• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Gaybet Döneminde İmamın (a.f) Varlığının Faydaları

Üyelik Tarihi
30 Kas 2012
Konular
12,578
Mesajlar
16,017
MFC Puanı
2,330
GAYBET DÖNEMİNDE İMAMIN VARLIĞININ FAYDALARI
İmam Mehdi (a.s) hakkında söz buraya varmışken günümüzde hazretleri hakkında öne sürülen ve en çok bilinen soruyu yanıtlamamız yerinde olur. Soru şudur: Gaybet çağında İmam’ın var oluşunun faydası nedir? Başka bir tabirle: Gaybet döneminde İmam’ın yaşamı, bir lider konumunda sosyal bir yaşam değil özel bir yaşamdır. Buna göre onun kutsal varlığının halka ne gibi yararları olabilir ve insanlar ondan nasıl yararlanabilirler?
Elbette İmam’ın gaip oluşu; hiçbir surette hazretlerinin varlığı bilinmeyen bir ruh, görünmeyen rüya gibi dalgalar veya bunların benzerlerine dönüşmüş demek değildir. Aksine onun normal bir harici yaşantısı vardır, yalnız uzunca bir ömür sürdürerek. İmam Mehdi hazretleri halk arasında, toplum içine girip çıkmakta, çeşitli bölgelerde ama tanınmaz bir halde yaşamaktadır. “Görünme” ile “Tanınmaz” arasında çok fark vardır.[1] İmam Sadık (a.s) buyuruyor: Halk imamını kaybeder, o hac mevsiminde hazır bulunur halkı görür ama halk onu göremez.[2]
SAKLI GÜNEŞ
Bu sorunun yanıtından önce şunu hatırlatmak istiyoruz ki: Böyle bir soru sadece zamanımızda söz konusu edilmemiştir. İmam Mehdi doğmadan önce de bu soru yöneltiliyormuş, İslam Peygamberi (s.a.a) ve önceki imamlar ne zaman İmam Mehdi ve uzun gaybetinden söz etseler böyle bir soruyla karşılaşıyorlardı. Örneğin:
1- İslam Peygamberi (s.a.a): Gaybet zamanında Şia onun vücudundan yararlanacak mıdır, sorusuna karşı buyurdu ki: Evet, beni Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki; gaybeti döneminde ondan yararlanırlar ve velayet nurundan fayda alırlar, güneşten; bulutların arkasında iken yararlanıldığı gibi.[3]
2- İmam Cafer Sadık (a.s) buyuruyor: Allah İmam Adem’i yarattığı günden kıyamet gününe kadar yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz kalmamıştır ve kalmayacaktır; ya zahir ve aşikar veya gaip ve saklı. Eğer Allah’ın hücceti olmazsa Allah’a tapılmaz.
Ravi sordu ki: Halk gaip ve saklı imamdan nasıl yararlanacaktır?
İmam hazretleri: Bulut ardındaki güneşten yararlandıkları gibi[4] buyurdu.
3- İmam Mehdi (a.s)’ın kendisi bile bu konu üzerinde durmuştur. Hazretlerinin “İshak b. Yâkub”un sorularına verdiği ve Muhammed b. Osman arıcılığı ile İshak’a gönderdiği yanıt “Tevkî”de şöyle yazmıştı: “… Onların benden nasıl yararlanacakları ise bulutlar ardında saklı olan güneşten yararlandıkları gibi olacaktır.”[5]
Bu benzetme hakkında şu hususu hatırlatmalıyız ki güneş ışıkları iki çeşittir:
1- Direk ve açık olarak saçtığı ışık,
2- Dolaylı olarak saçtığı ışık.
Açık olarak ışık saçtığında, güneş ışığı iyice bellidir. Ama dolaylı olarak ışık saçımında, bulutlar mat bir cam gibi güneşin direk ışıklarını alıp yayarlar. Ancak güneşin, varlıkların büyük gelişmesindeki etkisi ışığını tabiat üzerine direk yaydığı zaman görünür. Ama bu etkilerin bir çoğu -sıcak üretimi, otların yeşerip büyümesi, hayat için gerekli enerjinin sağlanması, ağaçların barlanması, goncaların gülüşüp çiçek açması gibi bulut ardından yayılan güneşin mat ışıklarında da mevcuttur. İmam Mehdi (a.s)’ın manevi ışıkları, gaybet bulutlarının ardında saklı iken bile birçok etkileri vardır. Şimdi bu etkilerden bazılarını kısaca inceleyelim:
1- DÜNYANIN CANI
İmamet konusunda buyurulan çok sayıdaki rivayetlerin çoğuna ve bilginlerin ortaya koyduğu delillere göre: İslami görüşte; İmam dünyanın canıdır ve dünya onun varlığına bağlıdır. İmam varlık aleminin kalbi, varlık dünyasının merkez çekirdeği, alem ile alemi yaratanın arasında “Feyz Vasıtası”dır. Bu nedenle hazır olması ile gaip olması arasında bir fark yoktur. Eğer o -tanınmaz suretle olsa bile- dünyada olmazsa varlık alemi dökülür, birbirine karışır. Nitekim İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki: “Eğer yeryüzünde İmam olmazsa, yer, üzerindeki sakinleri yutar.”[6]
İmam Zeynelâbidin (a.s)’da buyuruyor ki: Allah, bizim varlığımız ışığında göğü aşağı inmekten koruyor. Allah bizim varlığımız ışığında yeri sallantıdan ve sakinlerinin sükunetini koruyor. Bizim sebebimizedir ki Allah yağmur yağdırıyor, rahmetini yayıyor yerin nimet ve bereketleri dışarı çıkartıyor, eğer yeryüzünde bizden biri olmasaydı yer, üzerindekileri yutardı.[7]
2- ALLAH DİNİNİN KORUMACILIĞI
Emire’l-Müminin Ali (a.s) ilahi liderlerin her asır ve zamanda var olmalarının gerekliliğine dair yaptığı bir konuşmada şöyle buyuruyor:
“Evet Allah’ım, yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz ve lidersiz kalmaz, ister zahir ve aşikar olsun, ister gaip ve saklı olsun; Allah’ın açık olan delil ve senetleri ortadan kaldırılıp, unutturulmasın diye…”[8]
Zaman geçtikçe ve kişisel düşünce ve bakışların farklılaşmasıyla; kötü niyetli ellerin İslam öğretilerine uzamasıyla bir kısım ilahi kanunların asaleti ortadan kaldırılır ve din zararlı değişimlerin oyuncağı olur.
İlahi dinin asaletinin korunması; değişimler, tahrifatlar ve hurafelerin önünün alınması için bu görev bir masum imam tarafından yürütülmelidir. Önemli her kuruluşta, önemli evrak ve belgelerin hırsızlık ve yangından korunması için “sağlam bir kasa” bulunur. İmam’ın göğsü ve yüce ruhu da ilahi belgelerin korunduğu sağlam kasadır; bu öğretileri tüm ilk asaletleriyle ve semavi özellikleriyle hafızasında korusun diye.[9]
Hafız “İbni Hacer Askelani”, “Sahih Buhari” şerhinde İmam Mehdi’nin zuhuru zamanında, İmam İsa Peygamber (a.s)’ın yere ineceği ve İmam’ın arkasında namaz kılacağına dair hadisleri naklettikten sonra şöyle yazıyor:
İsa’nın ahir zamanda ve kıyamete yakın zamanda bu ümmetten birinin arkasında ona uyup namaz kılacağı İslam bilginleri arasındaki: “Yeryüzü hiçbir zaman hüccetten yoksun olmaz” görüşünün doğru olduğunu kanıtlamaktadır.[10]
3- ÜMİT BAHŞETME
Savaş meydanlarında fedakar ve yiğit askerlerin tüm çabaları, ordu bayrağının, düşman saldırılarına karşı dalgalanışını sürdürmesine mâtuftur. Karşıda düşman askerleri ise hep o bayrağı indirmeye uğraşırlar. Çünkü bayrağın dalgalanması askerlerin çabalarını içtenlikle sürdürmelerinin güç kaynağıdır.
Aynı şekilde ordu komutanının komutanlık karargahında bulunması -zahiren sönük ve sessiz olsa bile- askerlerin sıcak ve cesaret kanını damarında coşturur, komutanımız, yaşıyor bayrağımız dalgalanıyor diye daha çok çaba sarfederler.
Ama ne zaman komutanın ölüm haberi ordu birlikleri arasında yayılsa, onca büyük ordunun olağanüstü düzeni aniden bozulur, ruhiyesini kaybeder.
Bir toplum veya ordu lideri yaşadığı sürece, her ne kadar yolculukta ve hastalık döşeğinde olsa bile, onların yaşam, düzen ve huzur kaynağıdır. Ama onun kaybedildiği haberi herkesi büyük bir ümitsizliğin tozuna toprağına gömer.
Şia yaşayan bir imamın varlığına duyduğu inanç gereğince, onu kendi arasında görmese bile, kendini yalnız bilmez dolayısıyla bu inancın; yüreklerde ümit aydınlığının korunmasına ve kişileri böyle büyük evrensel kıyama hazırlamaya yönelik psikolojik etkisi tam anlamıyla anlaşılabilmektedir.[11]
Sorbon Üniversitesinde felsefe hocası olan tanınmış müstaşrik Fransız profesör “Henry Corbon” şöyle diyor:
İnancıma göre: Allah ile halk arasında ilahi hidayet ilişkisini daimi olarak koruyan, devamlı surette velayeti canlı ve ayakta tutan tek mezhep Şiilik’tir.
Yahudilik dini, Allah ile insanlık arasında gerçek ilişki olan peygamberliği İmam Musa’da sona erdirmiş, ondan sonra İmam İsa ile İmam Muhammed’in Peygamber olduğuna inanmayarak söz konusu ilişkiyi kesiyor. Aynı şekilde Hıristiyanlar İmam İsa’da son veriyorlar bu ilişkiye. Müslümanlardan Ehl-i Sünnet İmam Muhammed (s.a.a)’de durarak ve peygamberliği onda sona erdirerek yaratan ile yaratılan arasında bir ilişkinin var olmadığını benimsiyorlar. Ama peygamberliğin İmam Muhammed (s.a.a)’de son bulduğuna fakat hidayet ve mükemmelleştirme ilişkisi olan “Velayet”in Peygamber hazretlerinden sonra da canlı olarak daima sürdürdüğüne inanan tek mezhep Şiiliktir.[12]
——————–
(1] Mehdi İnkılabi-yi Buzurg, Ayetullah Nasır Mekarim, S.250.
[2] Usul-i Kafi, Kuleyni, C.1, S.338.
[3] Biharü’l-Envar, C.52, S.93 ve C.36, S.250.
[4] Meclisi, aynı kitap, S.92.
[5] el-Gaybet, Tusi, S.177 – Meclisi, aynı kitap, S.92 – Keşfü’l-Ğumme, Ali b. İsa İrbili, C.3, S.322.
[6] Kuleyni, aynı kitap, C.1, S.179 – Kemalü’d-Din, Şeyh Saduk, C.1, S.201-210.
[7] Emali, Şeyh Saduk, S.112, 35. Meclis – Kemalü’d-Din, Şeyh Saduk, S.207 Bab 21, H.22 – Feraidü’s-Semteyn, Cüveyni Horasani, Beyrut Baskısı, S:46-46.
[8] Şerh-i Nehcü’l-Belağa, İbni Ebi’l-Hadid, Kahire Baskısı 1960, C.18, Hikmet, 143, S.347. – el-Menakib, Ahteb Harezmi, Necef Baskısı, S.264.
[9] Mehdi İnkılabi-yi Buzurg, Ayetullah Nasır Mekarim, S.258-259.
[10] Fethü’l-Bari, Sahih Buhari, C.6, S.494.
[11] Ayetullah Nasır Mekarim, aynı kitap, S.255-256.
[12] Mekteb-i Teşeyyû Yıllığı 2, 1960, Üstad Allame Tabatabai ile Profesör Henry Corbon Görüşmesi, S.20.
 
Üst