• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Karşılıklı İhtiyacı

Üyelik Tarihi
25 Ağu 2008
Konular
10,476
Mesajlar
20,209
MFC Puanı
290
Önceki yazımda “yükselen güçlerin” küresel alanda rol belirlenmesi ve stratejik dengelere dâhil edilmesi bilmecesine değindim. Bu süreç, Türkiye ile Avrupa Birliği arasını ilişkilendiriyor. Ne Türkiye ne Avrupa Birliği bu süreçlere karşı ilgisiz kalabilir. Çünkü her iki taraf üyelik müzakerelerinin olumlu sonuçlanmasının kazançlarının altını çiziyor.

Avrupa Birliği’nin Türkiye üyeliğinden elde edeceklerini düşünürken, aklıma İtalyan bakan ve Avrupa milletvekili Emma Bonnino’nun ağzından ilk duyduğum bir söz geliyor: “Eğer 21. yüzyılının İsviçre’si olmak istemezse Avrupa Birliği, Türkiye’yi safhalarına dâhil etmelidir.” Ne demek İsviçre? Müreffeh, turizmin gözdesi, sermaye sığınağı, fakat küresel süreçlere etkisi önemsiz bir ülke. Aynı zamanda içe kapalı, muhafazakâr, gittikçe hoşgörüsüzleşen ve demokratik ve liberal geleneklerini tehlikeye atan bir ülke.
Avrupa Birliği’nin böyle bir geleceği olabilir mi? Demografik, ekonomik ve siyasi gelişme ve tahminlere bakıldığında, böyle bir ihtimal gerçekdışı görünmemektedir. Avrupa ekonomik krizi, sadece dünya finans piyasalarının konjonktürlerine bağlı değil. Daha derin ve sistematik yapısal nedenleri var. Zaten Avrupa Birliği’nin büyük ülkeleri bunun farkında. Ne Almanya ne Fransa, uzun vadede tek başlarına küresel alanda ciddi rol oynayamayacaklarını bilmektedir. Onların geleceği Avrupa Birliği geleceğine endeksli. Oysa Avrupa ekonomilerinin rekabet gücünün kaybolması, sosyal sigorta sistemlerinin borca boğulması, Avrupa sosyal ve ekonomik modelinin sürdürülebilir olması konusunda ciddi endişeler uyandırıyor. Aynı zamanda da Avrupa ekonomik sorunlarının hafifletilme veya çözülmesine katkıda bulunabilecek göç süreci, birçok Avrupa ülkesinde şiddetli sosyal tepki ve direnişle karşılanıyor. Aşırı sağ partiler, korku üzerinden politikalarını sürdürüp küresel değişimleri tehdit olarak algılayan sosyal sınıfların oylarının peşinde. Hollanda veya Finlandiya gibi liberal ve laik toplumları olduğu düşünülen ülkeler dâhil birçok ülkede de zaten başarıları yüksektir. Eğer hâkim olursa böyle siyasi görüşler, Avrupa Birliği’nin önü tıkanacak niteliktedir. Ancak hızla büyüyen, genç nüfuslu bir ülke entegre olamayacağı için değil. Onların zararı sadece ekonomik olmayacak, yan etkileri ideolojik ve entelektüel de olacak. Belki daha önemlisi, Avrupa Birliği, ancak sürdürülemez bir ekonomik ve sosyal statükoyu korumak için demokratik ve liberal özelliklerini yavaş yavaş feda etmeye başlayabilir. Bu nedenle Türkiye’nin AB üyeliği, hem ekonomik hem siyasi açıdan anlamlı. Avrupa Birliği, kendi korkularını, kendi iç kutuplaşmalarını aşıp, küresel ekonomik ve siyasi düzenin etkili bir aktörü olmaya devam etme isteğini kanıtlayacaktır.
Peki, Avrupa Birliği’nin Türkiye üyeliğine ihtiyacı var. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine ihtiyacı var mı? Birçok ankete göre Türk kamuoyunun büyük bir kısmı Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine ekonomi nedeniyle sıcak bakıyordu. Son senelerin “Türk ekonomik mucizesi” sayesinde, Avrupa Birliği üyeliğinin artık “zorunlu değil’” veya “gereksiz” duruma düştüğü söylenebilir mi? Bu bakış açısından Türkiye’nin artık Avrupa Birliği üyeliğine ihtiyacı yok. Kendi kendine bölgesel veya hatta küresel aktör olma yolları açık. “Batı Grubu’ndan” ayrılıp “BRIC” ülkelerinin arasında veya yanında yeni küresel yerini bulacaktır. “Ekonomik başarı” sarhoşluğu etkisi altında şekillendirilen bu görüşler ekonomik büyümenin iç siyasi düzen ve müsait bir diplomatik ortama ne kadar bağlı olduğunu ihmal ediyorlar. Son senelerin ekonomik başarısı, 1999 ve 2005 arasında iyileşen Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik perspektifi bunu tetikledi. Ekonomi faktörü unutulsa bile, Türkiye’nin iki ana siyasi sorunu var; hem Kürt sorunu hem laik-muhafazakâr kutuplaşması. Bunun demokratik ve adil çözümüne tek katkıda bulunabilecek kurum, Avrupa Birliği’dir. Türkiye’nin siyasi ve sosyal istikrarı ile ekonomik kalkınmasına ciddi engel oluşturabilecek her iki sorunun çözülmesinde gerekecek karşılıklı güven arttırılması konusunda yardımcı olabilecek başka aktör yok. Bütün sorunları ve çelişkilerine rağmen Avrupa Birliği, demokrasi ve insan hakları konusunda dünyanın en samimi ve en başarılı savunucusudur.
Avrupa Birliği ve Türkiye birbirlerine muhtaç. Herhangi biri tarafından bunun ihmal edilmesinin ağır faturasını ikisi de ödeyecektir.
(16 Nisan 2012 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlandı)
 
Üst