• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Perondaki Genç

Üyelik Tarihi
11 Haz 2013
Konular
132
Mesajlar
140
MFC Puanı
0
Sırtında çantasıyla ne kadar da sakin duruyordu öyle. Oysa birazdan kalkacak trenin yüzlerce sakininden biriydi sadece. Acele etmesine gerek yoktu çünkü kalkış saati belliydi. Dakikaların bitmek tükenmezliğinin bir sebebi vardı aslında: bu bir ayrılık mıydı, yılların alışkanlığından bir kaçış mıydı? Peronda birbiri ardına çalan her düdük neden ona sadece ayrılığı anlatıyordu ki. Arkasında bıraktığı şehirde geriye ne kalmıştı? Aslında hayatının en verimli yıllarını geçirdiği bu şehirde ‘‘yüzlerce dizenin sahibi’’ artık yoktu. Evet, yoktu ve bunu biliyordu iliklerine kadar. Ama ne çare ki peronda çalan her düdükle bir kez daha arkasına dönüp bakıyor, bakıyor ve görmeye çalışıyordu. Neyi göreceğini umuyordu ki. Bu şehirde olmadığını bildiği insanı göremezdi elbette ama kendini alamıyordu ve yine bakıyordu. Yine, yine ve yine…

Yılların tozu vardı üzerinde, birazda gönlünde. Gönle toz düşer miydi? Ya da toz denilen şey neydi aslında? Sevmek güzel bir duygu da neden onun adı sevdiğine kavuşunca aşk olur da kavuşamayınca toz toprak olur. Neden sevdiğini elde edince aşk kutsal sayılır da, kavuşamayınca unutulması gereken basit bir aldanışlıktan öteye geçmez. Aşkın kutsallığı o aşkın yaşanılmak istendiği bedende mi sınırlıdır? Bu yüzden mi ona yakın olan herkes sevgisinin mecnunca olduğunu söyler ama ona uzak olunca da aşkın yalanlığından dem vurur? Aşk surette ve tende mi sınırlıdır? Sadece sevdiğine kavuşanlar bahseder ya hani mecnuna benzerliğinden aslında bundan büyük bir yalan yoktur. Çünkü o dillere destan olmuş aşkın sahibi mecnun bir gün Leyla’ya ulaşır, ulaşır ve ona şöyle der: ‘‘sen benim öylesine delice sevdiğim kız olamazsın, o aşkın muhatabı sen olamazsın’’. Bunları söyler ve gerisin geriye döner. Çünkü mecnun anlamıştı aşkın sadece tenperverlik olmadığını. O, çoktan anlamıştı, İlahi aşkın yanında bir ten sevdasının işinin olmadığını. Mecnun’u geri döndüren şey Leyla’ya uzak olunca gerçek aşkı yaşayabilmekti. Ve Leyla’ya olan sevgisinden Allah’a ulaşma gayretiydi…

Peron iyice kalabalıklaşmıştı… Gözler aklın mantığına uymuyor, kalbin isteklerine boyun bükerek hala göremeyeceği sevgi(li)yi arıyordu. Başını önüne eğdi sırtında çantası olan yorgun genç. Kaldırım taşlarına bakıyordu usulca, bir şeyleri daha net görmeye çalışır gibi gözlerini kırpıştırdı. Görüyordu, sevdiğini görüyordu... Sevdiği elindeki bilekliği çıkarıp kendisinin eline takıyordu, kızın mahcup gözleri çoktan bir sevdanın kaynağı olmuştu. Gözlüklerin arkasındaki gözler bir aşkın ilk meltemi olmuştu bile. Sonra başka bir görüntü belirdi. Bu defa genç elindeki küçük not defterini kıza uzattı. Kız açtı defteri ve okumaya başladı. Her sayfada biraz daha fazla tebessüm ediyor, gözleri doluyordu… Ardı ardına görüntüler belirdi. Sevdiği kızla yaşadığı her an belirmeye başladı ve yıllar birbirini kovalayıp gitti birkaç dakika içinde... Sanki ölümün en yakın olduğu an gibi…

Kafasını kaldırdı genç, derin nefes alarak son kez arkasına döndü. Aşkı adına yaşadığı yüzlerce anının olduğu bu şehre son kez bakıyordu belkide. Gözleri uzun uzun aramadı bu defa, onu bedenen gör(e)meyecekti bunu biliyordu. Ama her baktığı yerde onu görebiliyordu artık, anıları öylesine çoktu ki kalbi onu her yerden görebiliyordu. Perondaki herkes suret değiştirmeye başlamıştı; sevdiği kızı görüyordu onlarca surette. Döktüğü her gözyaşı sevdiğinin suretleri içindi, ne kadar da çok ona benzemişti bütün aşklar. Ama asla onun kadar güzel olamamıştı adına aşk denilen sevgiler...

Suretler… Aşklar… Herkes ona benziyordu ama o değildi. Genç, trenine bindi ve boş bulduğu bir cam kenarından anılarını izliyordu son defa. Koca kent artık vedaya hazırdı, yüzlerce anıyla yorgun genci yolcu etmeye hazırdı. Elini yumruk yaptı ve sıkmaya başladı avucundaki bir gümüş parçasını… Onlarca anıyı bu şehrin kaldırımlarına gömerek gidiyordu artık. Elinde sadece bir yüzük gidiyordu. Sermayesi neydi ki sevmekten başka… Dilinde birçok dizeyle, gönlünde bir karanlıkla gidiyordu… Peron uzaklaşıyordu artık ve karanlık iyice koyulaşıyordu… Oysa genç gidiyordu uzaklara, elinde yüzüğü, gözlerinde yaşlar gidiyordu bu aşktan çok uzaklara…

Enes Başak
 
Üst