Arjantinde doğan, Kübada devrim yapan ve Bolivyada kurşuna dizilen efsanevi devrimci Che Guevara, ölümün 40. yılında tüm dünyada etkinliklerle anılıyor.
Peki Osmanlı topraklarında doğup bir başka ülkedeki devrimci ayaklanmalara katılan "Che Guevara"larımız olduğunu biliyor muydunuz? Fransada cumhuriyeti korumak için gönüllüler ordusuna katılanlardan, İranda meşrutiyet için dağa çıkanlara kadar... İşte Osmanlının devrimci "Che Guevara"ları.
ADI Ömer Naciydi. Askeri künyesinde "1878-Beylerbeyi İstanbul" yazılıydı. Aslında doğum tarihi ve yeri bilinmiyordu.
Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğuydu. Ailesini daha kundakta iken kaybetmişti.
Kafkasyadan dönen Defterdar Cemal Bey, yolda bulduğu bebeği evlatlık aldı. Onu öz evladı gibi sevdi. Çok iyi eğitim olanakları sundu.
Ömer Naci, küçük yaşta Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi.
MUSTAFA KEMALİN ARKADAŞI
Ömer Naci ilk siyasal görüşlerle Bursa Işıklar İdadisinde tanıştı. Devrimci Jöntürklerin yayınlarını gizli gizli okumaya başladı.
Korkusuzdu. Görüşlerini arkadaşlarına anlatırken hiç sakınmıyordu. Çok iyi hatipti ve askeri öğrencileri çok çabuk etkisi altına alıyordu.
Hürriyetperver fikirleri yüzünden birkaç kez hapse kondu Babasının torpiliyle kurtuldu hep.
Okul yönetimi başedemedi. Manastır Askeri İdadisine sürgüne gönderildi. Burada da kısa zamanda askeri öğrencilerin lideri oldu.
Yakın arkadaş olduğu isimlerden biri Mustafa Kemaldi. Ömer Naci, Mustafa Kemalin sadece ilk siyasi öğretmeni değildi; ona edebiyatı da sevdiren arkadaşıydı.
Namık Kemalin, Tevfik Fikretin şiirlerini Mustafa Kemale o tanıtmış, o sevdirmişti.
Ömer Naci okul çağlarında şair oldu. Şiirleri devrin önemli edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ömer Naci ateş topu gibiydi; yerinde duramayan bir gözüpekti.
Ama aynı zamanda soğukkanlılığı hiç elden bırakmıyordu. Arnavutlukta çıkan bir isyanı bastırmak için orduya gönüllü katılmak isteyen Mustafa Kemalin de arasında bulunduğu arkadaşlarını uyaran da oydu: "Muayyen bir kemale erişmeden yapılacak ataklıklar fayda yerine zarar getirir. Sabırlı olmak lazımdır."
Sabırlı olmayı öğrendiler mi? Dönem buna uygun zamanı verecek gibi değildi.
PARİSE KAÇIYOR
Ömer Naci 1902de Harbiyeden Mülazım (Teğmen) olarak mezun oldu. Üsküpe tayin oldu. Bir yıl sonra, komutanı Binbaşı Mehmed Ali Beyin 17 yaşındaki kızı Emine ile evlendi. Bir yıl sonra oğlu Hikmet dünyaya geldi.
1905te Jandarma teşkilatını organize etmek için Selanike gelen İtalyan komutan Generali Georginin yaveri olması, yaşamını toptan değiştirdi.
Devrimci fikir hareketlerinin merkezi olan Selanikte, İttihat ve Terakki Cemiyetinin temeli olan Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin kuruluşunda bulundu.
Selanikte aynı zamanda edebiyat çevreleriyle tanıştı; "Çocuk Bahçesi" isimli edebiyat dergisinde makaleler yazdı.
Bir makalesi yüzünden dergi kapatıldı. Ömer Naci tevkif edilmemek için 1907de Parise kaçmak zorunda kaldı. İkinci çocuğu Müzeyyen henüz yeni doğmuştu.
Paristeki muhalif Osmanlılar iki gruba ayrılmıştı: Liberal Prens Sabahaddin ile İttihatçı Ahmed Rıza.
Dr. Nazımın konuşmalarından etkilenerek İttihatçı ekipte yer aldı. Grubun Bonaparte Sokağındaki lojmanında yaşamaya başladı. Sürgünde çıkan meşrutiyet yanlısı yayın organlarına makaleler yazdı.
İttihatçıların amacı Sultan II. Abdülhamide meşrutiyeti ilan ettirmekti.
Ama bu arada İrandaki gelişmeleri de yakından takip ediyorlardı. Mehmed Ali Şah, İran parlamentosunu kapatmış, meşrutiyete son vermişti. İttihatçılar İranlı devrimcilere yardım etme kararı aldılar.
İRANDA TÜRK KOMİTACI
Devrimci Ömer Naci gizlice İrana gitti. Paris kıyafetlerini çıkarmıştı artık. Miskin günleri geride kalmıştı.
Türklerin yoğun olduğu Hoy kentine yerleşti. Sırat-ı Müstakim adında dergi çıkardı. Ama İrandaki karışıklıklar Hoy şehrine de ulaşınca dağa çıktı. Elinde artık kalemi yoktu.
O, elinde tüfeği, başında kalpağı, ayağında çizmeleri ve yerel kıyafetiyle İranlı ihtilalcilerden farklı değildi.
Elli kişilik bir çeteyle geziyordu. Şah taraftarı köylere bile gidip camilerde propaganda yapıyordu. Kimi zaman keskin nişancı bir silahşor, kimi zaman fedakár bir misyonerdi.
Bir gün Şahın güçlü bir takip kolu, Ömer Naci çetesini pusuya düşürdü. Ömer Naci, altı arkadaşıyla birlikte yakalandı. Diğerleri kurtulmayı başardı.
Şahın askerleri, Ömer Naci ve arkadaşlarını tek bir direğe bağladılar. Günlerce aç susuz bıraktılar. Ömer Naci ve arkadaşları konuşmadılar. Hatta Ömer Naci, "İranlılar Şiidir" diye adının "Ömer" değil "Ali" olduğunu söyledi.
Konuşmayacakları anlaşılınca İranlı devrimciler bir savaş topunun önüne konuldu ve top ateşlendi. Sıra Ömer Naci ve arkadaşı Hüsrev Samiye gelmişti. İranlılar, Osmanlı tebaasına bağlı oldukları için öldürmeye karar veremiyorlardı. Hapishaneye götürdüler.
Şans Ömer Naciye güldü: Bu olayların yaşandığı sırada Osmanlıda II. Meşrutiyet ilan edildi. İttihatçılar devrim yapmıştı.
Diplomatik temaslar sonucu Ömer Naci ve arkadaşı serbest bırakıldı.
Ömer Naciyi sınırda, İttihatçıların Doğu ve Güneydoğu cemiyetlerini kurması için görevlendirdikleri Binbaşı Vehip Bey karşıladı.
Söz açıldı yazayım; Binbaşı Vehip (Kaçı) Bey, yıllar sonra 1935te, İtalyanlara karşı bağımsızlık mücadelesi veren Habeşistana (Etiyopya) gönüllü olarak gitti. İşgale direnen Habeşlilerin komutanlığını yaptı!..
O nesil başkaydı.
Biz tekrar Ömer Naciye dönelim...
İhtilalci Ömer Naci, Erzurum, Muş, Trabzonda seyyah bir derviş oluverdi; meşrutiyet devrimini öven ateşli nutuklar söyleyerek İstanbula gitti.
İstanbulda fazla kalmadı; tekrar yollara düştü. Yurdun dört bir yanında konferanslar verdi, mitinglerde konuşmalar yaptı.
BABIÁLİ DARBESİ
1910da İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkez komitesine seçildi. Kırkkilise (Kırklareli) mebusu olarak Meclise girdi. Adı bakan olacaklar içinde geçiyordu.
Ama Ömer Naci koltuklarda oturarak, Meclise giderek politika yapmayı sevmiyordu.
O bir serdengeçtiydi. Eski Türk akıncılarının ruhunu taşıyordu sanki. Kendini vatanına adamıştı.
1911de İtalyanlar Trablusgarpa saldırınca, günlerce aç susuz çölleri aşıp cepheye koştu. Yol parasını bir arkadaşından ödünç almıştı.
Enverden Mustafa Kemale; Ömer Naciden Yakup Cemile kadar hepsi, Osmanlı İmparatorluğunu bir arada tutabilmek için var güçleriyle cepheden cepheye koşuyorlardı. Bir mucizeyi gerçekleştirmek istiyorlardı.
Bu arada muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası, askeri gücü cephede olan İttihatçıları iktidardan uzaklaştırdılar.
Balkan hezimeti, devletin üzerine bir kara bulut gibi çökmüştü. Devlet yönetimine kargaşa hákimdi.
Ömer Nacinin de aralarında bulunduğu bir avuç idealist, bu kötü gidişe dur demek için ihtilal yapmaya karar verdi.
1913te Babıáliyi basıp iktidarı devirdiler.
Bu darbede halkın desteğini almalarında Ömer Nacinin heyecanlı nutuklarının büyük payı vardı kuşkusuz.
Feylesof Rıza Tevfik ve (adı spor salonlarına verilen) Selim Sırrı ile birlikte, at üzerinde mahalle mahalle dolaşarak nutuk atmışlardı.
Bir ihtilal devriyesiydi onlar!
KERKÜKTE BİR ŞEHİTLİK
Birinci Dünya Savaşında Ömer Naci, Teşkilat-ı Mahsusanın bir neferiydi.
Mezopotamya bölgesinde görevlendirildi. Görevi İrandaki Azeri Türklerini ayaklandırmaktı.
Bir avuç fedai müfrezesiyle bir yanda mahalli güçleri örgütlüyor, diğer yanda Rus ordusuna baskınlar, sabotajlar yapıyordu.
Ölümle alay ediyordu. "Ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi" diyordu sanki.
1915te emrindeki fedailerle Tebrize girdi. Hüveyze ve Ahrazdaki petrol borularını havaya uçurdu. Urumiye civarında Ruslara büyük kayıplar verdirdi. Bahtiyar aşiretini İngilizlere karşı ayaklandırmaya çalıştı.
Cepheden cepheye koşarken tifüse yakalandı. 29 Temmuz 1916da, ateşin ve barutun arasında hayata gözlerini kapadı.
Kerküke defnedildi. Mezarı halen, Kerkük Türk Şehitliğindedir.
Dünya Che Guevarayı tanıyor; anıyor.
Peki biz Ömer Naciyi biliyor muyuz?
Geçmişini bilemeyen geleceğini kuramaz.
PARİS KOMÜNÜNDEKİ TÜRKLER
DOKUZ kişiydiler:
Reşad Bey, Nuri Bey, Agáh Efendi, Rıfat Bey, Mehmed Bey, Hüseyin Vasfi Paşa, Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal.
Avrupaya kaçmak zorunda kalmışlardı. 1867 Mayısında İstanbuldan ayrılmalarının nedeni, hürriyet aşkıydı. Meşrutiyetin ilan edilmesini istiyorlardı.
Avrupaya kaçtıklarında ilk yaptıkları gazete çıkarmak oldu. "Muhbir", "Hürriyet", "İttihat" vs.
Ancak yıllar geçtikçe dokuz ihtilalci arasında kişisel ve ideolojik ayrışmalar yaşandı. Grup dağıldı. Kimi Londraya, kimi Cenevreye, kimi de Brüksele gitti.
Genç Osmanlıların ilk kurucuları; Reşad, Nuri ve Mehmed birbirlerinden kopmadılar, Pariste kaldılar. Aslında bu üç isim, başından beri diğerlerinden farklıydı.
Öncelikle onlar, meseleyi sadece Saraydan mevki kapmak olarak gören Mısırlı Prens Mustafa Fazılın teklifiyle yurtdışına çıkmamışlardı.
Bu nedenle Namık Kemal, Ziya Paşa ve diğerleri gibi Mustafa Fazıldan para/maaş almamışlardı. Onlar ihtilalcilikle parayı birleştiremiyorlardı.
Meseleyi sistem sorunu olarak görüyorlardı. "Sadrazamların veya bürokratların değişmesiyle sorun çözülemez" diyorlardı.
1870 yılında Genç Osmanlılar kendi sorunlarıyla boğuşurken, Fransayı da hiç iyi günler beklemiyordu.
III. Napolyonun başlattığı, Fransız-Prusya Savaşı, Fransızların yenilgisiyle sonuçlandı. Prusyalılar Parisi kuşattı.
Parisliler Cumhuriyetçi General Louis Adolphe Thiers liderliğinde direnme kararı aldı.
Paristeki üç Jöntürk; Reşad, Nuri ve Mehmed, bir akşam Saint-Micheldeki bir kahvede oturup ne yapacaklarını konuştular.
Üçü de aynı fikirdeydi. Parisliler gibi onlar da cumhuriyeti koruyacaklardı.
4 Eylül 1870te General Thierse mektup yazdılar. Üç mektubun da metni aynıydı:
"General, Türküm ve vatanıma Fransanın yaptığı hizmetleri unutmadım. Minnet duygusunun ve büyük bir millete zaruri olan demokratik ruhun heyecanıyla yazıyorum.
General, sizden rica ederim; Fransız cumhuriyetinin düşmanlarıyla harp etmek için beni gönüllü olarak Fransız ordusuna alınız.
Vatanseverliğiniz hakkındaki hayranlığımı ve cumhuriyetçi Fransa için beslediğim bağlılık duygularımı lütfen kabul ediniz General."
Yanıt olumluydu.
Üç Jöntürk, Fransız Ordusuna katıldı.
Prusya işgaline karşı direnen Parislilerin yanında üç de Türk vardı artık.
Karargáhtan kendilerine askeri giysiler verildi. Üniformaları giydiler.
Ama, bir tek başlarındaki kırmızı fesleri çıkarmadılar. Onlara, "kırmızı fesli Türk gönüllüleri" adı verildi.
İşgal, Parisi gün geçtikçe zora soktu. Yemek ve su stokları tükenmişti.
Prusyalılar kenti sürekli topa tutuyordu.
General Thiers, Prusya ile anlaşma imzalamak zorunda kaldı.
Paris düştü.
Ancak Parisin bu kadar rahat elden çıkarılmasını yoksul mahalleler kabul etmedi. Direnişe devam kararı aldılar. 1871 Martında Paris Komünü yönetimi devraldı.
Yoksulların, işçilerin Parisi ele geçirmesine karşı çıkan Fransız burjuvalar, Versay Ordusuyla Parise saldırdılar.
Tüm bu kargaşalar sürerken Reşad, Nuri ve Mehmed, Brükseldeki Jöntürk Agáh Efendinin yanına gittiler. Yol parasını Reşadın baba yadigárı saati satarak bulabilmişlerdi.
Sonraki aylarda yine Parise döndüler ama Paris eski Paris değildi artık. İstanbula dönüp dönmeme konusunda aralarında tartışma çıktı.
Mehmed, diğer ikiliden ayrıldı.
Reşad ve Nuri Bey, İstanbula dönmenin yollarını aramaya başladı.
Yurda döndüklerinde cezaevine girmek istemiyorlardı. Akrabaları ikisi için seferber oldu. Ama işler kolay yürümüyordu.
Bekleme günleri geçmek bilmedi. Reşad ve Nuri beş parasız kaldılar. Parisin o soğuk günlerinde sobasız bir odada ısınmak için güreş tuttular!
Sonuçta affedilen Reşad ve Nuri, İstanbula döndüler. "İbret" Gazetesinde Paris komününü destekleyen makaleler kaleme aldılar.
Yine sürgüne gönderildiler.
Ama hayatlarının sonuna kadar Paris komününe, enternasyonale bağlı kaldılar.
Mehmed, Pariste kalmayı sürdürdü.
Mehmed Beyin amcası Mahmud Nedim Paşa sadrazam olunca, iyi bir görev vereceği teminatıyla yeğenini İstanbula çağırdı.
Mehmed Beyin yanıtı bir ihtilalci yanıtı oldu: "Meşrutiyet olmadıkça İstanbula gelmem!"
Jöntürkler arasında en radikal oydu.
Pariste gazetecilik yapmayı sürdürdü. Fransanın ünlü gazetesi Libertede makaleler yazan tek Türk oldu.
1874 yılında nedeni bilinmeyen bir sebeple İstanbula döndü. Aynı yıl vefat etti.
Bildik şiiri biraz değiştirerek yazımızı noktalayalım:
Bizim de devrimcilerimiz var Che Guevara
Kendi topraklarında tanınmasalar da...
Peki Osmanlı topraklarında doğup bir başka ülkedeki devrimci ayaklanmalara katılan "Che Guevara"larımız olduğunu biliyor muydunuz? Fransada cumhuriyeti korumak için gönüllüler ordusuna katılanlardan, İranda meşrutiyet için dağa çıkanlara kadar... İşte Osmanlının devrimci "Che Guevara"ları.
ADI Ömer Naciydi. Askeri künyesinde "1878-Beylerbeyi İstanbul" yazılıydı. Aslında doğum tarihi ve yeri bilinmiyordu.
Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğuydu. Ailesini daha kundakta iken kaybetmişti.
Kafkasyadan dönen Defterdar Cemal Bey, yolda bulduğu bebeği evlatlık aldı. Onu öz evladı gibi sevdi. Çok iyi eğitim olanakları sundu.
Ömer Naci, küçük yaşta Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi.
MUSTAFA KEMALİN ARKADAŞI
Ömer Naci ilk siyasal görüşlerle Bursa Işıklar İdadisinde tanıştı. Devrimci Jöntürklerin yayınlarını gizli gizli okumaya başladı.
Korkusuzdu. Görüşlerini arkadaşlarına anlatırken hiç sakınmıyordu. Çok iyi hatipti ve askeri öğrencileri çok çabuk etkisi altına alıyordu.
Hürriyetperver fikirleri yüzünden birkaç kez hapse kondu Babasının torpiliyle kurtuldu hep.
Okul yönetimi başedemedi. Manastır Askeri İdadisine sürgüne gönderildi. Burada da kısa zamanda askeri öğrencilerin lideri oldu.
Yakın arkadaş olduğu isimlerden biri Mustafa Kemaldi. Ömer Naci, Mustafa Kemalin sadece ilk siyasi öğretmeni değildi; ona edebiyatı da sevdiren arkadaşıydı.
Namık Kemalin, Tevfik Fikretin şiirlerini Mustafa Kemale o tanıtmış, o sevdirmişti.
Ömer Naci okul çağlarında şair oldu. Şiirleri devrin önemli edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ömer Naci ateş topu gibiydi; yerinde duramayan bir gözüpekti.
Ama aynı zamanda soğukkanlılığı hiç elden bırakmıyordu. Arnavutlukta çıkan bir isyanı bastırmak için orduya gönüllü katılmak isteyen Mustafa Kemalin de arasında bulunduğu arkadaşlarını uyaran da oydu: "Muayyen bir kemale erişmeden yapılacak ataklıklar fayda yerine zarar getirir. Sabırlı olmak lazımdır."
Sabırlı olmayı öğrendiler mi? Dönem buna uygun zamanı verecek gibi değildi.
PARİSE KAÇIYOR
Ömer Naci 1902de Harbiyeden Mülazım (Teğmen) olarak mezun oldu. Üsküpe tayin oldu. Bir yıl sonra, komutanı Binbaşı Mehmed Ali Beyin 17 yaşındaki kızı Emine ile evlendi. Bir yıl sonra oğlu Hikmet dünyaya geldi.
1905te Jandarma teşkilatını organize etmek için Selanike gelen İtalyan komutan Generali Georginin yaveri olması, yaşamını toptan değiştirdi.
Devrimci fikir hareketlerinin merkezi olan Selanikte, İttihat ve Terakki Cemiyetinin temeli olan Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin kuruluşunda bulundu.
Selanikte aynı zamanda edebiyat çevreleriyle tanıştı; "Çocuk Bahçesi" isimli edebiyat dergisinde makaleler yazdı.
Bir makalesi yüzünden dergi kapatıldı. Ömer Naci tevkif edilmemek için 1907de Parise kaçmak zorunda kaldı. İkinci çocuğu Müzeyyen henüz yeni doğmuştu.
Paristeki muhalif Osmanlılar iki gruba ayrılmıştı: Liberal Prens Sabahaddin ile İttihatçı Ahmed Rıza.
Dr. Nazımın konuşmalarından etkilenerek İttihatçı ekipte yer aldı. Grubun Bonaparte Sokağındaki lojmanında yaşamaya başladı. Sürgünde çıkan meşrutiyet yanlısı yayın organlarına makaleler yazdı.
İttihatçıların amacı Sultan II. Abdülhamide meşrutiyeti ilan ettirmekti.
Ama bu arada İrandaki gelişmeleri de yakından takip ediyorlardı. Mehmed Ali Şah, İran parlamentosunu kapatmış, meşrutiyete son vermişti. İttihatçılar İranlı devrimcilere yardım etme kararı aldılar.
İRANDA TÜRK KOMİTACI
Devrimci Ömer Naci gizlice İrana gitti. Paris kıyafetlerini çıkarmıştı artık. Miskin günleri geride kalmıştı.
Türklerin yoğun olduğu Hoy kentine yerleşti. Sırat-ı Müstakim adında dergi çıkardı. Ama İrandaki karışıklıklar Hoy şehrine de ulaşınca dağa çıktı. Elinde artık kalemi yoktu.
O, elinde tüfeği, başında kalpağı, ayağında çizmeleri ve yerel kıyafetiyle İranlı ihtilalcilerden farklı değildi.
Elli kişilik bir çeteyle geziyordu. Şah taraftarı köylere bile gidip camilerde propaganda yapıyordu. Kimi zaman keskin nişancı bir silahşor, kimi zaman fedakár bir misyonerdi.
Bir gün Şahın güçlü bir takip kolu, Ömer Naci çetesini pusuya düşürdü. Ömer Naci, altı arkadaşıyla birlikte yakalandı. Diğerleri kurtulmayı başardı.
Şahın askerleri, Ömer Naci ve arkadaşlarını tek bir direğe bağladılar. Günlerce aç susuz bıraktılar. Ömer Naci ve arkadaşları konuşmadılar. Hatta Ömer Naci, "İranlılar Şiidir" diye adının "Ömer" değil "Ali" olduğunu söyledi.
Konuşmayacakları anlaşılınca İranlı devrimciler bir savaş topunun önüne konuldu ve top ateşlendi. Sıra Ömer Naci ve arkadaşı Hüsrev Samiye gelmişti. İranlılar, Osmanlı tebaasına bağlı oldukları için öldürmeye karar veremiyorlardı. Hapishaneye götürdüler.
Şans Ömer Naciye güldü: Bu olayların yaşandığı sırada Osmanlıda II. Meşrutiyet ilan edildi. İttihatçılar devrim yapmıştı.
Diplomatik temaslar sonucu Ömer Naci ve arkadaşı serbest bırakıldı.
Ömer Naciyi sınırda, İttihatçıların Doğu ve Güneydoğu cemiyetlerini kurması için görevlendirdikleri Binbaşı Vehip Bey karşıladı.
Söz açıldı yazayım; Binbaşı Vehip (Kaçı) Bey, yıllar sonra 1935te, İtalyanlara karşı bağımsızlık mücadelesi veren Habeşistana (Etiyopya) gönüllü olarak gitti. İşgale direnen Habeşlilerin komutanlığını yaptı!..
O nesil başkaydı.
Biz tekrar Ömer Naciye dönelim...
İhtilalci Ömer Naci, Erzurum, Muş, Trabzonda seyyah bir derviş oluverdi; meşrutiyet devrimini öven ateşli nutuklar söyleyerek İstanbula gitti.
İstanbulda fazla kalmadı; tekrar yollara düştü. Yurdun dört bir yanında konferanslar verdi, mitinglerde konuşmalar yaptı.
BABIÁLİ DARBESİ
1910da İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkez komitesine seçildi. Kırkkilise (Kırklareli) mebusu olarak Meclise girdi. Adı bakan olacaklar içinde geçiyordu.
Ama Ömer Naci koltuklarda oturarak, Meclise giderek politika yapmayı sevmiyordu.
O bir serdengeçtiydi. Eski Türk akıncılarının ruhunu taşıyordu sanki. Kendini vatanına adamıştı.
1911de İtalyanlar Trablusgarpa saldırınca, günlerce aç susuz çölleri aşıp cepheye koştu. Yol parasını bir arkadaşından ödünç almıştı.
Enverden Mustafa Kemale; Ömer Naciden Yakup Cemile kadar hepsi, Osmanlı İmparatorluğunu bir arada tutabilmek için var güçleriyle cepheden cepheye koşuyorlardı. Bir mucizeyi gerçekleştirmek istiyorlardı.
Bu arada muhalif Hürriyet ve İtilaf Fırkası, askeri gücü cephede olan İttihatçıları iktidardan uzaklaştırdılar.
Balkan hezimeti, devletin üzerine bir kara bulut gibi çökmüştü. Devlet yönetimine kargaşa hákimdi.
Ömer Nacinin de aralarında bulunduğu bir avuç idealist, bu kötü gidişe dur demek için ihtilal yapmaya karar verdi.
1913te Babıáliyi basıp iktidarı devirdiler.
Bu darbede halkın desteğini almalarında Ömer Nacinin heyecanlı nutuklarının büyük payı vardı kuşkusuz.
Feylesof Rıza Tevfik ve (adı spor salonlarına verilen) Selim Sırrı ile birlikte, at üzerinde mahalle mahalle dolaşarak nutuk atmışlardı.
Bir ihtilal devriyesiydi onlar!
KERKÜKTE BİR ŞEHİTLİK
Birinci Dünya Savaşında Ömer Naci, Teşkilat-ı Mahsusanın bir neferiydi.
Mezopotamya bölgesinde görevlendirildi. Görevi İrandaki Azeri Türklerini ayaklandırmaktı.
Bir avuç fedai müfrezesiyle bir yanda mahalli güçleri örgütlüyor, diğer yanda Rus ordusuna baskınlar, sabotajlar yapıyordu.
Ölümle alay ediyordu. "Ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi" diyordu sanki.
1915te emrindeki fedailerle Tebrize girdi. Hüveyze ve Ahrazdaki petrol borularını havaya uçurdu. Urumiye civarında Ruslara büyük kayıplar verdirdi. Bahtiyar aşiretini İngilizlere karşı ayaklandırmaya çalıştı.
Cepheden cepheye koşarken tifüse yakalandı. 29 Temmuz 1916da, ateşin ve barutun arasında hayata gözlerini kapadı.
Kerküke defnedildi. Mezarı halen, Kerkük Türk Şehitliğindedir.
Dünya Che Guevarayı tanıyor; anıyor.
Peki biz Ömer Naciyi biliyor muyuz?
Geçmişini bilemeyen geleceğini kuramaz.
PARİS KOMÜNÜNDEKİ TÜRKLER
DOKUZ kişiydiler:
Reşad Bey, Nuri Bey, Agáh Efendi, Rıfat Bey, Mehmed Bey, Hüseyin Vasfi Paşa, Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal.
Avrupaya kaçmak zorunda kalmışlardı. 1867 Mayısında İstanbuldan ayrılmalarının nedeni, hürriyet aşkıydı. Meşrutiyetin ilan edilmesini istiyorlardı.
Avrupaya kaçtıklarında ilk yaptıkları gazete çıkarmak oldu. "Muhbir", "Hürriyet", "İttihat" vs.
Ancak yıllar geçtikçe dokuz ihtilalci arasında kişisel ve ideolojik ayrışmalar yaşandı. Grup dağıldı. Kimi Londraya, kimi Cenevreye, kimi de Brüksele gitti.
Genç Osmanlıların ilk kurucuları; Reşad, Nuri ve Mehmed birbirlerinden kopmadılar, Pariste kaldılar. Aslında bu üç isim, başından beri diğerlerinden farklıydı.
Öncelikle onlar, meseleyi sadece Saraydan mevki kapmak olarak gören Mısırlı Prens Mustafa Fazılın teklifiyle yurtdışına çıkmamışlardı.
Bu nedenle Namık Kemal, Ziya Paşa ve diğerleri gibi Mustafa Fazıldan para/maaş almamışlardı. Onlar ihtilalcilikle parayı birleştiremiyorlardı.
Meseleyi sistem sorunu olarak görüyorlardı. "Sadrazamların veya bürokratların değişmesiyle sorun çözülemez" diyorlardı.
1870 yılında Genç Osmanlılar kendi sorunlarıyla boğuşurken, Fransayı da hiç iyi günler beklemiyordu.
III. Napolyonun başlattığı, Fransız-Prusya Savaşı, Fransızların yenilgisiyle sonuçlandı. Prusyalılar Parisi kuşattı.
Parisliler Cumhuriyetçi General Louis Adolphe Thiers liderliğinde direnme kararı aldı.
Paristeki üç Jöntürk; Reşad, Nuri ve Mehmed, bir akşam Saint-Micheldeki bir kahvede oturup ne yapacaklarını konuştular.
Üçü de aynı fikirdeydi. Parisliler gibi onlar da cumhuriyeti koruyacaklardı.
4 Eylül 1870te General Thierse mektup yazdılar. Üç mektubun da metni aynıydı:
"General, Türküm ve vatanıma Fransanın yaptığı hizmetleri unutmadım. Minnet duygusunun ve büyük bir millete zaruri olan demokratik ruhun heyecanıyla yazıyorum.
General, sizden rica ederim; Fransız cumhuriyetinin düşmanlarıyla harp etmek için beni gönüllü olarak Fransız ordusuna alınız.
Vatanseverliğiniz hakkındaki hayranlığımı ve cumhuriyetçi Fransa için beslediğim bağlılık duygularımı lütfen kabul ediniz General."
Yanıt olumluydu.
Üç Jöntürk, Fransız Ordusuna katıldı.
Prusya işgaline karşı direnen Parislilerin yanında üç de Türk vardı artık.
Karargáhtan kendilerine askeri giysiler verildi. Üniformaları giydiler.
Ama, bir tek başlarındaki kırmızı fesleri çıkarmadılar. Onlara, "kırmızı fesli Türk gönüllüleri" adı verildi.
İşgal, Parisi gün geçtikçe zora soktu. Yemek ve su stokları tükenmişti.
Prusyalılar kenti sürekli topa tutuyordu.
General Thiers, Prusya ile anlaşma imzalamak zorunda kaldı.
Paris düştü.
Ancak Parisin bu kadar rahat elden çıkarılmasını yoksul mahalleler kabul etmedi. Direnişe devam kararı aldılar. 1871 Martında Paris Komünü yönetimi devraldı.
Yoksulların, işçilerin Parisi ele geçirmesine karşı çıkan Fransız burjuvalar, Versay Ordusuyla Parise saldırdılar.
Tüm bu kargaşalar sürerken Reşad, Nuri ve Mehmed, Brükseldeki Jöntürk Agáh Efendinin yanına gittiler. Yol parasını Reşadın baba yadigárı saati satarak bulabilmişlerdi.
Sonraki aylarda yine Parise döndüler ama Paris eski Paris değildi artık. İstanbula dönüp dönmeme konusunda aralarında tartışma çıktı.
Mehmed, diğer ikiliden ayrıldı.
Reşad ve Nuri Bey, İstanbula dönmenin yollarını aramaya başladı.
Yurda döndüklerinde cezaevine girmek istemiyorlardı. Akrabaları ikisi için seferber oldu. Ama işler kolay yürümüyordu.
Bekleme günleri geçmek bilmedi. Reşad ve Nuri beş parasız kaldılar. Parisin o soğuk günlerinde sobasız bir odada ısınmak için güreş tuttular!
Sonuçta affedilen Reşad ve Nuri, İstanbula döndüler. "İbret" Gazetesinde Paris komününü destekleyen makaleler kaleme aldılar.
Yine sürgüne gönderildiler.
Ama hayatlarının sonuna kadar Paris komününe, enternasyonale bağlı kaldılar.
Mehmed, Pariste kalmayı sürdürdü.
Mehmed Beyin amcası Mahmud Nedim Paşa sadrazam olunca, iyi bir görev vereceği teminatıyla yeğenini İstanbula çağırdı.
Mehmed Beyin yanıtı bir ihtilalci yanıtı oldu: "Meşrutiyet olmadıkça İstanbula gelmem!"
Jöntürkler arasında en radikal oydu.
Pariste gazetecilik yapmayı sürdürdü. Fransanın ünlü gazetesi Libertede makaleler yazan tek Türk oldu.
1874 yılında nedeni bilinmeyen bir sebeple İstanbula döndü. Aynı yıl vefat etti.
Bildik şiiri biraz değiştirerek yazımızı noktalayalım:
Bizim de devrimcilerimiz var Che Guevara
Kendi topraklarında tanınmasalar da...