- Konum
- ىαкαяyλ
-
- Üyelik Tarihi
- 27 Kas 2009
-
- Mesajlar
- 24,120
-
- MFC Puanı
- 79
J.P SARTRE VE A. CAMUS FELSEFELERİNİN ABSÜRD (SAÇMA)
KAVRAMI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Emel KOÇ
Felsefe Dünyası, Sayı 27, 1998
Absürd ya da saçma kavramı farklı alanlarda sıklıkla kullanılmış olsa da, kendisinden söz edildiğinde bize ilk planda varoluşçuluğu hatırlatır. Zira varoluşçu filozofların her biri, absürd kavramından şu ya da bu biçimde sözetmişlerdir. Hatta kavrama varoluşçuluğu karakterize eden bir rol bile yüklenmiştir. Paul Foulquienin varoluşçuluk tanımı - varoluşçuluk saçmalık felsefesidir - sözü edilen duruma güzel bir örnek teşkil eder.
Genel olarak ele alındığında, varoluşçuların gerek evren ve insan görüşlerinin temelinde gerekse bunların birbirleriyle olan münasebetlerinin temelinde absürd kavramının olduğu görülür. Örneğin S. Kierkegaard (1813-1855) iman ile absürd olan arasında bağlantı kurmuştur. Saçma Ona göre, sonlu ile sonsuz arasındaki mesafedir. Bu saçma olduğu için inanıyorum anl***** gelir. Başka bir deyişle saçma Tanrı ya götüren mânâdır.
Kierkegaard Korku ve Titreme adlı eserinde Hz. İbrahimi saçma kahraman olarak sunar. Çünkü İbrahim, oğlu İshakı Tanrının isteği üzerine, nedenini dahi bilmediği halde, Moria dağına kurban etmeye götürmüş ancak son anda yine Tanrının dileğiyle bu eylemini gerçekleştirememiştir.
Kierkegaarda göre .... insandaki en yüce tutku imandır.... iman en yüce şeydir, iman sayesinde hiçbir şeyden feragat etmeyiz, tam tersine herşeye sahip oluruz. Tıpkı Hz. İbrahim gibi.
İbrahim Tanrıya öyle inanış güvenmiştir ki çekilen acılar ve insani hesaplaşmalar anlamını çoktan yitirmiş, Tanrıya en iyiyi kurban etmek tek amaç haline gelmiştir
Hz.İbrahimin yaşamını bizim için değerli kılan şey, Kierkegaarda göre, Onun Öyküsünün imanın ne müthiş bir paradoks olduğunu göstermesidir.
İmanı Öyle bir paradokstur ki bir cinayeti Tanrıyı memnun kılan kutsal bir eyleme dönüştürebilir. Öyle bir paradokstur ki İshakı İbrahime geri verebilir öyle bir paradokstur ki hiçbir düşünce onu alt edemez. Çünkü imanın başladığı yer, düşünmenin terk edildiği yerdir.
Saçmalığın inayetiyle tüm varoluş kavranabilir, her an sevinçli ve mutlu yaşanabilir.
Başka bir deyişle kılıcın her an sevgilinin başı üzerinde sallandığını görerek teslimiyetin acısında dinginlik değil, saçmalığın inayetinde sevinç bularak yaşanabilir - İşte muhteşem olan da Kierkegaarda göre bu dur.
Diğer taraftan K. Jaspers (1883-1969) ise altüst olmuş bir dünyada yaşadığımızı ve dünyanın saçmalığının ve kavranamazlığının doğrudan doğruya bize de sirayet ettiğini söylemiştir.
Aşkınlığı gerçekleştirmekte güçsüz, deneyin derinliklerine inmekte yetersiz, başarısızlıkla altüst olmuş bir evrenin bilincine varmış bir durumdayız.
Ancak hiçliğin tek gerçek, umutsuzluğun biricik tutum olarak göründüğü bu alt üst olmuş evrende birdenbire, Jaspersin ifadesiyle, hem Aşkını, hem deneysel varlığı, hem de yaşamın insan üstü anlamını bir çırpıda belirleyiveren şeyi keşfediyorum
Aslında başarısızlık, her türlü açıklamanın ve olanak alanına girebilecek her türlü yorumlamanın ötesinde hiçliği değil de, Aşkın Varlığı göstemiyor mu?
İşte bu soruyla birlikte her şey bir çırpıda yerli yerine oturuveriyor. Umutsuzluklar umuda dönüşebiliyor.
Kierkegaard ve Jaspers gibi varoluşçular için ne anlama geldiğini kısaca gördüğümüz absürd ya da saçma kavramı bu makalenin konusu olan J.P.Sartre (1905- 1980 ve A. Camus (1913-1960)nün düşüncesinde de önemli bir role sahiptir. Camus her fırsatta varoluşçu olmadığını açıkça söylese de - biz onun bir varoluşçu olup olmadığını tartışmayacağız -onun ele aldığı problemlerin varoluşçu felsefeyi karakterize eden problemler olduğu ve absurd kavramının onun düşüncesinin odak noktasında bulunduğu, hatta fikirlerinin absurd felsefe başlığıyla anıldığı görülür.
Bizim için burada Önemli olan şey bu iki düşünurun çok farklı başlangıç noktalarından - Sartre için Husserlin fenomenolojisi, Camus için intihar problemi - hareket etmiş olmalarına rağmen sonuçta kayda değer bir biçimde benzerlik gösteren bir doktrine ulaşmış olmalarıdır.
Genel olarak alındığında Sartre felsefesinde bilincin Kendisi İçin -Kendisinde Varlık sentezini elde etmeye çalışması, başka bir deyişle insanın Tanrı olma ideali ve bu idealin geçekleşememesinin getirdiği sıkıntılar ve gerilim, bize, Camus düşüncesindeki insan bilincinin dünya ile karşılaşmasıyla ortaya çıkan, absürdün getirdiği sıkıntıları anımsatmaktadır.
KAVRAMI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yrd. Doç. Dr. Emel KOÇ
Felsefe Dünyası, Sayı 27, 1998
Absürd ya da saçma kavramı farklı alanlarda sıklıkla kullanılmış olsa da, kendisinden söz edildiğinde bize ilk planda varoluşçuluğu hatırlatır. Zira varoluşçu filozofların her biri, absürd kavramından şu ya da bu biçimde sözetmişlerdir. Hatta kavrama varoluşçuluğu karakterize eden bir rol bile yüklenmiştir. Paul Foulquienin varoluşçuluk tanımı - varoluşçuluk saçmalık felsefesidir - sözü edilen duruma güzel bir örnek teşkil eder.
Genel olarak ele alındığında, varoluşçuların gerek evren ve insan görüşlerinin temelinde gerekse bunların birbirleriyle olan münasebetlerinin temelinde absürd kavramının olduğu görülür. Örneğin S. Kierkegaard (1813-1855) iman ile absürd olan arasında bağlantı kurmuştur. Saçma Ona göre, sonlu ile sonsuz arasındaki mesafedir. Bu saçma olduğu için inanıyorum anl***** gelir. Başka bir deyişle saçma Tanrı ya götüren mânâdır.
Kierkegaard Korku ve Titreme adlı eserinde Hz. İbrahimi saçma kahraman olarak sunar. Çünkü İbrahim, oğlu İshakı Tanrının isteği üzerine, nedenini dahi bilmediği halde, Moria dağına kurban etmeye götürmüş ancak son anda yine Tanrının dileğiyle bu eylemini gerçekleştirememiştir.
Kierkegaarda göre .... insandaki en yüce tutku imandır.... iman en yüce şeydir, iman sayesinde hiçbir şeyden feragat etmeyiz, tam tersine herşeye sahip oluruz. Tıpkı Hz. İbrahim gibi.
İbrahim Tanrıya öyle inanış güvenmiştir ki çekilen acılar ve insani hesaplaşmalar anlamını çoktan yitirmiş, Tanrıya en iyiyi kurban etmek tek amaç haline gelmiştir
Hz.İbrahimin yaşamını bizim için değerli kılan şey, Kierkegaarda göre, Onun Öyküsünün imanın ne müthiş bir paradoks olduğunu göstermesidir.
İmanı Öyle bir paradokstur ki bir cinayeti Tanrıyı memnun kılan kutsal bir eyleme dönüştürebilir. Öyle bir paradokstur ki İshakı İbrahime geri verebilir öyle bir paradokstur ki hiçbir düşünce onu alt edemez. Çünkü imanın başladığı yer, düşünmenin terk edildiği yerdir.
Saçmalığın inayetiyle tüm varoluş kavranabilir, her an sevinçli ve mutlu yaşanabilir.
Başka bir deyişle kılıcın her an sevgilinin başı üzerinde sallandığını görerek teslimiyetin acısında dinginlik değil, saçmalığın inayetinde sevinç bularak yaşanabilir - İşte muhteşem olan da Kierkegaarda göre bu dur.
Diğer taraftan K. Jaspers (1883-1969) ise altüst olmuş bir dünyada yaşadığımızı ve dünyanın saçmalığının ve kavranamazlığının doğrudan doğruya bize de sirayet ettiğini söylemiştir.
Aşkınlığı gerçekleştirmekte güçsüz, deneyin derinliklerine inmekte yetersiz, başarısızlıkla altüst olmuş bir evrenin bilincine varmış bir durumdayız.
Ancak hiçliğin tek gerçek, umutsuzluğun biricik tutum olarak göründüğü bu alt üst olmuş evrende birdenbire, Jaspersin ifadesiyle, hem Aşkını, hem deneysel varlığı, hem de yaşamın insan üstü anlamını bir çırpıda belirleyiveren şeyi keşfediyorum
Aslında başarısızlık, her türlü açıklamanın ve olanak alanına girebilecek her türlü yorumlamanın ötesinde hiçliği değil de, Aşkın Varlığı göstemiyor mu?
İşte bu soruyla birlikte her şey bir çırpıda yerli yerine oturuveriyor. Umutsuzluklar umuda dönüşebiliyor.
Kierkegaard ve Jaspers gibi varoluşçular için ne anlama geldiğini kısaca gördüğümüz absürd ya da saçma kavramı bu makalenin konusu olan J.P.Sartre (1905- 1980 ve A. Camus (1913-1960)nün düşüncesinde de önemli bir role sahiptir. Camus her fırsatta varoluşçu olmadığını açıkça söylese de - biz onun bir varoluşçu olup olmadığını tartışmayacağız -onun ele aldığı problemlerin varoluşçu felsefeyi karakterize eden problemler olduğu ve absurd kavramının onun düşüncesinin odak noktasında bulunduğu, hatta fikirlerinin absurd felsefe başlığıyla anıldığı görülür.
Bizim için burada Önemli olan şey bu iki düşünurun çok farklı başlangıç noktalarından - Sartre için Husserlin fenomenolojisi, Camus için intihar problemi - hareket etmiş olmalarına rağmen sonuçta kayda değer bir biçimde benzerlik gösteren bir doktrine ulaşmış olmalarıdır.
Genel olarak alındığında Sartre felsefesinde bilincin Kendisi İçin -Kendisinde Varlık sentezini elde etmeye çalışması, başka bir deyişle insanın Tanrı olma ideali ve bu idealin geçekleşememesinin getirdiği sıkıntılar ve gerilim, bize, Camus düşüncesindeki insan bilincinin dünya ile karşılaşmasıyla ortaya çıkan, absürdün getirdiği sıkıntıları anımsatmaktadır.