Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Felsefe Sözlüğü

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çıkmazlık Nedir?

Bunların en veli örnekleri Zenon çıkmazlarıdır ve bugün kolaylıkla çözümlenmektedir.

Çağdaş felsefede gerçekten çözümlenemeyen sorunlar için kullanılır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çilecilik Nedir?

Tinsel benliğini yüceltmek için tensel benliğini yok etmeye yönelen işlemlerin tümü.

Yunanca idman anlamındaki "askesiz" sözcüğünden türetilmiştir. Törebilimsel anlamda, dünya zevklerini küçümseme temeline dayanan bir ahlak öğretisidir. Gizemcilikte çilecilik üç aşamada gerçekleşir: Bilgisizlerin çileciliği din bakımından haram sayılanlardan, bilgililerin çileciliği yeterinden fazla olanlardan, ermişlerin çileciliği Tanrı’dan gayri her şeyden vazgeçmektir. Dinsel anlamda çoğu delilerin ermiş sayılması, çilecilerin kendilerine acı çektirmekte işi deliliğe kadar vardırmalarından ötürüdür. Çilecilik deyimi, ilkin antikçağ Yunanlılarınca kullanılmıştır. Özellikle kinik’ler aşırı çileciydiler. Hint Brahmacılığı ve Budacılığı da çilecilik öğelerine dayanır. Hıristiyanlığın ilk çağlarında çöllerde tek başlarına yaşayan târik-i dünyâ (dünyayı terk eden)’lar çileci keşişlerdi. Hıristiyanlık âleminde ortaçağda da Katolik kilisesinde umut kesip içlerine içlerine kapanan Hıristiyanlar çileciliğe sığınmışlardı. İslâm gizemciliğindeyse çilecilik çok yaygındır ve birçok tarikatların temel öğesidir. İslam tarikatlarının çoğuna çile sınavında başarı kazanarak girilir, bilgiye erişmenin ilk adımı da çile çekmektir. İlkellerde çile törenleri yaygındır. Örneğin Avustralya ilkellerinden gençler dinsel yaşama girebilmek için ormanlara çekilirler, oruç tutarlar ve hiç kimseyle konuşmazlar, uykularını gittikçe kısıtlarlar.

Bütün bu çilecilerin amacı, doğal kişiliği yok ederek insansal kişilikle yeniden doğmak’tır. Ne var ki bu insansal kişilik, dinsel kişilik görünümü altında, toplumun sosyo-ekonomik gereklerini de karşılamaktadır: Topluma besin sağlayabilmek, başka toplumlarla dövüşebilmek için genlerin güçlü ve dayanıklı olmaları gerekmektedir. Çileciliğin temelinde bu gibi nedenler yatar. Toplumbilimci Durkheim, ilkellerin genellikle acıyı kutsal saydıklarını, bir örgeni acıtmanın o örgene kutsallık sağladığına inandıklarını yazmaktadır. (kaynak) şöyle der: "Oysa acının kutsallık verdiği inancı yeni dinlere özgü sayılır. Kuşkusuz, tarih boyunca acı çeşitli biçimlere bürünmüştür. Örneğin Hıristiyan acının ruhu temizlediğine, yücelttiğine inanır. İlkel Avustralyalı bedeni etkilendiğine, yaşam gücünü artırdığına, saç ve sakalları gürleştirdiğine, kasları sertleştirdiğine inanır. Her iki inanç da acının, insanın bedensel ve tinsel gücünü artırdığı temelinde birleşmektedir."
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çokçuluk (Çoğulculuk, Pluralizm) Nedir?

Evrenin, birbirlerine indirgenemeyen birçok varlıklardan meydana geldiğini ileri süren öğretilerin genel adı. Metafizikte bircilik ve ikicilik karşıtı olarak, evrendeki varlıkların kökleri bakımından birbirlerinden ayrı olduklarını ve bir tek töze indirgenemeyeceklerini savunan öğretileri dile getirir.

Alman düşünürleri Kant ve Wolf, çokçuluk terimini, tekbencilik anlamındaki bencilik terimine karşılık olarak kullanmışlardır. Almanya'da Schelling ve Hegel öğretilerine karşı olarak Herbart ve Fransa'da Renouvier öğretileri çokçu öğretilerdir.

Örneğin Alman düşünürü Friedrich Herbart'a göre varlık, tekvarlık değildir, birçok varlıkların topluluğudur. Alman düşünürü Leibniz'in monat anlayışı da açık bir çokçuluktur. Çağdaş öğretiler arasında özellikle yeniolguculuk, varoluşçuluk, pragmacılık çokçudur.

Çoğulculuk düşüncesi, idealist bircilikten çok özdekçi birciliğe karşı ileri sürülmüş bir anlayıştır. Amacı, evrenin özdeksel ve nesnel birliğini, nesnel tarihsel yasaları yadsımak ve tarihi bir rastlantılar yığınına indirgeyerek eytişimsel ve tarihsel özdekçiliği çürütmeye çalışmaktır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Çokoluşçuluk Nedir?

(Os. Kesreti tekevvün, Fr. Polygenetisme, Polygenisme)

Canlıların tek atadan değil, çok atadan geldiklerini savunan öğreti.

Bu düşünce, örneğin Gobineau'nun çokköklülük varsayımında olduğu gibi, kök çeşitliliğine dayanır. Çokoluşçuluğa göre türler, çeşitli köklerden birliğe doğru gidilerek meydana gelmiştir. Örneğin insan, din kitaplarının ileri sürdükleri gibi Adem'den değil, birçok atalardan meydana gelmiştir. Ve bu atalar ayrı ayrı oluşmuşlardır. Bu, bir tekoluş (Fr. Monogenie)'un değil, çokoluş (Fr. Polygenie)'un ürünüdür.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Darwincilik (Darwinizm) Nedir?

Doğanın evrimini açıklayan kuram.

Büyük İngiliz bilgini ve düşünürü Charles Darwin (1809-1882) özdeksel doğanın açıklanmasına Einstein ve Pavlov'la birlikte büyük çapta katkıda bulunan, insanlık tarihinin dört büyük bilgininden biridir.

Darwin'in büyük önemi, kendisine gelinceye kadar kurgusal olarak açıklanmaya çalışılmış olan evrim ve dönüşüm anlayışlarını kesin bir bilimselliğe kavuşturmuş olmasıdır.

Darwin'in tanıtladığı gerçek, özetle şudur: insanı da içine alan canlı doğa evrimle oluşmuştur. Bu evrimin itici gücü 'yaşam kavgası' ve bunun sonucu olarak da 'doğal ayıklanma'dır. İnsan da bu süreçte bir hayvan türünden meydana gelmiştir. Darwin'in bir dünya gezisinde elde ettiği bol sayıda bilimsel gözlem sonuçları bu gerçeği açık seçik tanıtlamaktadır. Böylelikle daha önce Lamarck tarafından ileri sürülen 'soyaçekim' ve 'çevreye uyma'yla evrim ve Diderot, Robinet, Charles de Bonnet tarafından ileri sürülen yaşayan türlerin yalından karmaşığa 'dönüşme' yoluyla evrimi varsayımları bilimsel bir kesinlik kazanmıştır.

Darwin kuramı şöyle özetlenebilir:

Dünyanın üstünde yaşayabilecek yerler azdır, bu dar alanda yaşamak zorunda bulunan varlıklarsa hızla çoğalmaktadırlar, darlığa (besinlerin sınırlılığına N.) karşı bu çoğalma yaşama kavgasını doğurur. Bu kavgada yaşama gücü olanlar canlı kalır ve türlerini sürdürür. Bu, bir 'doğal ayıklanma'dır. Varlıklar böylesine bir ayıklanmayla ayıklanarak evrimsel bir gelişme içinde türlerini sürdürmektedirler. Yaşama kavgasında ayakta kalanlar belli özellikler gösterenlerdir, bu özellikler soyaçekimle yeni kuşaklara geçmektedir.

Bitki ve hayvan yetiştirenler kuraldışı özellikler gösterenleri birbirlerine aşılaya aşılaya yeni türler elde ederler, insanların bile yapabildiği bu aşılamayı ( ve türleştirmeyi N.) doğa daha kolaylıkla ve doğal olarak yapmaktadır. Sonuç olarak türler, yaratımcılığın (yaratılışçılığın N.) ileri sürdüğü gibi yaratılmamışlar, doğal etkenlerle oluşmuşlardır. Bu bilimsel gerçekler, evrene altı bin yıllık bir yaş biçen ve gökle yer arasındaki bütün varlıkların altı gün içinde ve bugünkü biçimleriyle yaratıldıklarını bildiren kutsal kitapla, yaratılışçılık vb. gibi metafizik ve idealist kuramları kökünden yıkmış olmaktadır. Darwin kuramının bilimsel sonuçları, kendince ortaya atılanlardan çok daha önemlidir.

Önce, metafizik ve tanrıbilim bir kez daha yalanlanmıştır, tek tek yaratılma (türlerin ayrı ayrı yaratıldıkları ve yaratılmış oldukları N.) masalı kesin olarak çürütülmüştür.

Sonra ruhçuluk, bir kez daha, içinden çıkamayacağı bir kısırdöngüye sokulmuştur. İngiliz düşünürü Bertrand Russell'ın dediği gibi:''Eğer insanlar, maymunların gelişmişiyseler bu gelişmenin hangi anında bir ruh edinmişlerdir? Bu içinden çıkılmaz zorluğu çözmek için, maymunlarda da bir ruh bulunduğunu kabul edersek, zorunlu olarak, protozoerlerin de bir ruhu bulunduğunu kabul etmeliyiz. Protozoerler'de ruhun olmadığını söylersek insanların ruhunu da yadsımış oluruz''.

Üçüncü olarak, Berkeley özdeksizciliği bir kez daha yıkılmıştır, insandan önce özdeksel bir dünya vardır ve insan da bu özdeksel dünyanın dönüşümlerle varlaşmış bir ürününden başka bir şey değildir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Davranışçılık (Behaviorism) Nedir?

Davranışları inceleyen ruhbilim.

Amerikan ruhbilimcisi John Watson (1878-1958), pozitivizm ve pragmatizmi ruhbilime uygulayarak, ruhbilimin bir davranış'lar bilimi olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre ne özdeği algılayan duyu ve ne de düşünceyi gerçekleştiren ruh gözlenemez, ancak kaslar ve salgı bezlerinin gerçekleştirdiği davranış'lar gözlenebilir. Nesnellik ne duymakta ne de düşünmektedir, ancak davranmak'tadır. Pozitivist ve pragmatist görüşe uygun olarak nesnel bir ruhbilim elde etmek istiyorsak (ki bu durumda artık ruhbilim'in ruh'luğu kalmıyor ve behaviourisme oluyor) içsel değerler olan duyguları ve düşünceleri değil, dışsal değerler olan davranış'ları incelemeliyiz. Daha açık bir deyişle, insanların ne duydukları ve ne düşündükleri önemli değil, ne yaptıkları önemlidir. Bu konuda yaptığımız incelemeler bize gösterecektir ki insan davranışıyla hayvan davranışları arasında bir aşama ayrılığı yoktur. Örneğin bir tehlikeden insan da kaçar, hayvan da kaçar. Her iki davranış aynıdır ve insan zekası bu davranışta hiçbir rol oynamamaktadır. Öyleyse önemli olan ne özdeksel algı ne de bilinçsel ruhtur, sadece davranış'tır. Davranış, çevreye uymak için yapılan bir eylemdir. Pozitivist ve pragmatist Watson'a göre bilim, ancak gözlenebilen olgular'la uğraşabilir. Örneğin yaşanan bir heyecanın bilinçsel özelliği önemli değildir, organizmadaki tepkisel özelliği önemlidir. Bir hayvanın kızdığını davranışından anlarız, onun bilincini inceleyemeyiz. İnsan da, bu bakımdan, hayvandan hiç de farklı değildir. Kişisel bilincinde neler olup bittiğini bilmeyiz, davranışını bilebiliriz. Davranışçılık böylece us'u, bilinç'i, duyu'yu ve soyaçekim'i yadsımakta ve sadece olgucu bir alanda gözlemler yapmakla yetinmektedir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Değer Felsefesi Nedir?

Felsefeyi bir değerler bilimi sayan görüş.

Alman metafizikçisi Wilhelm Windelband (1848-1915)'a göre felsefe bir değer felsefesidir. Windelband'a göre tarihsel olaylar yasalaştırılamaz, ancak değerlendirilebilir.

Bu değerlendirme de ancak insana göre olur. Tarih felsefesinde daima insansal değerler söz konusudur. Her yeni çağ, bir önceki çağın değerlerinden kurtulmak için yapılan bir mücadeledir, demek ki insansal yaşam sürekli bir değerler mücadelesi yaşamıdır. İzleyicisi Heinrich Rickert (1863-1936) de Windelband'ın bu görüşüne katılmaktadır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Değişim Nedir?

Devimsel değişme.

Aristoteles bu terimi, karşılıklı iki durumda birinden öbürüne geçme, anlamında kullanmıştır. Aristoteles'e göre üç türlü değişim vardır: Yokluktan varlığa geçerek (doğum), varlıktan yokluğa geçerek (ölüm), varlıktan varlığa geçerek (devim). Skolastikler bu devimi mekanik bir anlayışla yorumlamışlardır, onlara göre yeri değişenin kendisi değişmez (devim sadece yer değişikliğidir, nitelik değişikliği olmaz N.), bir taş atılarak bir cam kırılabilir ama taş ve cam olarak kalırlar.

Değişim ya da değişme terimi, tümüyle bir devim ve değişirlik öğretisi olan eytişimsel ve tarihsel özdekçiliğin başkavramıdır. Herakleitos'tan beri bilinen ve Hegel idealizminden geçen 'eytişimsel değişme' olgusu bilimsel anlamına kavuşmuştur, bütün nesne ve olayların en genel varoluş biçimidir. Doğasal, toplumsal ve bilinçsel nesne ve olgular karşılıklı etkileşimle sürekli olarak değişirler. Durağanlık gibi görünen oransal denge durumları da bu süre giden değişmenin ürünüdür. Değişmezlik ancak düşünsel soyutlamalarda olanaklıdır. Oransal ya da göreli denge durumları insansal ölçülere göre çok uzun süre devam edebilirler, ne var ki özlerindeki sürekli değişme görmelikten gelinse bile biçim ve özellikleri de er geç değişecektir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Descartescilik (Dekartçılık) Nedir?

Fransız düşünürü Descartes'ın felsefesi.

Fransız düşünürü Rene Descartes, düşünsel felsefenin büyük çapta aşamacılarından biridir. Antik Çağ Yunan şüpheciliğinden yüzyıllarca sonra şüpheciliği temel bir yöntem olarak kullanmış ve bunu analitik geometri adı verilen matematiksel bir kesinlikle uygulamaya çalışarak yepyeni doğru'lara varmayı denemiştir.

Temel yöntemi şöyle özetlenebilir: Önce, bir ilke olarak, edinilmiş bütün bilgilerimden şüphe etmeliyim ve onları bir yana bırakarak ilk ve sağlam yeni bir düşünceden yola çıkmalıyım. İnsanların bütün düşünceleri birbirine bağlıdır, birbirinden çıkar; bir düşünceyi doğuran ondan önce gerçekleşmiş başka bir düşüncedir. Düşünceler bir neden-sonuç zinciri içinde sürüp gider (mekanizm). Öyleyse, sırayı titizlikle kovalarsam, doğru olmayan bir düşünceyi doğru sanmaktan sakınarak düşünce zincirinin arasına yanlış bir düşünce karıştırmazsam doğru olana ulaşabilirim. Bu durumda benim için kesin olan tek şey şüphe etmektir, bütün bilgilerden şüphe etmek gerektiği benim için şüphesizdir. Şüphe etmek, düşünmektir; düşünmekse var olmaktır. Öyleyse, var olduğum da şüphesizdir. Düşünüyorum, şu halde varım. Şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur. Şimdi, neden-sonuç zincirini titizlikle kovalayarak, bütün öteki bilgileri bu temelden çıkarabilirim.

Görüldüğü gibi, Descartes'ın, kendinden sonraki idealist ve materyalist bütün düşünce kuşaklarını etkileyen kendine özgü bir çıkış noktası vardır; BEN. Felsefeyi özne'den yola çıkarmak geleneğinin kurucusu Descartes'dır. Bu gelenek, birbirlerinden farklı biçimlerde; Berkeley, Kant, Fichte, Hegel, Husseri, Brunschvig, John Stuart Mill, William James, Comte, Kirkegaard, Heidegger, Sartre, Camus'ye kadar idealist bir doğrultuda; Leroy, Cabanis, La Mettrie, Diderot'ya kadar materyalist bir doğrultuda gelişmiştir. Bir bakıma antikçağ Yunan felsefesinin ünlü bilgicisi Protagoras da, "İnsan her şeyin ölçüsüdür" demekle ben' den yola çıkmaktadır. Ama Protagoras'ın ben'i duyan ben, Descartes’in ben'iyse düşünen ben'dir.

Descartes’in, kendinden sonraki kuşakları etkileyen ve uyaran ikinci yeniliği özdek'le özdek olmayan'ı kesinlikle birbirinden ayırmasıdır. Descartes felsefesinin, idealist ve materyalist, her iki doğrultuya imkan veren niteliği de bu kesin ayırmadır (düalizm). Anaksagoras'dan, Platon'dan Descartes'a kadar sürüp gelen bütün ikicilikler temelde bircidirler; örneğin, Anaksagoras'ın nus'u aslında pek özel yapılı, ince bir özdektir. Platon'a göre gerçek olan tek şey idea'dır. Descartes'a göreyse, gerçek olan iki şey vardır: Ruh ve beden. Descartes'ın kendine özgü bir kesinlikle saptadığı bu ayrıtürdenlik, metafizikle fiziğin (teleolojik felsefeyle doğa felsefesinin) alanlarını kesin olarak ayırmıştır.

Descartes, fiziğinde, özdeğin kendiliğinden yaratıcı gücünü görmüş ve mekanik devimi onun yaşamsal eylemi olarak düşünmüştü. Fizik anlayışını, metafizik anlayışından kesinlikle ayırmıştı. Fizik anlayışının içinde özdek tek töz, varlığın ve bilginin biricik nedenidir. Fransız mekanikçi özdekçiliği onun fizik anlayışına bağlanır. İzdaşları, meslek gereği, metafizik karşıtı, eş deyişle fizikçi oldular". Toplumsal yaşamda gittikçe önem kazanmaya başlayan makineleşme, Descartes için, uyarıcı bir çeşit kesinliği ve değişmezliği dile getirmektedir.

Bozuk olmayan makine, daima, belli nedenlerle devinerek belli sonuçları vermektedir. Öyleyse, Tanrılık düşünceyi de içine alan evren, bir makine düzeni olmalıdır. Descartes'a göre her düzen bir makine düzeni, her devim de bir mekanik devimdir. Öyleyse devim, yer kaplama ve yer değiştirme'den ibarettir. Yer kaplama, özdeğin temel niteliğidir; yer kaplamayan özdek olamaz. Bu yer'siz özdek olmak demektir, öyleyse özdeksiz de yer olamaz. Bundan zorunlu olarak şu sonuç çıkar ki, evrende özdeksiz yer —eşdeyişle boşluk ve yersiz özdek— eşdeyişle atom yoktur. Öyleyse evren özdekle doludur ve devim özdeğin kendiliğinden yaratıcı gücüdür. Bu zorunlu sonuç da, katıksız bir özdekçilik anlayışıdır. Nitekim Fransız özdekçileri bu kartezyen temele dayanarak gelişmişlerdir.

Descartes'a göre yer kaplama'nın üç niteliği vardır: Bölünebilirlik, biçimlenebilirlik, devinebilirlik. Görüldüğü gibi, bölünebilirlik ve biçimlenebilirlik bir devim işidir. Bölünebilirlik bir ayrılma devimi, biçimlenebilirlik de bir ayrılma ve birleşme devimidir; öyleyse yer kaplama'nın (özdek) tüm ve temel niteliği devim'dir. Evrende atom (bölünemez) yoktur demek, özdeğin sonsuzca bölünebilirliğini söylemektir ki Descartes burada da çağdaş fiziğe uç vermektedir. Bundan başka Descartes, insanbilimde, özdekle ruhun bütün parçalarıyla birleşmiş olduklarını da kabul etmektedir (Descartes, Traite des Passions).

Çağdaşı Leroy, haklı olarak, onu, asıl düşüncelerini gizlemekle suçlamış; Descartes de bu suçlamaya karşı isteksizce direnmiştir. Bütün bunlara rağmen Descartes'ın usçu ve idealist bir temele dayandığı gerçektir. Çünkü bütün ger çeklerden şüphelendiği halde usundan şüphelenmemiş ve bütün gerçekleri yeniden usuyla kurmaya çalışmıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Demiourgos Nedir?

Düzenleyici Tanrı.

Antik Çağ Yunan düşünürü Platon'a göre iyi idea'sı, düzenleyici bir Tanrı'dır. Yaratmış değil, biçim vermiştir. Antik Çağ Yunanlılarında yaratma düşüncesi yoktur; bir sanatçı, bir mimar gibi yapma, düzenleme, biçimlendirme anlayışı vardır. Bu anlayışa göre dünya yoktan var edilmemiş, idea'lar gibi ilksiz ve sonsuz olan biçimsiz özdek düzenlenip biçimlendirilerek meydana getirilmiştir. Platon'a göre bu biçimlendirmede örneklik eden idea'lardır, evrendeki bütün varlıklar bu ideal ilk örnek (Fr. Archetype)'lerine uygun olarak özdeği biçimlendirme yoluyla yapılmışlardır. Bu terim Plotinos'ca evren ruhu, gnostiklerce ikinci Tanrı ve Hegel'ce düşünce süreci anlamında kullanılmıştır. Dilimize epitken deyimiyle çevrilmiştir.

Köken olarak "zanaatkar", "usta işçi" ya da "işinin eri" anlamına gelen Demiourgos, Platon'un evren bilgisini serimlediği Timaios diyaloğunda fiziksel ya da maddi dünyaya biçim veren düzenleyici tanrı ya da tanrısal güçtür.

Ancak Demiourgos görülür dünyayı yoktan var eden yaratıcı bir tanrı değil, sözcüğün kökeninden de anlaşılacağı üzere, daha önceden var olan bir ereğe göre bu dünyayı çekip çeviren, onu kuran, oluşturan tanrısal bir güçtür. Demiourgos hazır bulduğu hammaddeyi; değişmez, yetkin, mutlak biçimler olan İdeaları —özellikle de Platon'un en üstün tuttuğu "Iyi İdeası"nı— örnek alarak işlemiştir. Platon Timaios'un sonunda duyulur ya da görülür dünyayı İdealar Dünyasına öykünerek kuran Demiourgos'u "İyi İdeası"yla özdeşleştirmiş oluşturduğu evreni de "olabileceğinin en iyisi" diye nitelemiştir.

Demiourgos sonraki Platoncu felsefe için de önemli roller üstlenmeyi sürdürmüştür. Örneğin Plotinos'ta "evrenin ruhu" anlamında kullanılmıştır (Dokuzluklar, II, 3,I Bilinircilerin ikici etiklerinde ise Demiourgos kusurlu olanı, eksikliği, kötülüğü yaratan; gerçek tanrının, en yüksek tanrının altında yer alan bir başka tanrıya karşılık gelir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Deney Nedir?

Bilgi edinmek için yapılan uygulama.

İnsanın dış dünya üstündeki pratiğini dile getirir, eytişimsel felsefede toplumsal pratiğin toplamı olarak tanımlanır. Metafizikte dünyanın duyularla elde edilen yansısı'dır. İnsan düşüncesinden bağımsız olan nesnel gerçeklik, eş deyişle dış dünya, deneyin konusudur. Deney, düşünce düzeyinde tamamlanır. Deney, insansal bir işlemdir, insandan başka hiçbir hayvan deney yapamaz; demek ki deney, sadece kılgısal bir işlem değil, aynı zamanda düşünsel bir işlemdir. Klasik felsefe, deneyi, dış dünyanın pasif algılanışı olarak ele almıştı. Oysa deney, insanın aktif bir faaliyetidir. Bu aktiflik yöntemsizse ona görgü, yöntemliyse ona deneyim denir. Örneğin doğada bir maddenin ısıyla genişlediğini gözlemlersek bu bir görgüdür, laboratuarda mâdenin ısıyla genişleyip genişlemediğini anlamak için onu biz ısıtırsak bu bir deneyimdir. Deney terimi

Genel anlamda gözlemi, içebakışı, duyular ve bilinç aracılığıyla elde edilen algıları dile getirir. Yunanca deneme anlamındaki peira sözcüğünden türetilen deney (Yu. Empeiria), Latinceye experientia deyimiyle çevrilmiştir. Latince türetimin kaynağı da Yunanca köktür.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Deneyüstü Nedir?

İng. Transcendental.

Deneyle elde edilemeyen.

Bu terimi ilkin 12. yüzyılda skolastikler öteye geçme anlamını dile getiren La. Transcendere sözcüğünden türetmişler ve ulamlar üstü (La. Transcendentalia) anlamında kullanmışlardır. Bu deyimle varlık, gerçek, birlik gibi sanların duyulur üstü ve ancak deneyden önce sezgiyle bilinen özellikler olduğunu dile getiriyorlardı. Bununla da ulamlar üstü olan özelliklerin Aristoteles'in ulamlarıyla açıklanamayacağını anlatıyorlardı. Bu anlamda deneyüstü (Fr. Transcendental) deyimi, aşkın (Fr. Transcendent) deyimiyle anlamdaştır. Bu anlam, Alman düşünürü Immanuel Kant tarafından eleştirilmiştir. Kant'a göre deneyüstü, aşkın eğil, tam tersine, deney öncesi (önsel)'nin bilgisidir. Kant felsefesinde deney'in karşıtı olduğu kadar aşkın'ın da karşıtı olan deneyüstü kavramı, Büyük Albert ve Aquino'lu Thomas'nın dilegetirdikleri gibi bilginin sınırını aşanı değil, tam tersine, bu sınırın içinde kalan bilgiyi dile getirir. Daha açık bir deyişle skolastiklerde kategoriler üstü olan deneyüstü, kant'a göre kategorilerin bizzat kendisidir. Kant, skolastik anlamdaki deneyüstü'yü aşkın ve bundan ötürü de bilinemez sayar. Skolastiklerin bilgi sınırının üstüne çıkardıkları deneyüstü'nü Kant bilginin temeline oturtmaktadır. Başka türlü söylemek gerekirse, deyimin kökenindeki öteye geçme anlamı skolastiklerde bilginin üst sınırından öteye geçme, Kant'taysa bilginin deneysel alt sınırından öteye geçme anlamındadır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Devim (Hareket) Nedir?

Devimi varsaymak zorunluluğu ortaya çıkınca, bir ilk devindirici aramak zorunluluğu baş göstermiştir. Bu ilk fiskeyi vurana Anaxagoras nous, Aristoteles devinmeyen devindirici adını vermişlerdir. Daha sonra buna Tanrı denecektir. Antik Çağ'ın ilk düşüncelerinden 19. yüzyıla kadar devim, bir 'yer değiştirme'den ibaret sayılmıştır. Bu anlayışa göre cisimler birbirlerini bilardo topları gibi çarpma yoluyla devindirmektedirler. İlk fiske vurulduktan sonra bu bilardo oyunu sürüp gitmiştir. Yunan atomculuğuyla başlayan ve en yüksek felsefe olgunluğuna Dekartçılıkta bulan bu anlayışın bilimcisi Newton'dur. Bu devim anlayışı, mekanik bir devim anlayışıdır ve metafiziğin de bir hayli işine yaramıştır. Çünkü bu yer değiştirme deviminde, yeri değişenin kendisi değişmez. Gelişme yoktur, her şey nasıl yaratıldıysa öyle kalmaktadır.

Oysa mekanik devim, devimin sonsuz çeşitlerinden sadece bir tanesidir. Devimin evrensel gerçekliğini idealist anlamda ileri süren Hegel'den sonra tarihsel ve diyalektik özdekçilik öğretisi, devimi, özdeğin varlık biçimi ve bir özgüç olgusu olarak ortaya koymuştur. Einstein da özdeksiz devim ve devimsiz özdek olamayacağını tanıtlamıştır. Özdekçi diyalektik yöntem ''doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün olgu ve olayları devimleri içinde anlamak ve açıklamak yöntemidir. Buysa, bu olgu ve olayları 'tarihsellik'leri içinde anlamak demektir. Her şeyin bir geçmişi, bir şimdisi ve bir de geleceği vardır; her şey doğar, gelişir ve ölür. Hiçbir şey geçmişinden ve geleceğinden koparılıp sadece şimdi'siyle açıklanamaz. Devimin, niceliksel yanı 'büyüme' niteliksel yanı 'gelişme'dir. Her şey önce nicelikçe çoğalır ve sonra sıçrayarak nitelik değiştirir. Özdek kendiliğinden devim demektir. Özdeksiz devim olamayacağı gibi, devimsiz özdek de olmaz. Devim deyimi, özdeğin kendiliği olarak, yer değiştirmeden düşünceye kadar bütün değişme süreçlerini dile getirir. Evrende her şey devimsel ve dolayısıyla değişkendir. Doğan, gelişen ve ölen her şey(ki evrende bu süreci izlemeyen hiçbir şey yoktur) devimlidir. Devim, özdeğin sonsuz çeşitliliğine uygun olarak sonsuz biçimlerde gerçekleşir. Isı, ışık, elektrik dalgaları, biyolojik ve fizyolojik süreçler, kimyasal süreçler,, nükleer süreçler ve daha sonsuzca başkaları hep devim biçimleridir, devim, özdekle birlikte yeni biçimler alacaktır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Dirimselcilik Nedir?

Yaşamın dirimsel bir ilkeden doğduğunu ileri süren öğretilerin genel adı.

Canlıcılık, mekanikçilik, ruhçuluk, kaba özdekçilik karşıtıdır. Bu anlayışta olanlar, yaşamın, ne ruhsal ne de fizikoşimik bir başlangıca indirgenemeyeceğini ileri sürerler; onlara göre yaşam, bambaşka bir güçten, kendine özgü bir dirim ilkesi'nden meydana gelmiştir. Canlıcılık ve ruhçuluk canlılık olayını ruh'un ürünü sayar, mekanikçilik onu manivela vb. gibi makine yasalarıyla açıklar (örneğin kalp bir tulumba, göz optik bir aleti mide bir kimya laboratuarıdır), kaba özdekçilik onu fizikoşimik olaylara indirger. Dirimselcilik, bütün bunlara karşı olarak yaşamın nedenini çeşitli dirimsel ilke'lere bağlar. Dirimselcilere göre hiçbir mekine doğurmaz, canlılıksa doğurucudur; hiçbir makine kendi kendini onarmaz, canlılıksa kırılanı, bozulanı onarır; bir mekine ayrı ayrı birer bütün olan parçalardan kuruludur, canlılıksa birbirinden ayrılamayan bir bütünlüktür. Öyleyse canlılık olayı ya da yaşam, nedenini kendisinden alan bambaşka bir ilkenin ürünüdür. Buna platon gibi idea, Aristoteles gibi entelekheia, Max Scheler gibi geist, Henri Bergson gibi elan vital, kimi bitkibilimciler gibi dominant denebilir. Ama gerçekte ne olduğu bir türlü açıklanamamıştır. Bu konuda en doğru sözü dirimselci Barthez söylemiş ve dirim gücü adını verdikleri bu gücü bir bilinemez güç olarak tanımlamıştır. Kökleri antikçağ Yunanlılarına, özellikle de Platon'la Aristoteles'e bağlanan dirimselcilik en aşırı idealist yapısına 17. yüzyıldan itibaren G. Stahl, Drisch, J. J. Uexkull, Reinke, Becher, Bordeu, Bichat vb. gibi idealist düşünürlerin öğretilerinde kavuşmuştur. Dirimselcilik, özellikle Fransa'da Mpntpellier okuluyla okullaşmış ve Bartez, Cuvier, Jean Muller vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. Hiçbir bilimsel temele dayanmayan dirimselci savlar, bir ara yeni dirimselcilik adı altında canlandırılmaya çalışılmışsa da, günümüzde idealistler arasında bile geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. Ünlü bir diyalektikçinin dediği gibi, "bilimin gelişmesinin tarihi, dirimselciliğin çürütülmesinin tarihidir."
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Doğa Nedir?

Bilincin dışında kendiliğinden varolanların tümü.

İnsanı çevreleyen ilksiz ve sonsuz bütünlüğü dile getirir. Antik Çağ Yunan felsefesinde 'physis' deyimiyle dile getirildi. Bilim ve felsefe onu gözlemek ve onun üstüne düşünmekle başlamıştır. Evrendeki, bilinçli insanı da kapsayan, her şey onun ürünüdür ve ondan oluşmuştur. Örneğin bir elma, elma ağacının ürünü değil, evrimsel gelişimi içinde bütün bir doğanın ürünüdür. Sürekli devim ve bundan ötürü de sürekli değişim içinde bulunan doğa sonsuz biçimlerde belirir. Özdeksel yapıdadır. Felsefenin temel sorunu, onu insan bilincinden bağımsız sayıp saymamakla başlamıştır. özdekçi anlayış doğanın insan bilincinden bağımsız olarak varlığını ileri sürer. Düşünceci anlayışsa onu çeşitli deyimlerle dile getirdiği bilincin ürünü sayar. Felsefe alanının bütün öğretileri temelde bu iki anlayıştan birine bağlıdır. Yüzyıllardan beri süregelen felsefesel savaş bu iki anlayış arasındadır. Düşünürler dışında kalan bütün insanlar kendiliğinden özdekçidirler. Bir diyalektikçinin dediği gibi, "tımarhaneden ya da idealist düşünürlerin okulundan çıkmamış her insan, dünyanın kendi benliği dışında varolduğunu bilir." Bu doğal kavrayış, en yetkin felsefesel biçimine eytişimsel özdekçilikte ulaşmıştır. İlkel insanlar bile masalımsı tasarımlarında doğanın, değil insanlardan, tanrılardan da önce bulunduğunu dile getirmişlerdir. Çeşitli mitolojilerdeki tanrı tasarımlarının tümü, kişileştirilmiş doğa bölümleridir. Örneğin Skandinav inançlarında buzlu sislerle sıcak buharlar birbirine karışır ve tanrılar bu karışımdan meydana gelirler demek ki doğa (buzlu sisler ve sıcak buharlar tanrılardan önce vardır. kendilerini doğanın denetinden koparılmış başıboş hayallere kaptıran kimi düşünürler, masallar tasarımlayan ilkel insanlar kadar bile gerçekçi olamamaktadırlar. 'Doğa' deyimi, 'insanın doğası' deyiminde olduğu gibi 'insanın doğuşundan beri varolan özellikleri' anlamında da kullanılmaktadır
 
Üst Alt