• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Maturidîliğe Dair Yazılan Eserler

Üyelik Tarihi
30 Kas 2012
Konular
12,578
Mesajlar
16,017
MFC Puanı
2,330
1. Maturidî (Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed Maturidî öl. 333/944).
Bazan “İmamu'l-Hüd┠bazan da “İmamu'l-mütekellimîn” gibi isimlerle anılan Maturidi’nin ilim silsilesi Ebu Bekir Cüzcânî - Ebu Süleyman Cüzcâni - İmam Muhammed yolu ile Ebu Hanife'ye ulaş*maktadır.
Mutezileden Ebu Muhammed el-Bâhi'ye red için l. Beyanu vehmi'1-MuteziIe, 2. Reddu usûli'l-hamse.
Yine Mutezileden Kâ'bı'yi red için, 1. Reddu evaili'l-edille, 2. Red*du tehzib’l-cedel, 3. Reddu vaîdi'1-fussak.
Rafizüeri ve Karmatîleri red için, Reddu kitabi'1-İmame, gibi eser*ler yazan Maturidî, fıkıh usulüne dair
1. Me'hazu'ş-şerai',
2. Kitabu'l-cedel, gibi eserler yazmıştır. [26]
Biz burada Maturidi’nin kelâmla ilgili iki eseri üzerinde kısaca duracağız.
1. Kitabu't-tevhid (Beyrut, 1970, İstanbul, 1979). Kaynaklarda, Maturidi’nin bu isimde bir eseri bulunduğu kaydedilmekte, fakat bu eserin günümüze kadar gelip gelmediği kesinlikle bilinmemekte idi.Yusuf Ziya Yörükan, Maturidi ye. ait olduğunu zan ve tahmin ederek Kitabıa-tevhid, Risaletun fil-akâid isimli iki metin neşretti (An*kara, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1953). Muhammed Tancî meseleye açıklık getirmek için Ebu Muin Nesefî'nin (öl. 508/1114) et-Tabsire'sinden, Maturidî ile ilgili parçaları neşretti (İlahiyat Fakültesi Der*gisi, 1955. C. IV. 1-11. s. 1-12).
Fethullah Huleyf, Maturidî'nin Kitabu't-tevhid'ini İngiltere'de Kembriç'te bulduğu yegâne ve muahhar bir nüshaya dayanarak neş*retti.
Burada özellikle şunu belirtmek istiyoruz: Define aranır gibi, yarım asır arandığı halde sadece bir tek nüshasına ancak rastlanabilen Kitabu't-tevhid'in İslâm düşüncesi, akaidi, hatta bizzat Maturidî sistemi ve muhiti üzerinde tesirli olmadığı bir gerçektir. Kitabu't-tev*hid'in tesiri, Şerhu'l-Akâid'in tesiriyle asla mukayese edilemez. Bu itibarla henüz yeni neşredilen Kitabu't-tevhid Maturidî fikir ve inancı tarihini aydınlatmak bakımından çok önemlidir. Fakat mey*dana getirdiği tesirler ve pratik sonuçlar itibariyle Şerhu'l-Akâid'in milyonda biri kadar bile önemli değildir.
2. Te'vilâtu Ehli's-sünne veya Te'vilâtu'I-Maturidiyye fi beyâni usuli Ehli's-sünne ve usûli't-tevhid isimli eseri esas itibariyle tefsire dairdir. Fakat tefsir tarihini yazan müelliflerin çoğu bile bu eserden bahsetmez ve habersiz görünürler. Te'vilât, tefsir olmakla beraber, Fahruddin Razî'nin Mefatihu'l-gayb'te kelâmdan bahsettiği kadar ol*mamakla beraber kelâmı konulardan bahseder. Ebu Muin, Tabsire'de, Katip Çelebi Keşfu'z-zünûn'da bu eseri parlak cümlelerle över*ler. Buna rağmen eser hâlâ neşredilmiş değildir. Yazma nüshaları*nın çok oluşu, fazla alaka ve rağbet görüşünden değil, teberrüken veya merak saikiyle istinsah edilmiş olmasından ileri gelmektedir. Hanefî uleması, Eş'arîliği esas alan Kadı Beydavî ve Celaleyn'i oku*maktan ve okutmaktan boş vakit bulup Te'vilât üzerine eğilememiş, buna dair çalışmalar yapmamış gibi görünmektedir. Bu bakımdan Te'vilât'm da düşünce ve inanç tarihimiz bakımından tesirli olama*dığı bir gerçektir.
Maturidî, yetiştirdiği talebeler ve yazdığı eserler vasıtasiyle ilk zamanda tesirli olmuş, sonra da bu tesirler dolaylı olarak ve daima ikinci elden sürüp gitmiştir. [27]
II. Hakim Semerkandî, Ebu Kasım İshak b. Muhammed (öl. 343/ 953). Maturidî'nin talebelerinden olan bu zatın es-Sevadu'1-A'zam adlı (Darussaadet, Ahter matbaası, 220 sayfa, şerhle birlikte, tarihsiz, îst) eseri 62 meseleden bahseder, Orijinal bir yanı yoktur. Fazla tesirli de olmamıştır.
III. Ebu Muîn (Maîn) Nesefi (öl 508/1114). Maturidî'den sonra en ihatalı, en geniş ve en ciddî eser bu zatın “Tebşiretu'1-edille” (He*nüz neşredilmedi, Fethullah Huleyf bunu neşredeceğinden bahset*mektedir, yazmaları çoktur) isimli eseridir. Katip Çelebi haklı ola*rak “Akâid-i Nesefiye, Tabsire'nin bir fihristi gibidir” demektedir. Tancı adı geçen makalesinde bu eserden bazı parçalar neşretmiştir. Bu eserin de İslâm fikir ve itikad tarihi üzerindeki tesirleri, azdır, dolaylıdır, Şerhu'I-Akâid'e nazaran fazla önemli de değildir. Taftazânî Şerhu'I-Akâid'de bu eserden nakiller yapmıştır. Fethullah Huleyf, Ebu Muîn'in; Maturidîler arasındaki yerini, Gazali ve Bakillani’nin Eş'ariler arasındaki mevkiine benzetmektedir.
Ebu Muîn Nesefî'nin, kelâm konusundaki “Bahru'I-kelâm” (Kon*ya, 1329/1911, Meşriku'l-irfan matbaası Kahire, 1911) isimli eseri ke*lâmın birçok meselelerine temas eden 38 sayfalık bir risaledir, et-Temhid li-Kavâidi't-tevhid kısa bir akâid kitabıdır, şerhin adı et-Tesdid'dir.
IV. Sabuni (Nureddin Ahmed b. Mahmud, öl. 580/1184). Matu*ridî ve Ebu Muîn Nesefî'den sonra Hanefî akaidinin üçüncü mühim şahsiyetidir.
1. el-Kifaye fi'I-hidaye (basılmamıştır).
2. Kitabu'l-bidaye mine'l-kifaye fi'I-hidaye fi usûli'd-din isimli eseri evvela Mısır'da 1969 da Fethullah Huleyf tarafından, sonra An*kara'da 1979 da Bekir Topaloğlu tarafından Türkçe tercümesiyle bir*likte basılmıştır. Bu esere “Telhisu'l-kifaye, el-Bidaye fi usûli'd-din ve Mulahhasu'I-kifaye fi'I-hidaye, Muhtasara'1-hidaye gibi isimler de verilir.
el-Bidaye, el-Kifaye'nin hacmi dörtte bir kısaltılarak meydana getirilmiş özet bir kitaptır. İfadesi açık, tertibi güzeldir. Fakat buna rağmen ne el-Bidaye ne de onun şerhi olan el-Kifaye, Şerhu'l-Akâid'*in gördüğü alaka ve rağbetin bindebiri kadar bile ilgiye mazhar ol*mamışlardır. Onun için de önemli sayılacak tesirleri olmamıştır. Esa*sen el-Bidaye'nin yeni neşredilmesi, el-Kifaye'nin isa hâlâ neşredil*memiş olması bunun bir delilidir.
V. Ebu'l-Berekât Nesefi. Meşhur Medarik isimli tefsirin müel*lifi olan Ebu'l-Berekât'ın (öl. 710/1310) el-Umde ve bizzat kendisi ta*rafından şerhedilen el-İtimad fi'1-itikad isimli eserleri basılmamıştır.
VI. Beyazi (Kemalettin Ahmed b. Hasan, öl. 1098/1687). Beyazi tarafından yazılan İşârâtul-merâm min ibârâti'1-İmâm (Mısır, 1949) isimli eser, yukarda zikredildiği gibi, Ebu Hanife'ye ait Fıkhu'I-ekber ve diğer dört risalenin kelâmcı bir anlayışla şerh edilmesinden meydana gelmiştir. Güzel bir eser olduğu halde hiç ilgi görmemiştir. Dü*şünce ve inanç tarihindeki tesirleri, hiç yok denecek kadar azdır.
VII. İbn Hümam (öl. 861/1457). el-Müsayere isimli eseri kelâma dairdir. Mısır'da basılmıştır. Gazali'nin Risale-i kudsiye isimli eseri*nin şerhidir. Kasım b. Kutlubuğa, el-Müsayere'ye, Müsâmere, adiyle haşiye yazmıştır. Tesirleri ve muhtevası bakımından fazla önemli değildir. Esasen eserin metni, Eş'arî akaidi üzeredir.
VIII. Sadru'ş-şeria (öl. 747/1340). Ta'dilu'l-ulüm- İlk yarısı man*tık, ikinci yarısı kelâm olan 7 bölümlük bir eserdir.
Burada, muhtevaları bakımından hiç mühim olmayan, fakat çok okunan ve tesirleri nisbeten geniş olan iki manzum esere de temab etmek gerekmektedir:
IX. Ali b. Osman Ûşî Ferganî (öl. 575/1179). Emâlî, Lâmiye ve Kelâmiye diye meşhur olan bu manzum eser defalarca şerh edilmiş ve birkaç kere basılmıştır (İst. 1304/1886). Hoca Sa'deddin tarafın*dan nazmen Türkçe'ye de tercüme edilmiştir (Bk. İlahiyat Fakültesi dergisi, yıl, 1954, ili. 1-11). Zebrecan, Farsça tercümesidir.
X. Hızır Bey (öl. 863/1458). el-Kasidetü'n-nûniye fi'1-akâid (İst. 1258/1842). Çok şerh edilmiş ve basılmıştır. İlmî ve kelâmî değeri faz*la değildir (Bk. Şerhu'I-kasideti'n-nûniye, Osman Uryani, İst. ts.)
Burada anlatılan isimlerden, sadece Maturidî, Ebu Muin, Sâbunî ve Beyazî mühimdir. Diğerlerinin fazla kelâmî kıymeti ve ehemmi*yeti yoktur. Tesirleri bakımından, ise en önemlileri son iki kasidedir. Okunanlar önemli değildir. Önemli olanlar ise okunmamıştır. Bunun sebebini göstermek için Osmanlı medreselerinde okunan akâid ve ke*lâm kitapları konusunda kısaca malumat verelim:
1. Teeridu'l-itikad veya Tecridu'l-kelâm. Nasıruddîn Tûsî'nin eseridir. Şemseddin İsfehani (öl. 746/1345) Şerhu't-tecrid ismiyle Tû*sî'nin eserini şerh etmiş, Seyyid Şerif Cürcânî de bu şerhe Haşiyetu't-tecrid diye meşhur olan haşiyesini yazmış, Tecrid bu haşiye ile bir*likte o kadar çok okunmuştur ki, kelâm ve akâid dersleri okutulan medreseler dahi ismini bu eserden almıştır: Hâşiye-i Tecrid medre*seleri.
2. Adudiye veya Akâid-i Adudiye. İcî'nin eseridir. Celâleddin Devvanî'nin (öl. 908/1502) şerhiyle birlikte okunmuştur. îsmail Gelenbevi'nin bu şerhe yazdığı haşiye de meşhurdur.
3. Mevâkıf, îcî'nin eseridir. Cürcani'nin bu metne Şerhu'1-mevakıf adiyle yazdığı şerhle birlikte okunmuştur.
4. Tevâliu'l-envar. Kadı Beydavî'nin eseridir. Şemseddin İsfehari'nin Metâliu'I-enzâr adiyle yazdığı şerhle birlikte okunmuştur.
5. Makâsidu't-talibîn. Taftazânî'nin eseridir. Metin yine kendi*si tarafından Şerhu'l-Makasıd adiyle şerh edilmiştir. Medreselerde çok okunmuştur.
6. Metnu'l-akâid veya Akâidu'n-Nesefiye. Şerhu'l-Akâid: Nesefî'-nin Akâid'i üzerine Taftazânî tarafından yazılan bir şerhtir. Nesefî Akaidi Metin için değil şerh için okunmuştur. Osmanlı ülkesinde en çok, en devamlı olarak okunan akâid ve kelâm kitabı budur. [28].
Bu tabloya bakıldığı zaman şu gibi gerçekler derhal dikkati çe*ker:
a) Osmanlı uleması, kudema ve mütekaddimîn denilen Gazalî'den evvelki kelâmcılar okumamakta, okutulmamakta, dolayısıyle on*lar hakkında esaslı ve ciddî bir bilgiye sahip bulunmamaktadır.
b) Osmanlı uleması, muteahhirîn denilen Gazali,Şehristânî, Amidî ve hatta Fahruddin Razî'ye bile fazla ilgi duymamaktadır.
c) Osmanlı ulemasının, eserlerini, şerhlerini ve haşiyelerini med*reselerde çağlar boyu okutmuş olduğu müelliflerden hiç biri Matu*ridî mezhebinden değildir. Ayrıca bu müelliflerden hiçbiri Osmanlı medreselerinde de yetişmemiştir ya Osmanlılardan önce veya Os*manlı ülkesinin dışında yaşamışlardır.
d) Başta Maturidî olmak üzere, onu takib eden Tabsiretu'I- edille, el-Bidâye müellifleriyle kendisi de Osmanlı müellifi olan Beyazî bu memleketin medreselerinde ilgi görmemiş ve unutulup gitmişler*dir. Osmanlı uleması ismen Maturididir ama aslında ve hakikatte Eş'arîdir. Eş'ari mezhebinin sonraki kelâm kitapları, izah ve şerhle*ri gibi bir çok eserler İstanbul'da Hanefî âlimleri tarafından basılır, okunur ve okutulurken, İmam Maturidî'nin hiç bir eserinin, Ebu Muin Nesefî'nin Maturidî mezhebinin, ikinci derecede değerli eseri olan Tabsiretu'kedille'nin ve Sabunî'nin üçüncü derecede bir kaynak eser olan el-Kifaye'sinin basılmamış, okunmamış ve okutulmamış olması, Maturidî mezhebi hesabına bir talihsizlik, ilim adına şanssızlık ve fi*kir tarihi namına acınacak bir durumdur.
e) Osmanlı ulemasının mezhepler tarihi hakkında-pek azı müstesna-bilgisi yoktur. Zira bu husus medreselerde okunmamış ve okutulmamıştır.
Osmanlı ulemasının bu yolu tutması, Maturidî olan müellifleri küçümsemiş ve eserlerini fazla kelâmı bulmamış olmalarıyle açıkla*nabilir. Gerçekten de Maturidiliğin fikir ve görüşleri, Osmanlı Dev*leti gibi, tarihin en büyük ve en uzun ömürlü Türk-îslâm devleti için felsefî ve nazarî bir temel olma görevini yapabilecek nitelikte değil*di. Onun için diğer îslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da Eş'arîlik alaka ve rağbet görmüştür, fakat bu alaka ve rağbet hem yarımdır, hem de eksiktir: Yarımdır, çünkü eski Eş'arî kelâmcıları bilinmemektedir; eksiktir, çünkü sonraki kelâmcılardan Amidî, Şenristanî ve Fahruddin Razî gibi en büyük kelâm âlimleri, hatta Gazali tam olarak bilinmemektedir. îlk defa medreseleri kurmuş olan Nizamülmülk'ün Eş'arî olması, yaptığı ve açtığı Uizamiye medreselerinde Eş'arî âlimlerini görevlendirmesi, bu geleneğin Büyük Selçuklu Dev*letinden sonra Anadolu Selçuklu medreselerinde de aynen devam et*mesi, Osmanlı medreselerinin ve ulemasının bu ilim ve eğitim gele*neğinin dışına çıkmamasında tesirli olmuştur.
Bundan sonra artık yeni bir sual sorabiliriz: [29]

Bir Maturidî Kelâmı Var Mıdır?

İzmirli bu konuda şunları yazıyor: Maturidi'nin ilim silsilesi Ebu Hanife'ye dayanır. Maturi'dî'ye gelinceye kadar Hanefîler başka bir isim almamışlardı. Maturidî, Mutezile ve diğer bid'at mezheplerle münazaraya başlamış, bu şekilde tevhid konusunda büyük ve değerli eserler yazmış, telif ettiği kitapları aklî ve naklî delillerle doldurmuştu. Böylece Maveraünnehir'de Hanefîlerin imamı oldu. Artık sonra gelenler ona intisab ettiler. Maturidlye müstakil bir fırka ve mezheb değildir. Maveraünnehir'deki fıkıh âlimlerinin tuttukları bir yoldur, mütekellimlerden ziyade fukahadan müteşekkil bir taifedir. Müveraünnehir fukahasına Maturidiye denildiği halde Irak ve sair yerlerdekiler Hanefî adını muhafaza etmişlerdi. Nesefller, Maturidiliği desteklediği için Maturidîye lakabı şayi oldu, artık Hanefîye la*kabı unutuldu.
Ebu Hanife'nin akîdesi hakkında ilk önce sahih bir isnad ve mu*teber bir nakille eser yazan Mısır fakihi Ebu Cafer Tahavî'dir (öl. 321/933). ilim silsilesi Ebu Hazım-İsa b. Eban-İmam Muhammed yolu ile Ebu Hanife'ye dayanır. Akîdetu't-Tahavî' isimi, eserinden başka Şerhu Meâni'1-aşâr ve Şerhu müşkili’l-âsâr isimli eserleri vardır.
Maturidî de Tahavî gibi selef mezhebini tesbit etmiş, şerhin ge*reği olarak telhisde bid'atlardan tecridde bulunmuştur,
Tahavî ile Maturidî arasında iki meselede fark vardır:
1. Tahavî selef gibi, “Kur'an kelâmullahtır, keyfiyetsiz olarak Allah'tan söz olarak başlamıştır”, diyordu. Yani Cenab-ı Hakk kelâmı başkasında yaratmamış, kelâm kendisinden başlamıştır.
Maturidî ise kelâm-ı nefsîyi kabul edip onun da işitilmediğini ileri sürüyordu. Ebu Muîn Nesefî, Maturidî gibi kelâm-ı nefsî'yi kabul etmekle bu meselede Maturidîye ile Eş'arîyle birleşmiş, Tahavî'den, esas Hanefîlikten ayrılmış oldu.
2. Maturidi,“İman tasdikten ibarettir”,demek suretiyle Eş'arîlerle birleşmiş, esas ve eski Hanefî kökünden kopmuştu.
Tahavî ve eski Hanefîler Selefidir. Maturidîye, Selefiye ile Eş'arîye arasındadır, Eş'ariyeden çok Selefiyeye yakındır. Hanefîler ara*sında, akîde itibariyle halis Eş'ari olan Ebu Cafer Simânî gibi zatlar da vardır. [30]
Bu duruma göre, Maturidî, birkaç meselede İmam-i Azanı'dan ayrılmış olmakla beraber esas itibariyle onu takib etmiş, eserlerini, fikirlerini ve akidelerini şerh ve tefsir etmiştir. Bu sebeple Maturidilik bir kelâm mezhebi olmaktan çok, bir akâid mezhebidir ve bu hususta da asıl olan Ebu Hanife'nin akideleridir. Onun için Maturidîliğe fukaha yolu, Hanefî fakihlerinin mezhebi, Maveraünnehir ule*masının mesleği gibi isimler de verilmiştir. Ehl-i sünneti desteklemek için, Eş'arîden çok evvel zuhur etmiş olan Ebu Hanife ve taraftarla*rının mezhebini tafsil ve şerh eden Maturidî olmuştur.[31]
Ebu Hanife ile Eş'arî arasındaki farklar, Maturidî ile Eş'arî ara*sındaki farklara nazaran daha çoktur. Zira Maturidî, iman ve ke*lâm-ı nefsi konusundan başka, eserlerini aklî ve nakli delillerle dol*durmak suretiyle de Eş'arîliğe yaklaşmıştır. Meseleye bu açıdan ba*kıldığı zaman Tahavî'nin Ebu Hanife'nin akidelerine Maturidi’den çok daha fazla sadık kaldığı ve imamını büyük bir dikkat ve hassasi*yetle takib ettiği görülecektir. Tuhaftır ki, Tahavî tarafından aynen devam ettirilen Ebu Hanife'nin şerh ve tefsir edilmesi şekli, hemen hemen unutulduğu halde, Maturidî tarafından yapılan şerh ve tefsir biçimi daha fazla yayılmış ve tutunmuştur.
Aslında Maturidi, akâid ve kelâm sahasında Eş'ariden çok geri olan bir âlim değildir. İzmirli'nin de işaret ettiği gibi eserlerini naklî ve aklî delillerle doldurmuş, hiç olmazsa akâidden kelâma doğru ciddî olarak geçmeye teşebbüs etmiştir. Fethullah Huleyf bu konuda şunları söylemektedir: Maturidî, Ebu Hanife'nin akaide dair risalele*rini tetkik etti. Fakat bu risaleler onun elinde yeni bir şekle girmişti. Bu risaleler, delil ve burhan bahis konusu etmeden, Ehl-i sünnetin akidelerinin açıklanması yolunda yazılmış eserlerdi. Bu akideler ve esaslar Maturidî'nin elinde akide olma halinden ilim olma, yani kelâm olma haline dönüşmüştür. Zira o bu akideleri ilmî esaslara ve kesinlik ifade eden delillere istinad ettirmişti. Ebu Hani*fe'nin mezhebindeki mütekellimler Maveraünnehir'de Maturidî is*mini almışlardı. Hanefilik deyimi sadece fıkıh konularıyle meşguli*yeti ifade ediyordu.
Hakim-i Semerkandî diye meşhur olan îshak b. Muhammed (öl. 340/951), Ebu Hasan Ali b. Said Rustuğfeni, Ebu Muhammed Abdulkerim b, Musa Pezdevî (öl. 390/999), Ebu Leys Buharî gibi meşhur kişiler Maturidî'nin talebeleri ve takibcileri olmuşlardır.[32]
Maturidî ile Eş'arî arasında, müteşabih sayılan yedullah, vechullah (Allah'ın eli, Allah'ın yüzü) gibi ifadelerin te'vil edil*memesi konusunda görüş birliği vardır. Ancak Eş'ari “ihtiyarî ve iradî fiiller Allah ile kaim değildir”, diyerek Allah'ın fiillerini te'vil ettiği halde Maturidî bu nevi fiilleri te'vil etmemişti. Îmamu'1-Harameyn Cüveynî, te'vili Eş'arîliğe sokmak suretiyle mezheb imamını aşmış oldu. Gazali, kelâmın kapılarını felsefeye ve mantığa açarak İmam Eş'arî'yi bir kere daha aştı. F. Razî, kelâmı iyice aklîleştirerek Eş'ari kelâmına yeni ufuklar açtı. Böylece Eş'arî kelâmı gelişmek için geniş bir saha bulmuş oldu.
Maturidî'nin talihsizliği, takibcilerinin ve taraftarlarının, kendi*sini aşma, sistemini geliştirme ve kelâmi düşünce için yeni ufuklar açma kudretini ve istidadını gösterememiş olmalarıdır. Bu yüzden*dir ki, yeni hedefler istikametinde ilerleme ve yükselme kabiliyeti gösteremeyen Maturidî'nin sistemi unutulmuş ve terkedilmiş hale geldi.
Mezhepler tarihine dair eser yazan Şehristanî, el-Milel ve'n-ni-hal'de, Abdulkahir Bağdadî, el-Fark foeyne'l-fırak ve Usûlu'd-din'de, İbn Hazm el-Fisal’da, Ebu Muzaffer İsferâinî (öl. 471/1078) et-Tabsire'de, İbn Nedim (öl. 379/987) el-Fihrist'de İmam Maturidî'ye temas etmemişler, onun mezhebini anlatmaya lüzum görmemişlerdir. Mez*heplere ve mezhepler tarihine dair eser yazan müelliflerin Maturidî'den ve Maturidilikten bahsetmemiş olması, umumiyetle Maturidîliğin Hanefilikten farklı görülmemiş olmasındandır. İbn Hallikan, İbn İmad, Safedî ve İbn Şakir gibi ulemanın biyografilerini yazan meşhur müellifler bile Maturidî'den bahsetmemişlerdir. Hatta İbn Haldun, Mukaddime'de kelâmın tarihini yazarken Maturidi ismini aklından dahi geçirmemiştir. Ebu Muin Nesefi, Tabsıratu'1edille'de, “Maturidî ismi sonradan çıkma bid'at bir isimdir”, diye iddiada bu*lunanlara karşı savunma yapmak ihtiyacını duymuştur. Tabakatu'l-müfessirîn isimli eserin müellifi olan Suyutî'nin bu eserde Maturi*dî'den bahsetmemesi de ilgi çekicidir. Zira Maturidî'nin et-Te'vilât'ı tefsire dairdir.
Çok tuhaftır ki, Hanefîler bile Hanefî olan ulemanın tercüme-i hallerini anlatmak için yazdıkları tabakât kitaplarında Maturidî is*mi üzerinde fazla durmamışlar ve bu isim geldiği zaman alelacele üzerinden geçmişlerdir. Ömer Nesefi'nin Metnu'l-Akâid' de Maturidî ve Maturidilik konusunda bir tek kelime bile söylemediğini düşünür*sek, ilgisizliğin derecesini daha iyi anlamış oluruz. İbn Subkî'nin Tabakatu'ş-Şafiiyye isimli eserinde Eş'ari hakkında verdiği geniş ma*lumatı, Hanefilerin tabakât kitaplarında Maturidî'ye verdikleri kısa malumatla mukayese edecek olursak, ikincisinin birincisine nisbetle devede kulak olduğu görülür.[33] İbn Asakir, Eş'arî'yi savunmak için: Tebyinu kizbi'l-müfterî, adiyle bir eser yazdığı halde, Maturidîler, imamları hakkında bunun yüzde biri kadar bile bir çalışma yap*mış değillerdir. Eş'arî'nin bir çok eserleri neşredildiği halde Maturi*dî'nin sadece bir eseri, o da 1970'de neşredilebilmiştir.
Maturidî Sünnî doğmuş, Sünni yaşamış ve bu akide üzerine ve*fat etmişti. Çağdaşı Eş'ari Mutezile iken Sünnî akaidini ilmî ve aklî delillerle savunmakta idi. Hal böyle iken ömrünün 40. yılını Mutezile mezhebinde geçiren Eş'arfnin çok meşhur olmasına mukabil Maturidi'nin kendi muhitinde bile büyük ölçüde unutulmuş olması, onun adına bir şanssızlık olmuştur. Bir Maturidî kelâmının fiiliyatta ve tatbikatta var olup olmadı*ğını göstermek için iki husus üzerinde daha duralım:
1. Gazali,el-îktisad fi'1-itikad isimli eserinde hüsün-kubuh (iyi,kötü, güzel,çirkin) teklif-i mâla yutak (güç yetirilemiyecek şeyi tek*lif), ta'zib-i mutî (itaatkâr mümine azab etme),Allah'ın fiillerinin hikmetle muallel olması, tekvin sıfatı, şeriat gelmeden evvel Allah'*ın varlığının aklen bilinmesinin vacib olması gibi konuları anlatır*ken Maturidîlerin ve Hanefîlerin görüşüne temas etme ihtiyacını duymaz.Bu gibi konularda münakaşaların ve mücadelelerin sadece Eş'arîlerle Mutezile arasında geçmiş gibi bir tavır takınır. Eserinin hiç bir yerinde, hatta imanın artma ve eksilme kabul edip etmedi*ğini anlatırken dahi Hanefî veya Maturidî sözünü kullanmaz. Diğer eserlerinde de bu tutumunu devam ettirir. Eş'arîleri tek başına Ehl-i sünnetin temsilcisi olarak gösterir.
İcî, Mevakıfda; Cürcânî Şerh u'l-Muvâkıf da aynı anlayışı devam ettirirler. Cürcânî, “iman artar mı, eksilir mi?” meselesini Muvâkıf şerhinde izah ederken Hanefiye ve Maturidîye kelimelerini kullan*mamaya dikkat eder, haşiye ve talik yazanlar da onu bu konuda takib ve taklid ederler. Hemen hemen bütün Eş'ari kitaplarında du*rum budur.
2. Şeyhzâde, Nazmu'l-feraid'de Eş'arîye ile Maturidiye arasın*daki ihtilaflı meseleleri anlatırken sürekli olarak “zehebe meşayihu'l-Eş'âire (Eş'ari âlimlerinin kanâatına göre) tabirine karşılık olmak üzere “zehebe meşayihu'l-Hanefiyye” (Hanefî âlim ve fakihlerinin kanâatına göre) tabirini kullanır, 9. meselede yani kelâm-ı nefsi bah*sinde görüldüğü gibi pek nadir hallerde İmam Maturidî'den bahse*der. Beyazı de îşârâ'l-meram'da aynı yolu takib eder. Bazan “el-Haniıfiyetu'l-Maturidiye”(Hanefî olan Maturidîler tabirini) kullanır.
Bu durum göstermektedir ki, Hanefî âlimleri bile bir Maturidîlik cereyanının varlığını kabul etmek istememişler, böyle bir hare*ketin varlığım görmezlikten gelmişler, Eş'arüiğe karşı Maturidîliği değil, Hanefîliği çıkarmayı tercih etmişlerdir. Hanefi âlimlerinin, iti*kadı görüşlerini akaide ait müstakil eserlerden ziyade fıkıh ve fıkıh usûlü kitaplarında anlatmaları da bu durumun sonucudur.
Bütün bunlardan sonra neticeyi iki maddede özetlemek müm*kündür:
1. Maturidî'nin eserlerinde, özellikle Kitabu't-tevhid'de kendi çağında varolması mümkün olan ölçüde bir kelâm anlayışı mevcut*tur. Bu anlayış Ebu Muîn'in Tabsiretu'l-edille'sinde, Sabunî'nin el-Kifaye'sinde ve Beyazî'nin İşarâ'I-meram'ında devam etmiştir. Ama bütün bunlar ya tamamen unutulmuş veya çok az sayıda kimse tarafından okunmuştur.Önemli sayılabilecek bir tesir bırakmamıştır. Onun için, hiç olmazsa meydana getirdikleri neticeler ve tesirler yö*nünden bu kıymetli eserleri maalesef yok hükmünde tutmak zaru*reti vardır.
2. Hanefîîerin her zamanda, her yerde ve çok yaygın biçimde bir akâidleri olmuştur. Bu akideler ilmihal kitapları nevinden olan ve talimi gayeler güden basit eserler vasıtasiyle yaşatılmış ve telkin edilmiştir. Bu anlayıştan da, Eş'arî muhitinde görülmeyen bir “Âmentü”ve“Âmentü şerhleri”serisinde kitaplar meydana gelmiştir. Bu bakımdan “Hanefî akaidi, arada birtakım önemli farklar bulunma*sına rağmen kelâmdan çok, Hanbelî akaidine benzemektedir” “Eşarilikten çok Selefiyeye yakındır” sözünün manâsı da budur. Hane*fî Akaidinin “Maturidî kelâmı” olmuş şekli ise zaman zaman Mute*zileye yaklaşmıştır; Bu konuya' ilerde tekrar döneceğiz.[34]
 
Üst