• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Mutluluk niye zor?

Üyelik Tarihi
4 Ara 2012
Konular
1,535
Mesajlar
2,342
MFC Puanı
300
MUTLU OLMAK NEDEN BU KADAR ZOR?

Mutlu olmanın yolları üzerine pek çok araştırma, makale ve kitap bulunsa da bu çözümleri uygulamak ve “mutlu olmak” başarması zor bir görev haline geldi. Bol kazançlı bir iş, güzel bir eş, sağlıklı çocuklar, eskiyle kıyas kabul etmeyen teknolojik aletler bile eskilerin saf refahını hissetmek için yeterli değil. Araştırmalar, 80’li ve 90’lı yılların çocuklarının, 50’li yılların çocuklarına oranla çok daha kaygılı ve depresif olduğunu göstermekte. Hollanda’daki Hope Üvinersitesi’nden David. G. Myers, Amerika’daki alım gücünün 1950’ye oranla üç kat daha fazlalaştığını ama bunların kişilerin mutluluğunu da üç kat arttırıp arttırmadığının soru işareti olarak kaldığını belirtiyor. Şikago Üniversitesi’nden bir araştırma ise, Amerikalılar’dan edinilen, ne kadar mutlu olduklarına dair ölçümleri, ekonomik statü verileri ile karşılaştırdığında, kendilerini “çok mutlu” olarak değerlendirenlerin, ekonomik olarak hep aynı seviyede olduklarını gösteriyor.

İnsanoğlunun bilme, idrak etme, farkında olma, sahip olma, elde etme gücü ve becerisi bu kadar gelişmişken, mutlu olmak neden bu kadar zor?

Psikologların, yıllardır kaygı ve depresyonun oluşumunu ve etkilerini araştırdıkları, ancak son zamanlarda, pozitif psikoloji üzerine odaklandıkları, dolayısıyla insanları mutlu eden olguları araştırmaya başladıkları gözlenmektedir. Gitgide gerçekliği kanıtlanan bir bilgi de mutlu olmanın iyi bir kariyer, kazançlı bir iş ya da “iyi şansla” alakası olmadığıdır. Mutlu insanların en temel özelliklerine bakıldığında, geçmişle ya da gelecekle ilgilenmekten çok “an”a yani şimdi ve buradadaki olguya odaklandıkları ortaya çıkmaktadır.

Peki ya “şimdi ve burada”ya odaklanma becerisi nasıl elde edilebilir? Bunoktada kalıtımsal özelliklerin devreye girdiğini görmekteyiz.

Evrim teorisinin en temel öğesi olan “doğal şeçilim”, çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip birey organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarma yönünden daha avantajlı olmalarıyla işleyen mekanizmanın ta kendisidir. Bu bilgiyle hareket edildiğinde, insanoğlunun, kayda değer ölçüde olaylara alışma ya da varolanı kabullenme becerisine sahip olduğu bilinmektedir. Tren yolunun yakınında oturan bir ailey düşünün, evde yaşamaya başladıklarında gürültünün getirdiği huzursuzluk ve öfke, zamanla yerini sese duyarsızlaşmaya bırakmaktadır. Bu duyarsızlaşma (veya alışma) sevindirici olaylar için de geçerlidir. İl duyduğumuzda heveslenmemize sebep olan mutluluk verici olaylar, zamanla üzerimizdeki etkilerini kaybederler.

Kalıtımsal olarak edindiğimiz bir özelliğimiz ise “olumsuz olguları” olumlulara oranla daha kolay farketmemiz ve daha zor unutmamızdır. Bu özelliğin tarihine bakıldığında, ilk insanların hayatlarına devam edebilmek adına her tür tehlikeye karşı tetikte olmaları gerektiklerine dair bir mekanizma geliştirdiklerini görmekteyiz. Bu sebeple, atalarımızdan gelen özelliğimizi devam ettiriyor ve olumlu olayları görmezden gelirken, olumsuzlar üzerinde oldukça enerji tüketiyoruz.

İnsanoğluna ait bir diğer özellik ise içsel seslerimiz. Genellikle kendimize verdiğimiz mesajlar, “daha iyi olmalısın”, “bunu da yaparsan herşey mükemmel olacak” gibi içeriklere sahiptir. Toplumsal olarak koşullanmış olan bu özelliğimiz, geçmişte çevre koşullarının da farklı olması sebebiyle, kişilerin daha iyi yapmalarını ve başarılı olmalarını sağladığından, günümüze kadar taşınmıştır. Ancak günümüzde, tarihteki işlevselliğini kaybetmiştir.

Hepimizin taşıdığı bu ortak özellikler, bizleri daha iyi bir yaşam için savaşmaya motive etse de, bazı kimselerin neden daha mutlu ve huzurlu olduklarına yeterli derecede açıklık getirmiyor ve devreye bireysel kişilik özellikleri, tutum ve kurallar giriyor. İyi bir yaşam kalitesine sahip olanların mutlu insanlar olduğunu varsaysak da, mutlu olmanın günlük deneyimlerden çok kişilikle alakalı olduğu savunulmaktadır.

Kişilerin olayları algılayış biçimleri doğrudan kendileri ile ilgilidir. Piyangodan ikramiye kazanmak, en kötümser insanı bile bir süreliğine mutlu edebilir. Ne yazıktır ki, bu mutluluk ve sevinç kısa süreli olmakla birlikte, herşey normal akışına döndüğünde sönüyor. Her bireyin, günlük yaşam akışında ortaya çıkan belirgin bir ruh hali vardır. Bu ruh halinin tipi ve seviyesi doğrudan kişilik ile ilintilidir.
Bu aşamada akla gelen soru, her bireyin belirlediği mutluluk düzeyinin nasıl bu kadar birbirinden farklı olabildiği?

Tek ve çift yumurta ikizleri ile yapılan bir çalışmada, birlikte ve ayrı büyümüş ikizlerin, kendileri ile ilgili mutluluk ölçümlerinin karşılaştırılmasının sonucunda, mutluluk algılayışının yüzde 80 düzeyinde genetik olduğu saptanmıştır. Genetikle kast, aile kalıtımından öte, genlerin biraraya gelip oluşturdukları “karakteristik” olarak düşünülmelidir. Birbirlerine genetik olarak bağlı olmalarına rağmen, birbirinden farklı mizaç ve kişiliklere sahip olan çekirdek bir ailenin bireylerini düşündüğümüzde de şu sonuç ortaya çıkıyor: her bireyin belirlediği mutluluk düzeyi, sahip olduğu kişilikle doğrudan ilintili.

Kişilik özelliklerin ve mizacın mutlu olma becerisinde ne kadar etkili olduğuna dair yapılan çalışmalarda, dışadönük, arkadaş canlısı, güven duyan ve insancıl kişilerin mutlu olma becerilerinin daha fazla oldukları görülmekte. Bu tarz kişilerin, hayatlarının kontrolünü ellerinde bulundurdukları ve bu sebeple daha az kaygı yaşadıkları da bulgular arasında. Araştırma sonuçları, mutlu olmanın yolunun doğrudan maddi güce sahip olmaktan geçmediğini, kazanç düzeyi ile mutlu olma arasında direkt korelasyon olmadığını göstermektedir. Aksine, beklentilerimizi yüksek standartlarda tuttuğumuz ve başkalarının bizden daha iyi durumda olduğunu düşündüğümüz noktada, tatmin ve motivasyon düzeyimizin düştüğü söylenebilir.

Carl Rogers’dan Fritz Perls’e kadar, psikolojinin dev isimlerinin söylediği, “an”a odaklanmanın mutluluk getirdiğidir. Çok sevdiğiniz bir işi yaparken, zamanın nasıl geçtiğini, çevrenizde olup bitenleri, gürültü ya da güçlü ışık gibi kolaylıkla dikkat dağıtan durumları farketmediğinizi kolaylıkla anımsayabilirsiniz. Bunun sebebi, sevdiğiniz, ilgi duyduğunuz bir işe tam anlamıyla odaklanmanızdan kaynaklanmaktadır. İste bu anlar gerçek anlamda mutluluğu yakaladığınız anlardır. Ancak çoğumuz şimdi ve buradaya odaklanmaktan ya da kendimizi esen rüzgarın yönüne bırakmaktan çok, geçmişteki meselelerimiz ya da bizleri ilerde bekleyen durumlar ile ilgilenir, sık kaygı ve endişe duyarız.

Başarının mutluluk getirdiğine dair inançlarımız kuvvetli, bu sebeple her birimiz yeni başarılar için enerjimizi fazlasıyla harcamakta, başaramayınca da karamsarlığa düşmekteyiz. Kaliforniya Üniversitesi’nin bir araştırmasında, başarının mutluluk getirdiğinden çok, mutlu ve huzurlu kimselerin, başarıya ulaştıklarında, ulaşmayanlara oranla daha fazla sevindikleri ortaya çıkmaktadır. Yapılan çalışmanın sonuçları, başarının huzurlu bir ruh hali için sebepten çok sonuç olduğunu göstermekte ve, mutlu kimselerin, başarıya ulaşmak için kişilik kaynaklarını kullanma becerilerinin olduğunu, yani olumlu bir ruh hali ile yola çıktıklarını, bundan dolayı başarıya ulaşmak adına daha fazla motivasyona sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

Mutlu olma becerisinin kökü karmaşık olsa dahi, zihnimizin işleyiş biçimi ve kalıtımsal olarak edindiğimiz özelliklerimizi anlamamız bile, mutlu olma yolundaki farkındalığımızı arttıracaktır.

Orjinal Adı: Why it is so Hard to be Happy!
Yazar: Michael Wiederman
Yayınlanan Dergi: Scientific American MIND
Çeviren: Klinik Psk. A. Derya UTKU

 
Üst