardan sorguya çekileceksiniz.) [Deylemi]​
(Ahir zamanda, âlim azalır, cahillik artar. Âlim kalmayınca da, cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, hem kendilerini, hem de başkalarını saptırırlar.) [Buhari]
(Bir zaman gelecek, o zamanın fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin en kötüleridir.) [Taberani]
(Cehennem zebanileri, günahkâr hâfızlara, puta tapanlardan daha çok azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılan günahtan daha kötüdür.) [Taberani]
(Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecektir.) [Hakim]
Şu halde, lüzumsuz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi)
Sual sormanın sevabı​
Sual: Gazetelerdeki veya radyolardaki hocalara sual sormanın vebali var mıdır?​
CEVAP​
İşe yaramayan lüzumsuz suallerin vebali olur. Ama lüzumlu sual sormak çok sevaptır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:​
(İlim, hazinedir. Anahtarı sual sormaktır. Sual sorun ki, rahmete kavuşun. Sual sormakla dört kişi sevap alır:​
1- Sual soranlar.​
2- Cevap verenler.​
3- Dinleyenler. [Gazetelerde, maillerde bunları okuyanlar, Radyolarda ise dinleyenler.]​
4- Bunları sevenler. [Adam gazete alamıyordur, yahut bilgisayarı maili yoktur, okuyamıyordur. Radyoyu o saatte dinleyemiyordur. Ama gazete alsaydım veya benim de bilgisayarım olsaydı da bu sual cevapları okusaydım, yahut radyoda konuşulurken o saatte müsait olsaydım da dinleseydim diyenler diğerleri gibi sevaba kavuşur. Mesela Osman Ünlü hoca konuşuyor, dinleyemiyorsak, ama (Ne iyi nakle uygun suallere cevap veriliyor, Osman hocadan ve Osman hocaya o imkanı verenlerden Allah razı olsun) denirse, sevapta ortak olur.​
Sual sorarken​
Sual: Bazı kimselere verdiğiniz cevaplarda, (öyle sual olmaz) diyorsunuz. Nasıl sual sorarsak uygun olur? Birkaç örnek verir misiniz?​
CEVAP​
Sual sorarken, az çok o konuda bilgi sahibi olmak gerekir. Hiç bilmeden sual olmaz. Mesela (Gazoz ağacı hangi mevsimde budanır, budanan yerlere davul tozu mu ekilir?) diye bir sual sorulmaz. Peygamber efendimiz, (Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır) buyurmuştur. Güzel suali, ilim sahibi sorar.​
Şimdi birkaç yanlış sual ile doğrusunu bildirelim:​
(Kedi, köpek, ayı, çeşitli haşaratlar neden haramdır? Çinliler yiyor hiç hastalanmıyor) deniyor. Haram olması illa hastalanmayı gerektirmez. Besmelesiz kuzu eti de haramdır. Bir damla idrar, bir yudum şarap da haramdır. Ama içilirse vücuda bir zararı olmaz. Din haram etmişse, niye haram denmez.​
(Akşam namazı niye üç rekattır? Bazen iki bazen dört kılsak ne sakıncası olur) deniyor. Dört veya iki kılınırsa hiç kabul olmaz. Dinin emri değiştirilmiş olur. Herkes aklına göre dini değiştiremez, o zaman ortada din kalmaz, şahısların yaptıkları uyduruk bir şey olmuş olur. Niye üç rekattır, iki olsa ne çıkar denmez. Dinin emrinde hikmet, sebep aranmaz, niye böyle yapılıyor denmez. Allahü teâlâ öyle bildirmiş, öylesi uygundur.
(Niye zekatı kırkta bir veriyoruz da otuzda bir vermiyoruz) deniyor. Böyle sormak da yanlış. Zekat, şu mallardan yüzde kaç veriliyor diye sorulur.
Bir de yuvarlak soru soruluyor. Sual net anlaşılmalı. Mesela, (Bir kimse bir haram işlese cezası nedir) deniyor. Yüzlerce haram var. Bir de haramın birbirine göre şiddetlisi var. Mesela yabancı kadına bakmak haram, gidip öpmek haram, zina etmek de haram, ama aralarında çok fark var. Onun için hangi haram ise, şu haramı işlese cezası nedir diye sormak gerekir.
(Bir kimse bir küfür söz söylese nasıl tevbe eder) deniyor. Bir kere o söz küfür mü değil mi? Ona göre küfür olabilir yani o küfür zannedebilir. Onun için önce o sözü yazmalı; bu söz küfür mü demeli, sonra da, küfürse tevbesi nasıl olur diye sormalı.
Bir de yanlış olarak, (Ele kolonya, idrar sürülünce, bunların abdesti bozmadığını ispat eder misiniz) deniyor. Abdesti bozmayan binlerce, milyonlarca iş var. Bozanlar ise yedi tanedir. Bildirilen yedi maddenin dışındakiler abdesti bozmaz.
Yine, (Şu gıdada domuz yağı olmadığını ispat eder misiniz) deniyor. Bir şeyin yokluğu değil, varlığı ispat edilir. Eğer içinde domuz yağı olduğuna dair elimizde bir bilgi yoksa temiz kabul edilir.
Yine aynı bozuk mantıkla, (Falan şahıs hırsızdır, hırsız değilse ispat edin) deniyor. Bu da yanlış bir soru. Hırsız olmayan hırsız olduğunu ispat edemez. Ona kim hırsız demişse, nereden ne çaldığını onun ispat etmesi gerekir. Aksi taktirde, iftiraya uğrayan kimse, suçsuzluğunu ispat edemez.
Bunun gibi, (Sigaranın haram olmadığını ispat edin) denmez. Haram olduğu hangi muteber kitapta yazıyorsa, iddia edenin bunu ispat etmesi gerekir. Mubah diyene böyle bir şey söylenemez.
Bir de, tenkit ederken, (Siz yanlış söylüyorsunuz, herkes başka türlü söylüyor) deniyor. Bu da çok yanlış. (Siz şöyle diyorsunuz, halbuki falanca muteber kitabın falanca sayfasında böyle deniyor) denirse, ancak o zaman ilmi tenkit olur. Sadece, (Sizin bildirdiğiniz yanlış) demek yersizdir.
Sual: Maillerle ve telefonla çok sual soruyoruz. Bunun mahzuru oluyor mu?​
CEVAP​
Sitemizde, hemen her konuda, hatıra gelebilecek bütün dini suallerin cevapları vardır. 30 yıllık bir çalışmanın ürünüdür. Yeni arama özelliği sayesinde, aranılanı bulmak, daha da kolaylaşmıştır. İmkanı olan, oradan bakmalı, cevabını bulamazsa o zaman sormalıdır. Mesela ana baba hakkı ile ilgili bilgi almak istiyorum deniyor. Orada kaynakları ile birlikte cevaplar vardır. Önce sitemize bakmalı, bulunamazsa bize sormalı. Biz yerini bildiririz..​
Sual sorarken​
Sual: Maille dini sual sorarken, nelere dikkat etmek gerekir?​
CEVAP​
Birkaçını bildirelim:​
1- Sormadan önce, sitemizde o konuyla ilgili bilgileri okumalıdır.​
2- Sorarken cevapla ilgisi olmayan, lüzumsuz detaya girmemeli, çok kısa yazıp anlaşılmaz durumda da olmamalı. Ayrıca mesela (Küfre sebep olan bir şey yapılırsa) dememeli, ne yapıldığını söyleyerek yani örnekle sormalı.
3- Cevap için bilinmesi gerekenleri mutlaka söylemeli, bunu sormaya veya ikinci bir yazışmaya sebep olmamalı. Mümkünse soruyu bir arkadaşa okumalı, ne anladığını sormalı. Herkes kolayca anlayabilmeli. Özellikle, hayzla ilgili suallerde, önceki ayda kaç gün hayz olduğunu ve kaç gün temiz kalındığını, önceki aylarda 10 günden fazla kan gelmişse, 10 günden az olarak en son kaç gün kan geldiğini, Maliki mezhebinin taklit edilip edilmediğini, taklit ediliyorsa en çok gördüğü hayz miktarını bildirmek şarttır. Bir de, mesela ayın 5’inden 10’una kadar kan görülse dememeli, 5 gün kan görse diyerek, yani gün sayısını söyleyerek sormalı.
4- Seferilikle ilgili suallerde, vatan-ı asliyi, gidilen yerin kaç kilometre mesafede olduğunu bildirmeli. Önce siteden okuyarak, vatan-ı asli ve vatan-ı ikametin ne olduğunu öğrenmeli.
5- (Haram bir iş yapanın getirdiği hediyeyi almak, getirdiğini yemek caiz midir?) dememeli, haram işten kastın ne olduğu, o kişinin tek gelir kaynağının bu iş olup olmadığı da bildirilmeli.
6- (Elimize geçen haram parayı ne yapmalı?) dememeli. Haram paranın ne olduğu bildirilmeli. Belki de, haram zannedilen para, haram olmayabilir.
7- Cevabı, ekte veya link olarak gönderilen yazı, sonuna kadar okunmalı.
Cevap suale, yani anlatılana göre verilir. Sualde yanlışlık veya eksiklik varsa, cevap da yanlış olabilir. Bu bildirilen hususlara dikkat edilirse, hem doğru, hem de daha çabuk cevap almak mümkün olur. Ayrıca, lüzumlu olmayan, bilinmesi emredilmeyen ve dinle ilgisi olmayan, her hatıra gelen şeyi sormamalı. Merak etmek de mazeret olmaz. Herkes her şeyi merak edebilir. Sadece iman ve ibadet bilgileriyle ilgili lüzumlu hususları sormalı.
Sual sormak ve kul hakkı​
Sual: Kabirde ve ahirette bize sorulamayacak sualleri sorarak meşgul etmek, kul hakkına girer mi?​
CEVAP​
Müslümanın zamanı çok kıymetlidir. Lüzumsuz suallerle kendi vaktini harcaması ve cevap verenin vaktinden çalması caiz olmaz. Faydalı bile olsa, çok sual sormayı Peygamber efendimiz yasaklamıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:​
(Sizi çok sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani]​
Bir patron öğle uykusuna yatarken hizmetçisine, (Beni yarım saat sonra kaldır) der. Sonra rahatça uyur. Hizmetçi bakar ki, patron derin uykuda, rahatsız etmemeliyim diyerek bir saat sonra uyandırır. Patron saate bakar, bir saat uyumuş. Hizmetçisine (Benim yarım saatimi çalmaya senin ne hakkın var? İşimi aksattın, senin bana yaptığın iyilik değil kötülüktür) diyerek, diğerlerine ibret olması için onu işinden uzaklaştırır. [Bunun gibi evladını sabah namazına kaldırmayıp uyumasını isteyen iyilik değil, ona kötülük etmiş olur.]
Her hatıra geleni sormak uygun olmaz. Okuyuculardan ricamız, sadece kendilerine lazım olan dini hususlarda, lüzumlu sual sorsunlar, lüzumsuz ve çok sual sorup da işimizi aksatmasınlar. Fazla ve lüzumsuz sualler, işimizi aksattığı gibi, diğer okuyuculara tez cevap vermemize de engel oluyor.
Lüzumlu suallere cevap vermek zaten vazifemizdir. Bunlara severek cevap veriyoruz. Sual sormak değil, lüzumsuz çok sual sormak uygun değildir.
Çok sual sormamalı​
Sual: Çok sual sormanın dinimizce yasak edilmesi, lüzumsuz sualler için mi, yoksa lüzumlu sualler de buna dâhil midir?​
CEVAP​
Lüzumsuz sual zaten az olsa da caiz değildir. Lüzumlu olsa da, çok sual sormak caiz olmaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir:​
(Çok sual sormayın! Sizden öncekiler, bu yüzden helak oldu.) [İ. Maverdi]​
(Çok sual sormayı size yasaklıyorum.) [Taberani]

Lüzumsuz sual sormak​
Sual: Sitenizde, birçok lüzumsuz soruya cevap verilmiş. Biz de, bir lüzumsuz soru sorunca, (Kabirde, kıyamette böyle bir sual sormazlar. Lüzumsuz sual sormamalı) deniyor. O zaman kabirdeki lüzumsuz sualler neyin nesi diye sormak hakkımız değil mi?​
CEVAP​
Lüzumsuz sual sormak bir hak değildir. Sık sorulan bazı suallerin cevaplarını, lüzumsuz da olsa mecburen sitemize yazdık, fakat su-i misal emsal olmaz, yani kötü şey, yanlış şey örnek gösterilemez. Kötü şeyleri, yanlışları, herkes yapsa bile, o şey kötü olmaktan, yanlış olmaktan çıkmadığı gibi, herkes gereksiz sual sorsa, bizim de, öyle sual sormamız lüzumsuz olmaktan çıkmaz. Ömrümüz, lüzumsuz suallerle meşgul olacak kadar kıymetsiz değildir. Âhirette her sözümüz ve hareketimiz için sorguya çekileceğiz. Ömrünü boşa geçiren, lüzumsuz işlerle, malayani ile meşgul olanlar çok pişman olacaklardır. Malayani, boş işlerle meşgul olmak demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:​
(Kıyamet günü günahı en çok olan malayani konuşandır.) [Ebu Nasr]​
Sitemizde lüzumlu olan hemen her sualin cevabı bulunmaktadır. Eğer Folio Views programı kurulursa, internete de gerek kalmadan, site masa üstüne indirilir ve aranılan konu, internette aranılandan çok daha kolayca bulunur.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Gıybet etmek
Sual: Gıybet nedir?​
CEVAP​
Belli bir mümin veya zimmi kâfirin aybını, onu kötülemek için arkasından söylemek, gıybet olur. Gıybet, haramdır. Dinleyen, o kimseyi tanımıyorsa, gıybet olmaz.​
Gıybet olunan kimse, bedeninde, nesebinde, ahlakında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde, hayvanında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Duyunca üzüleceği bir sözü yüzüne karşı da söylemek günahtır.
Kapalı söylemek, işaret ile, hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de, hep söylemek gibi gıybettir.
Bir müslümanın günahı ve kusuru söylendiğinde, hâfızların, din adamlarının, (Elhamdülillah, biz böyle değiliz) demeleri, gıybetin en kötüsü olur. Birisinden bahsedilirken, (Elhamdülillah, Allah bizi hayasız yapmadı) gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur. (Falanca kimse çok iyidir, ibadette şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu) demek de gıybet olur.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:​
(Birbirinizi gıybet etmeyiniz.) [Hucurat 12]​
Gıybet, adam çekiştirmek demektir. Birisini gıybet etmenin, ölmüş insanın etini yemek gibi olduğu bildirildi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir" dedi.) [Ebu Davud]​
(Kıyamette bir kimse, sevap defterinde, yapmadığı ibadetleri görür. "Bunlar seni gıybet edenlerin sevaplarıdır" denir.) [Harâiti]
(Bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, o kimse için yardımcı ol. Ve cemaatı da ondan men etmeye çalış veya oradan kalk git.) [İ.Ebiddünya]
(Din kardeşinin yüzüne söylemekten hoşlanmayacağın şey gıybettir.) [İbni Asakir]
(Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allahü teâlâ o kimseyi dünya ve ahirette rezil eder.) [İbni Ebiddünya]
(Bir kimsenin malı az, çoluk çocuğu çok, namazı güzel olursa ve müslümanları gıybet etmezse, kıyamette onunla yan yana oluruz.) [Hatib]
(Falancanın boyu kısadır) diyen birisine, Peygamber efendimiz, (Bu sözün denize atılsa, denizi kokutur) buyurdu. (Tirmizi)
Gıybet, insanın sevaplarının azalmasına, başkasının günahlarının kendine verilmesine sebep olur. Bunları her zaman düşünmek, gıybet etmeye mani olur. (İslam Ahlakı)
Gıybetin zararı​
Sual: Gıybetten kurtulmak mümkün müdür?​
CEVAP​
Evet, gıybeti ve zararını bilen gıybetten kaçıp kurtulur. Mesela yılanı ve zararını bilen, yılanla oynar mı? Yılanı koynuna alıp yatar mı? Gıybetten kurtulmak için:​
1- Gıybetin zararını düşünmeli! Gıybet sebebiyle, sevaplarının gideceğini, hatta gıybet ettiği kimsenin günahlarını da yükleneceğini bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Kıyamette, sevap defteri açılan bir kimse, "Dünyada iken, şu ibadetleri yapmıştım, burada yazılı değil" der. "Onlar, silinip gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.) [İsfehani]​
2- Gıybet, dünyada da alında bir kara lekedir! Kendine dedikoducu dedirtmemelidir. Çünkü Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Gıybet edeni dinleyen de günahta ortaktır.) [Taberani]​
3- Bir kimse, başka birine kırgınsa, onu kötülemeye çalışır, gıybetini eder. Başkasına kızıp da kendini Cehenneme atmanın ahmaklık olduğunu bilen, gıybet etmez. Gıybet etmekle, ona zarar vermiş olmuyor, kendini felakete atıyor. Üstelik sevmediği kişinin günahlarını alıp, yerine kendi sevaplarını veriyor.
4- Bazen topluluktakileri memnun etmek, onları güldürmek için gıybet edilir. İnsanları memnun etmek için, Allahü teâlânın gazabına maruz kalmayı istemek ne kadar yanlıştır.
5- Gıybet eden, övülmeyi, herkesin kendisinden bahsetmesini ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Mesela, (Falanca çok geçimsizdir) der. Bu, (Ben geçim ehliyim) demektir. Cömert olduğunu bildirmek için, (Falanca çok cimridir) der. Eğer böyle gıybet edeni dinleyen, akıllı birisi ise, kendini bu şekilde övene hiç değer vermez, onun değersiz olduğunu anlar. Bunları dinleyen akıllı değil de, cahil, ahmak birisi ise, gıybet ettiği için ona değer verse, ne çıkar? Kazancı ne olur?
6- Başkalarını gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını göremez. Halbuki kendi kusurları ile meşgul olan başkalarının kusurlarını göremez. Başkalarının kusurları ile uğraşan birisinin, kendi kusurunu görmeyen zavallı bir ahmak olduğu anlaşılır.
7- Kıskanç olan, mal sahiplerini kötüler. (Malı çok ama yemesini bilmez, cimrinin biridir) der. Yahut mevki sahibi için, (Müdür oldu diye kendini bir şey zannediyor) der. Böyle söylemekle, gıybet edilenin ne malı azalır, ne de makamı elden gider. Buna rağmen kıskançlık ateşi, söyleyeni yakıp kavurur. Üstelik, gıybet günahına girdiği için sevaplarını sevmediği kimseye vermeye mahkum olur.
Sual: Dini bir meseleyi öğrenmek için, (Beyim şunu yapıyor, caiz midir?) diye soruyorum. Beyimi gıybet etmiş oluyor muyum?​
CEVAP​
Hayır. Fakat beyinden bahsetmeyip, (Bir erkek hanımına şöyle yapsa caiz olur mu?) diye sormak daha uygun olur.​
Sual: İstişare edene, (O erkeğin veya kızın şu kusuru vardır) demek, yahut, (O malı alma, şu kusuru var) demek gıybet olur mu?​
CEVAP​
Gıybet olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Facirin hâlini anlatmaktan çekinmeyin ki halk, onun zararından korunsun.) [Taberani]​
Sual: Meşhur lakabı ile bilinenden bahsederken, mesela (Kara Bülent) demek gıybet olur mu?​
CEVAP​
Bu lakabı ile çağırılınca üzülmüyorsa gıybet olmaz.​
Sual: Arkadaşımı, kötü arkadaşlardan korumak için, (Falan kumarbazdır, diğeri de sarhoştur) demek gıybet olur mu?​
CEVAP​
Gıybet olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Hayasızdan bahsetmek gıybet olmaz.) [İ.Adiy]​
Sual: Birisini kasdederek kaş göz hareketi yapmak günah mıdır?​
CEVAP​
Eğer o, o hareketten dolayı üzülürse gıybet olur, günah olur. Üzülmezse hoşlanırsa günah olmaz, caiz olur.​
Sual: Hükümetteki insanlar hakkında konuşmak gıybet olur mu?​
CEVAP​
Açıkça yanlış yapıyorlarsa söylemek caizdir.​
Sual: Savunanlara karşı, cahil şeyhlerin yanlışlıklarını söylemek, kötülemek gerekmez mi? Müslümana bunu bildirmek gıybet olur mu?​
CEVAP​
Onların liderleri yanlarında kötülenirse, onlar da ehl-i sünnet âlimlerine hücum eder. Buna sebep olmamak lazım. Kendi aranızda kötülükleri söylenir. Zararlarından korunmaya çalışılır. Kötülerin zararından korunmak için kötülüğünü söylemek gıybet olmaz.​
Gıybet zinadan kötüdür​
Sual: Gıybetin zinadan kötü olduğunu bildiren hadise uydurma diyorlar. Bu hadis din kitaplarında yok mudur?​
CEVAP​
O hadis-i şerifin meali şöyledir:​
(Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de, [bir daha yapmazsa], Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz.) [İbni Ebid-Dünya, Deylemi, Taberani, Beyheki, Tergib ve Terhib, İ. Şarani, İ. Gazali]​
İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan hadis-i şeriflere itiraz edilmez, dil uzatılamaz. Ancak acaba açıklaması nasıldır, âlimlerimiz ne bildirmişlerdir diye sorulabilir.
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:​
(Fitne, katillikten daha kötüdür.) [Bekara 191]​
Âyet-i kerimede fitnenin adam öldürmekten daha büyük günah olduğu bildiriliyor. Fitne nasıl olur da katillikten daha kötü denmediği gibi, gıybet nasıl olur da zinadan daha kötüdür denmez. Adam öldürmek bir suç ise, fitne bir çok suçlara sebep olabilir. Fitnenin, birçok anlamı vardır. Daha çok küfür, bozgunculuk, bölücülük, bela, imtihan gibi anlamlara gelir. Fitne, bir çok müslüman kanı dökülmesine veya bir müslüman ülkenin küffârın eline geçmesine sebep olabilir.
Bir kimse, nefsine, şeytana ve kötü arkadaşa uyup zina etmişse, sonra pişman olup bir daha yapmamışsa, Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Ama gıybet, söz taşımak, bir çok fitnelere sebep olabilir. Gıybete kolayca girildiği, zararının sınırı olmadığı için bu şiddetli bir ikazdır.
Gıybet, Kur'an-ı kerimde, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Bir âyet meali:​
(Birbirinizin kusurunu araştırmayın, arkasından çekiştirmeyin, gıybet etmeyin. Kim ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bu tiksindiricidir. O halde Allah'tan korkun.) [Hucurat 12]​
Gıybet, söz taşımak ve diğer günahlardan kaçınmak, nefs ile cihad olup, cihad-ı ekber olarak bildirilmiştir. Gıybetin verdiği zararlar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:​
(Miracda göğüslerinden asılarak azap edilenleri gördüm. “Bunlar, kaş göz işaretiyle alay ve gıybet edenlerdir” dendi. Nitekim Kur’anda, [mealen] şöyle buyuruluyor: (İnsanları arkadan çekiştirip, kaş göz ile alay edenlerin vay haline!) [Hümeze1] (Beyheki)​
(Miracda, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kim olduğunu sordum. “Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir” dendi.) [I. Ahmed]
(Gıybet ve kovuculuk, kişinin imanını zayıflatarak yok eder.) [İsfehani]
(Cehennemden en son çıkan, gıybetten tevbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tevbe etmeden ölendir.) [R.Nasıhin]
(Gıybet, etmek leş yemekten daha kötüdür.) [İ.Hibban]
(Biri için söylenen kusur, onda varsa, gıybettir, yoksa iftira olur.) [Müslim]
(Gıybet edenin duası kabul olmaz.) [Şir’a]
(Gıybet eden Cehennemliktir.) [İsfehani]
(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azaptan, Cehennemdekiler rahatsız olur. Biri, ateşten bir tabut içindedir, ikincisi bağırsaklarını yerde sürür, üçüncüsü kan ve irin kusar, dördüncüsü kendi etini yer. İlki borçlu olarak öldü. İkincisi idrardan sakınmazdı. Üçüncüsü, müstehcen konuşurdu. Dördüncüsü, gıybet ve kovuculuk ederdi.) [Taberani]
(Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin etmek.) [Deylemi]
(Oruç, ateşe kalkandır. Gıybetle parçalanmadıkça korur.) [Buhari]
(Gıybet yapmayan Allahü teâlânın güvencesindedir.) [İbni Huzeyme]
(Leş yemek, gıybet ederek, arkadaşının etini yemekten daha hafiftir.) [Ebuşşeyh]
Yeni defnedilen iki ölü için Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Şimdi onların kabirleri ateşle dolduruldu, azap içindedir. Feryatlarını insan ve cinden başka her mahluk işitti. Eğer gizleyebilseydiniz, benim işittiklerimi siz de işitirdiniz. Bunlardan biri, idrardan sakınmazdı, öteki de, insan eti yerdi [gıybet ederdi].) [İ.Ahmed, İbni Cerir]
Resulullah gıybet edene, (Tevbe et, kardeşinin etini yedin) buyurdu. (Taberani, İ. Ebi Şeybe)
Suç işleyerek cezalandırılan birisini gıybet edenlere, Resulullah efendimiz, (Şu eşeğin leşinden yiyin. Gıybet etmek, şu eşek leşini yemekten daha kötüdür) buyurdu. (İbni Hibban]
Netice: Resulullah efendimizin (Vârislerim) dediği, Allahü teâlânın güvendiği zatlara yani İslam âlimlerine karşı en azından edebi muhafaza etmeli, din düşmanlarına aldanıp suizan etmemeli. Allahü teâlânın, dinini, soysuzlara karşı bu mübarek zatlar vasıtasıyla muhafaza edip, yaydığını unutmamalı.
Gıybetin kefareti​
Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Gıybet, üç türlüdür:​
1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.​
2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helalleşmek de gerekir. Bir hadis-i şerif meali: (Gıybetini yaptığı kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) [Deylemi]
3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istiğfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye dua etmelidir! İki hadis-i şerif meali :​
(Gıybetin kefareti, gıybet edilenin mağfireti için dua etmektir.) [İbni Lâl]​
(Gıybet eden, gıybet edilen için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) [Hatib]
İhtiyaç halinde gıybeti caiz olanlar​
1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikayet için, ilgili mercilere bildirmek.​
2- Etkili ve yetkili birisine, (Falanca, gayri meşru iş yapıyor, buna mani olun) demek.
3- Bid'at sahibi ile gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.
4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.
5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.
6- Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazı ile bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]
Sual: Helal edeceği bilinse, ana babanın gıybeti caiz midir?​
CEVAP​
Caiz değildir, günahtır, helâlleşmek gerekir. Ana baba hakkını helâl etse de, gıybet etmek günah olduğu için, ayrıca tevbe etmek de gerekir.​
Sual: Kâfiri gıybet etmek de haram mıdır?​
CEVAP​
Zimmi kâfiri gıybet etmek haramdır, harbi kâfiri gıybet etmek caizdir. Şimdi dünyada zimmi kâfir yoktur. Kim olursa olsun, ağzımızı gıybete alıştırmamalıyız.​
[Halifelik döneminde, İslam devletinde yaşayıp, cizye ve haraç veren kâfire zimmi, kendi ülkesinde yaşayan, İslam devletine bağlı olmayan kâfire de harbi denirdi.]
Sual: Bir kimsenin gıybet ettiğini görünce, ne yapmalıyız?​
CEVAP​
Söyleyince kabul edecek biriyse mani olmalı, böyle değilse konuyu değiştirmeye çalışmalı veya orayı terk etmeli. Bunlar da mümkün olmazsa, kalben gıybete razı olmamalıdır.​
Gıybet, üç çeşittir:​
Sual: Helalleşmeden affa uğrayan gıybet var mıdır?​
CEVAP​
Gıybet üç türlüdür:​
1- Küfür olan gıybet:​
Gıybet edip, (Benimki gıybet değil, onda olanları söyledim) derse, haram olan gıybete helal dediği için küfür olur. Zaten gıybet, onda olanı söylemektir. Onda olmayanı söylemekse iftiradır, daha büyük günahtır. Küfürden tevbe eder gibi, tevbe etmesi gerekir.​
2- Duyulan gıybet:​
Yaptığı gıybeti, gıybet edilene duyurmaktır. Büyük haram olur. Tevbe etmekle affedilmez, onunla helalleşmek de lazım olur.​
3- Duyulmayan gıybet:​
Gıybet olunanın bundan haberi olmaz. Tevbe ve istiğfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Berika)​
Gıybetle deşarj olmak​
Sual: Birisi, deşarj olmak için, rahatlamak maksadıyla gıybet ediyor. Deşarj olmak gibi faydalı bir niyetle gıybet etmek caiz olur mu?​
CEVAP​
Deşarj olmak için gıybet etmek caiz olmaz. Zaten herkes deşarj olmak için gıybet eder. Bütün günahlar da buna benzer, deşarj olma isteğinden kaynaklanır. Nefsin gıdası günahlar olduğu için, günah işleyince nefsimiz rahatlar. Hâlbuki sâlih müminler günahtan rahatsız olur, çünkü günahlar, nefsin gıdası ise de kalbin zehridir.​
Gıybet edilen kimse, bu konuşmalardan hoşlanmazsa, duyunca üzülecekse gıybet olur. İhtiyaç halinde gıybet caiz olur. Birkaç örnek verelim:​
1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikâyet için, ilgili mercilere bildirmek.​
2- Etkili ve yetkili birisine, kötülüğe mani olması için, (Falanca, gayri meşru iş yapıyor) demek.
3- Bid'at sahibi ile gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.
4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.
5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.
6- Gıybet edileni bir zarardan önlemek için, bunu önlemeye gücü yeten birisine onun yanlış işlerini söylemek. Mesela, sigara veya bira içen çocuğun babasına gidip durumu bildirmesi, babası da, onu önleyecek güçte ise, bu şikâyet çocuğun faydasına olacağı için caizdir.
7- Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazıyla bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]
Yukarıda bildirilen sebeplere benzer bir fayda olmadan, sırf deşarj olmak için gıybet etmek caiz olmaz.
Ana babayı gıybet​
Sual: Helal edeceği bilinse, ana babanın gıybeti caiz midir?​
CEVAP​
Caiz değildir, günahtır, helâlleşmek gerekir. Ana baba hakkını helâl etse de, gıybet etmek günah olduğu için, ayrıca tevbe etmek de gerekir.​
Ölüyü kötülemek​
Sual: (Ölüyü kötülemek gıybettir, günahtır) deniyor. Mesela bid’at ehli veya kâfir bir yazar yanlış şeyler yazıp ölse, onun yanlışlarını söylemek gıybet mi oluyor?​
CEVAP​
Hayır, günah olmaz. Ölüyü değil, ölülerimizi, yani Müslüman ölüleri kötülemek bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:​
(Ölülerinizin iyiliklerini söyleyin, kötülüklerinden bahsetmeyin!) [Tirmizî]​
Dirileri kötülemek de caiz değil, ama dirilerle helalleşme imkânı vardır, ölüye göre biraz daha hafiftir.
Dine aykırı yazı yazan ölü veya diri Müslümanın da, bu hatasını bildirmek gıybet olmaz. Gıybet nedir, ne değildir?
Gıybet, bir Müslümanın gizli bir kusurunu arkasından söylemektir. Kâfirlerin ve açıkça günah işleyen Müslümanların bu günahlarını bildirmek, Müslümanlara zulmedenlerin ve alışverişte onları aldatanların yaptıkları bu kötülükleri duyurmak, Müslümanları bunların şerrinden sakındırmak, Müslümanlığı yanlış anlatanların ve yazanların bu iftiralarını da söylemek gerektiğinden, gıybet olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Dinsizin gıybeti​
Sual: Bir ateist için, (Şu dinsizdir) demek gıybet olur mu?​
CEVAP​
Dinsizin zararından korunmak için, (Falanca dinsizdir, şunları yapar) gibi sözler söylemek gıybet olmaz. Yani dinsizliği açıksa, dinsize dinsiz demek gıybet olmaz. Diğer açık işlenen günahların hepsi böyledir. Bir yazar, çıkıyor, (Ben mezhebe uymam) diyorsa, ona mezhepsiz demek gıybet olmaz.​
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Güzel ahlak
Sual: İyi müslüman olmak için güzel ahlaklı olmak gerektiğini bildirdiniz. Güzel ahlaka nasıl sahip olunur?​
CEVAP​
Evet iyi bir müslüman olmak için güzel ahlaka sahip olmak, kötü ahlaktan uzak durmak gerekir. Ancak bununla dünya ve ahiret saadeti elde edilir.​
Güzel ahlak, ilim ve edep öğrenmekle, iyi insanlarla arkadaşlık etmekle elde edilir. Kötü ahlak da bunun tersidir. Yani cahil kalmak, edepsiz olmak, kötü insanlarla arkadaşlık etmekten hasıl olur. Cenab-ı Hak, Peygamber efendimizi överken (Gerçekte sen büyük bir ahlak üzeresin) buyuruyor. (Kalem 4)
İyi insan, iyi ahlaklı insan demektir. Dinimiz iyi huylar edinmemizi, kötü huylardan kaçınmamızı emretmektedir.
Güzel ahlaka sahip kimselere gıpta etmek, onlar gibi olmaya gayret etmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Nimete kavuşmuş olanlardan, tevazu gösterene ve kendini hep kusurlu bilene, helalden kazanıp, hayırlı yerde sarf edene, fıkıh bilgileri ile hikmeti [tasavvufu] birleştirene, helale harama dikkat edene, fakirlere acıyana, işlerini Allah rızası için yapana, huyu güzel olana, kimseye kötülük yapmayana, ilmi ile amel edene ve malının fazlasını dağıtıp, lafının fazlasını saklayana müjdeler olsun.) [Taberani]​
Güzel sözler​
Ahlak hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki:​
"Kötü ahlaklı, parçalanmış testiye benzer. Ne yamanır, ne de eskisi gibi çamur olur."​
"Her binanın bir temeli vardır. İslam’ın temeli de güzel ahlaktır."​
"Kötü ahlak, öyle bir fenalıktır ki, onunla yapılan birçok iyilikler fayda vermez. Güzel ahlak, öyle bir iyiliktir ki, onunla yapılan günahlar bile affa uğrar."
"Yükselen bütün insanlar ancak güzel ahlakları sayesinde yükselmişlerdir."​
"Güzel ahlak güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir."​
"Güzel ahlak, kimseyle çekişmemek ve kimseyi çekiştirmemektir."​
"Güzel ahlak, eziyet vermemek ve meşakkatlere katlanmaktır."​
"Güzel ahlak, genişlikte ve darlıkta insanları razı etmeye çalışmak demektir."​
"Güzel ahlak, Allah’tan razı olmak demektir. Yani hayrı ve şerri Allah’tan bilmek, nimetlere şükür, belalara sabretmektir."
"Güzel ahlakın en azı, meşakkatlere göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır."
"Güzel ahlak, haramlardan kaçıp helali aramak, diğer insanlarla olduğu gibi aile efradıyla da iyi geçinip onların maişetlerini temin etmektir."
"Güzel ahlak, Yaratanı düşünerek, yaratılanları hoş görmek, onların eziyetlerine sabretmektir."
Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan kimse mümin sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü olmalıdır.
Hadis-i şerifte, Allah’a ve ahiret gününe iman edenin, misafirine ve komşusuna ikram etmesi, ya hayır söylemesi veya susması emredilmiştir. (Buhari)
Başkasının kötü ahlakından şikayet eden kimsenin kendisi kötü ahlaklıdır. Başkalarının kötülüklerinden bahsediyorsak, bu kendimizin kötü olduğunun alametidir. Güzel ahlak, eziyetleri sineye çekmektir.
Güzel ahlaklı olmanın alameti şunlardır​
İnsaflı olmak, arkadaşlarının hatasını görmemek, hüsnü zan etmek, suizandan [kötü zandan] kaçınmak, arkadaşlarının eziyetlerine göğüs germek, onlardan şikayetçi olmamak, hep kendi ayıp ve kusurlarıyla meşgul olmak, kendi nefsini kınamak, güler yüzlü olup, herkesle yumuşak konuşmaktır.​
Güzel ahlaklı kimse, edeplidir az konuşur, hatası azdır, gıybet etmez, Allah için sever, Allah için buğzeder, emanete riayet eder, komşu ve arkadaşını korur. Bütün hasletlerin başı ise hayadır.​
Hazret-i Hızır buyurdu ki:​
(Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş yap, az da olsa zararlı iş yapma! Lüzumsuz dolaşma, boş yere gülme, hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, günahların için ağla!)​
Büyüklerden Ebu Osman El-Hayri’yi ziyafete davet ettiler. Davet yerine vardığı zaman kendine (Kusura bakma, çok insan geldi seni kabul edemeyeceğiz) dediler. Az gidince tekrar çağırdılar. Gelince tekrar, kabul edemeyeceklerini bildirdiler. Böyle birkaç defa çağırıp geri döndürdükten sonra (Biz seni denemek için bunu yaptık. Gerçekten güzel ahlaklıymışsın) dediler. Cevabında buyurdu ki: (Bu ahlak o kadar güzel midir? Bir köpeği de çağırsanız gelir, kovsanız gider.)
Ahlakı güzelleştirmek​
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:​
(Ahlakınızı güzelleştiriniz) [İbni Lal]​
(Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim]
(Ya Rabbi senden, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak dilerim.) [Harâiti]
(Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.) [Beyheki]
(Güzel ahlak, büyük günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler. Kötü ahlak ise, salih amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar.) [İ. Hibban]
(Allahü teâlâ indinde kötü ahlaktan büyük günah yoktur. Çünkü, kötü ahlaklı bir günahtan tevbe edip kurtulursa, bir başka günaha düşer. Hiçbir vakit günahtan kurtulamaz.) [İsfehani]
(Bir kimse tevbe ederse, tevbesini Allahü teâlâ kabul eder. Kötü ahlaklı kimsenin tevbesi makbul olmaz. Zira bir günahtan tevbe ederse kötü ahlakı sebebiyle, daha büyük günah işler.)​
[Taberani]​
(Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki]
(Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi]
(Müminlerin iman yönünden en faziletlisi ahlakça en iyi olanıdır.) [Tirmizi]
(Şüphesiz güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir.) [Harâiti]
(Bir müslüman güzel ahlakı sayesinde, gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadet eden kimselerin derecesine kavuşur.) [İ. Ahmed]
(Bir insan az ibadet etse de, güzel ahlakı sayesinde en yüksek dereceye kavuşur.) [Taberani]
(Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]
(Yumuşak davranmayan, hayır yapmamış olur.) [Müslim]
(En çok sevdiğim kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari]
(Yumuşak olan kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi]
(Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse insanlara kolaylık, yumuşaklık gösterendir.) [İ. Ahmed]
(Yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, hayvanın yularını tutan kimse gibidir. Durdurmak isterse hayvan ona uyar. Taşın üzerine sürmek isterse hayvan oraya koşar.) [Ebu Davud]
(Cennete götüren sebeplerin başlıcası, Allahü teâlâdan korkmak ve iyi huylu olmaktır. Cehenneme götüren sebeplerin başlıcası da, dünya nimetlerinden ayrılınca üzülmek, bu nimetlere kavuşunca sevinmek, azgınlık yapmaktır.) [Tirmizi]
(İmanı en kuvvetli kişi, ahlakı en güzel ve hanımına en yumuşak olandır.) [Tirmizi]
(İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur. [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler.) [Taberani]
(İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.) [İbni Ebiddünya]
(Şu üç şey bulunan kimsenin imanı kâmildir: Herkesle iyi geçinen güzel ahlak, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm.) [Nesai]
(Dünyada veya ahirette özür dilemek zorunda kalacağın söz ve hareketten uzak durmaya çalış!) [Hakim]
(Söz veriyorum ki, münakaşa etmeyen, haklı olsa da, dili ile kimseyi incitmeyen, şaka ile veya yanındakileri güldürmek için, yalan söylemeyen, iyi huylu olan müslüman Cennete girecektir.) [Tirmizi]
(Şu altı şeyi yapanın Cennete girmesine kefilim: Konuşunca doğru söyleyen, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan, ellerini kötülükten çeken.) [İ.Ahmed]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Size gönderdiğim İslam dininden razıyım, [bu dini kabul edip, bu dinin emir ve yasaklarına riayet edenlerden razı olur, onları severim.] Bu dinin tamam olması, ancak cömertlikle ve iyi huylu olmakla olur. Dininizin tamam olduğunu her gün, bu ikisi ile belli ediniz!) [Taberani]
(Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huylu olmak, günahları eritir, yok eder. Sirke balı bozup yenilmez hâle soktuğu gibi, kötü huylu olmak, ibadetleri bozup yok eder.) [Taberani]
(Hak teâlâ yumuşak huyluya yardım eder, sert ve öfkeliye yardım etmez.) [Taberani]
(Yumuşak olan, kızmayan müslümanın Cehenneme girmesi haramdır.) [Tirmizi]
(Yavaş, yumuşak davranmak, Allahü teâlânın kuluna verdiği büyük bir ihsandır. Aceleci olmak, şeytanın yoludur. Allahü teâlânın sevdiği şey, yumuşak ve ağırbaşlı olmaktır.) [E.Ya’la]
(Kişi, yumuşaklığı, tatlı dili ile, gündüzleri oruç tutanın ve geceleri namaz kılanın derecesine kavuşur.) [İ. Hibban]
(Kızınca, öfkesini yenerek yumuşak davrananı Allahü teâlâ sever.) [İsfehani]
(Güler yüzle selam veren, sadaka verenin sevabına kavuşur.) [İ.E.dünya]
Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme) buyurdu. Birkaç kere sordu, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu. (Buhari)
Sual: İyi insan olmak için ne yapmak gerekir?​
CEVAP​
İyi insan olmak için kâmil yani olgun müslüman olmak gerekir. Zaten müslüman, iyi insan demektir.​
Allah indinde mümin çok kıymetlidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Müminler, öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, Allah’ın âyetleri okununca, imanları kuvvetlenir ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler, namazı doğru kılar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden [Allah’ın razı olduğu yerlere] harcarlar.) [Enfal 2-3]​
(Müminler, muhakkak kurtuluşa ermiştir. Namazlarını huşu içinde kılar, boş ve lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet ederler.) [Müminun 1-8]
(Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirir, verdikleri sözü bozmaz, Rablerinin rızasını isteyip sabreder ve kötülüğü iyilikle savarlar.) [Rad 20-22]
([Nüminler] büyük günahlardan ve hayasızlıktan sakınır, öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlar ve işlerini aralarında istişare ederler.) [Şura 37,38]
(İnanıp hayırlı iş işleyen [mümin]lerin kötülüklerini, and olsun, örteriz, onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırırız.) [Ankebut 7]
(Allah onların [müminlerin] kötülüklerini örter, onlara işledikleri şeylerin en güzellerinin karşılığını verir.) [Zümer 35]
(Allah, inanıp emirlerini yapan müminlere mağfiret ve büyük ecir vaad etmiştir.) [Feth 29]
(Elbette müminler kardeştir.) [Hucurat 10]
Müminlerle ilgili hadis-i şeriflerden bazıları da şöyle:​
(Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir.) [Buhari]​
(Mümin akıllı, basiretli, uyanıktır. Her işte Allah’ın rızasını gözetir. Acele etmez, ilim sahibidir, haramlardan kaçar.) [Deylemi]
(Mümin, koku satan kimse gibidir. Yanında otursan için açılır. Onunla gezsen veya ortak iş yapsan faydasını görürsün. Onun her işi faydalıdır.) [Taberani]
(Müminler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut huzursuz olup onun tedavisi ile meşgul olunduğu gibi, müslümanlar da böyle birbirine yardıma koşmalıdır.) [Buhari]
(Mümin ülfet eder [iyi geçinir], ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyende hayır yoktur.) [Beyheki]
(Müminin yanına giren, güzel bir bahçeye girmiş gibi ferahlık duyar.) [Deylemi]
(Mümin lanet etmez, kötülemez, müstehcen konuşmaz ve hayasız olmaz.) [Hakim]
(Mümin arıya benzer; konduğu dalı kırmaz, oraya zarar vermez. Toplayıp bıraktığı eseri de güzeldir.) [Beyheki]
(Mümin, yumuşaktır, hafiftir. Munis bir deve gibi boyun eğer, "Ih" denince, yer sert olsa da çöker.) [Beyheki]
(Mümin sert değildir. Yumuşaklığından dolayı ahmak zannedilir.) [Deylemi]
(Mümin geçim ehlidir. Arkadaşına rahatlık verir. Münafık ise geçimsizdir, arkadaşına sıkıntı verir.) [Dare Kutni]
(Halkın elindekine göz dikmemek, müminin alametlerindendir.) [Dare Kutni]
(Komşusu kötülüğünden emin olmayan, mümin olamaz.) [Buhari]
(Çevrendekilerle güzel komşuluk et ve kendin için sevdiğini, başkaları için de sev ki müslüman olasın.) [Harâiti]
Kime dinin emirlerini yapmak kolay gelirse, onun salih biri olduğu anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Ahirete ait istediğine kolayca kavuşur, dünyaya ait olana kavuşman zorlaşırsa, bil ki sen iyi bir hâl üzerindesin. Bunun tersi olursa kötü haldesin!) [Beyheki]​
Müslümanın vasıfları nelerdir​
Sual: Allah’tan korkan müslümanın vasıfları nelerdir?​
CEVAP​
Allah’tan korkan bir kimse, Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder. Yaptığı kusurlara tevbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar.​
Kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken, alış veriş ederken, kimsenin hakkını yemez. Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır. Makam sahiplerine, zalimlere yaltaklanmaz. İlim ve ahlak sahiplerine saygı gösterir.
Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasihat verir. Onlara uymaz. Küçüklerine merhametli ve şefkatli olur. Misafirlerine ikram eder. Kimseyi çekiştirmez. Keyfi peşinde koşmaz. Zararlı ve hatta faydasız bir şey söylemez. Kimseye sert davranmaz. Cömert olur. Malı ve mevkii herkese iyilik etmek için ister.
Riyakârlık, iki yüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünerek hiç kötülük yapmaz. Onun emirlerine sarılır. Yasaklarından kaçar. İşte, Allah’tan korkanlar milletine, ülkesine faydalı olur.
Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, inananları şöyle tarif etmektedir:​
(Rahim olan Allahü teâlânın kulları, yeryüzünde gönül alçaklığı ile vakar ve tevazu ile yürürler. Cahiller, onlara sataşacak olursa, bunlara [sağlık ve selamet sizin üzerinize olsun gibi] güzel söz söyler, [büyük bir yumuşaklık gösterirler.] Onlar geceleri secde yapar ve kıyâmda dururlar [namaz kılarlar.] Onlar, “yâ Rabbi, Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Cehennem azabı devamlıdır ve çok şiddetlidir. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır” derler. Bir şey verdikleri zaman, israf etmez, cimrilik de yapmazlar, ikisi ortası bir yol tutarlar. Kimsenin hakkını yemez, Allah’a şerik koşmaz, Ondan başkasına yalvarmazlar. Allah’ın dokunulmasını haram ettiği cana kıyıp, haksız olarak kimseyi öldürmez, zina etmezler. Bunlardan birini yapanın Kıyamette azabı kat kat olur, orada zelil ve hakir olarak ebedi bırakılır. Ancak, Allah, tevbe eden ve doğru iman eden ve ibadet ve faydalı iş yapanların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah, af ve merhamet sahibidir. Tevbe edip, amel-i salih işleyen, Allahü teâlâya [tevbesi makbul ve Onun rızasına kavuşmuş olarak] döner. Onlar yalan yere şahitlik yapmaz, faydasız ve zararlı işlerden kaçınırlar. Kendilerine âyetler okunduğu zaman, kör ve sağır davranmazlar, [dikkat ile dinleyip bu âyetlerle kendilerine yapılması emredilen şeyleri yaparlar.]) [Furkan 63-73]​
İyi huylu olmanın ve bunu muhafazanın yolu​
Sual: İyi huylu olmak ve bunu muhafaza edebilmek için ne yapmalı?​
CEVAP​
İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. İnsanın ahlakı, arkadaşının huyu gibi olur. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Ahlakı bozan, şehveti harekete getiren kitapları okumamalı, böyle radyo ve TVden sakınmalıdır.​
İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennemdeki azapları, hep hatırlanmalıdır. Mal, mevki arkasında koşanlardan hiçbiri muradına kavuşamamıştır. Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur.
Allahü teâlâdan korkmak, bu deryanın gemisidir. Hadis-i şerifte, (Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşa! Öleceğini hiç unutma) buyuruldu.
Faydasız şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmak ve münakaşa etmekten sakınmalıdır. İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır. Vaktin kıymetini bilip gece-gündüz ilim öğrenmelidir! İlim, ibadet içindir. Kıyamette işten, ibadetten sorulur, çok ilim öğrendin mi diye sorulmaz. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir. (İslam Ahlakı)
Sert mizaçlı olmak​
Sual: Haksızlık olunca dayanamıyorum. Çok sert mizaçlıyım. Sert mizaçlı olmak dinen kusur mudur?​
CEVAP​
Sert mizaçlı olmak kusur değildir. Ancak dine aykırı olarak sertlik yapmak kusurdur. Hazret-i Ömer’in sert mizacı övülmüş, takdir edilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(İki melek var, biri sert, biri yumuşak mizaçlıdır. Bunlar, Cebrail ile Mikail’dir. Peygamberlerden biri yumuşak, diğeri sert mizaçlıdır. Bunlar İbrahim ile Musa’dır. Benim de iki arkadaşımdan biri yumuşak, diğeri sert mizaçlıdır. Bunlar, Ebu Bekir ile Ömer’dir.) [Taberani]​
Kâfirlere karşı da iyi huylu olmalı​
Sual: İslamiyet’in güzel ahlakını göstermek için, kâfirlere karşı da iyi huylu olmak ve onları incitmemek gerekmez mi?​
CEVAP​
Müslümanların kâfirlere karşı da iyi huylu olmaları, onları incitmemeleri gerekir. Böylece İslam dininin, iyi huylu olmayı, kardeşçe yaşamayı, çalışmayı emrettiği onlara da gösterilmiş olur. Böylece iyiliği seven insanlar, seve seve müslüman olurlar. Cihad etmek farzdır. Cihadı devlet topla, silahla yapacağı gibi, soğuk harp ile, propaganda, neşriyat ile de yapar. Her müslüman da, iyi huyları ile, iyilik yapmakla cihad yapar. Çünkü cihad etmek, insanları müslüman yapmaya davet etmek demektir. Görülüyor ki, kâfirlere karşı da, iyi huylu olmak, onları incitmemek, cihad etmek oluyor. Cihad ise her müslümana gücü nispetinde farzdır.​
Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak​
Sual: İyi bir müslüman olmak için Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak gerekiyormuş. Bu nasıl olur?​
CEVAP​
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:​
(Bir kimse, bir zat ile konuşunca, eğer kalbinde, dünya sevgisi azalıp, Allahü teâlâya bağlılığı artarsa, onun keramet sahibi, evliyadan bir zat olduğu anlaşılır. Eğer böyle olmazsa, o zatın istidrac gösteren bir yalancı olduğu meydana çıkar. (Evliya olmak için Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmak gerek) buyurulmuştur. Yani Allahü teâlânın sıfatlarına uygun sıfatlar, evliyada hasıl olur. Fakat bu benzerlik sadece isimdedir. Yoksa sıfatların özelliğinde beraberlik olmaz. (Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanın) emrini anlatırken Hace M. Parisa hazretleri, Tahkikat kitabında buyuruyor ki:​
"Allahü teâlânın bir sıfatı Basirdir. Yani Allahü teâlâ her şeyi görür. Bir kimsenin kalb gözü açılır, firaset ışığı ile, kendi ayıplarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, yani başkalarını kendinden üstün görürse ve Allahü teâlânın her an gördüğünü göz önünde bulundurarak hep Onun beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur.
Allahü teâlânın bir sıfatı da Mümittir. Yani öldürücü demektir. Bir kimse, sünnetler yerine yerleşmiş olan bid'atleri yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bütün sıfatlar, bunlar gibidir."
Cahiller, bu ahlaklanmayı başka türlü anlamış ve yoldan çıkmıştır. Evliyanın ölüleri dirilteceğini, kaybolan şeyleri bileceğini sanmışlar, günaha girmişlerdir.) [Müj. Mekt. 107]
Allahü teâlânın sıfatlarından biri Settardır. Yani günahları örtücüdür. Müslüman da, din kardeşinin kusurunu örtmelidir.
Allahü teâlâ Kerimdir. Rahimdir. Yani lütfu, ihsanı bol ve merhameti çoktur. Müslüman da, cömert ve merhametli olmalıdır!
Allahü teâlâ, Gaffardır, yani kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da birbirlerinin kusurlarını affetmelidir!
Af, hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. Allahü teâlâ affedicidir, affedenleri sever. Kur'an-ı kerimde mealen, (Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!) buyuruluyor. (Araf 199)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:​
(Affedin ki, Allahü teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin!) [İsfehani]​
(Allah için affedeni Allahü teâlâ yükseltir, aziz eder.) [Berika]
(Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulmedenleri affetmek, kendini mahrum edenlere ihsan etmek, güzel huylu olmaktır.) [İ.Ebiddünya]
(Sana zulmedeni affet, sana gelmeyene git, sana kötülük edene sen iyilik et, aleyhine de olsa mutlaka doğru konuş.) [Ruzeyn]
(Musa aleyhisselam, "Ya Rabbi, senin indinde en aziz kimdir?" diye sordu. Allahü teâlâ da, "İntikam almaya gücü yeterken affedendir" buyurdu.) [Harâiti]
(Allahü teâlâ, merhameti olmayana merhamet etmez, affetmeyeni affetmez.) [İ.Ahmed]
(Affedin ki affa kavuşasınız!) [İ.Ahmed]
Sual: En makbul amel nedir?​
CEVAP​
Peygamber efendimiz, en makbul amelin güzel ahlak olduğunu bildirmiş, (İman yönünden müminlerin en faziletlisi, ahlakı güzel olanlardır) buyurmuştur. (Hakim)​
Bir kimse Peygamber efendimizden nasihat istedi. Dedi ki:​
- Ya Resulallah bana öğüt ver!​
- Nerede olursa olsun Allah’tan kork!​
- Yine buyur ya Resulallah!​
- Her kötülüğün akabinde bir iyilik yap! İyilikler günahları giderir.​
- Yine buyur!​
- Herkesle güzel geçin! (Tirmizi)​
Oğlu, Lokman aleyhisselama sorar:​
- En iyi haslet nedir?​
- Dindar olmaktır.​
- Peki babacığım, bu haslet iki olursa?​
- Dindarlık ve mal sahibi olmak.​
- Üç olursa?​
- Dindarlık, mal ve haya.​
- Dört olursa?​
- Dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak.​
- Beş olursa?​
- Dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir.​
- Altı olursa?​
- Oğlum bu beş haslet kimde olursa, o kimse takva ehli, temiz bir kimsedir, Allahü teâlânın dostudur, şeytandan uzaktır.​
Kur'an-ı kerimde ise mealen buyuruluyor ki:​
(Allah indinde en şerefliniz, takva ehli olanınızdır.) [Hücurat 13]​
Bir kimse, asil bir aileye mensup olmasa da, güzel huylu ise, onun için güzel huyu, iyi bir asalettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Güzel huy gibi asalet, tedbirli olmak gibi akıllılık olmaz.) [İbni Mace]​
Güzel huylu kimse, insanların takdirini kazanır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]​
Sual: Güzel ahlaka sahip olmak için ne yapmak gerekir?​
CEVAP​
Güzel ahlaka sahip olmak için iyi ve kötü huyları bilmek gerekir. Ayrıca kendi kötü huylarını teşhis etmek gerekir. Bu teşhisi kendi yapar. Yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık olan dost onu tehlikelerden, korkulardan koruyan kimsedir. Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. Arkadaş ise, insanın ayıplarını pek görmez.​
Birisi İbrahim Ethem hazretlerine, aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin bana güzel görünüyor. Aybını başkasına sor) dedi.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde, (Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım. Beğendiğimi ben de yaptım) buyurdu. Hazret-i Lokman’a, (Edebi kimden öğrendin) denince, (Edepsizden) dedi.
Selef-i salihinin, Eshab-ı kiramın, evliyanın menkıbelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur. Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması güçtür. Kötü şeyler nefse tatlı gelir.
Çocukları ihmal etmeyelim​
Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna bozuk dinlerinin icaplarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği ve hıristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yapmak için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri gönderiyorlar.​
O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal]​
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir.
Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahiret saadeti elde edilir. Kıyamet günü, ana-baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çaptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmeyenler, dünya ve ahiret felaketine maruz kalacaklardır.
Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere.
Güzel ahlaklı olmak​
Sual: Güzel ahlaklı olmak için, özet halinde birkaç prensip bildirmek mümkün müdür?​
CEVAP​
İyi ve kötü huyları bilmek ve tatbik etmek gerekir. İslam Ahlakı kitabını okuyup, oradaki bilgilerle amel eden, güzel ahlaklı olur. Şu iki prensibi esas alan da güzel ahlaklı olur:​
1- Düşmanlarımız, muhaliflerimiz, bizi çekemeyenler, hep ayıplarımızı araştırır. Onlardan kusurlarımızı öğrenip güzel ahlaka sahip olabiliriz. Birisi, ahlakını düzeltmek için İbrahim Ethem hazretlerine, ayıbını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin bana güzel görünüyor. Ayıbını başkasına sor) dedi.​
2- Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakını kimden öğrendin dediklerinde, (İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım. Beğendiğimi ben de yaptım) buyurdu. Hazret-i Lokman’a, (Edebi kimden öğrendin) denince, (Edepsizden) buyurdu. Yani birisinin yaptığı hareket bizim hoşumuza gitmiyorsa, edepsizlik olarak görüyorsak, onu biz de yapmamalıyız. Birisi bizim bir kusurumuzu söyleyince sevinmiyorsak, başkalarının da kusurlarını söylememeliyiz. Birisi bizi tenkit edince hoşlanmıyorsak, biz de başkalarını tenkit etmemeliyiz.
İnsan, bu prensipleri uygularsa, güzel ahlaklı olur. O halde, bir söz söylerken, kendimizi karşımızdakinin yerine koymalıyız. Böyle bir söze tepkimiz ne olur diye düşünmeliyiz. Bunun da istisnaları çıkarsa da, azdır. Zaten istisna genel kaideyi bozmaz.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Haline razı olmak
Sual: Görünüşüm çok bozuk, aşağılık duygusuna kapılıyorum. Ne yapmalıyım?​
CEVAP​
Sıhhat, afiyet, zenginlik, asalet, güzellik gibi nimetlere sahip olmak ve bunları yaratılış gayesine uygun kullanmak çok iyidir. Fakat bunlar maksatları dışında kullanılırsa çok kötü olur. Bunlar bir bıçak gibidir. İyi iş de yapılır, kötü iş de yapılır. İnsana verilen nimet çok olunca şükrü o nispette zorlaşır. Rabbimiz size iki göz vermiştir. Sağır ve dilsiz değilsiniz. Eliniz kolunuz sağlam. En mühimi deli değilsiniz, aklınız vardır. Hepsinden daha mühimi de imanlısınız. Daha bizim bilmediğimiz ne nimetlere sahipsinizdir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:​
(Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, bitiremezsiniz.) [Nahl 18]​
Bunca nimetlere acaba hakkıyla şükrediyor muyuz? Sizin durumunuzda olmayan çok insan vardır. Acaba bu hallerine şükrediyorlar mı? Sizde ise, başkalarında bulunan sakatlık yoktur. Bunun için şükrediyor musunuz? İnsanlar şükür yönünden gafildir. O nimet gitmeyince kıymetini bilemez. Nimet içinde yüzen şükrü kolay hatırlayamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:​
(Kullarım içinde hakkıyla şükreden azdır.) [Sebe 13]​
İnsanlar zayıf, aciz yaratıldığı için sabrı da şükrü de azdır. Binlerce nimete şükretmez, fakat bir bela gelince feryat ve figan eder. Hasta olup gece uyuyamazsa, hep Allah’ı anar. Fakat sağlam iken hiç Onu hatırlamaz. Müslüman Allahü teâlânın dostudur. Dostluğun alameti, dostun belalarına sabretmektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Kimi çeşitli nimete kavuşunca, Allah’ı anmaktan yüz çevirir, [hastalık, fakirlik gibi] bir şer dokununca da [Allah’ın rahmetinden] ümidini keser.) [İsra 83]​
(Sabredenlere, mükafatlar hesapsız verilir.) [Zümer 10]
(Sabredenlerle beraberim.) [Bekara 153]
(Sabredenlerin mükafatını, yaptıklarının daha güzeliyle vereceğiz.) [Nahl 96]
(Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık, mal, can ve mahsulün eksilmesiyle imtihan edeceğiz. Ey Habibim, sabredenlere [lütfumu, ihsanımı] müjdele!) [Bekara 155]
Bu âyet-i kerimedeki (korku) Allah korkusu, gazada düşman korkusu; (açlık) ramazan orucu, kıtlık (malın eksilmesi) zekat ve malın zararı, (canın eksilmesi) hastalık, (mahsulün eksilmesi) ise, çeşitli afetler yüzünden mahsulün azalması veya mahsul denilen evlatların ölmesi olarak açıklanmıştır.
İmtihanı kazanmak için sabretmek gerekir. Sabreden büyük nimetlere kavuşacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Allah sabredeni sever.) [Taberani]​
(Haline sabredeni çok severim.) [İ.Gazali]
(Sabır, Cennet hazinesidir.) [İ.Gazali]
(Sabır imanın yarısıdır.) [Beyheki]
(Hoşlanılmayan şeye sabretmekte büyük hayır vardır.) [Tirmizi]
İnsan arzusunun sonu yoktur​
İnsan arzusunun sonu yoktur. Her istediğine kavuşmak ister. Her istenilene kavuşmak, muhakkak insana mutluluk getirmez. Onun için hakkımızda hayırlı olanı istemek gerekir.​
Zenginlik çok iyi olmasına rağmen bazılarının felaketine sebep olmaktadır. Sırf parası için öldürülebilir.
En lüks bir arabaya sahip olan, çoluk-çocuğuyla bir uçurumdan aşağı yuvarlanabilir. Çok zeki olan bir kimse zekasının kurbanı olabilir. Vücudumuzdaki bütün organlar bize emanettir. Yaratılış gayesine uygun kullanmak gerekir. Mesela harama bakan kimse, gözünün şükrünü yerine getirmediği gibi, üstelik günah da işlemiş olur. Güzel sohbet edenin maksadı, dinleyicilerin teveccühünü kazanmak ise dilini hayra değil, şerre kullanmış, kendini dili ile felakete sürüklemiş olur. Her uzvu hayra kullanmak büyük saadet olur. Hazret-i Ebu Bekir, boş bir şey konuşmamak için mübarek ağzına taş koymuştur. Onun için (Ya hayır konuş, ya da sus) buyurulmuştur. Hep şer konuşan için dili bir afettir.
Her erkek yakışıklı, her kız da güzel olmak ister. Herkes için güzellik faydalı olmayabilir. Mesela güzelliğine güvenip artist olmak için İstanbul’a gelen birçok kızın ne felaketlere maruz kaldığını gazetelerde okuyoruz. Güzellik muhakkak nimet değildir. Kimini mutlu ettiği gibi, kimini de felakete sürüklemektedir.
Kul, Allah’tan nasıl razı olur?​
Müslümanın itikadı şöyledir ki, her hayır ve şer Allah’tandır. Her işi yaptıran Allahü teâlâdır. Bu iş Allah’tan geldiğine göre, bir müslüman olarak bu işe rıza göstermek gerekir. Çünkü Müminin başına gelen her iş, müminin hayrınadır. Onun için vaki olanda hayır vardır buyurulmuştur. Vaki olan bir işle karşı karşıya olan, ne kadar zor olursa olsun buna rıza göstermesi gerekir.​
Kavmi, Musa aleyhisselama, (Allahü teâlâdan öğren, neden razı ise, onu yapalım) dedi. Vahiy geldi. Allahü teâlâ şöyle buyurdu.​
(Kaza ve kaderime rıza gösterirseniz, sizden razı olurum. Benim rızam, sizin rızanıza bağlıdır. Benden razı olursanız, sizden razı olurum)​
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Allahü teâlâ buyuruyor ki, ben kaza ve kaderime razı olandan razı olurum. Razı olmayandan razı olmam ve ona gazap ederim)​
Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki:​
(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın! Yer yüzünde kulum olarak bulunmasın!) [Taberani]​
Allahü teâlâ, benim yaptığım işe razı olmayan kendine başka Rab arasın buyuruyor. Başka Rab olmadığına göre, yapılacak iş, Allahü teâlânın her işine razı olmaktır. Onun gönderdiği belalara sabretmek şarttır. Peygamber efendimiz buyurdu ki:​
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, [yani güzel sabrederse] kıyamette ona hesap sormaya haya ederim.) [Hakim]​
Güzel sabır, gelen belaya razı olup, herkese açıklamamak ve şikayette bulunmamak demektir. Güzel sabreden, dünya ve ahirette kurtuluşa kavuşur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:​
(Derdini açıklayan sabretmiş olmaz.) [İ.Maverdi]​
Allahü teâlâ, (Benden razı olandan razı olurum) buyuruyor. Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı isek, Onun da bizden razı olduğu anlaşılır. Allahü teâlâdan gelenlerden razı değilsek, şikayetçi isek, Ona asi isek, O da bizden razı değildir.
Bir âbid zata, gece rüyasında, (Senin Cennetteki komşun şu çobandır) denir. Âbid merak eder, çobanı bulur. Çobanın evinde üç gün misafir kalır. Âbid, gece ibadet ederken çoban uyur. Âbid, çobana der ki:​
- Senin ibadetin bu kadar mı?​
- Evet bu kadar.​
- İyi düşün, başka hasletin yok mu?​
- Benim ibadetlerim bu kadardır. Fakat benim küçük bir özelliğim var. Darlıkta, sıkıntıda olsam hâlimden razı olur hiç kimseye şikayette bulunmam, hatta bu hâlimden kurtulmayı da istemem. Hasta olsam, yine hâlimden memnun olurum.​
Âbid, elini başına koyarak der ki:​
- Buna mı küçük özellik diyorsun? Her babayiğit bu haslete sahip olmaz.​
Bir Âbidin de, (Ya Rabbi, benden razı ol) diye dua ettiğini duyan Rabia-i Adviyye hazretleri, (Kendisi Allah’tan razı olmadığı halde, Allah’ın kendisinden razı olmasını nasıl ister) buyurdu. (Kul, Allah’tan nasıl razı olur?) diye sordular. (Allah’tan gelen nimet ve belayı aynı gördüğü vakit) buyurdu. Bela gelince de, nimetteki gibi hâli değişmemişse, Rabbinden razı sayılır.
Sual: Bir kadın, (Ya Rabbi, beni niye erkekle aynı haklara haiz yaratmadın) dese, küfre girer mi?​
CEVAP​
Yaratığın, Yaradan’a itiraz etmesi, Onun işini beğenmemesi asla caiz olmaz. Birkaç örnek:​
1- Biri, ya Rabbi beni niye dünyada yarattın da, göklerde, gezegenlerde yaratmadın diyemez.​
2- Zenci, beni niye beyaz yaratmadın diyemez. Esmer, beni niye sarışın yaratmadın, sarışın, beni niye buğday tenli yaratmadın diyemez.
3- Çirkin, beni niye güzel yaratmadın, güzel de, beni niye daha güzel yaratmadın diyemez.
4- Cüce veya kısa kimse, beni niye uzun yaratmadın diyemez. Çok uzun birisi de, beni niye normal yaratmadın diyemez.
5- Sakat doğan, beni niye sakat yarattın diyemez. (Kel, kör, sağır, dilsiz, felçli, çolak gibi)
6- Hasta doğan, beni niye hastalıklı yarattın diyemez. (Deli, geri zekalı, hiper aktif gibi)
7- Bir kimse, beni niye daha zeki, daha akıllı, daha kabiliyetli [yetenekli] yaratmadın diyemez.
8- Erkek, beni niye kadın yaratmadın, kadın da beni niye erkek yaratmadın diyemez. Bir insan, beni niye melek veya cin yaratmadın diyemez. Cin de beni niye insan yaratmadın diyemez.
9- Bir insan, beni niye bir hayvan, mesela aslan, köpek, eşek, yılan yaratmadın diyemez. Bir hayvan da beni niye insan yaratmadın diyemez. Yılan, beni niye ayaksız yarattın, beni niye bir aslan olarak yaratmadın diyemez.
10- Bir insan veya hayvan, beni niye, gül, lale gibi bir çiçek veya çam, kavak gibi bir ağaç olarak yaratmadın diyemez.
Bunlar doğuştan yaratılan durumlardır. Hiç kimsenin yaratılışı için bir şey demeye hakkı yoktur.
Müslüman, hayrın ve şerrin de Allah tarafından yaratıldığını bilir. Birkaç örnek de buna verelim:​
1- Fakir bir kimse, beni niye zenginleştirmiyorsun, zengin kimse de, beni niye daha çok zengin yapmıyorsun diyemez.​
2- Bir memur, beni niye âmir yapmıyorsun, âmir de, beni niye müdür, genel müdür, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı yapmıyorsun diyemez.
3- Avukat, beni niye doktor yapmadın, doktor, beni niye tüccar yapmadın, köylü, beni niye şehirli yapmadın diyemez. Bir şoför, beni niye pilot ve kaptan yapmadın diyemez.
4- Bir kimse, beni niye evliya veya peygamber yapmadın diyemez.
Ne erkek, diğer erkeklerle eşit yaratılmıştır, ne de kadın, diğer kadınlarla eşit yaratılmıştır. Allahü teâlâ her canlıyı farklı yaratmış ve her birine bir vazife vermiştir. Herkes haline ve hakkına razı olmalı, razı olmayan büyük isyan içinde olur.
Belki bir insanın kadın veya erkek olarak yaratılması, onun hakkında daha iyidir. Bir âyet meali:​
(Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]​
Her halimize razı olmalıyız. Çünkü Allahü teâlâ kudsi hadislerde buyuruyor ki:​
(Mümin başına gelen işten, hoşlansa da, hoşlanmasa da, o iş, onun için iyidir.) [İbni Şahin]​
(Kimisinin imanı ancak zenginlikle salah bulur. Eğer o fakir olsaydı, küfre girerdi. Kimi de, ancak fakirlikle salah bulur, [doğru, iyi yolda olur], eğer zengin olsaydı, küfre düşerdi. Kiminin imanı da, ancak sıhhatte olması ile tamam olur. Eğer hastalansa, küfre girerdi. Kiminin imanı hastalıkla olgunlaşır. Eğer sıhhatte olsaydı küfre sürüklenirdi.) [Hatib]
Ne yaparsak Allah bizden razı olur​
Sual: Bilhassa ne yaparsak Allah bizden razı olur?​
CEVAP​
İsrailoğulları benzer bir suali Musa aleyhisselama sual etmişlerdir. Allahü teâlâ, (Onlar benden razı olurlarsa, ben de onlardan razı olurum) buyurdu. Yani başına gelen belalara katlanmak, ona buna şikayet etmemek, Allah’tan gelen her şeye razı olmaktır.​
Musa aleyhisselam, (Ya Rabbi en çok buğzettiğin kimdir?) diye sual etti. Allahü teâlâ, (Bir kul, benden hayırlısını isteyip ben de ona hakkındaki hükmü gönderince ona rıza göstermeyendir) buyurdu. Allahü teâlânın takdirine razı olmalıdır! Hadis-i kudside buyuruldu ki:​
(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen, verdiğim nimetlere şükretmeyen benden başka Rab arasın!) [Taberani]​
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Haset etmek
Sual: Haset nedir?​
CEVAP​
Haset, bir kimsenin hayırlı bir işi veya evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemektir. Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günah değildir.​
Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanana, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyene, kıskanç denir. Bu hâl, en kötü huylardan biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insan, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere razı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine razı olmayan insandan, Allahü teâlâ da razı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan razı olmaması ise, felaketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, ahirette de zarardadır.
Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu gören, bu kötü huyundan kurtulmalıdır. İnsanlar, kendilerini ıslah edebilirler. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir.
Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmek kazanınca, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyarlarına daha birkaç milyar ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu bosunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir.
İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan, Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olur. İyi kalbli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Bir hadis-i şerifte, (Bir müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir müslüman için istemezse ve bir müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği halde, o kötülüğü başka bir müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyuruldu. Yani, Peygamber efendimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Düşünün bir kere; bütün dünya, Peygamber efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?
Haset, tekebbüre sebep olur. Başkasında bulunan nimetlerin ondan ayrılarak kendisine gelmesini ister. Onun haklı olan sözlerini ve nasihatlerini reddeder. Ondan bir şey sorup öğrenmek istemez. Kendinden yüksek olduğunu bildiği halde, ona tekebbür eder. İmam-ı Gazali hazretleri, (Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür: Haset, riya, ucub) buyurdu.
Haset eden, çekemediği kimseyi gıybet eder, çekiştirir. Onun malına, canına saldırır. Kıyamette, bu zulümlerinin karşılığı olarak, hasenatı alınarak ona verilir. Haset edilendeki nimetleri görünce, dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayır hasenat işleyenlere on kat sevap verilir. Haset bunların dokuzunu yok eder, birisi kalır. Haset edenin duası kabul olmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin, düşmanlık ve haset etmeyin, birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin. Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez.) [Buhari]​
(Müminin kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz.) [Beyheki]
(Müslüman hayırlı olur. Haset edince hayır kalmaz.) [Taberani]
(Hasetten kurtulmak zordur. Haset ettiğiniz kimseyi incitmeyiniz!) [İ. Ahmed]
(Hasetten sakınınız! Ateş odunu yakıp yok ettiği gibi, haset de hasenatı yok eder.) [Ebu Davud]
Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Hasetçi, boşuna yorulur, üzülür. Üstelik büyük günaha girmiş olur. Hasedin, haset edilene dünyada ve ahirette hiç zararı olmaz. Üstelik faydası olur. Hiçbir hasetçi muradına kavuşmamıştır. Haset, sinirleri bozar, ömrün kısalmasına sebep olur. Esmai diyor ki, 120 yaşındaki bir köylüye çok yaşamasının sırrını sordum, hiç haset etmediğini söyledi.
Haset edilene, dünya ve ahirette, hiç zarar olmaz. Haset edenin ömrü üzüntü ile geçer. Haset ettiği kimsenin nimetlerinin azalmadığını, hatta arttığını görerek, sinir krizi geçirir. Hasetten kurtulmak için, ona hediye vermeli, ona karşı tevazu göstermeli ve onun nimetinin artması için dua etmelidir.
Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemek için inat gösterendir.) [Buhari]​
Haset hakkında âlimlerin sözleri:​
Bütün kötülükler, hırlaşmalar almak üzerinedir. Bütün iyilikler, vermek üzerinedir.​
İlk haset eden şeytandır. Hazret-i Âdem’i çekememesi, kendisini isyana sevk etmiştir.​
Herkesi memnun etmek mümkündür, yalnız haset edeni tatmin etmek zordur. Çünkü o, haset ettiği şeyin yok olması ile ancak memnun kalır.
Haset, iyileşmeyen bir yara gibidir. Onun dünyadaki bu sıkıntısı sebebiyle ahirette uğrayacağı azap, ceza bakımından kendisine yeter.
Haset edici kadar mazluma benzeyen bir zalim görmedim. Çünkü o, sana verilen nimeti kendisine işkence olarak görür.
Haset eden, servet düşmanıdır. Kimin malı, nimeti varsa ona buğzeder. Ona bunu niye verdin diye Rabbine darılmış olur. Allahü teâlâ fazlını dilediğine verir. Haset eden, niye ona verdin diye Allah’ın fazlı için cimrilik eder. Mal ve nimet sahibinin rüsvay olmasını, elindeki nimetlerin gitmesini ister. Haset eden her yerde zelil olarak anılır. Melekler lanet eder. Yalnız iken üzüntüsü artar. Can çekişirken, sıkıntısı artar. Kıyamette rüsvay olur, Cehennemde cezasını da çeker.
Ey insanoğlu, niçin kardeşini çekemiyorsun? Ona verilen onun hakkı ise, Allahü teâlânın ikram ettiği kimseye kızmaya ne hakkın var? Şayet hakkı değilse, Cehenneme girecek adamın nesini çekemiyorsun?
Aralarında ilgi bulunanlar haset eder​
Birbirinden uzak ayrı yerde yaşayıp, aralarında ilgi bulunmayan kimseler arasında, birbirleriyle ilgi bulunmadığı için haset de bahis konusu olmaz.​
Bir kimse, karşısındakinin kibirlenmesine dayanamaz, aralarında düşmanlık veya rekabet bulunduğu vakit haset edebilir. Bunlar sık sık karşılaşırlar. Biri diğerinin görüşüne uymazsa, öteki ondan nefret eder, ona karşı böbürlenmeye başlar. Bunun içindir ki, âlim âlime haset eder de abide haset etmez, abid de, başka bir abide haset eder, fakat bir âlime haset etmez. Aynı şekilde yazar yazara, tüccar tüccara haset eder. Kısaca herkes kendi mesleğinden olana haset eder.
Bir kimse, daha çok kardeşine haset eder. Tüccarın maksadı diğer tüccar ile birleşir. Aynı zamanda komşu olduğu tüccar ile uzaktaki arasında da fark vardır. Bütün bu sebeplerle, kendisine yakın olan meslektaşına daha çok haset eder. Bunun gibi, bir pehlivan, bir yazara değil, başka bir pehlivana haset eder. Çünkü onun maksadı yazı ile değil pehlivanlıkla şöhret kazanmaktır.
Bütün bu hasetlerin aslı düşmanlıktır. Düşmanlığın aslı da menfaat çatışmasının bir noktada birleşmiş olmasıdır. Bu da, menfaatleri ayrı veya uzaklarda bulunanlar arasında değil, menfaatleri müşterek olup, birbirine yakın olan kimseler arasında olur. Bu sebeple bunlar arasında haset çoğalır. Haset eden, her tarafta tek olarak anılmasını ister, kendi sahasında karşısına rakip olarak çıkacak herkese, nerde olursa olsun haset eder, fakat bu azdır.
Bütün bunların kaynağı, dünya sevgisidir. Hakiki din âlimleri arasında ise çekemezlik yoktur. Hepsinin maksadı, kullar indinde değil, Allah katında mevki sahibi olmaktır. Gerçek âlim, herkesin kendisinden daha bilgili ve daha iyi müslüman olmasını ister. Fakat âlim geçinenler, ilimleri ile menfaat peşinde koştukları için birbirine haset eder.
Hakkın adaletine kızılmaz​
Haset, bir kalb hastalığıdır. Kalb hastalıkları, ancak ilim ve amel ile tedavi edilir. Hasedin zararı insanın kendisinedir, haset edilene bir zararı yoktur. Haset sebebiyle Allah’ın taksimatına rıza gösterilmemiş olur. Onun adaletine kızılmış olur. Bu ise tevhidin özüne aykırıdır. Ateş odunu yakıp yok ettiği gibi, haset de amelleri yok eder.​
Sen haset ettikçe, içinde bir ateş yanar, kendi kendini kemirir, perişan olursun. Haset edilenin nimetini Allahü teâlâ artırır. Onun nimeti arttıkça senin de hastalığın artar, sıkıntı içinde kıvranır durursun. Göğsün daralır, uykun kaçar ve bu hastalık ölüme kadar götürür. Zaten düşmanın istediği de budur. Sen onun perişanlığını isterken, kendin perişanlığa düşmüş olursun. Bununla beraber senin hasedinin onun elindeki nimete bir etkisi olmaz. Hatta ahirette, seni sıkıntıya düşürdüğü için hasetten vazgeçmen gerekir. Çünkü faydasız bir sıkıntıdır. Allah’ın gazabına uğramaya çalışmaktan daha büyük ne olur?​
Haset etmekle kimseye bir zarar veremezsin. Neymiş onun arabası senin arabandan iyi imiş. Onun evi, daha geniş ve daha uygun bir semtte imiş. N’olacak yani, senin hasedin, Allahü teâlânın ona takdir ettiği nimete mani olabilecek mi? İmkansız... Şayet sen, hasedin sebebiyle onun nimetinin yok olacağını düşünürsen, bu bir ahmaklıktır. Çünkü, eğer nimetler haset ile yok olsa, hiç kimsede hiçbir nimet, hatta iman nimeti de kalmazdı.​
Hasede sebep olan şeyler​
Sual: Haset nedir ve hasede sebep olan şeyler nelerdir?​
CEVAP​
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:​
Haset, bir kimsenin elindeki nimeti ona çok görüp, onun elinden gitmesini istemek demektir ve haramdır. Ancak kötü birinin, eline geçen servet ile fitne uyandırdığı, bu sebeple ara bozup herkese eziyet ettiği zaman, bu nimetin onun elinden çıkmasını istemek, bu adamın bu varlığına memnun olmamak, günah değildir. Çünkü, sen onun yok olmasını, nimet olduğu için değil, onu kötülükte kullandığı için istiyorsun. Şayet adam yaptığı fesatlıktan vazgeçseydi, onun elindeki nimete üzülecek değildin.​
Allahü teâlânın taksimatındaki kazasına rıza göstermemek, hasedin haram olduğuna delâlet etmektedir. Sana zararı dokunmayan bir müslümanın rahata ulaşmasına hoşlanmamak, hasetten başka şey değildir.
Hasedin dereceleri​
1- Haset ettiği kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir. Bu nimet ister kendi eline geçsin, ister geçmesin, yeter ki onda bulunmasın. Hasedin en kötü olanı budur.​
2- Haset ettiği adamın elindeki nimetin, kendi eline geçmesini istemektir. Mesela, adamın güzel evi veya güzel arabası var, yahut üstün mevkidedir. Adamın, “Bunlar benim olsa” demesidir. Bunun arzusu o nimete sahip olmaktır. Maksadı, o nimeti kendisinin elde etmesidir. Yoksa birincisinde olduğu gibi, “Ne onda, ne de bende olsun” şeklinde değildir. Başkası bu nimetten neden istifade ediyor, demiyor, ben neden istifade edemiyorum, diyor. Ondaki nimet bende olsun demek uygun değildir.
3- Ondaki nimetin benzerinin kendisinde olmasını istemesidir. Şayet kendi eline onun gibisi geçmeyecekse, onda da olmasın diye, arzu etmesidir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:​
(Allah’ın kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri ummayın!) [Nisa 32]​
4- Onda olan nimet gibi bir nimetin de kendi elinde bulunmasını arzu etmek, fakat onun elindeki nimetin elinden çıkmasını istememektir. İşte bu, dünyalık hususunda ise affedilmiştir.
Hasede sebep olan şeyler​
1- Düşmanlık: İnsan, kendisine veya bazılarına yaptığı kötülük sebebiyle birine düşmanlık eder, kin besler. Kin ise intikam ile yatışır. Düşmanına bir felaket geldiği zaman, bunu kendi kerametine hamlederek buna sevinir ve bunu kendi mükafatı sanır.​
2- Çekememek: Varlık sahibinin üstünlük taslaması onun ağrına gider. Emsallerinden biri mevki, ilim veya servet sahibi olduğu takdirde, kendisine karşı kibirleneceklerinden, kendisinin buna dayanamıyacağı için haset eder. Yani hasedi, kendi kibrinden dolayı değil, karşısındakinin kibrine dayanamıyacağından dolayıdır.
3- Kibir: Kibirlenip, karşısındakini küçük görüp kendine hizmet ettirmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğidir. Birinin başına bir devlet kuşu konsa, buna haset eder. Kâfirlerin çoğunun Resul-i Ekrem efendimize karşı hasedi, Onun kendilerine karşı ululuk iddia etmesi korkusundandır. (Biz ulu kimseler iken bir öksüz nasıl olur da başımıza geçer ve biz ona nasıl boyun eğeriz) dediler.
4- Şaşkınlık: Aynı tahsilli, aynı yaşta ve aynı memleketli olmasına rağmen bazı arkadaşlarının mal, mülk sahibi olmalarına hayret edip kıskanır.
5- Gayesine ulaşamama korkusu: Bu da iki kişinin bir maksatta birbirine üstünlük arzusuna dayanır. Arzusuna tek başına ulaşabilmekte kendisine yardımcı olan her nimete, öbürü haset eder. Birinin o arzuya erişip diğerinin erişememesi hâlinde birbirine haset ederler. Ana-babanın sevgisini kazanmaktaki evlatların yarışması, talebelerin hocalarının sevgisini kazanmaktaki yarışmaları, gazetecilerin okuyucu çekmek için yarışması ve birbirine haset etmeleri hepsi bu kısımdandır. Her iki tarafın maksadı aynıdır. Maksatlarına ulaşmakta birbirine haset ederler.
6- Lider olma sevdası: Bir kimse, herhangi bir ilim dalında, parmakla gösterilen tek bir insan olmayı arzu eder. Övülmek sevgisi kendisine galebe çaldığı zaman, insanlar tarafından, “İşte bu kimse, kendi sahasında zamanının tek insanıdır, emsâli yoktur” gibi sözlerle övülünce, buna sevinir. “Falan yerde de bu sahada üstün biri var” diye duyduğu zaman canı sıkılır. Bu kişinin, kendisiyle ortak olan bu varlığının, elinden gitmesini ve hatta ölümünü bile arzu eder. Bu ortaklık mevkide, ilimde, sanatta, güzellikte, servette ve benzerlerinde olabilir. Cihanda emsâlsiz ve tek kalması sebebiyle sevindiği her hususta durum aynıdır. Burada hasedin sebebi tek başına otorite olmak sevdasından başka bir şey değildir. Yahudi âlimleri, Resul-i Ekremin hak peygamber olduğunu bildikleri halde, başkanlıklarının elden gideceğinden korktukları için, Peygamber efendimize haset ederek inkâra kalkıştılar.
7- Kötü huy: Hiçbir sebep olmadan kötü huyu, cimriliği sebebiyle kimsede bir varlık görmek istemez ve onlara haset eder. Ona, bu nimetlere Allahü teâlânın mazhar kıldığı bir kimsenin iyiliklerinden bahsedilince, canı sıkılır. Bu kişi, daima başkalarının gerilemelerini seven ve Allahü teâlânın lütfuna cimrilik gösteren bir insandır.
Kimi de var, başkasının malında cimrilik eder, yani başkasının malını da başkasına reva görmez. Aralarında hiçbir alaka bulunmadığı halde, Allahü teâlânın kullarına verdiği nimete cimrilik eder ve onlara haset etmeye başlar. Bunun kötü huyluluktan başka bir sebebi yoktur. Bunun tedavisi pek zordur.
Hazret-i Enes anlatır: Resul-i Ekrem, (Şimdi içeri Cennetlik bir zat girecektir) buyurdu. Az sonra, Ensardan, bir adam çıkageldi. Ertesi gün, Resul-i Ekrem yine önceki gibi söyledi. Yine aynı adam çıkageldi. Üçüncü gün de aynı şey oldu. Abdullah bin Amr, o adamın evinde birkaç gün misafir kaldıktan sonra şunları anlattı:​
- Üç gece onunla kaldım. Gece kalkıp namaz kılmadı. Bizlerden fazla bir ibadet yapmadığı halde Cennetlik oluşunun sebebini anlayamadım. Adama dedim ki:​
- Resulullah seni niçin övüyor?​
- Hiç kimseye haset etmem.​
- Şimdi anlaşıldı. Seni o dereceye ulaştıran budur. (İ. Ahmed)​
Hazret-i Musa’nın imrendiği zat​
Musa aleyhisselam, salih bir zata imrenip, kim olduğunu sordu. Allahü teâlâ, (Bu zat, şu üç amel ile bu mertebeye ulaşmıştır: Kimseye haset etmedi, ana-babasına âsi olmadı ve söz taşımadı) buyurdu.​
Hazret-i Zekeriyya da Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu haber veriyor:​
(Haset eden kimse, nimetime düşman olan, kazâma kızan, kullarım arasındaki taksimatıma razı olmayan biridir.)​
Hazret-i Safiyye anlatır:​
Bir gün, babam amcama sordu:​
- Bu Peygamber hakkında ne diyorsun?​
- Hazret-i Musa’nın müjdelediği Peygamberdir.​
- O halde niçin iman etmiyorsun?​
- Bizden gelmediği için, ölünceye kadar düşmanlık edeceğiz.​
İşte hasedin vardığı acı nokta...​
Hasedin zararları​
Haset edilen kimse, senin zulmüne uğramış, bir mazlumdur. Hele haset edip çekiştirir, kötülüklerini söylersen, bunlar senin ona verdiğin hediyelerdir. Hep onun ekmeğine yağ sürmüş oluyorsun. Yani ona ibadetlerinin sevabını verip, onun günahlarını yükleniyorsun. Böylece kıyamette müflis olacaksın.​
Düşman, hasmının beladan belaya uğramasını ister. Haset hastalığı ile senin yüklendiğin bela, bütün felaketlerden büyüktür. Düşmanlarının en büyük arzuları kendilerinin refahta, hasımlarının sıkıntıda olmalarıdır. Sen kendi kendine onların arzularına uymuş oldun. Bunun için düşmanın, senin ölmeni değil, böylece sürünmeni, ellerindeki nimetlere bakarak haset ateşi içinde hep kıvranmanı isterler.​
Bunları düşünebilirsen, kendi kendinin düşmanı ve düşmanının dostu olduğunu kolaylıkla anlamış olursun. Çünkü davranışın, dünya ve ahirette senin aleyhine, hasmının lehinedir. Bu işin zararı senin, kârı onundur. Herkesin yanında nefret edilirsin. Allah katında da kötü birisisin. Sen istesen de istemesen de haset ettiğin kimsenin nimeti devam eder gider.​
Eğer ahiretteki hâlini rüyada bile görebilseydin, korkunç bir manzara ile karşılaşırdın. Hâlin, tıpkı, öldürmek için düşmana kurşun atan, fakat mermisi geri teperek gözüne isabet edip gözünü çıkaran ve buna fazla sinirlenerek ikinci kurşunu atan ve ikinci mermi de aynı şekilde geri teperek diğer gözünü çıkaran, buna daha da sinirlenerek attığı üçüncü kurşunun yine kendi beynine saplanan ve hasmı esenlik içinde bulunan kişinin durumuna benzer. O, durmadan hasmını hedef alıp kurşun atar, mermiler ise geri teperek kendisine isabet eder. Bunun bu hâline, düşmanları kahkaha savurur. İşte şeytan böyle maskara eder.
Haset edenin durumu bundan da fecidir. Çünkü bu kişinin hasmına atıp tersine dönerek kör olmasına sebep olduğu gözleri, nihayet ölüme kadar yaşayacak ve ölüm ile onlar da yok olacaktı. Ama hasetten meydana gelen günah, ölüm ile yok olmaz. Bu sebeple Allahü teâlâyı öfkelendirir ve Cehenneme girer. Gözünün kör olması, Cehenneme girip Cehennemin kendisini yakmasından, elbette çok daha hafiftir.​
Şu işe bak! O, haset ettiği kimsenin nimetinin elinden alınmasını isterken, Allahü teâlâ o nimeti almadığı gibi, ötekini sıkıntıdan sıkıntıya sokmuştur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Kişi kazdığı kuyuya kendi düşer.) [Fatır 43]​
Çok kere düşmanı için istediği aynen kendi başına gelir. Bunlar, hasedin ilim ile tedavisidir. Eğer akl-ı selim ile düşünürsen, haset ateşini kalbinde söndürürsün. Çünkü hasedin, kendini helak ettiğini, düşmanını sevindirdiğini, haset sebebiyle huzurunun bozulduğunu ve neticede Allahü teâlânın hışmına uğradığını bilirsin.
Hasedin amel ile tedavisi şöyledir:​
Haset arzularının aksini yapmakla hasedini tahakküm altına alırsın. Mesela, hasmını kötülemek istersen, hemen onu öv, kibretmek istersen tevazu göster, ondan özür dile, şayet vermemeyi teklif ederse, vermeye gayret et! Yapmacık da olsa tatlılık, kini ortadan kaldırır ve gönülleri birbirine bağlar. Bu sayede kalb, haset hastalığından kurtulur. Haset edilen kimse, senin böyle zoraki yaptığını bilse de, yine memnun kalır ve seni sevmeye başlar, bu suretle karşılıklı sevgi başlar ve haset hastalığı da kaybolur. Çünkü tevazu, övmek ve sevgisini bildirmek, karşısındakine etki ederek onu sever. Zoraki yaptığı iyilikler, zamanla huy haline gelir. Böylece hasetten kurtulmuş olursun.​
Elbette bu arada şeytan boş durmaz, senin bu durumun onu çok üzer, sana (münafıklık yapıyorsun) diye vesvese verir. Sen de, münafıklık zilletine düşmeyeyim diye sakın şeytanın oyununa gelme!
Hastalıklar acı ilaçlarla tedavi edilir. İlacın acılığına dayanamayan, şifanın zevkine eremez. Hasedin tedavisinde kullanılan, düşmana karşı alçak gönüllülük, onu övme gibi hâllerin acılığını, ancak yukarıda bildirilen manaları bilmek kolaylaştırır. Ayrıca Allahü teâlânın kazasına rıza ile elde edilecek sevap, Allah’ın sevdiğini sevmek de bu güçlüğü yener. Murada ermemek zillettir. Bu zilletten kurtuluş ancak iki şeyin biriyle mümkündür. Ya dilediğin şey olacak veya olacak şeyi dileyeceksin. Birincisi senin elinde olmadığı için, bu hususta uğraşmak manasızdır. İkincisi ise mücahede ve riyazet ile mümkündür. O halde akıllı olan, bu ikinci çareye başvurur.
[Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.] (İhya)
Mümine kâfir diyenin kendisi kâfir olur​
Sual: Bazı kimseler, haset yüzünden çok iyi tanıdığım bir müslümana yahudi diyorlar. Halbuki bildiğiniz gibi, bir kimse istediği dini seçebilir. Fakat hiç kimse yahudi olamaz. Yahudi olmak için yahudi olarak doğmak şarttır. Böyle haset ederek bir müslümana yahudi demenin dindeki yeri nedir?​
CEVAP​
M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki:​
(Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Hasetçi, boşuna yorulmuş, üzülmüş olur. Üstelik büyük günaha girmiş olur. Haset, sinirleri bozar, ömrün azalmasına sebep olur. Hasedin, haset edilene dünyada ve ahirette hiç zararı olmaz. Üstelik faydası olur. Haset ettiği kimsede nimetlerin azalmadığını, arttığını [kervanın yürüdüğünü] görerek sinir krizleri geçirir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Mümin imrenir, münafık haset eder.) [İ. Maverdi]​
(Müminin kalbinde, imanla haset bir arada bulunmaz.) [Beyheki]
(Haset edenler benden değildir, ben de onlardan değilim.) [Taberani]
Berika’daki bu yazı, hasedin ne kadar kötü olduğunu göstermektedir. Hasetçinin yalan söylemesi, iftira etmesi ayrı bir günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehenneme sokar.) [Ebu Davud]​
(Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.) [İbni Ebi Şeybe]
(Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.) [İbni Adiy]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105 Beydavi]​
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:​
(Yalan, imana aykırıdır.) [Beyheki]​
(Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder. Böyle kimse, müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.) [Buhari]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:​
(Böyle kimselerin bozuk sözlerine üzülmeyiniz! Kur'an-ı kerimde, (Herkes, kendine uygun işi yapar) buyuruluyor. (İsra 84) [Yani kişinin işi ve sözü, kendinin aynasıdır.] Böyle aşağı kimselerin sözlerine iyi ve kötü karşılıkta bulunmamak daha iyidir. Yalanın sonu gelmez. Onların birbirini tutmayan sözleri, kendilerini rezil etmeye yetişir. Allahü teâlânın aydınlatmadığı kimseye, başkası ışık veremez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:​
(Allah de, sonra onları bırak! Bozuk işlerinde, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar!) [Enam 91, Mektub. 204]​
Aynı evliya zat yine buyuruyor ki:​
(Bir zan ile bir müslümana kötü damgası basmak, yer yer dolaşıp, onu sapık olarak yaymaya çalışmak bir din adamına yakışır mı? Müslüman olan bir kimse, bir insandan dine uygun görünmeyen bir söz işitince, bu söyleyeni incelemelidir. Söz sahibi, sapık ve zındık ise, buna doğrusunu söylemeli, sözünde iyi mana aramamalıdır. O sözün sahibi müslüman ise, onun sözüne iyi mana vermeye uğraşmalıdır. Eğer faydalı olmak için değil de, bir müslümanı kötülemek için yapılıyorsa, buna bir şey diyemem.) [c.3, m.121]​
Suizan ederek bir müslümana kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söylerken niçin öldürdün?) buyurdu. O kimse de, (Dili ile söylüyordu, kalbi ile inkâr ediyordu) dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu azarladı. Onun için, günahkâr da olsa, mümine kâfir demekten sakınmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]​
Haset, gayret ve kıskançlık​
Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Haset etmeyin, ateş odunu yaktığı gibi, haset de ibadetlerin sevaplarını giderir.) [İbni Mace]​
Haset eden, onu gıybet eder, çekiştirir. Onun malına, canına saldırır. Kıyamet günü, bu zulümlerinin karşılığı olarak, yaptığı iyilikler alınarak ona verilir. Haset edilendeki nimetleri görünce, dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayır, hasenat işleyenlere, on kat sevap verilir. Haset bunların dokuzunu yok eder, birisi kalır. Küfürden başka hiçbir günah, hasenatın sevaplarının hepsini yok etmez. İslamiyet’e önem vermeyerek haram işlemek ve küfre sebep olan işleri yapmak, sevapların hepsini yok eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Eski ümmetlerden iki kötülük haset ve kin size bulaştı. Dinlerini haset ve kinle yıktılar.) [Tirmizi]​
Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Boşuna üzülmüş, yorulmuş olur. Kazandığı günahlar da, cabası olur. Hiçbir hasetçi muradına kavuşmaz, kimseden saygı görmez. Haset, sinirleri bozar. Ömrünün azalmasına sebep olur. Haset olunanın, dünyada ve ahirette, bundan hiç zararı olmaz. Hatta faydası olur. Haset edenin ömrü üzüntü ile geçer. Haset ettiği kimseden nimetlerin azalmadığını, hatta arttığını görerek, sinir krizleri geçirir. Hasetten kurtulmak için, ona hediye göndermeli, onu övmeli, ona karşı tevazu göstermeli, onun nimetinin artmasına dua etmelidir.
Haset, kıskanmak, çekememek demektir. Yani, Allahü teâlânın birisine vermiş olduğu nimetin ondan gitmesini istemek demektir. Ondan gitmesini istemeyip de, kendisinde de olmasını istemek, haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Gıpta güzel bir huydur. İslamiyet’in ahkamına, yani farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya riayet eden, gözeten salih kimseye gıpta edilmesi vaciptir. Dünya nimetleri için gıpta etmek tenzihen mekruh olur. Birisinde bulunan kötü, zararlı şeyin gitmesini istemek, gayret olur. Gayret gösterene de gayur denir. Gayret, bir kimsede olan hakkına, onun başkasını ortak etmesini istememektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Mümin gayur olur. Allahü teâlâ ise daha gayurdur.) [Müslim]​
(Allahü teâlâdan daha gayuru yoktur ve mümine gayret ettiği için fuhşu yasaklamıştır.) [Buhari]
(Namus gayreti imandandır.) [Deylemi]
Namusunu kıskanmayana deyyus denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Allahü teâlâ, Cenneti yaratınca, “deyyus senin kokunu bile duyamaz” buyurdu.) [Deylemi]​
Allahü teâlânın gayret etmesi, kulunun kötü, çirkin şey yapmasına razı olmamasıdır.​
İnsanın Allahü teâlâya gayret etmesi, haram işlenmesini istememekle olur.​
Yusuf aleyhisselamın, (Sultanın yanında benim ismimi söyle!) demesi gayret-i ilahiyyeye dokunarak, senelerce zindanda kalmasına sebep oldu. İbrahim aleyhisselamın, oğlu İsmail’in dünyaya gelmesine sevinmesi, gayret-i ilahiye dokunarak, bunu kurban etmesi emrolundu. Allahü teâlânın çok sevdiklerine, bazı evliyaya böyle gayret etmesi çok vâki olmuştur.
Müslümana kâfir demek​
Sual: Bazı Müslümanlar için, (Bunlar, Bizans’ın torunlarıdır. Bunların namazları, kabul olmaz. Bunlara herhangi bir şekilde yardım edenler, Cehenneme bilet kesmişlerdir) diyerek, açıkça kâfir olduklarını söylemek, küfür değil midir?​
CEVAP​
İslam âlimleri buyuruyor ki:​
Küfür isnadı, iki başlı ok gibidir. Oku atınca, karşı taraf kâfirse orada kalır, şayet değilse, ok geri döner sahibini vurur, yani söyleyen kâfir olur.​
Fıkıh kitaplarında da, kendisine kâfir denilen kimse kâfir değilse, Müslüman ise, söyleyenin kâfir olacağı bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:​
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]​
Kıskanmak ve imrenmek​
Sual: Dinimizde kıskançlık yasaktır ama Peygamber efendimizi gören ve Onun zamanında yaşayanları ister istemez kıskanıyoruz, bu günah olur mu?​
CEVAP​
Ona kıskanmak denmez, imrenmek denir. İmrenmek sevaptır, iyidir.​
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Hasta ziyareti
Sual: Hastayı ziyaret farz mıdır?​
CEVAP​
Hasta ziyareti sünnettir. Hastanın bakacak kimsesi yoksa vacib-i kifaye olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:​
(Müslümanın, Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selamını almak, hastalanınca ziyaret etmek, cenazesine gitmek, davetine icabet etmek, aksırıp da elhamdülillah dediği zaman, yerhamükallah demektir.) [Müslim]​
(Biriyle arkadaş olunca, kimliğini öğren! Hasta olursa ziyaretine, ölürse cenazesine gidersin.) [Beyheki]
(Hasta ziyareti için bir mil, iki kişinin arasını düzeltmek için iki mil, Allah için dost edindiğin birini ziyaret için üç mil uzakta da olsa git!) [İbni Ebi-d-dünya]
(Allahü teâlâ birine, (Ben hastalandım, beni ziyarete gelmedin) buyurur. O kimse, (Ya Rabbi, seni nasıl ziyaret edeceğimi bilmiyorum) deyince de, (Falanca Müslüman hastalandığında, ziyaret etseydin, beni bulurdun) buyurur.) [Müslim]
(Bir hastayı ziyaret edenin kefili Allah olur.) [Hâkim]
(Şunlar komşu hakhaklarındandır: Hastalanırsa ziyaret etmek, ölünce cenazesine gitmek, borç isterse vermen, fakir düşerse bunu olursa her yerde söylememek, güzel bir şeye kavuşursa tebrik etmek, başına bir musibet gelirse teselli etmek, evini onun evinden yüksek yapmamak, komşuya da verilmezse yapılan yemeğin kokusunu ona duyurmamak.) [Cami-üs-sagir]
(Hasta ziyaretinin mükemmel olması, elini hastanın yüzünün veya elinin üzerine koyması ve halini sormasıyladır. Aranızdaki selamlaşmanın mükemmel olması da müsafeha etmekledir.) [İ. Mace, İ. Ahmed]
(Hastaları ziyaret ediniz. Dua etmelerini isteyiniz. Şüphesiz hastaların duası makbul, günahları da affedilmiştir.) [Deylemi]
(Hastaları ziyaret etmenin, cenazeleri uğurlamaktan daha büyük sevabı vardır.) [Deylemi]
(Kim bir hastayı ziyaret ederse, dönünceye kadar Cennet bahçesi içerisindedir.) [Müslim, Tirmizi, İ. Ahmed]
(Sünnet uygun abdest alıp, hasta olan Müslüman kardeşini, Allah rızası için ziyaret eden yetmiş yıllık yol mesafesi olan Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Davud]
(Hastaları da ziyaret edin.) [Buhari]
(Hasta ziyareti güzel iştir.) [Taberani]
(Hasta bir Müslümanı sabah ziyaret edene, akşama kadar; akşam ziyaret edene ise sabaha kadar yetmiş bin melek dua ve istiğfar eder. Cennette de kendisine bir bahçe verilir.) [Tirmizi]
(Hastayı ziyaret edene, 70 bin melek, ertesi gün aynı vakte kadar istiğfar eder.) [Şirazî]
(Hasta ziyaretine giden kimse, Allahü teâlânın rahmetine girer, onun yanında oturunca da bu rahmete gömülmüş olur.) [Beyheki, İ Ahmed]
(Sırf Allah rızası için, arkadaşını veya bir hastayı ziyaret eden için, Allahü teâlâ buyurur ki: Ne güzel ettin. Cennette kendine bir köşk hazırlamış oldun.) [Buhari]
(Bir hastayı ziyaret edip, yanında bir miktar oturan Müslümana, bir an günah işlenmemiş bir yıllık amel sevabı verilir.) [Ebu Nuaym]
(Hastayı ziyaret üç günden sonradır. Ziyareti de seyrek yapın! Dalgınsa ziyaret gerekmez.) [Deylemi]
(Hastayı ziyaret eden kimse, müsafeha etsin ve elini hastanın alnına koyup, halini sorsun ve onun için şifa ve uzun ömür dilesin, ondan dua da istesin. Çünkü hastanın duası meleklerin duası gibidir.) [Beyheki]
(Bir günde şu beş şeyi yapan Cennet ehli olur: Hastayı ziyaret eden, cenazeye giden, Cuma günü oruçlu olan, Cumaya giden ve sadaka veren [Ebu Ya’la] [Cuma günü oruç tutmak isteyen, perşembe ile veya cumartesi ile beraber tutmalıdır!]
Peygamber efendimiz, ziyaretçiye çok sevap verildiğini bildirince, oradakiler, hastaya da sevap olup olmadığını sordular. (Hastaya kat kat daha çok sevap verilir) buyurdu. (Taberani)
Birisi hastalanınca hemen ziyarete gidilmez. Sık sık gitmek de doğru değildir. En fazla iki günde bir gidilebilir.
Ziyarete yeni elbise ile değil, her gün giyindiği elbise ile gitmelidir! Hastanın başucunda değil, ayakucunda oturmayı tercih etmelidir!
Hastanın yüzüne bakmayıp, sağa sola bakmak veya önüne bakmak uygun olmadığı gibi, devamlı olarak hastanın yüzüne bakmak da uygun değildir.
Hastanın yanında asık suratla durmamalıdır! Güzel şeylerden bahsetmeli, iyileşmesi için dua etmelidir!
Peygamber efendimiz, bir hastayı ziyaret edince, (Bir şeyin yok, inşaallah bu rahatsızlığın, günahlarını temizler) buyururdu. (Buhari)
Ziyarette hastanın yanında çok oturmak, uygun değildir. Peygamber efendimiz, (Hasta ziyaretini kısa tutmak sevabdır) buyurdu. (Bezzar)
Hasta da, halinden şikâyet etmemeli! Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Sadakayı gizli veren, musibetini gizleyen, halini Allah’a arz eden için, Allahü teâlâ buyurur ki: Kulum verdiğim belaya sabretti. Ziyaretçilere beni şikâyet etmedi. Ben de onun vücudunu daha sıhhatli kılarım. Günahsız olarak iyileşir. Ölürse rahmetime kavuşur.) [Taberani]​
Hasta hâlinden şikâyet etmediği gibi, “Beni ziyarete gelmiyorlar” diye de şikâyet etmemeli! Kendisini ziyarete gelmeyenin bir mazeretinin olabileceğini düşünmeli, ona suizan etmemeli, küsmemeli!
Sual: Hasta ziyaretine giderken çiçek götürmek hıristiyan âdeti midir?​
CEVAP​
Mubah işlerde gayrı müslimlerin âdetine uymak günah olmaz. (Hadika) Ziyarete giderken çiçek götürmek günah değildir. Hadis-i şeriflerde, (Kime güzel kokulu çiçek ikram edilirse reddetmesin, onu alıp koklasın) ve (Kırmızı gülü koklayıp da bana salevat getirmeyen, bana eziyet etmiş olur) buyuruldu. (Şir'a)​
Sual: Bir arkadaş, hastalığında kendisini ziyaret edemediğim için bana darılıp küsmüştür. Hastayı ziyaret etmek farz mı?​
CEVAP​
Hasta ziyareti sünnettir. Hastanın kimsesi yoksa vacip olur. Sünnet olan hasta ziyaretini yapmayana küsmek haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Müslümana, üç günden fazla dargın duran, Cehenneme gider.) [Nesai]​
Sual: Hasta ziyaretinde nelere dikkat etmek gerekir?​
CEVAP​
Hastanın yanına Euzü besmele ile selam vererek girmeli, mümkünse sağ tarafına oturmalı, dua etmek için hal ve hatırını sormalı, bir ihtiyacı olup olmadığını sormalı, varsa yardımcı olmalı. Ona da duyurmak için Kelime-i şehadet söylemeli. Yanında fazla oturmamalı. Eğer ısrar ederse biraz daha oturulabilir. Ayrılırken de hayırlı âcil şifaya kavuşması için dua etmelidir.​
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Havf ve Reca
Sual: Allah sevgisi ile Allah korkusunun diğer sevgi ve korkulardan farkı nedir?​
CEVAP​
Sevgi de, korku da çeşitlidir. Allah sevgisi, ana-baba sevgisi ve hanım sevgisi farklıdır. Allah korkusu ile düşman korkusu da çok farklıdır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öyle korkun) buyuruluyor. (Âl-i İmran 102)​
Allahü teâlânın istediği gibi, Allah’tan korkmaya takva denir. Takva, Allah’a iman edip, Onu sevmek, Ona kulluk etmek, yani Onun emir ve yasaklarına riayet etmektir. Düşmandan korkmak takva değildir. Düşmana iman edilmez. Düşmanın bizzat Cennete ve Cehenneme koyma yetkisi de yoktur. Düşmanın sadece zarar vermesinden korkulur. Şu halde iki korku arasında çok fark vardır. Yine, (Eğer iman etmişseniz, onlardan [düşmanlardan] değil benden korkun) buyuruluyor. (Âl-i İmran 175)
İman etmeyen için, Allah korkusu bahis konusu olamaz. İman edenin de, imanın tadını bulması için, Allahü teâlâyı çok sevmesi ve kâfir olmaktan çok korkması gerekir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:​
(Allahü teâlâyı ve Resulünü her şeyden çok seven, yalnız Allah’ın sevdiklerini seven ve küfre düşme korkusu, ateşte yanma korkusundan çok olan kimse imanın tadını bulur.) [Buhari]​
Allah korkusu ve Allah sevgisi, insanları saadete kavuşturan iki kanat gibidir. İman eden ve imanın tadını bulan da Allahü teâlâyı çok sever. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(İman edenlerin Allah sevgisi çok sağlamdır.) [Bekara 165]​
Kişi, bilmediği şeyi sevmez veya ondan korkmaz. Allahü teâlâyı çok seven ve Onu iyi tanıyan, Allah’tan çok korkar. Allahü teâlâyı en iyi tanıyan da Peygamber efendimiz olduğu için, en çok korkan da elbette Odur. (İçinizde Allah’tan en çok korkan benim) buyurmuştur. (Buhari)
Peygamberlerden sonra Allahü teâlâyı en iyi tanıyan, onların vârisi olan âlimler ve onlara yakın olanlardır. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:​
(Allah’tan, kulları içinde, ancak âlimler korkar.) [Fatır 28]​
Akıllı insan, nimet sahibinin sevgisini kaybetmekten çok korkar. Ayrıca Ona isyan edip azaba müstahak olmaktan da korkar. Demek ki, Allah korkusu, sevileni kaybetmekten meydana gelen bir korku olduğu gibi, Ona isyan ederek tehlikelere maruz kalmaktan da meydana gelen bir korkudur. Allahü teâlâdan celal sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günahı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca, (Günahları bıraktığıma göre, artık Allah’tan niçin korkayım) diyebilir. Allah’tan korkan, korkunun gereğini yapan kimse akıllıdır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:​
(Aklın çokluğu, Allah korkusunun çokluğu ile belli olur.) [İ. Muhber]​
Sual: Allah’tan korkmak ne demektir?​
CEVAP​
Allah’tan korkmak, bir zalimden korkmak gibi değildir. Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur.​
Aşıkların maşuklarına karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beyitleri az değildir. Maşukunu kendinden pek yüksek bilen bir aşık, kendini o sevgiye layık görmeyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır.
İnsan, sevdiği kimseyi, herhangi bir şekilde üzmekten korkar. Allahü teâlâyı ise, herkesten çok sevmek gerekir. Allah’ı çok seven bir kimse, herhangi bir yanlış iş yapıp, Onu üzerim diye çok korkar.​
Bizleri yoktan var eden ve çeşitli nimetler ihsan eden Rabbimizi elbette çok sevmek gerektiği gibi, bu sevgiyi kaybetmekten de çok korkmak gerekir.​
Allah’tan korkmak büyük derecedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Allah indinde en kıymetliniz, Ondan en çok korkanınızdır.) [Hucurat 13]​
(Allah’tan korkun! Biliniz ki Allah’ın azabı çok çetindir.) [Bekara 196]
(Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 100]
Âlimler ve arifler buyuruyor ki:​
Allah’tan korkanın kalbi hikmetle dolar.​
Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kalbler harap olmuştur.​
Allah’tan korkmanın alameti, kendini hasta görüp, ölüm korkusuyla bütün isteklerinden kaçınmaya çalışmaktır. Allah’tan korkan kimse, Allahü teâlânın rahmetinin çok bol olduğunu bilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Kim günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, mağfiret dilerse, Allah’ı çok affedici, çok merhametli bulur.) [Nisa 110]​
(Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; çünkü kâfirlerden başkası, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.) [Yusüf 87]
Allahü teâlânın azabı şiddetli olduğu gibi, rahmeti daha boldur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:​
(Rabbinizden bahsedince, korku verecek şey söylemeyin!) [Beyheki]​
(Allahü teâlâyı kullarına sevdirin ki, Allahü teâlâ da sizi sevsin!) [Taberani]
(Eğer kul, Allahü teâlânın ne kadar affedici olduğunu bilseydi, haram işlemekten çekinmezdi. Azabının da ne kadar şiddetli olduğunu bilseydi, hep ibadet eder, hiç günah işlemezdi.) [Nesefi]
İnsanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşüren, onlara zorluk gösteren bir kişiye, Kıyamet günü Allahü teâlâ, (Sen kullarıma rahmetimden ümit kestirdin. Bugün sen de rahmetimden mahrumsun) buyuracaktır. Peygamber efendimiz de buyurdu ki:​
(Allahü teâlânın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirene lanet olsun!) [Şir’a]​
Allahü teâlânın rahmeti, dünyada mümin-kâfir herkesedir. Ahirette, kâfirlere rahmetin zerresi yoktur.​
Âyet-i kerimede mealen, (Rahmetim her şeyi kaplamıştır) buyurulduktan sonra, (Rahmetim, benden korkup, haramlardan kaçan ve zekatlarını veren ve Kur'an-ı kerime inananlar içindir) buyuruluyor. (Araf 156)​
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur) hadis-i şerifini düşünmeli, Allahü teâlânın azabından korkup, rahmetinden de ümit kesmemelidir! (Tirmizi)
Mümin orta yolda olmalıdır​
Bir kimse, ne kadar âlim olursa olsun, ne kadar ibadet ederse etsin, kendisine muhakkak Cennetlik gözü ile bakmamalıdır. İlmine, ameline güvenenler zarara uğrayabilir. Bunun için daima Allahü teâlânın azabından korkmalı, hiç bir ibadetine güvenmemelidir! İlmine, ibadetine güvenmek, nasıl çok tehlikeli ise, kendini muhakkak Cehennemlik zannederek, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek de tehlikelidir. Mümin, orta yolda olmalıdır. Yani Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemeli, azabından da emin olmamalıdır!​
Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek caiz olmaz. Her ibadet eden, muhakkak Cennetlik olmadığı gibi, her günahkâr da muhakkak Cehennemlik değildir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Kıyamet günü Allahü teâlâ, "Dünyada beni bir defa hatırlayan veya korkup günahtan vazgeçeni Cehennemden çıkarın" buyurur.) [Tirmizi]​
(Allahü teâlânın mümine olan merhameti, her annenin çocuğuna olan merhametinden daha üstündür.) [Buhari]
([İhlasla] "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" diyene Allahü teâlâ Cehennemi haram kılar.) [Buhari]
Sual: Allah’ın emri ve yasaklarına riayet etmeden, Allah’ın rahmetinin çok olduğunu söyleyip, yalnız Onun rahmetinden ümidi kesmemek uygun mudur?​
CEVAP​
Allahü teâlâdan korkmalı, Onun rahmetinden ümidi kesmemelidir! Ümit, Reca, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibadetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyarlarda recanın daha fazla olması gerekir, denildi. Hastalarda reca fazla olmalıdır. Korkusuz reca ve recasız korku caiz değildir. Birincisi emin olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır. Hadis-i kudside, (Kulumu, beni zan ettiği gibi karşılarım) buyuruldu. Zümer suresindeki 53.âyet-i kerimede mealen, (De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder. Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) buyuruldu. Bunlardan, recanın fazla olması gerektiği anlaşılıyor. (Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız) hadis-i şerifleri de, havfın yani korkunun fazla olması gerektiğini gösteriyor.​
Sual: Hep Allah’tan korku içinde mi yaşamak gerekir?​
CEVAP​
Kendini garanti Cennetlik bilmek gibi, kendini mutlaka Cehennemlik bilmek de çok tehlikelidir. Allahü teâlâdan korkmalı ve rahmetinden ümidi kesmemeli, yani beyn-el-havfi ver-reca [korku ve ümit arasında] olmalıdır.​
Havf, Allahü teâlâdan korkmak, reca, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemektir. Sebebine yapışmadan bir şey beklemeye temenni, sebebine yapıştıktan sonra, beklemeye reca denir. Temenni, insanı tembelliğe, reca ise, çalışmaya sevk eder. Hadis-i şerifte, (Din işleri temenni ile doğru olmaz) buyuruldu.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabani otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilaçlamalarını da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsulü çeşitli afetlerden korursa, bu beklemeye ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilaçlı mücadelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarladan iyi mahsul almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkansız olmadığı için, buna temenni denir.
Bunun gibi, doğru iman tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlak dikenlerinden temizlerse, ibadet suyu ile iman ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü afetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, yani vazifesini zamanında yaparsa, buna ümit denir. Ümitten muhabbet doğar. Muhabbet makamından yüksek makam yoktur.
İman tohumu doğru olduğu halde, kötü ahlaktan temizlenmez ve ibadet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.) [Tirmizi]​
Demek ki, bütün sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi beklemek ümit olur. O halde ihlasla tevbe eden, kabul edildiğini ümit etmelidir. Tevbe etmediği halde günahına üzülürse, üzülmesi tevbeye sebep olur.​
Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemek büyük ahmaklıktır. Salih amel işlemeden, büyüklerin kavuştukları dereceyi ümit etmek de akılsızlık olur.​
Her ibadet eden, Cennetlik olmadığı gibi, her günahkâr da Cehennemlik değildir. Cenab-ı Hakkın gazabı düşünülerek ibadetlere güvenmemeli, af ve mağfireti de düşünülerek rahmetinden ümit kesmemelidir! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder. Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) [Zümer 53]​
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:​
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kulum, göklere ulaşacak günah işlese; fakat rahmetimden ümidini kesmeyip, mağfiret dilerse, affederim.) [Tirmizi]​
Ümit, korkudan çok olmalıdır:​
Allahü teâlânın kendisini affedeceğini zannedenin, ibadetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyarlarda recanın daha fazla olması gerekir. Hastalarda reca fazla olmalıdır. Korkusuz reca ve recasız havf caiz değildir. Birincisi emin olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır.​
Yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şerif de recanın, ümidin fazla olması gerektiğini göstermektedir.​
Korku, ümitten çok olmalıdır:​
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Kıyamette kurtuluşa erenler, Allah’a ve Resulüne itaat edip Allah’tan korkan ve sakınanlardır.) [Nur 52]​
(İşlediklerinin cezası olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tevbe 82]
(Allah katında en kıymetliniz, ondan çok korkup sakınanınızdır.) [Hucurat 13]
Müminun suresinin, (Rablerinin huzuruna çıkacaklarından kalbleri korku ile çarpar) mealindeki 60. âyet-i kerimesindeki kimselerin hırsız mı, zâni mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:​
(Bunlar, namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerini yerine getirdikleri halde “acaba ibadetlerimiz kabul olmadı mı” diye korkan kimselerdir.) [Tirmizi]​
Bu âyet-i kerimeler de, korkunun fazla olması gerektiğini göstermektedir. Ümidi ve korkuyu bildiren nasslar birlikte incelenince, müminin, havf ve reca arasında olması gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi]​
Yani Allahü teâlânın azabından korkarak, rahmetinden de ümidini kesmeyerek, haramlardan kaçıp ibadetlerini yapmaya çalışan mümin Cennete gider.
Allah korkusunun önemi​
Allah’tan korkmalı, ona karşı kötü zanda bulunmamalıdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:​
(Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkunuz) [A.İmran 102]​
(Sizden öncekilere de, size de Allah’tan korkmanızı tavsiye ettik.) [Nisa 131]
(Kötü zanda bulunduğunuz için helake mahkum kavim oldunuz.) [Feth 12]
(Rabbinize olan [ümitsizliğiniz, kötü] zannınız sizi helak etti.) [Fussilet 23]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:​
(Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez.) [Nesai]​
(Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Buhari]
(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: “Dünyada benden korkarak ağlayan hiç kimse yoktur ki, onu Cennette ebedi güldürmüş olmayayım!”) [Beyheki]
(Allah korkusu ile, kalbi ürperenin, ağaçtan yaprak dökülür gibi, günahları dökülür.) [Beyheki]
(Allahü teâlâdan hakkıyla korksaydınız, cehilsiz ilme kavuşurdunuz.) [İbni Sünni]
(Allah korkusu, her hikmetin başıdır.) [Taberani]
Sevgiyi yitirmek korkusu​
İnsan sevdiği şeylerin elden çıkmasından korkar. Sevdiği kimselerin sevgisini kaybetmekten korkar. Bunun için Allah’ı en çok sevenler, Allah’tan en çok korkanlardır. Keza Allahü teâlâyı en iyi tanıyanlar da Ondan en çok korkanlardır. Allah’tan korkup günahtan sakınan kimselere mütteki denir. Müttekiler hakkında çok müjdeler vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Müttekilerin hepsi hesapsız Cennete girer.) [Taberani]​
Allah korkusunun sebebi, ilim ve marifettir. İlim ve marifet sahipleri, kendi ayıplarını, günahlarını ve ibadetteki kusurlarını görerek, bunun yanında Allahü teâlânın kendisine verdiği sayısız nimetleri düşününce, yaptıklarından utanıp, kalbinde korku başlar. Bu kimsenin hali şuna benzer. Bir padişah bir kimseye iltifat ederek sayısız yardım ve ihsanlarda bulunsa, üstelik sadrazamlık rütbesi verse, bu kimse de, padişahın bu iyiliklerine karşılık nankörlük ve hıyanet etse, bunu da padişahın gördüğünü anlasa, o kimsenin kalbine bir korku ateşi düşer.
Korkunun dereceleri vardır: İnsanın kendisini arzulardan men etmesine iffet, haramlardan men etmesine takva, şüphelilerden men etmesine vera denir. Allah’a yaklaşmaya mani olan her şeyden men etmesine ise sıdk denir. Böyle kimselere de sıddık denir.
Salih bir müslüman Cehennemden, gaflete düşüp kalbinin kararacağından, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp ahireti unutacağından, bütün kusur ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil olacağından korkar.
En büyük korku da imansız gitme korkusudur. Çünkü Allahü teâlâdan celal sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günahı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca, (Günahları bıraktığıma göre, artık Allah’tan niçin korkayım) diye düşünebilir. Bu bakımdan Allahü teâlâdan, Celal sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür.
Cenab-ı Hak, Davud aleyhisselama, (Kükremiş aslandan nasıl korkuyorsan, benden de öyle kork) buyurdu. Çünkü aslan, senden korkmaz, öldürmemek için bir sebep aramaz. Öldürmek isteyince de seni bir suçundan dolayı öldürmez. Böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
İmansız ölmek korkusu​
Hazret-i Ebud-derda buyuruyor ki:​
Hiç kimse, ölüm zamanında imanının geri alınmayacağından emin olmaz. Sıddıklar kötü akıbetten çok korkarlar. Süfyan-i Sevriyi ağlarken gördüler. (Allahü teâlânın affının, senin günahından büyük olduğunu bilmez misin?) dediler. (İmanla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günahım olsa yine korkmam) buyurdu. Mürid, günah işlemekten, arif ise küfre düşmekten korkar.​
İlim ve marifetten korku hasıl olur. Korkudan ise, zühd, sabır, tevbe, sıdk, ihlas ve bunlardan da muhabbet hasıl olur. Muhabbet makamı çok üstündür. Marifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Marifetten aciz olan ise, marifet sahipleri ile sohbet etmeli, gafillerden uzak durmalıdır.
Allah’tan korkan, Onun emir ve yasaklarına riayet eder. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Kendine edilen kötülüğe sabreder. Kusurlarına tevbe eder. Çalışırken, alış-veriş ederken, kimsenin hakkını yemez. İlim ve ahlak sahiplerine saygı gösterir. Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kimseyi çekiştirmez, kimseye sert davranmaz. Malı ve mevkiyi herkese iyilik etmek için ister. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünür, hiç kötülük etmez. Kısaca, Allah’tan korkan, herkese faydalı olur.
Allah korkusu faydalıdır​
İbadet yapmamak, günahlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar. Yani kâfir olur. Ebedi Cehennemde kalır. Günahların hepsi Allah’ın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin) Tevbe edilmeyen günahların cezası verilirse, bu cezaya katlanmak çok zordur.​
İnsan, kendi acizliğini düşünerek, Allahü teâlânın azabının çok çetin ve şiddetli olduğunu iyi bilmelidir.
Kişi, dünyada hiçbir şeyine güvenmemelidir! Ne ilmine, ne ibadetine, ne soyunun yüce olmasına, hasılı hiçbir faziletine güvenmemelidir!
Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Bir günah yüzünden büyük azaba maruz bırakabilir. Yıllarca ibadet eden makbul bir kulunu ebediyen Cehenneme koyabilir.
Yüz bin yıl ibadet eden İblis, kibrederek, Âdem aleyhisselama doğru secde etmediği için, sonsuz olarak lanetlik oldu. Allahü teâlâ, yüzbin yıllık ibadetini yüzüne çarptı.
Cezaya maruz kalanlar​
Allahü teâlâ, bir zelle yüzünden Âdem aleyhisselamı Cennetten çıkardı. Hazret-i Âdem yıllarca felaketlere maruz kaldı. [Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Peygamberler asla günah işlemez.]​
Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü için ebedi Cehennemlik oldu.​
Nuh aleyhisselam, ufak bir söz yüzünden Allahü teâlânın sert hitabına maruz kaldı. Utancından kırk yıl, başı eğik gezdi.​
Allah’ın dostu İbrahim aleyhisselam da bir zellesi yüzünden uzun müddet ağladı. Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:​
- Niçin bu kadar ağlıyorsun? Sen Allah’ın dostusun. Hiç dost, dostunu cezalandırır mı?​
İbrahim aleyhisselam şöyle cevap verdi:​
- Yaptığımı düşünürken dostluk hatırıma gelmiyor.​
Yunus aleyhisselam, zelle sayılacak bir hareketinden dolayı, Allahü teâlâ onu deniz altında kırk gün balığın karnında hapsetmiştir.
Davud aleyhisselam da bir zelle yüzünden o kadar ağladı ki, gözyaşlarından otlar bitti. Allahü teâlâya dua ederken dedi ki:​
- Ya Rabbi, gözyaşımı görüyorsun.​
Cenab-ı Hakkın cevabı şöyle oldu:​
- Ey Davud, yaptığını unutuyor, gözyaşlarını hatırlıyorsun.​
Davud aleyhisselam, kırk sene daha ağlamıştır.​
Her duası makbul, âlim ve evliyadan bir zat olan Belam-ı Baura, Musa aleyhisselama beddua ettiği için kâfir oldu. Akabinde dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. Kur'an-ı kerimde, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetildi. (Araf 176)
Çok zengin olan Karun, zekat vermediği için malı ile helak oldu.
O halde, her günahtan kaçmaya çalışmalıdır. Günah işleyince de, ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tevbe etmelidir. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, gazabından rızana, azabından affına, senden sana sığınırım) diye dua ederdi. (Hakim)
Allah’ın rahmeti boldur​
Müslüman, Allahü teâlânın rahmetinin sonsuzluğunu düşünerek, ümitsiz olmamalı. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Allahü teâlânın mümine olan merhameti, annenin çocuğuna olan merhametinden daha fazladır.) [Buhari]​
(Allahü teâlâ, kıyamette buyurur ki:​
Dünyada bir gün beni hatırlayıp ananı, benden bir kerecik korkanı, Cehennemden çıkarın!) [Tirmizi]​
(Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanırım. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]
(Mümin, Allah’ın azabının şiddetini bilseydi, Cenneti ümit etmez, kâfir de Allah’ın rahmetinin sonsuzluğunu bilseydi, Cennetten ümidini kesmezdi.) [Müslim]
(Kıyamette, [günahı sevabından çok] biri, Cehenneme götürülürken, “Ya Rabbi, dünyada sana hep hüsnü zan ettim, [rahmetinden ümit kesmemiştim]” der. Allahü teâlâ da, “Onu bırakın! Kulumu beni zannettiği gibi karşılarım” buyurur.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ, kıyamette, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok kişiyi affeder. Hatta İblis bile affolunacağını umar.) [İbni Ebiddünya]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Rahmetim, gazabımı geçmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet eden, Cennete girer.) [Deylemi]
([İhlasla] “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” diyen kimseye Cehennem haramdır.) [Buhari]
Kadi Yahya bin Eksem vefat edince, rüyada görüp halini sordular.​
O da, (Allahü teâlâ bana, “Ey kötü ihtiyar, şunları niçin yaptın” diye beni azarlayınca, beni büyük bir korku kapladı. Ben de, “Ya Rabbi, böyle sorguya çekileceğimi bildirmediler” dedim. “Ne bildirdiler?” buyurdu.​
Ben de râvilerin ismini sayarak, “Ben azimüşşan müslüman olarak saçı sakalı ağaran kuluma azap etmekten hayâ ederim” buyurduğunu bildirdiler, dedim. “Sen ve râviler sadıksınız. Ben de seni mağfiret ettim” buyurdu) diye cevap verdi.​
Cehennemden iki kişiyi çıkarırlar. Allahü teâlâ, (Yaptıklarınızın karşılığını gördünüz. Çünkü ben zulmetmem) buyurduktan sonra, (Haydi tekrar Cehenneme) denilince, birisi çok hızlı yürür, diğeri ise yürümez, bekler.
Her ikisine bunun sebebini sorarlar. Hızlı yürüyen, (Emre uymamanın, söz dinlememenin neye mal olduğunu anladım, onun için, bu emri olsun yerine getireyim diye hızlı yürüyorum) der. Diğeri ise, (Rabbime hüsn-i zan ettim. Cehennemden çıkarınca, bir daha sokmaz diye ümit ettim) der. Her ikisini de cenab-ı Hakkın ihsanı ile Cennete götürürler.
Allahü teâlânın af ve mağfiretini ümit eden müminleri ve kendisinden korkanları Cehennemden çıkaracağı, bildirilmiştir. Peygamber efendimizin şefaati de, günahı sevabından çok olan müminler içindir.
Hazret-i Ebu Bekir buyurdu ki:​
Allah’tan korkmanızı, havf ile recayı birleştirmenizi tavsiye ederim. Çünkü Allahü teâlâ Zekeriyya aleyhisselamı ve ehl-i beytini şöyle övüyor:​
(Hayır işlerinde yarışır, korku ile ümit arasında bize dua ederlerdi.) [Enbiya 90]​
Hazret-i Ömer buyurdu ki:​
(Eğer dense ki, Cennete yalnız bir kişi girecek, o kişinin kendin olduğunu ümit etmelisin! Yine dense ki, Cehenneme yalnız bir kişi girecek, o kimsenin kendin olacağını zannedip korkmalısın.)​
Hazret-i Ali de, (Günahlarım çok, Allah beni affetmez) diyerek ümitsizliğe düşen birisine buyurdu ki: (Ümitsiz olma, Allahü teâlânın rahmeti senin günahlarından büyüktür. Rahmeti gazabını aşmıştır.)​
Allahü teâlânın rahmetini ümit etmek, kulu Cennete çeken ip gibidir. Havf, yani Allah’tan korkmak ise, Cehenneme düşmemek ve Cennete gitmesi için vurulan kamçı gibidir.​
Peygamber efendimiz, ölüm halindeki bir gence sorar:​
- Kendini nasıl buluyorsun?​
- Günahlarımdan korkuyor; fakat Allah’tan ümit kesmiyorum.​
- Bu korku ile ümit, şu ölüm anında kimde bulunursa, Allahü teâlâ, ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar. (İ. Gazali)​
Mümin daima korku ile ümit arasında yaşamalıdır. Korkunun fazla olması daha iyidir. Böylece kötülüklerden kaçıp iyilik etmeye koşar. Ölürken ise ümidi korkusundan fazla olmalıdır.​
Ya Rabbi! Bizleri azabından korkan ve rahmetinden ümit eden kullarından eyle!​
Sual: Bir arkadaş, (Biz bütün dünyanın Müslüman olması için çalışıyoruz) dedi. Ben de (Bu mümkün mü?) dedim. (Tevbe de, Allah’tan ümit kesmek küfürdür. Sen kâfir oldun) dedi. Benim öyle söylememin küfürle ilgisi var mı?​
CEVAP​
Hayır, küfürle ilgisi yoktur. Allah’tan ümit kesmenin bu konu ile ilgisi yoktur. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek küfürdür. Yani, beni kesin Cehenneme atar, ben bu günahkâr halimle asla Cennete giremem demek küfür olur. Kendini kesin Cehennemlik bilmek küfür olduğu gibi, kendini garanti Cennetlik bilmek de küfürdür, yani doğru imana, emir ve yasaklara önem verilmez, varlığıyla yokluğu, yapmasıyla yapmaması eşit hale gelir, yani onun için fark etmez, bu yüzden küfre düşer.​
Hazret-i Mehdi geldiği zaman bütün dünyaya hâkim olacak ama o ayrı bir konudur.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Hediyeleşmek
Sual: Verilen hediyeyi alıp almamanın dindeki yeri nedir?​
CEVAP​
Hediyeleşmenin önemi büyüktür. Peygamber efendimiz, insanların birbirleriyle ilgilerini kesmemesi ve irtibatlarının kopmaması için hediyeleşmeyi emreder, hediyenin, alanı sağır ve kör ettiğini bildirirdi. Yani hediye sayesinde hediye verenin kötü sözlerini duyamaz, kötü işlerini göremez olur.​
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Müsafeha edin, müsafeha kini, kırgınlığı giderir. Hediyeleşin, çünkü hediye, sevgiyi artırır, düşmanlığı giderir.) [İbni Asakir]​
(Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır.) [Beyheki]
(Hediyeleşin, çünkü hediye, dostluğu artırır, kini, düşmanlığı giderir.) [Taberani, Ebu Nuaym]
(Talep etmeden verilen hediyeyi kabul edin!) [Hakim]
(İstemeden verileni alın! O, Allahü teâlânın gönderdiği rızktır.) [Beyheki]
(Hediyeyi reddeden, Allahü teâlânın verdiğini reddetmiş olur.) [Ramuz]
(Davete icabet edin, hediyeyi reddetmeyin!) [Buhari]
(Hediye, Allahü teâlânın gönderdiği güzel bir rızktır. Hediyeyi kabul edin ve karşılığında daha güzelini verin!) [H.Tirmizi]
(Hediye verene, siz de hediye verin! Eğer verecek bir şey bulamaz iseniz, onun için dua edin ki hediye karşılıksız kalmasın!) [Nesai]
Şimdi bazı gayrı meşru işler yaptırmak için hediye adı altında rüşvet veriliyor. Hediye verenin böyle bir art niyeti olmadığı biliniyorsa, verilen hediyeyi geri çevirmek uygun değildir.
Hazret-i Âişe validemiz, muhtaç bir kadının hediyesini kabul etmeyince Peygamber efendimiz, (O kadın muhtaç olsa da, hediyesini kabul edip ona daha fazla bir şey vermeliydin) buyurdu. Sahabeden bir zat da, verilen hediyeyi kabul etmeyip, (Ya Resulallah, birinden bir şey alanda hayır yok buyurduğunuz için almadım) deyince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:​
(O isteyerek alınan şeylere mahsustur. İstenmeden verileni alınız!) [İ. Malik]​
Verilen hediyede bir art niyet yoksa, mutlaka almalı ve karşılığında az çok bir şey vermelidir!​
Bir şey veremeyen kimse ise, hediye verene dua etmelidir! (Bunu bana falanca verdi, Allah ondan razı olsun) demelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Kime bir iyilik yapılırsa, o iyiliği ansın! İyiliği anmak şükür olur. İyiliği gizleyen nankörlük etmiş olur.) [Ebu Davud]​
(İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmemiş olur.) [Tirmizi]
Hediye, muhakkak bir mal vermekle olmaz. Selam vermek ve faydalı bir şey söylemek de hediye olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Mümini sevindireni Allahü teâlâ sevindirir.) [İbni Mübarek]​
(Bir arkadaşın hidayetini artırıcı veya onu tehlikeden kurtarıcı bir söz söylemekten daha iyi hediye olmaz.) [Ebu Ya’la]
(Hediyenin en iyisi, hikmetli bir sözü öğrenip birine öğretmektir ki, bu da bir yıl ihlaslı ibadet etmekten daha sevaptır.) [İbni Asakir]
(Seferden dönerken, çoluk çocuğunuza yararlı bir taş da olsa, hediye getiriniz.) [İ. Asakir]
(Kim sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babasının ruhuna hediye ederse, verdiği sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden kendine de yazılır.) [Taberani]
Bir hadis-i şerifte de, (Arkadaşını seven, sevdiğini ona bildirsin) buyuruldu. (Hakim)​
Sevgiyi, hediye ile bildirmek, dili ile bildirmekten daha kolay ve daha önemlidir. Bir arkadaşa, (Seni seviyorum) demek zor olabilir veya yanlış anlaşılabilir. Birisine hediye vermek seni seviyorum demenin bir başka şeklidir.​
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Her kötülüğün tek ilacı
Sual: Büyük günahlardan kurtulmanın çaresi nedir?​
CEVAP​
Her türlü günahın tek ilacı vardır. Bu ilaç Kur'an-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Bu ilacı kullanan her müslüman, alışkanlık haline gelen büyük günahlardan mutlaka kurtulur. Ankebut suresi 45. âyet-i kerimesinde (Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten] alıkoyar) buyuruldu.​
Bir genç, namaz kılar ve her türlü kötülüğü de yapardı. Bu gencin durumunu Resulullaha bildirdiler. Peygamber efendimiz, (Bir gün gelir namaz, onu diğer günahları işlemekten alıkoyar) buyurdu. (Haram işliyorsa, namaz kılmasın) demedi, (Namaza devam etsin) buyurdu. Aradan çok zaman geçmedi. O genç günahlarına tevbe etti, iyi hal sahibi oldu. Bu bakımdan mutlaka namaz kılmalıdır!
Namaz kılmanın fazileti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Cennetin anahtarı namazdır.) [Darimi]​
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberani]
(Namaz kılan, Kıyamette kurtulur, kılmayan perişan olur.) [Taberani]
(Namaz, Allahü teâlânın hoşnut olduğu amellerin en faziletlisidir. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. İmanın başı ve Cehennemden kurtarıcıdır.) [Miftah-ul-Cenne]
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlâ beş vakit namazı farz kıldı. Eksiksiz eda eden kimseyi Cennete koyacağına söz verdi. Namaz kılmayana verilmiş bir sözü yoktur, böyle kimseye dilerse azap eder, dilerse Cennete koyar.) [Ebu Davud]
(Müslüman, namaz kılarken günahları başı üzerine konur. Her secde ettiğinde başından dökülür. Namazı bitirince hiçbir günahı kalmaz.) [Taberani]
(Mümin, Allah rızası için namaz kılınca, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi, günahları dökülür.) [İ.Ahmed]
(Her namaz vakti gelince, melekler, "Ey insanlar, günahlarınız sebebiyle hasıl olan ateşi namaz kılarak söndürün!" derler.) [Taberani]
Bir kimse, (İman eder, namaz kılar, zekat verir, oruç tutar ve diğer ibadetleri yaparsam, kimlerden olurum?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Sıddık ve şehidlerden olursun) buyurdu. (Bezzar)
Namazı terkin cezası​
Namaz kılmak böyle büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hanbeli’de namazı terk eden küfre düştüğü için, Şafii ve Maliki’de büyük günah işlediği için ceza olarak öldürülür.​
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez) [Taberani]​
(Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaktır.) [Bezzar]
(Namazı kasten bırakanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahü teâlânın himayesinden uzak kalır.) [Ebu Nuaym]
(Beş vakit namazı kasten, mazeretsiz terk eden, Allahü teâlânın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mace]
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Beyheki]
(Namaz kılmayanın dini yoktur.) [İbni Nasr]
(Bizimle kâfir arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur.) [Nesai]
Yukarıdaki hadis-i şerifleri, Ehl-i sünnet âlimleri şöyle açıklamışlardır:​
Dinimizde en büyük günahı işleyen kâfir olmaz. Bunun için namaz kılmayana kâfir denmez. Fakat namaz, çok önemli bir ibadet olduğu için, namaz kılmayanın imanla ölmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Namaz kılmayanın kalbi kararır, diğer günahları işlemekten çekinmez. Bazı âlimler, namaz kılmayanın kâfir olacağını bildirmişlerdir. Bu bakımdan her ne şart altında olursa olsun muhakkak namazı kılmalı!​
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Hıkd (Kin beslemek)
Sual: Hıkd nedir?​
CEVAP​
Hıkd, başkasından nefret etmek, ona karşı kin beslemektir. Kendine nasihat verene kin beslemek haramdır. Onu sevmek, ona hürmet etmek gerekir. Halbuki o, kendisi ile aynı derecede veya daha üstün olana kızar. Bir şey yapmak elinden gelmediği için, ona karşı kibirlenir. Tevazu gösterilmesi gerekene tevazu edemez. Onun haklı sözlerini, tavsiyelerini kabul etmez. Herkese karşı ondan daha üstün olduğunu göstermek ister. Ona eziyet verse de, özür dilemez.​
Zulüm edene karşı hıkd haram değildir. Bir alacaklı ölse, bunun hakkı vârislerine ödenmese, kıyamette ödetilir. Zalimi af etmek efdaldir. Uhud gazasında Resulullah efendimizin mübarek yüzü yaralanıp, mübarek dişi kırılınca, Eshab-ı kiram çok üzüldüler. Dua et, Allahü teâlâ, cezalarını versin dediler. (Lanet etmek için gönderilmedim. Hayır dua etmek için, her mahluka merhamet etmek için gönderildim) ve (Ya Rabbi, bunlara hidayet et, tanımıyorlar, bilmiyorlar) buyurdu. Düşmanlarını af etti. Lanet etmedi.
Zulüm edeni af etmek, hilmin, merhametin ve şecaatin en üstün derecesidir. Kendisine iyilik etmeyene hediye vermek de, ihsanın en üstün derecesidir. Kötülük edene ihsanda bulunmak, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
Şeyh İbn-ül Arabi diyor ki:​
(Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfran-ı nimet etmiş olur.)​
Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak, (İntisar) olur. Af etmek, adaletin yüksek derecesi, intisar ise, aşağı derecesidir. Adalet, salihlerin en yüksek derecesidir.
Af etmek, bazen zalimlere karşı aczi gösterebilir. Zulmün artmasına sebep olabilir. İntisar, her zaman zulmün azalmasına, hatta yok olmasına sebep olur. Böyle zamanlarda, intisar etmek, af etmekten daha efdal, daha sevap olur.
Hakkından fazlasını geri almak zulüm olur. Zulmedenlere azap yapılacağı bildirilmiştir. Zalimi af eden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Kâfirlere karşı adalet yapılır. Fakat gücü yettiği halde af etmek, güzel ahlaktır.
Resulullah efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce, (İntisar eyledin!) buyurdu. Af eyleseydi, daha iyi olurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra onbir defa ihlas suresini okuyan, katilini af ederek ölen.) [Berika]​
Zulmün çokluğu kadar affın sevabı çok olur.​
Hıkddan hasıl olan kötülükler çoktur. Hıkd eden kimse, iftira, yalan ve yalancı şahitlik ve gıybet ve sır ifşa etmek ve alay etmek ve haksız olarak incitmek ve hakkını yemek ve ziyareti kesmek günahlarına yakalanır.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Hırsızlık
Sual: Hırsızlığın dindeki yeri nedir?​
CEVAP​
Hırsızlık, büyük günahtır. Kitap, sünnet ve icma ile haramdır.​
Hırsızlık yapan cezalandırılır. (Maide 38)
Hadis-i şerifte de, (Sizden öncekiler, nüfuzlu biri hırsızlık yapınca, serbest bırakırlar, güçsüz biri hırsızlık yapınca, ona ceza verirlerdi. Bu yüzden helak oldular) buyuruldu. (Müslim)
Hırsızlık, kendisi büyük günah olduğu halde, başka büyük günahların da işlenmesine sebep olabilir. Katillik, malının çalınmasıyla mağdur duruma düşenin dininin dünyasının zarara uğraması gibi.
Çalınmasaydı o malın hayır işlerinde kullanılacak olması, dolayısıyla buna engel olunması, mesela vakıf malının çalınması bu günahı daha da artırır.
Kul hakkı ve paranın geçmediği yer​
Üzerinde kul hakkı olan buna tevbe için, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de gerekir. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istiğfar edip vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, o miktar parayı fakirlere sadaka verip, sevabını hak sahibine bağışlamalıdır. (Sefer-i Ahiret)​
Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. (Mektubat-ı Rabbani 2/.66, 87)
Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir. (Dürr-ül-muhtar)
Kul hakkını, Allahü teâlânın hakkından önce ödemek gerekir. Kul hakkı olan günahların affı güç ve azapları daha şiddetlidir. Başkasının hakkını yiyen, hak sahipleri ile helalleşmedikçe affa uğramaz. Yani üzerinde kul veya hayvan hakkı bulunanı Allahü teâlâ affetmez ve bunlar Cehenneme girip, cezalarını çekeceklerdir. (Hadika)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahirette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.) [Buhari]​
(Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.) [Müslim]
(Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennete girer.) [Nesai]
(Kul hakkı, müminin aybı, kusurudur.) [Ebu Nuaym]
Üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları Cennete girmez. Salihlerin ruhları kabirlerine gelerek, cesetlerini ziyaret ederler. Vefat eden müminlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. (Feraid-ül-fevaid)
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Hıyanet ve Emanete riayet
Sual: Emanete hıyanet etmenin dindeki yeri nedir?​
CEVAP​
Hıyanet etmek haramdır. Münafıklık alametidir. Hıyanetin zıddı emanettir, emin olmaktır.​
Hıyanet, birine kendini emin tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak demektir. Mümin, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir. Emanet ve hıyanet, malda olduğu gibi, sözde de olur. Hadis-i şerifte, (Meşveret edilen kimse emindir) buyuruldu. Yani onun doğruyu söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleyeceğine emanet olunur, güvenilir. Onun, doğru söylemesi vaciptir. İnsan, malını, emniyet ettiği kimseye bıraktığı gibi, doğru söyleyeceğine emin olduğu kimse ile istişare eder, danışır. Âl-i İmran suresi, 159. âyetinde mealen, (Yapacağın işi önce meşveret et) buyuruldu.​
Meşveret, yani danışmak, insanı pişman olmaktan koruyan bir kale gibidir. Meşveret olunacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve memleketin şartlarını bilmesi lazımdır. Buna siyaset bilgisi denir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören, hatta sıhhati yerinde olması lazımdır. Meşveret olunan kimsenin, bilmediğini veya bildiğinin aksini söylemesi günahtır. Hata ile söylemesi günah olmaz. Yukarıdaki şartları taşımayan biri ile meşveret edilirse, her iki tarafa günah olur. Din ve dünya işlerinde bilmeyerek fetva verene, melekler lanet eder. Bir kimse zararlı olduğunu bilerek bir emir verse, hıyanet etmiş olur.
Abdullah bin Mesud hazretleri buyurdu ki:​
(Dininizden ilk olarak, ayrılacağınız, elinizden kaçıracağınız şey, emanet olacaktır.) [Hadika]​
Sual: Emanete riayetin dinimizdeki yeri nedir?​
CEVAP​
Emanete riayetin dindeki yeri büyüktür. Müminun suresinin başında, kurtuluşa eren müminlerin vasıfları bildiriliyor. 8. âyette de bunların emanete ve ahidlerine riayet ettikleri açıklanıyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Şu altı şeyi yapacağınıza söz verin, ben de size Cennete gireceğinize söz vereyim. Bunlar, namaz kılmak, zekat vermek, emanete riayet, zinadan sakınmak, helal yemek ve dili [elfaz-ı küfür, yalan, gıybet, lanet, malayani gibi] kötü sözlerden korumaktır.) [Taberani]​
(Kıyamete yakın, insanlar, alışverişlerinde, birbiriyle olan münasebetlerinde emaneti gözetmezler. Güvenilir insan çok azalır. "Falanca yerde güvenilir bir insan varmış" denir. O insanın kalbinde de hardal tanesi kadar iman yoktur.) [Müslim]
(Allah ve Resulünü seven, bunların da kendisini sevmesini isteyen, konuşunca doğru söylesin, emanete riayet etsin ve komşusu ile iyi geçinsin!) [Beyheki]
(Bir satıcı, yalan söylemez, emanete riayet eder, verdiği sözden dönmez, borcunu geciktirmez, alacaklısını sıkıştırmaz, satarken malını fazla övmez ve alırken de kötülemez ise, kazancı ona mübarek olur.) [Deylemi]
(Şu altı şeyi yapanın Cennete girmesine kefilim: Konuşunca doğru söyleyen, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan, ellerini kötülükten çeken.) [İ. Ahmed]
(Kur'an, akraba, emanete riayet eden ve din kardeşleriniz şefaat eder.) [Deylemi]
(Allah ve Resulünün sizi sevmesi için, emanete riayet edin, doğru konuşun, komşunuzu üzmeyin ve ona iyi muamele edin.) [Taberani]
(Mümin her kabahati yapabilir. Fakat, hıyanet etmez ve yalan söylemez.) [İ. E. Şeybe]
(Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder.) [Buhari]
(Hile ve hıyanet sahibi ateştedir.) [Ebu Davud]
(Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.) [Deylemi]
Hazret-i Lokman buyurdu ki:​
(Emanete riayet, doğru söylemek ve malayaniyi [faydasız sözü] terk edip, bana gerekmeyeni bırakmakla bu dereceye kavuştum.)​
Sual: Kur’an-ı kerimde insanın yüklenmekten çekinmediği bildirilen emanet nedir? Mezheplere ve âlimlere itibar etmeyen bir yazar, benim düşünceme göre emanet mülktür diyor. Doğrusu nedir?​
CEVAP​
Ahzab suresinin, (Emaneti göklere, yere ve dağlara bildirdik. Onlar bunu yüklenmekten çekinip sorumluluktan korktular. Onu insan yüklenerek, nefsine zulmetti, o çok cahil yani sonunu bilemedi) mealindeki 72. âyet-i kerimesinden önceki âyette, (Allah ve Resulüne itaat edenler [emirleri ile yasaklarına uyanlar], büyük kurtuluşa [ebedi saadete] kavuşurlar) buyuruluyor. Bu emirlerle yasaklar, emanete benzetiliyor. Emaneti yerine vermek gerektiği, ibadetleri yapmanın önemi bildiriliyor. Emanete, akıl ve İslamiyet diyen âlimler de oldu. Çünkü, aklı olan İslamiyet'e uyar.​
İmam-ı Beydavi hazretleri buyuruyor ki:​
Bu emanete akıl da denilse, âyet-i kerime, ibadetleri yapmanın, beş vakit namaz kılmanın önemini bildirmektedir. Nisa suresinin 58. âyet-i kerimesindeki emanet kelimesini Allah’ın Resulü, ibadet olarak açıklayıp beş vakit namaz kılmayı emretmiştir.​
Müminun suresinin 8. âyetinde de, (O müminler, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler) buyuruluyor. Mearic suresinin 32. âyeti de aynı mealdedir. Her iki surede de ondan sonra gelen âyetlerde namaza riayetin önemi bildirilmektedir.
Demek ki, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet eden, namaz kılan emanete riayet etmiş olur.
Emanetin başka anlamları da vardır. Emanet ile ilgili hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Emanet zayi edilirse kıyamet yaklaşır. İşleri, ehli olmayana vermek, emaneti zayi etmektir.) [Buhari]
(Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey emanet, sonra namazdır.)[Z.Makdisi,Taberani]
(Kadınlar size Allahü teâlânın emanetidir. Sizin onların üzerinde, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.) [İbni Cerir]
(Fakirlik emanettir. Onu gizleyen ibadet etmiş olur. Fakirliğini açığa vuran da, din kardeşlerini borçlu çıkarmış olur.) [İbni Asakir]
(Sözleriniz emanettir. Çirkin bir sözü götürmek[laf taşımak] helal olmaz.) [Ebu Nuaym]
(Kara şehidinin borç ve emanet hariç, bütün günahları affedilir. Deniz şehidinin ise bütün günahları affedilir.) [Ebu Nuaym]
(Allahü teâlâ Âdem aleyhisselama,“Emaneti kabul eden olmadı, sen yüklenir misin?” buyurdu. O da, “Yüklenmenin mesuliyeti nedir” dedi. Allahü teâlâ da, “Emanete riayet edene sevap, etmeyene azap vardır” buyurdu. Âdem aleyhisselam, emaneti kabul edince Cennette öğleden ikindiye kadar kalabildi. Sonra İblisin hilesi ile oradan çıkarıldı.) [Ebuşşeyh]
(Emanete riayet etmeyenin imanı, abdesti olmayanın namazı yoktur. Namazı olmayanın da dini yoktur. Namazın dindeki yeri, başın gövdedeki yeri gibi önemlidir.) [Taberani]
(Vedalaşırken, emanetleri kaybolmayan Allah’a seni emanet ediyorum deyin.) [İbni Mace]
(Şu altı şeyi koruyan Cennete girer: Namaz, zekat, emanet, namus, mide ve dil.) [Taberani]
(Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehl-i beytim.) [İ.Ahmed]
(Hanımının cinsellikle ilgili sırlarını yaymak, emanete hıyanetin büyüklerindendir.)[Müslim]
(Allah ve Resulünün, kendisini sevmesini isteyen kimse, emanete riayet etsin.) [Taberani]
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
Huy değişir mi?
Sual: Kendimizde bulunan kötü huyları tespit için nasıl hareket etmeliyiz?​
CEVAP​
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Mümin, müminin aynasıdır.) [Taberani]​
İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık olan dost, onu tehlikelerden, korkulardan muhafaza eden kimsedir. Böyle bir arkadaş bulmak çok zordur. Bunun içindir ki, İmam-ı Şafii hazretleri buyurdu ki:​
Sadık dost ve halis kimya​
Az bulunur, hiç arama!​
Hazret-i Ömer de buyurdu ki:​
Arkadaşım aybıma uyardı beni,​
Kardeşlik sünnetinin budur temeli!​
Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise, insanın ayıplarını pek görmezler. Birisi İbrahim Ethem hazretlerine aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Aybını başkalarına sor) dedi.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak da, kötü huyların ilaçlarındandır. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. Hazret-i İsa’ya, güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde; (Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından kaçınıp, beğendiklerimi ben de yaptım) buyurdu.
Hazret-i Lokman’a da (Edebi kimden öğrendin) dediklerinde, (Edepsizlerden) dedi.​
Eshab-ı kiramın velilerin hayat hikayelerini okumak da iyi huylu olmaya sebep olur.​
Sual: Kendimizde bulunan kötü bir huydan kurtulmak için ne yapmak gerekir?​
CEVAP​
Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kötü şeyler nefse tatlı gelir. İnsanın, kötü şey yapınca, arkasından riyazet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi de, faydalı ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefs, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. İslam Ahlakı kitabındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:​
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur.) Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez. Tevbe etmez. İşledikçe, günahı kat kat artar.​
(İnsanların hiç çekinmeden, sıkılmadan yaptıkları günah, kötü huylu olmaktır.)
(Her günahın tevbesi vardır. Kötü ahlakın tevbesi olmaz. İnsan, kötü huyunun tevbesini yapmayıp, daha kötüsünü yapar.)
(Sıcak su, buzu erittiği gibi, iyi ahlak da, hataları eritir. Sirke, balı bozduğu gibi, kötü ahlak da, hayratı, hasenatı mahveder.)
Sual: Huy değişir mi? Kötü alışkanlıklarda çevrenin rolü nedir?​
CEVAP​
Alışkanlık, bir şeyi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilme melekesidir. Huy, kalb ile ruhun melekesi, alışkanlığıdır. Yerleşmiş olan huya meleke denir. Geçici olan huya hâl denir. Mesela gülmek, utanmak, birer hâldir. Cömertlik, cesaret, birer melekedir. Huy, meleke demektir. Ara sıra hayır işlemek huy değildir. Her zaman hayır işlerse, cömert huylu olur. Fakat kendini zorlayarak yaparsa, yine cömert huylu olmaz. Kolaylıkla, seve seve yaparsa, huy denir. Huy, iyi veya kötü iş yapmaya veya, iyi ve kötü olmayan şeye sebep olur. Bunlar üçe ayrılır. İlkine fazilet veya güzel huy denir. Cömertlik, yiğitlik, böyledir. İkincisine rezalet veya kötü huy denir. Cimrilik böyledir. Üçüncüsüne sanat denilir. Terzilik, çiftçilik gibi.​
Âlimler huyun değişip değişmemesi hakkında diyorlar ki:​
1- Huy değişmez. Çünkü bir hadis-i şerifte, (Bir dağın yerinden ayrıldığını işitirseniz tasdik edin. Ama bir kişi huyunu değiştirmiştir derlerse tasdik etmeyin. Çünkü insanın yaratılışındaki huy devam eder) buyuruluyor. Bu bakımdan portakal çekirdeğinden ceviz olmaz. Gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeyler yok edilemez. Onun için can çıkar huy çıkmaz denmiştir.​
2- Huyun, insanla birlikte yaratılmış olanı değiştirilemez, sonradan hasıl olanı değişebilir. Evet gazap ve şehvet terbiye ile yok edilemez. Fakat dinimiz de bunların yok edilmesini değil, terbiye edilmesini emrediyor. Terbiye edilince de zararları önleniyor. Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Nasihat ile insan terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen, (Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir) buyuruluyor. (Zariyat 55)
(İnsan huyunu değiştiremez. Çünkü yaratılıştaki huy devam eder) hadis-i şerifi, yaratılışta olan huyların değişmeyeceğini gösterir. Fakat, (Huyunuzu güzelleştirin) (Herkes, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları sonra anaları babaları, gayri müslim ve imansız yapar) hadis-i şerifleri de, huyun değişebileceğini gösterir. Evet portakal çekirdeğinden ceviz olmaz. Fakat bakıp, aşılanırsa, çekirdeksiz tatlı, iri portakal olur. Akılsız hayvanı bile ehlileştirmek, ona bazı alışkanlıklar kazandırmak mümkündür. Mesela av hayvanına, avını yememesi, tuttuğu avı getirmesi öğretilebiliyor. Akıllı insanın terbiyesi, huyunun değiştirilmesi ise daha kolaydır.
3- Huy sonradan elde edilir ve değiştirilebilir. Âlimlerinin çoğu bu üçüncü görüşü benimsemişlerdir. Onlara göre;​
(Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!),​
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altındakileri Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz) hadis-i şerifleri gösteriyor ki, insanlar iyiliğe elverişli olarak doğar. Sonra, nefsin kötü arzuları ve güzel ahlakı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, çevrenin etkisiyle kötü huyları meydana getirir.​
Kötü alışkanlık, haram işlemeye alışmak demektir. Haram olmayan şeyi kullanmaya, mesela çay içmeye kötü alışkanlık denmez. İçki, kumar, esrar, zina alışkanlığı [bağımlılığı] birer kötü alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklara elini veren kolunu alamaz. Onun için alışmış kudurmuştan beterdir denir.
Kötü alışkanlıklara çevrenin etkisi büyüktür. Çevreyi değiştirmeli, iyi insanlarla beraber olmalı, her haramdan kaçmaya çalışmalı ve bilhassa namazı asla aksatmamalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, (Namaz insanı fahşa ve münkerden, [yani her türlü kötülükten] alıkoyar) buyuruyor. Salih kimselerin kontrolü altında namaza devam eden kimse, her türlü kötü alışkanlıktan kurtulur, tertemiz insan olur.
Oruç ile, insan güçlü bir irade kuvveti kazanır. Alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir. Allah’ın emri olduğu için, ramazanda bir ay oruç tutan bir Müslüman, Allahü teâlânın emirlerini yapmak alışkanlığını da kazanır. Böylelikle, Onun başka emirlerini yapmaya da gayret ve kabiliyet elde eder.
Tembellikten kurtulmak için, önce bunun kötülüğünü bilmeli, ondan sonra da tedavisine bakmalıdır. (İnsan, ancak çalıştığının faydasını görür) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünmelidir. Resulullah efendimiz tembellikten Allahü teâlâya sığınmış, (Ya Rabbi, beni, tembellikten koru!) diye dua etmiştir. Tembelliğin ilacı, çalışkanlarla konuşmak, tembel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan haya etmek lazım geldiğini ve azabının şiddetli olduğunu düşünmektir. Dinini iyi bilen salih kimselerle görüşmelidir. Sabah namazına uyanmak için çalar saat gibi bir tedbir almalı. Birkaç gece kalkınca, artık âdet olur, uyanmak kolaylaşır. Bir insan bir işin kendisi için faydalı olacağına inanmadıkça, yeni bir şeyi kabul etmez, eski alışkanlığından da vazgeçemez.
İyi işleri yapmaya kendini zorlayan, güzel huyları elde edebilir. Mesela hat kabiliyeti olan, hiç hat ile uğraşmazsa, gizli kabiliyeti meydana çıkmaz. Fakat bu sanatla uğraşmaya çalışırsa, güzel yazı yazabilir. Güzel huyları itiyat hâline getirmek, güzel huylu olmayı kolaylaştırır. Cimri bir kimse, hayır yapmayı, tanıdıklarına ziyafet vermeyi âdet hâline getirirse, cimrilikten kurtulması mümkündür. Alışkanlık hâline gelen küçük günah da, büyük günah olabilir. Büyük günaha alışan da küfre düşebilir.
Sual: Ahlak değişmez mi?​
CEVAP​
Herkesin ahlakı değişebilir. Hiçbir kimsenin huyu, yaratılıştaki gibi kalmaz, sonradan değişebilir. Ahlak değişmeseydi, Peygamberlerin gönderilmesi hâşâ faydasız, lüzumsuz olurdu. Terbiye ve ceza usulleri abes olurdu. İlmin ve terbiyenin fayda sağladığı her zaman görülmüştür. O halde, ahlakın değiştiği güneş gibi meydandadır. Ancak, bazı huylar pek yerleşmiş, ruhun özelliği gibi olmuştur. Böyle huyları değiştirmek, yok etmek pek zor olur. Böyle ahlak, en çok, cahil, kötü kimsede bulunur. Bunu değiştirmek için ağır riyazet ve çok mücahede gerekir. Nefsin isteklerini yapmamak için çalışmaya Riyazet, nefsin istemediği şeyleri yapmaya Mücahede denir.​
İnsanlar iyiliğe, yükselmeye elverişli olarak doğar. Sonra, nefsin kötü arzuları ve güzel ahlakı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, kötü huyları meydana getirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Her çocuk, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları sonra anaları babaları, yahudi, hıristiyan veya dinsiz yapar.) [Taberani]​
Sual: İyi huylu olmak ve iyi ahlakı muhafaza edebilmenin çaresi nedir?​
CEVAP​
Kötü niyet ile olmayan hikmet, adalet, iffet ve şecaat, iyi ahlakın kaynağıdır. İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:​
(Kurtulmanın tek çaresi vardır, o da kurtulanlarla beraber olmaktır.)​
İnsanın ahlakı, arkadaşının huyu gibi olur. Ahlak, hastalık gibi bulaşıcıdır. Kötü huylu ile arkadaşlık etmemelidir. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Faydasız şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmaktan ve münakaşa etmekten sakınmalıdır. İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır.
Ahlakı bozan, şehveti harekete getiren seks, fuhuş kitapları okumamalı, böyle radyo ve televizyondan sakınmalıdır. İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennemdeki azapları, hep hatırlanmalıdır.
Mal mevki arkasında koşanlardan hiçbiri muradına kavuşamamıştır. Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur.
Mal, mevki gaye olmamalı, hayra vasıta olmalıdır. Mal mevki, bir deryaya benzer. Çok kimse, bu denizde boğulmuştur. Allahü teâlâdan korkmak, bu deryanın gemisidir. Hadis-i şerifte, (Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı! Öleceğini hiç unutmamalı!) buyuruldu. İnsan, dünyada baki değildir. Dünya zevklerine daldıkça, dertler, üzüntüler, güçlükler artar.
Aşağıdaki hadis-i şerifleri hiç unutmamalıdır:​
(Kişi, az ibadet etse de, güzel ahlakı ile en yüksek dereceye kavuşur.) [Taberani]​
(İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur. [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler.) [Taberani]
(İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.) [İbni Ebid-dünya]
Birinin gündüzleri oruç tuttuğu, geceleri namaz kıldığı, fakat kötü huylu olduğu, dili ile komşularına, arkadaşlarına eziyet ettiği söylendiğinde, Peygamber efendimiz cevabında, (Böyle olmak iyi değildir. Gideceği yer, Cehennem ateşidir) buyurdu.
İnsan günahını ne kadar çok büyük görürse o kadar iyidir. Fakat günahı yüzünden Allahü teâlânın sonsuz rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:​
(Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanırım. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]​
Allahü teâlâ, tevbe edilen günahları affeder.​
Sual: Can çıkar, huy çıkmaz deniyor, kötü huy değişmez mi?​
CEVAP​
Can çıkar, huy çıkmaz sözü, gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeylerin tamamen yok edilemeyeceğini bildirmek için söylenmiştir. Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Nasihat ile insan terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir.) [Zariyat 55]​
Huyu değiştirmek mümkün olduğu için, çocuk terbiyesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Çocuğu güzel terbiye, evladın babasındaki haklarındandır.) [Beyheki]​
(Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!) [İbni Mace]
(Çocuğu terbiye etmek, tonlarla sadakadan daha sevaptır.) [Tirmizi]
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altındakileri Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Müslim]
Peygamber efendimiz, (Ahlakınızı güzelleştirin) buyurdu. (Din nedir) diye sual edilince de, (Din, güzel ahlaktır) buyurdu.
Şu halde dinin emirlerine uyup yasak ettiklerinden kaçan kimse, huyunu değiştirip güzel ahlaka sahip olur. Güzel ahlakın ne olduğu sorulduğu zaman da buyurdu ki:​
(Güzel ahlak, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek ve zulmedeni affetmektir.) [Hakim]​
Akılsız hayvanı bile ehlileştirmek, bazı alışkanlıklar kazandırmak mümkündür. Mesela av hayvanına, avını yememesi, tuttuğu avı getirmesi öğretilebiliyor. Akıllı insanın terbiyesi ise daha kolaydır. Dinimiz de, nefsimizi terbiye etmemizi, nefsini terbiye edenlerin iki cihan saadetine kavuşacağını bildiriyor. Nefsimizle cihadın önemi büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Asıl mücahid, Allahü teâlâya itaat uğrunda nefsi ile cihad edendir.) [Tirmizi]​
Bir erik çekirdeği, ne elmadır, ne de eriktir. Bu çekirdek, toprağa konur, sulanıp gübrelenirse erik ağacı olabilir. Bu ağaçtan da erik alınabilir. Bu ağaca ne kadar bakılırsa bakılsın, erik çekirdeğinden elma olmaz.
İşte bunun gibi, gazap ve şehvet terbiye ile yok edilemez. Zaten dinimiz de bunların yok edilmesini değil, terbiye edilmesini emrediyor. Terbiye edilince de zararları önleniyor. Mesela gazabı saldırganlık derecesinde olmak kötü olduğu gibi, gazabın tamamen yok olması da zararlıdır. Tehlikelere karşı koyamaz. Terbiye ile itidal sahibi olunabilir. İsraf da, cimrilik de kötüdür. İkisinin ortası cömertliktir. Terbiye ile, dine uymakla insan cömert olabilir. Dinimiz, aşırılıklardan uzak, orta yolda olmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:​
(Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143]​
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:​
(İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.) [Beyheki]​
[Vasat, ifrat ve tefritten, her türlü aşırılıklardan uzak olan demektir.]
Kusurları bilmek için​
Sual: Kusurlarımı öğrenip düzeltmek istiyorum. Fakat kusurlarımı nasıl öğrenebilirim?​
CEVAP​
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:​
İnsanların bazıları, hatta çoğu, kendi kusurunu bilemez. Elin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği göremez. Alışkanlık haline getirdiğimiz kusurlarımızın hata olduğunu bile düşünmeyiz. Kusuru öğrenmenin birkaç yolu:​
1- Bir şey öğrenmek isteyen, o hususta kendini talebe kabul etmelidir. Yaşı kendinden küçük de olsa, bilmediği hususlarda bilenlere sormalıdır. Kalbin kusurlarını bilen, ilmiyle amil salih birinden kusurlarını ve tedavi çarelerini öğrenmelidir.​
2- Kendisine kusurlarını gösterecek salih ve basiret sahibi bir arkadaş bulmalı, kusurlarını söylemesi için ona rica etmelidir. Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramdan bazılarına kusurlarını sorardı.​
Akıllı kimse, daima kendini kusurlu görmelidir. Hakiki dostlarımızdan başkasına kusurumuzun ne olduğunu sormak faydasızdır. Kimi dalkavukluk eder, kusurlarımızı gizleyip söylemez. Kimisi de haset eder, kusur olmayan şeyi kusur gibi gösterir.​
Kusurumuzu samimi olarak söyleyen çıkarsa, kolay kolay kabul edemeyiz. Halbuki başkalarının ikazı ile kusurlarımızı düzeltmemiz büyük fazilettir.
Kötü huylarımız, zehirli yılan ve akrep gibidir. Birisi, ceketimizde bir akrep olduğunu söylese, doğru söyleyip söylemediğine bakmadan hemen ceketi çıkartırız. Kötü huylar ise akrepten daha tehlikelidir. Akrep en fazlasından bizi zehirleyip öldürebilir. Fakat kötü huylar, sonsuz felaketimize sebep olabilir. Kötü huylarımızı haber verene teşekkür etmiyorsak, bizi ikaz ettiği için sevinmiyorsak, gerçekten kusurlu olduğumuz anlaşılır.
Hele bir de, (Senin de şu kusurların var. Bir de bana nasihat mi ediyorsun?) diyerek nasihati kabul etmediğimizi gösterirsek, kötü olduğumuz iyice meydana çıkar.​
Bu hâl, günahlarımızın çokluğu sebebiyle kalbimizin karardığını gösterir. Daha açıkçası iman zayıflığından meydana gelmektedir. Kusurlarımızı söyleyene teşekkür ve dua etmeliyiz!​
3- Düşmanlarımız da kusurlarımızı dillerine dolayabilir. Çünkü kin ve nefret gözlüğü ile bakan, kusurları daha kolay görür. Böyle bir düşman, kusurlarımızı gizleyen dalkavuktan daha iyidir. İnsan tabiatı, düşmanın ikazını hoş görmez. Fakat akıllı kimse, düşmanın sözlerinden istifade etmeli, söylediği kusurları düzeltmeye çalışmalıdır.
4- Kusurlarımızı öğrenmenin bir başka yolu da, başka müslümanlara bakmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Mümin müminin aynasıdır.) [Taberani]​
Başkasının kusurlarında kendi kusurlarını görür. Başkasında görüp hoşlanmadığı şeylerden kendini temizler. Birçok salih kimse, kötü insanın kötülüğünü görüp kendilerini ıslah etmişlerdir. Bir ayyaş düşünün, fazla içtiğinden yol kenarına yatıp, kustuğunu köpekler yalamaktadır. Bu hali gören kimse, ayyaşlığa özenmez. Bunun gibi kumarbazın, hırsızın haline gıpta etmez. İyilerin iyiliklerine imrenir. Bildirilen bu yollarla kusurlarımızı düzeltmemiz mümkündür.
5- İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık dost, arkadaşını, tehlikelerden, korkulardan koruyan kimsedir. Böyle bir arkadaş bulunursa, bunu büyük nimet bilmelidir. Onun tavsiye ve nasihatlerine kızmamalı, aksine çok sevinmelidir. Mesela gıybetin, zinadan kötü olduğu, sevapları ateşin kuru odunu yaktığı gibi yok ettiği hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Biz gıybet etmeye başlayınca bir arkadaşımız, (Sus sevapların yanacak, Cehenneme gideceksin) derse, bize iyilik mi etmiş olur yoksa kötülük mü? İyilik ettiğine göre, böyle arkadaşa kızmak mı, yoksa minnettar kalmak mı gerekir? Yanımızda bir arkadaşın gıybeti yapılınca, hemen müdahale etmemiz gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Gıybet edilen kardeşini, gücü yettiği halde himaye etmeyeni Hak teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.) [İ.Ebiddünya]​
Kötü huylar, kalbi, ruhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, ruhun ölümüne sebep olur. Müslümanın önce kalbini temizlemesi gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvları iyi olur. Bu kötü olursa bütün organları bozuk olur. Bu kalbdir.) [Beyheki]​
Kalb, yürek denilen et parçasındaki gönüldür. Kötü huylar çoktur. Hepsi için müşterek ilaç, hastalığı, zararını, sebebini, zıddını ve ilacın faydasını bilmektir. Bu hastalığı kendinde teşhis etmek, aramak, bulmak gerekir. Bu teşhisi herkes kendi yapmalıdır. Kendi yapamazsa, iyilerin, salih kimselerin bildirmesi ile anlamalıdır.
Bize karşı kötülük yapan zalimleri affetmek, onlara iyilik yapmak bir fazilettir. Fakat başkalarına zulmeden, Allahü teâlâya isyan edenlere ihsan edilmez. Çünkü zalime ihsan edince mazluma haksızlık edilmiş olur. Zalimlere, bid'at sahiplerine ve başkalarına zararı dokunan kimselerin günahlarını açığa vurmakta mahzur yoktur. Bazen gerekir.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
İftira etmek
Sual: Yalan ve iftiranın dindeki yeri nedir?​
CEVAP​
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:​
Yalan söylemek ve iftira etmek haramdır, sakınmak lazımdır. Bu iki fenalık, her dinde de haram idi. Cezaları çok ağırdır. (C.3, m.34)​
İftira büyük günahtır ve çok fenadır. Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde haramdır. İftirada bir mümini incitmek de vardır ki, bu da, başkaca haramdır. Bunlardan başka, iftira etmek, yeryüzünde fesat çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya sebep olur ki, bu da haramdır. (C.3, m.41)
Müslümanlara suizan, zulüm etmek, mallarını gasp etmek gibi ve haset, iftira ve yalan söylemek ve gıybet etmek gibi haramdır. (Hadika)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:​
(Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehenneme sokar.) [Ebu Davud]​
(Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.) [İbni Ebi Şeybe]
(Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.) [İbni Adiy]
En çok düşmanı olan kimdir?​
En çok düşmanı olan Allahü teâlâdır! Bir gün Musa aleyhisselam, insanların konuşmalarından bıkmış, (Ya Rabbi, n'olur bu insanlar benim hakkımda konuşmasın) diye dua etmiş. Allahü teâlâ buyurmuş ki:​
(Ya Musa, senin istediğin o şeyi ben, kendim için bile yapmadım. Görmüyor musun, duymuyor musun, Benim hakkımda neler konuşuyorlar.)​
Peygamber efendimiz Allah’ın habibi idi, âlemlere rahmet idi. İnsanları Cennete davet için, Cehennemden sakındırmak için en acı sıkıntıları çekti. Ona akla hayale gelmeyecek iftiraları yaptılar, hâşâ, sihirbaz dediler, hâşâ, mecnun dediler, hâşâ, şair dediler, hâşâ, hanımı Âişe validemize iftira ettiler, çok eziyet ettiler, yollarına dikenler döşediler. Allah’ın Habibi ile savaştılar. Halbuki O rahmet-i ilahi idi, insanlar yanmasın diye adeta çırpınıyordu. (Bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı) buyuruyordu. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:​
(Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehennemde bırakır.) [Ebu Davud]​
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:​
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105]​
İkinci binin müceddidi, hadis-i şerifle müjdelenen imam-ı Rabbani hazretlerine yaptıkları eziyet diğer iftiraların yanı sıra ne dediler biliyor musunuz, Serhend cahili dediler, bu isimle de yazılar yazıp dağıttılar.
Resulullahın vârislerinin istisnasız hepsi de aynı eziyet ve sıkıntılarla karşılaşmışlar, çeşitli iftiralara maruz kalmışlardır. Hatta ibni Âbidin hazretleri, hocası Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerine yapılan iftiralara dayanamayıp, iftiracılara ve onlara inananlara bir reddiye risalesi yazdı. Bu risaleye de Sell-ül-Hüsâmü'l-Hindi li-Nusreti Mevlana Şeyh Halid Nakşibendi ismini verdi.
İmam-ı Gazali hazretleri de iftiralara maruz kalan büyüklerdendir. Felsefeciler ve bid’at ehli olanlar hâlâ bu büyük imama iftiralarına devam etmektedirler.
Kim Muhammed aleyhisselama çok benzerse o derece, bu sıkıntılar, bu iftiralar başına gelir. Bunlar, bu yolun şanındandır. Eden kendine eder. Allahü teâlâ kimi azaba atmak isterse büyüklerin üstüne salar, yani o insanlar büyüklere dil uzatır. Yaradılışında said olanlar kesinlikle büyüklere dil uzatmazlar. Başka günahları olabilir ama büyüklere dil uzatmazlar.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:​
Şeyh-ul-islam Abdüllah-i Ensâri Hirevi, "Ya Rabbi! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan, onları tanımıyor" buyuruyor. Bu büyüklere düşmanlık etmek, sonsuz ölüme sürükleyen bir zehirdir. Onları incitmek, sonsuz felaketlere sebep olur. Allahü teâlâ bu belaya düşmekten korusun! Şeyh-ul-islam yine buyurdu ki, "Ya Rabbi, her kimi felakete düşürmek istersen, onu bizim üzerimize atarsın." (m.106)​
Peygamberlerden başka herkes günah işler. Allahü teâlâ sevdiği kullarının günahlarının cezasını ahirete bırakmaz. Çünkü günah suçtur. Karşılığı cezadır. Dünyada üç sıkıntı verir:​
1- Hastalık verir. Sabrederse affeder. Sebeplere yapışmak ve geleni Allah’tan bilmek lazımdır. Ve ne maksatla geldiğini bilerek şükretmeli.​
2- Günahların affı için ikinci yol maddi sıkıntıdır. Borçlu olmaktır. Borçlarını ödemek için çekilen sıkıntılardır. Bu da günahların affına sebeptir.
3- İnsanların yalan ve dedikodu ve iftiralarıyla haksız olarak iftiraya uğramaktır.
 

diShy

Onursal Üye
Üyelik Tarihi
27 Kas 2009
Konular
32,527
Mesajlar
50,860
MFC Puanı
2,580
İnat ve Münakaşa
Sual: Tartışmanın zararları nelerdir?​
CEVAP​
Hakkı açıklamak niyetiyle de olsa, başkalarını mağlup etmek için yapılan tartışmalar zararlıdır. Bir kimsede tartışmada galip gelme sevgisi, hakkı karşısındakinin ağzından duymaktan daha sevimli gelirse, her kötülüğün içine girmiş demektir. Tartışmayı kazanma arzusu, diğer kötülüklere sebebiyet verir.​
Tartışmanın on zararı vardır:​
1- Hasede yol açar:​
Haset ise, ateşin odunu yediği gibi, iyilikleri yer. Tartışmada galip gelen de, mağlup olan da zararlıdır. Mağlup olana, (Falanca senden daha ileri görüşlüdür) denince, galip gelene haset etmeye başlar. Tartışmada galip gelen kimse, kendini üstün görmeye başlar. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, kibredeni alçaltır, tevazu edeni yükseltir) buyuruldu. (Taberani)​
2- Hakkı küçük gösterir:​
Tartışmacı, kendini üstün görme hastalığından kurtulamaz. Her zaman kendisinin hakim olmasını ister. (Niye hep kendin konuşuyorsun) diyenlere, (Biz böyle davranmakla ilmin izzetini koruyoruz) der. Hasmının bildirdiklerine önem vermez, onun delillerini küçük görür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]​
3- Kin tutmaya yol açar:​
Fikrinin kabul edilmediğini gören tartışmacı, hasmına kin besler, bazen ömür boyu onu affetmez. Kin felakettir. Hadis-i şerifte, (Mümin kinci olmaz) buyuruldu. (İ.Gazali)​
4- Gıybete sebep olur:​
Tartışmacı, hasmının sözlerini naklederek, (O şöyle dedi, ben şöyle cevap verdim) diyerek kendini gıybetten kurtaramaz. Halbuki gıybet etmek, ölü eti yemek gibidir.​
5- Övünmeye sebep olur:​
Tartışmacı, galip gelirse, kendini övmekten kurtaramaz. (Şu delilleri getirerek susturdum) diye kendini över. Halbuki, (Çirkin olan doğru, kişinin kendini övmesidir). Bir âyet meali:​
(Allahü teâlâ, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.) [Lokman18]​
Arkadaşını mağlup etmekle övünen bir cemiyette, kardeşliğin tesisi mümkün olur mu? Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Din kardeşini hakir görmek, kötülük olarak yeter.) [Müslim]​
6- Kusur araştırıcı olur:​
Tartışmacı, hasmını yenmek için onun gizli kusurlarını araştırmaktan kendini alamaz. Halbuki başkalarının kusurlarını araştırmak günahtır. Tartışmacı, hasmının bedeni kusurlarını ima ile de olsa söyler. Mesela; hasmı gözlüklü ise, (Bu gerçekler gözlükle görülmez) diyerek hasmının, gözündeki, bedeni kusurunu ilmi noksanlığı için bir özür sayar.​
7- Zarara sevindirir:​
Tartışmacı, hasmının kötü duruma düşmesine sevinir. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Kendisi için sevdiğini, din kardeşi için sevmeyen kâmil mümin olamaz.) [Buhari]​
8- Riyaya yol açar:​
Tartışmacı, zahiren hasmına sevgi gösterir ise de, bunun yalan olduğunu bilir. Bu ise münafıklık alametidir. Tartışmacı halkın gözüne girmeye çalışır. Bu ise riyadır. Hadis-i şerifte, (Riya küçük şirktir) buyuruldu. (Taberani)​
9- Hakkı inkâra yol açar:​
Hakkın hasmının ağzından çıkmasına nefret eder. Bu ise felakettir. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemek için inat gösterendir) buyuruldu. (Buhari)​
10- İnada sebep olur:​
İnat da, nefrete, düşmanlığa yol açar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Din kardeşine itiraz etme, boş konuşma, [üzücü] şaka yapma ve verdiğin sözden cayma!) [Tirmizi]​
Münakaşanın zararları​
İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Mesela, biri, (Havanın sıcaklığı 25 derece) dese, buna, (Hayır 30 dan aşağı değil) demek, onun sözüne itirazdır. Çünkü böyle söylemek, (Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve bilgiliyim) demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir. Lüzum yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle hususlarda başkasının hatasını söylemek gerekmez. Susmak ise imanın kemalini gösterir. Malik bin Enes hazretleri, (Tartışmanın dinde yeri yoktur. Tartışma kalbleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur) buyurdu. (Çok sevdiğin sadık bir dostunu, tartışarak bir defacık kızdır, ondan sonra başına gelecek felaketi gör) demişlerdir.​
Bir insanın hiç günahı olmasa, insanları doğru yola davet ediyorum diye tartışmaya girse, bu hareketi günah olarak ona yeter. İtirazı, tartışmayı huy edinen kimse mürüvvetsiz olur.
İmam-ı Gazali hazretleri, (Ancak şöhret için uğraşan, tartışmayı sever. Şöhret ise afettir) buyurdu. Münakaşa, dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır. Salih mümin kibirli olmaz, vakar sahibidir, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hiç münakaşa etmez!​
Kötü ile münakaşa etme, seni üzer.​
Halim ile münakaşa etme, sana küser.​
Enes bin Malik hazretleri bildiriyor: Biz bir gün dini bir konuda tartışırken, Resulullah efendimiz yanımıza geldi. Bize öyle öfkelenmişti ki, hiç böylesini görmemiştik. Buyurdu ki:​
(Bırakın tartışmayı! Sizden öncekiler sırf bunun yüzünden helak oldu. Tartışmanın faydası yoktur, tartışma zararlıdır. Mümin münakaşa etmez. Münakaşa edene şefaat etmem.) [Taberani]​
Haklı olduğu halde tartışmayı terk etmek, haksız olduğu halde, tartışmayı terk etmekten daha zordur. Bu bakımdan haklı olduğu halde münakaşayı terk etmek daha çok sevaptır.
Dostlar arasındaki kin ateşini körükleyen münakaşadır. Münakaşa, karşıdaki insanı cahil yerine koymak, sen bilmezsin, ben bilirim demektir. Cahillikle suçlanan herkes az veya çok kızar. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en çok buğzettiği kul, tartışmada ileri gidendir) buyurulmaktadır. Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:​
(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)​
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmektir. Bu da düpedüz düşmanlıktır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:​
(Münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kimse Cennete girer.) [Tirmizi]​
(Konuşurken itiraz etmeyene veya haklı olduğu halde, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]
(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebiddünya]
(Mücadelede ısrar edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Buhari]
(Fitnesinden emin olunmayan mücadeleyi terk ediniz.) [Taberani]
Dört grup insan vardır​
Bilgi yönünden insanlar dört gruba ayrılır:​
1- Bildiğini bilen,​
2- Bildiğini bilmeyen,​
3- Bilmediğini bilen,​
4- Bilmediğini bilmeyen.​
Bildiğini bilen: Böyle kimseler makbuldür. Kendinden emindir. Cesurdur, bir çok işi başarır. Bir arkadaş var. Bilgisayar dahil, “Her aleti çalıştırabilirim, çünkü bunu da benim gibi bir insan yapmıştır” diyor ve kendinden emin olduğu için de başarabiliyor.
Bildiğini bilmeyen: Böyle kimseler ikaza muhtaçtır. Çekingendir. Ben bu işi başaramam diye korkar. Gerekli ikaz yapıldığında o işi rahat başarır. Mesela yine bir arkadaşım var. Bilgisayardan anlamam, o bana konuşmaz dedi. Yanına bir otur dedim, patlar, çatlar diye cesaret edemedi. Israr ettim, “Bunun bilgi ile, kültür ile ilgisi yok. Azıcık cesaret yeter” dedim. Şimdi bilgisayarı rahat kullanıyor.
Bilmediğini bilen: Böyle kimseler haddini bilir. Her şeye burnunu sokmaz. Kendi işi ile meşgul olur. Böyle kimseler her zaman takdir görür.
Bilmediğini bilmeyen: Böyle kimseler hem kendine, hem topluma zarar verir. Hem bilmez, hem de bilmediğini bilmez. Yani hem kel, hem foduldur. Her şeye burnunu sokar. Burnu da pislikten kurtulmaz.
Kendileri ile ilişki kurmak yönünden insanlar dörde ayrılır:​
1- Tavşan pisliği gibi olanlar.​
2- Gıda [besin] gibi olanlar.​
3- İlaç gibi olanlar​
4- Hastalık gibi olanlar.​
Tavşan pisliği gibi olanlar: Ne kokar, ne bulaşır. Hiç kimseye yararı ve zararı dokunmaz. Varlıkları ile yoklukları arasında fark olmayan kimselerdir.
Gıda gibi olanlar: Herkesin her zaman ihtiyaç duyduğu kimselerdir. Böyle kimseleri arayıp bulmalı, bulunca da, kaybetmemek için gerekli tedbirleri almalıdır.
İlaç gibi olanlar: Ancak ihtiyaç zamanında işe yararlar. Böyle kimseleri de ihmal etmemelidir.
Hastalık gibi olanlar: Bu tip insanlara hiç ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri insanlara musallat olurlar, bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.
Münakaşa etmek dostluğu giderir​
Sual: Bazı kimseleri dini konuda ikna edemiyorum. Ne yapayım?​
CEVAP​
Ehil olmayan kimselerle, dini sohbet yapmamalı, uygun olanlara kitaptan okumalı, hiç kimseye din üzerinde, kendi görüşünü söylememeli, münakaşadan da uzak durmalıdır! Uygun insanlara, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarından vermeli, kendini aradan çekmelidir. Hakikat Kitabevi’nin yayınları bu kıymetli eserlerden derlenerek hazırlanmıştır. Hakikat Kitabevi adresinden okunabilir, temin edilebilir.​
Hatasını kabul etmek fazilettir​
Sual: İnsan hatalı da olsa hatasını kabul etmiyor. Hatamı kabul edebilmem için ne yapmam gerekir?​
CEVAP​
İnsanın nefsi, daima kendini haklı çıkarmaya çalışır. Bir işte, hatalı olup olmadığımızı anlamamız belki biraz zordur. Hadis-i şerifte, kendimize yapılmasını uygun bulmadığımız bir şeyi, başkasına da yapmamamız, kendimize uygun gördüğümüz şeyi, mümin kardeşimize de uygun görmemiz emredilmektedir. Bir hadisede hemen kendimizi, karşımızdaki şahsın yerine koymalıyız. (Onun yerine ben olsaydım, ne yapardım?) diye düşünmeliyiz. Böyle düşünmek, hadisenin üzücü neticelenmesine mani olur.​
Bir genç anlattı:​
"Benden yaşlı biri, bir hadiseden dolayı, beni nerede yakalasa dövecekti. Öyle bir köşeye sıkışmıştım ki, nereye kaçsam yakalayabilirdi. Doğru yanına gittim, özür dileyecektim. Daha yanına varır varmaz (Kollarımı kırdın. Aman diyene kılıç çekilmez) dedi. Hatamı kabul ederek yanına gittiğim için onun hatamı affederek büyüklük göstermekten başka çaresi kalmadı. Ben de dayaktan kurtulmuş oldum."​
Özür dileten söz​
Bir tanıdık da şunu anlattı:​
"Çocuklarım çok yaramaz oldukları için komşuları çok rahatsız ediyorlardı. Bir gün çocukların gürültüsü komşumun artık boğazına kadar gelmiş, mahkemeye verip bizi evden çıkarmaya karar vermiş. İşten dönünce hadiseyi öğrenip evine gittim. Komşu, hâlâ teskin olmamış yüzü asık duruyordu. (Kırdığınız yumurta kırkı geçti) diyerek bağırmaya çalıştı. Yavaş sesle (Bir dakika komşu) diyerek teskine çalıştım. Dedim ki:​
- Kiralık bir ev buldum. Hemen çıkıyoruz. O kadar suçluyuz ki, özür dilemeye bile utanıyoruz. Çocuklara bağırmışsınız. Sizin yerinizde ben olsaydım, daha kötüsünü yapardım. Dillerini koparır, gırtlaklarını sıkardım, durmadan tepiniyorlar. Sizin yerinizde ben olsaydım bugüne kadar asla sabredemezdim. Evdeki eşyaları sokağa atardım. Siz yine çok iyi bir kimseymişsiniz ki efendiliğinizi bozmadınız.​
Komşunun sakin sakin dinlediğini görünce devam ettim:​
- Sizdeki komşuluk anlayışı, tam İslam ahlakına uygundur.​
Malik bin Dinar hazretlerinin Yahudi komşusunun evine sızan lağım kokusuna nasıl sabrettiğini anlattıktan sonra dedim ki:​
- Gerçekten siz evliya gibi adamsınız. Bugüne kadar sabretmeniz, sizin büyüklüğünüzden, iyiliğinizden, Müslümanlığınızdan geliyor.​
Bunları anlattıktan sonra komşu, adeta kendini suçlu hissetmeye başladı. (Sinirliydim. Çocuklara bağırdım. Özür dilerim) dedi. Çocukların daha küçük olduğunu, bu kadar gürültülerine katlanmak gerektiğini bildirdikten sonra (Beterin beteri vardır. Siz gidince iyisi mi gelecek? Sizin gitmenize razı değiliz. Buradan taşınmayın!) dedi."
Arkadaşın hatasını kabul etmesi ve bunu güzellikle anlatması kötülükle neticelenecek bir hadiseyi önlemiş oldu. Eğer arkadaş, çocukların kusurunu söylemeseydi. Komşusu söyleyecekti. Komşusu söylemeden arkadaşın söylemesi vaziyeti değiştirmiştir.
O halde başkasının bizim için yapacağı suçlamaları, ona fırsat vermeden kendimiz söylemeliyiz. Hatamızı kabul etmek, karşımızdakine saygı duymak bir şey kaybettirmez. Aksine çok şey kazandırır. Atalarımız (El öpmekle dudak aşınmaz) buyurmuşlardır. Hatada ısrar etmemek büyük fazilettir. Peygamber efendimiz haklı olduğu halde, ev içindeki ve ev dışındaki eziyetlere katlanmıştır. Hanımlarına (Siz haklısınız) diyerek onları üzmemiştir. İslam ahlakını örnek alarak hatamızı kabul etmek faziletini göstermeliyiz!.
Hakkı kabul etmekte inat etmemeli​
Sual: Münakaşa ettiğim arkadaşın haklı olduğunu anlıyorum. Fakat yenilgiyi kabul etmemek için, hayır öyle değildir diyorum. Bunun mahzuru nedir?​
CEVAP​
Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:​
(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]​
Mümin kibirli olmaz; fakat vakar sahibi olur. Vakarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Mümin vakarlı ve yumuşak olur.) [Beyheki]​
Hiç kimse ile münakaşa etmemeliyiz!​
(Allahü teâlâ, mücadelede ısrar edeni sevmez.) [Buhari]​
(Haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennetin ortasında bir köşk verilir.) [Taberani]
(Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz.) [Beyheki]
Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:​
(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)​
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır. Kendini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir. Mahzurludur. Münakaşa her yönden mahzurludur. Münakaşa güzel ahlakın zıddıdır. Halbuki müslüman güzel ahlaklı olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]​
İyi insanın vasıfları​
İyi insan, kimseyle münakaşaya girmeyen, herkesle iyi geçinen kimsedir. İyi insan, yani müslüman, her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Hâfız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uyar. Dinlerine ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Af dileyeni affeder. Hiç kimse ile münakaşa etmez. Bilir ki, münakaşa etmek, dostluğu giderir, düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmaz, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşur, herkesle iyi geçinir. Kimsenin sözüne karşı gelmez. Herkese yumuşak söyler, sert konuşmaz. Hadis-i şerifte, (Mümin vakarlı ve yumuşak olur) buyuruldu. Münakaşa edenlerin yanında oturmaz!​
İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. Hadis-i şerifte, (Kişinin dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Ahlakı bozan kitap, gazete, radyo ve TV’den sakınmalıdır.
Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur. Hadis-i şerifte, (Dünyada, yolcu gibi yaşa, öleceğini unutma) buyuruldu. Vaktin kıymetini bilip gece-gündüz ilim öğrenmelidir! İlim, ibadet içindir. Kıyamette işten, ibadetten sorulur, çok ilim öğrendin mi diye sorulmaz. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir. Evliyadan bir zat, (Bir kimsenin veli olduğu; tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır) buyurmuştur.
İbni Abbas hazretleri buyurdu ki:​
(Aklın başı, kendisine zulmedeni affetmek, kendinden aşağıda görünene tevazu göstermek, düşündükten sonra konuşmaktır. Akılsızlığın başı ise, kendini beğenmek, lüzumsuz yere konuşmak ve kendisinin yaptığı şeylerde insanları ayıplamaktır. Hadis-i şerifte, (Akıllı şu kimsedir ki, açıkta yapınca utanacağı işi gizli yerde de yapmaz) buyuruldu. Hikmet ehli, ibadetlerini ihlasla yapan, insanlarla iyi geçinen, onlara iyilik eden ve belalara sabredenin akıllı olduğunu bildirmiştir.​
Hakkı kabul etmek​
Sual: Bazen bir hususta çocuğumla konuşurken, yanıldığımı anladığımda hatamı kabul edemiyorum. Uygun mu?​
CEVAP​
Hakkı söyleyen kim olursa olsun kabul etmelidir.! Çocuğumuz da söylese, cahil biri de söylese, itiraz etmeden kabul etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Hakkı söyleyen kimse, küçük-büyük ve hoşlanılmayan bir kimse de olsa kabul et, bâtılı da reddet!) [Deylemi]​
Bir hususta körü körüne inat etmek çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:​
(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gadap eder.) [İ.Ebiddünya]​
 
Üst