Winter
Forum Yöneticisi
- Üyelik Tarihi
- 20 Haz 2022
- Konular
- 176
- Mesajlar
- 4,427
- MFC Puanı
- 41,820
Sırlı camlar...Kendimizden bile saklamaya çalıştıklarımıza ortak olanlar...Gözlerimizden, ruhumuzun en karanlık dehlizlerine gizlice girip, orada sessiz sessiz bizi gözleyenler... İçimizde ne varsa haykırmak istediğimiz, ilk önce duyanlar...
Bizi sorgulamayan ancak, o parıltılı akise her baktığımızda mahçup bir halde yaptıklarımızdan utandıran..
Zamanın en eski şahitleri...Cadı kazanlarında kaynayan, büyücülerin tütsüleri ile harmanlanan, çığlıklar ile sıvanan ve er ya da geç ölüm ile taçlandırılan aynalar..
Tüm dehşetli masallarda , isimsiz lanetlilerdir onlar... Pamuk prensesin üvey annesinin başucundadır mesela.. Güneşin batmadığı topraklarda hüküm sürer. Pırıl pırıl çerçevesi kanla kaplıdır. Söyledikleri ile zehirler... Masum bir kızın güzelliği ile vurur, kurbanını.. Herkes pamuk prenses sanır ama aslında üvey annesi kurbanın ta kendisidir. Aynada gördüğü yansımanın esiri olmuştur. İçinde, kimsenin inemediği derinlerde olan kötülük yansır, sırlarla donanmış kurşuni perdeye. Aldanır, kirlenmiş ruhunun oyununa gelir. Belki de bir yanı pişmandır yaptıklarına, ama yansıyan tarafının yüreği gaddardır...
Ya Karlar Kraliçesinin düşüp tuzla buz olan, rüzgar ve kar ile dünyaya yağan , rastladığı kişilerin gözlerine ve yüreklerine saplanan aynası.. Kraliçenin içinde ki saf kötülüğü, masum insanların ruhuna karıştıran, dünyayı olduğundan daha da çirkinleştiren( kimbilir belki de gerçekte olduğu gibi gösteren) korkunç bir ayna.. Kai ve diğer insanları nefret, açlık ve öfke ile yeniden yaratan, var olmuş tüm iyiliği sömüren, karanlık tarafa ait, lanetli bir kapı..
Sahi aynalar, iyi ve kötü arasında ki savaşta hep bir kapı görevi görmüşlerdir. Bir kere içlerine davet edildiğinizde soğuk, küflü, yağmalanmış, hırslar ile dallanıp budaklanmış, sonsuz labirentlerinde kaybolursunuz... Siz bu tuhaf, kimsesiz girdaplarda sağ kalmaya çalışırken , o da sizden birini, belki hiçbirini, belkide binlercesini yaratmakla meşguldür....
İşte tam da böyle bir kayboluş ama aslında kısa bir süreliğine buluş ve nihayet sonunda gerçek bir dönüşüm hikayesi “Biri, Hiçbiri, Binlercesi”...
Luigi Pirandello’nun karmaşık ama anlamlı kaleminin ucunda hayat bulan kahramanımız Moscarda ve onun kendisini buluş hikayesi. Birgün aynada kendine bakarken, karısının burnunun yamuk olduğunu söylemesi ile başlıyor macera. Buradan çıkarak, aynada ki yansımanın kendine ait olup olmadığını sorgulamaya başlayan kahramanımız çok geçmeden delilik nöbetlerine yakalanıyor. Karısının, arkadaşlarının hatta kendisinin bile hakkında ki düşünce ve planları arasında gidip gelen , ve içinde ki Tanrıyı keşfeden bir adamın gizemli hikayesi ile karşı kaşıya kalıyorsunuz.1925 yılının sonlarını 1926 ya bağlarken yazılmış, zamandan tamamen bağımsız bir eser.
Okurken aslında kim olduğunuz, içinizde kaç siz olduğu, hayatınızda ki herkes için bir siz olduğu , lakin aslında onların hiçbiri olmadığınızı anlatan ve sorgulatan tuhaf bir kitaptı.Bu sefer karşınızda ki lekesiz bir ayna değil, Pirandello’nun devleşen kalemi.. en yakın zamanda yolunuzun kesişmesi ümidi ile....
Bizi sorgulamayan ancak, o parıltılı akise her baktığımızda mahçup bir halde yaptıklarımızdan utandıran..
Zamanın en eski şahitleri...Cadı kazanlarında kaynayan, büyücülerin tütsüleri ile harmanlanan, çığlıklar ile sıvanan ve er ya da geç ölüm ile taçlandırılan aynalar..
Tüm dehşetli masallarda , isimsiz lanetlilerdir onlar... Pamuk prensesin üvey annesinin başucundadır mesela.. Güneşin batmadığı topraklarda hüküm sürer. Pırıl pırıl çerçevesi kanla kaplıdır. Söyledikleri ile zehirler... Masum bir kızın güzelliği ile vurur, kurbanını.. Herkes pamuk prenses sanır ama aslında üvey annesi kurbanın ta kendisidir. Aynada gördüğü yansımanın esiri olmuştur. İçinde, kimsenin inemediği derinlerde olan kötülük yansır, sırlarla donanmış kurşuni perdeye. Aldanır, kirlenmiş ruhunun oyununa gelir. Belki de bir yanı pişmandır yaptıklarına, ama yansıyan tarafının yüreği gaddardır...
Ya Karlar Kraliçesinin düşüp tuzla buz olan, rüzgar ve kar ile dünyaya yağan , rastladığı kişilerin gözlerine ve yüreklerine saplanan aynası.. Kraliçenin içinde ki saf kötülüğü, masum insanların ruhuna karıştıran, dünyayı olduğundan daha da çirkinleştiren( kimbilir belki de gerçekte olduğu gibi gösteren) korkunç bir ayna.. Kai ve diğer insanları nefret, açlık ve öfke ile yeniden yaratan, var olmuş tüm iyiliği sömüren, karanlık tarafa ait, lanetli bir kapı..
Sahi aynalar, iyi ve kötü arasında ki savaşta hep bir kapı görevi görmüşlerdir. Bir kere içlerine davet edildiğinizde soğuk, küflü, yağmalanmış, hırslar ile dallanıp budaklanmış, sonsuz labirentlerinde kaybolursunuz... Siz bu tuhaf, kimsesiz girdaplarda sağ kalmaya çalışırken , o da sizden birini, belki hiçbirini, belkide binlercesini yaratmakla meşguldür....
İşte tam da böyle bir kayboluş ama aslında kısa bir süreliğine buluş ve nihayet sonunda gerçek bir dönüşüm hikayesi “Biri, Hiçbiri, Binlercesi”...
Luigi Pirandello’nun karmaşık ama anlamlı kaleminin ucunda hayat bulan kahramanımız Moscarda ve onun kendisini buluş hikayesi. Birgün aynada kendine bakarken, karısının burnunun yamuk olduğunu söylemesi ile başlıyor macera. Buradan çıkarak, aynada ki yansımanın kendine ait olup olmadığını sorgulamaya başlayan kahramanımız çok geçmeden delilik nöbetlerine yakalanıyor. Karısının, arkadaşlarının hatta kendisinin bile hakkında ki düşünce ve planları arasında gidip gelen , ve içinde ki Tanrıyı keşfeden bir adamın gizemli hikayesi ile karşı kaşıya kalıyorsunuz.1925 yılının sonlarını 1926 ya bağlarken yazılmış, zamandan tamamen bağımsız bir eser.
Okurken aslında kim olduğunuz, içinizde kaç siz olduğu, hayatınızda ki herkes için bir siz olduğu , lakin aslında onların hiçbiri olmadığınızı anlatan ve sorgulatan tuhaf bir kitaptı.Bu sefer karşınızda ki lekesiz bir ayna değil, Pirandello’nun devleşen kalemi.. en yakın zamanda yolunuzun kesişmesi ümidi ile....