• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Dini Sohbet

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
"KALP KIRMAK"


Büyük bir bardağa su koydular,
Suyun içine de bir bardak.
Keskin nişancıları çağırdılar,
Dıştaki kırılmadan içteki vurulacak.
Kimse başaramadı bunu.
Silaha sarılanların boynu vuruldu.
Baktılar ki silah tutan kalmayacak.
Hocaya koştular ''Bu iş ne olacak''
Hoca dedi ''Bu bir temsildir,
O silahla vurulacak,
Bardak içindeki bardak:En büyük suç olan, kalp kırmak.''
''İnsana Yakışan odur ki,
Bundan uzak durmak. Çünkü:
Kabe'yi yıkmaktan daha kötü,
İnsanın kalbini kırmak''

ÖLÜMLÜ DÜNYA.. KIMSEYI KIRMAYA İNCİTMEYE DEYMEZ.!
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Canın Acıdı Mı?

Nefs, ziyneti ister. Ama bir küpecik takmaya kalksa kişi, önce alır, canını yakacağını bile bile kulağını delerler. O da süslenmeyi sevdiğinden, acıya itiraz etmez. Bilirsin ki kardeşim, her nîmetin külfeti, rahmetin de zahmeti olur. Şimdi, aşağıda okuyacağın yazıyı, içinde çeşit çeşit küpelerin olduğu bir mücevher kutusu olarak düşün. Önce canının biraz acıyabileceğini peşînen kabul et; ardından, dilediğin cümleleri kulağına küpe et...
*
Edepsizlik odur ki, Hakk’ın, cevherini ağzından saçtığı sevgili kulunu, edepsiz addedersin.
*
Emerek emek vermeden sütün gelmeyeceğini, bebekler bile bilir, sen bilmez misin?
*
“Uzaktayım, makbul değilim.” diye vesvese etme. Kim kıymetlidir, güvenir, vazifeye gönderirler. “Yakındayım, herhâlde hamım.” da deme, zira bazen armut, dibine düşer…
*
Fakirliği sev… Ulular eteğinde büzüşüp, kedi gibi sığınmayı da… Ve ulunun gölgesinde, kendi gücünden soyunmuş, garip, zavallı, hatta aşkı sebebiyle biraz da densiz bir muhtaç olmaktan çekinme…
*
Çürük de olsa, -Yaratana hürmeten- yerden kaldır ki, ayaklar altında ezilmesin... Seni tutup kaldırmalarını, sağlamlığından mı zannedersin?
*
Her geleni Hızır bilmen, her gelene “hınzır” damgası vurmandan, elbette kat kat iyidir. Allah aşkına söyle, bu güne kadar sû-i zandan ne kazandın?
*
Veriyorsan, senden alan Hak’tır. Alıyorsan, ikram eden Hak’tır. De ki, madem, alan da, veren de O, şu seninki nice ezilmek ya da nice havalanmaktır?
Ümitsizlik sana yakışmaz. Yıllarca arayıp da bulamadığın, özlediğin ve uğrunda nice yorgunluk çektiğin hâlde ulaşamadığın şey neyse, onun izini bulduğunu var say ve öylece umutla bak, içinden geçtiğin anlara... Ve dilerim, o şey, Yâr olsun…
*
Sen sen ol, çok kolay sevinebilen birini bile sevindiremeyecek kadar beceriksiz ve hissiz olma...
*
Niceleri, çok atmış ve atlamış olmalarına rağmen, bir türlü hedefe ulaşamamışlardır ve bunun tatminsizliğini yaşarlar. Buna karşın ısrarlı bir “Ben bilirim!” havası estirirler ki, sen öyle zamanlarda sıkı sıkı giyin, rüzgar almamaya bak.
*
Burası dünyadır kardeşim! Kimisi yorulur; ama kavuşabilmiş değildir, ayrılık çeker. Kimi ise vuslat içre hasretin yorgunluğundadır. Kendine ait kanaat, bilgi, fikir, karar, ölçü, her ne varsa kurtul da nimetlerin en büyüğünü, “yanıp yok olmayı” dile. Sadece bu dileği lûtfettiği için şükretmeye kalksan, zaten başedemezsin. O hâlde senin de yorgunluğun, şükürden âciz kaldığını hissetmenin ağırlığından oluversin.
*
Ne vakit yakıcı bir alev etrafında dönmeye başlarsın, işte şenliğin, sevincin, huzurun bu olsun. Zîrâ Habîbullâh “Beni seven, sıkıntıyı kendine örtü edinsin” buyurdu. Ateş, yanında civarında olur da, kanatların ne vakit acır, işte o zaman, üzerinde bir şefkat elinin dolandığını hissedersin. O el birine değer de, hiç o kişide dert mi kalır? O el değince, çileler safâya, gamlar sürûra dönüşür… Madem böyledir, Sevgilinin seninle muhatap olmasına yol açan işi sıkıntı sayıp da, nankörler arasına katılma.
*
Kim yana yana, nefesi kesile kesile aramış da bulamamış ki… Aramaktan hâlsiz ve yorgun düşmüşsen, bulma vaktin de yakına gelmiştir. İş ki, sen, kavuştuğun nîmetten gâfil kalma.
*
Kınayan ve kusur bulan bakışların, bazen o kadar keskin ki, doğrusu bu kadar keskinlik, üzerinde edep de bırakmıyor. İlle de böyle bakmaya devam edeceksen, öncelikle ve özellikle, geç, aynada kendine bak!
*
Her soru sormayanı aynı kefeye koyma. Kimisi, ilgilenmediği ya da sormayı bile beceremediği için; kimisi de teslim olduğundan veya zaten bildiğinden sormaz. Sorusuzluk, bazen tümüyle büyük bir mesele, bazen de tümüyle bir güzellik olabilir. İyi ayırd et.
*
Vazifeyi almak değil, hakkıyla yapmak zordur. Vazifenin üstüne atlayana değil, onu ihlâsla, adam gibi yapana “evlât” derler.
*
Mârifeti, orada burada boy göstermek, görünmek sanıyorsan, yanılıyorsun. Ama “Yok, ben ille de görüneceğim.” diyorsan, o zaman bari kabuğunu düzelt de, bakanların gözü yorulmasın.
*
Her yerde olmak gibi bir duân varsa, gönüllere gir. Çünkü sevenler sevdiklerini gönüllerinde taşırlar ve nereye gitseler, oraya götürürler. Âşık neredeyse, mâşuk da oradadır.
*
Küçük çocukların saf bir tarafı vardır ve onlar, kâr-zarar hesapları yapmadıkları gibi, gururları da yoktur. Verdiklerinin büyüklüğünden ziyâde, vermenin sevincine dalmışlardır. Oysa “Ben büyüdüm” diyenleri görürsün, onlar hem bir ekmek parasını değersiz görüp, “Bundan ne olacak, versem ne, vermesem ne!?” derler; hem de “Vallahi kardeş, hele olmasın bak, ekmek veren oluyor mu?” diyerek, o paradan vazgeçemezler. Sen, küçük hesaplarda boğulmuşlardan olma.
*
Bir ihtiyaç arz edildiğinde “Allah yardımcın olsun, vah yazık çok üzüldüm, ne diyeyim, Allah versin.” diyeceğine, aklını başına al da, Allâh’ın, “eliyle verdiği sebep” olmaya bak.
*
Diyorlar ki; şefkat tokadı yiyen, döner yine sarılır, “Ana!” diye ağlar. Kahır tokadı yiyen ise; daha iflâh olmaz, dinden îmândan çıkar, yıldızlardan düşmüşe döner de parçası bile bulunmaz. Rûhu ölür, rûhun hayat eseri olan muhabbet, ihlâs, edep ve teslîmiyetten soyunur. Küfür sıfatına geri döner. Oyun biter, perde kapanır... Dikkat et.
*
Duydum ki, katre meşrepli mürşidin kabrinden selâmsız geçsen, tokadı yersin. Derya meşrepli mürşidin kabri başında ne densizlik etsen, bir şey demez, dokunmaz imiş. Madem öyle, mürşidin yüzünü tokatladıysa, bil ki, hakkındır ve günahına kefârettir. Tersine, yüzüne her zaman tebessümle bakıyorsa, bil ki, bu da senin güzelliğinden değil, mürşidinin enginliğindendir.
*
Kardeşinin günahını diline dolama da, kendi günahlarına ağla. Zîrâ sen, onun dedikodusunu yapmakla Hak’tan uzaklaşırken, kardeşin, kendi günahına ağlamakla, Hakk’a yaklaşmaktadır. Duâ et de Allah seni, o kınayıp durduğun günahkâr kardeşin hürmetine affetsin.
*
Uyanık ol! Gözünde büyüttüğün sevapların yüzünden, cehenneme düşme! Zîrâ ibadeti, ilmi ve makamı sebebiyle, bir çokları ucup bataklığında kaybolmuştur. Nice günahkâr ise, tevbe ve pişmanlık içinde, Allâh’ın affına mazhar olmuştur.
*
Mü’min kardeşinde gördüğün her bir günâha, duâsız dilin ve duyarsız hâlin ile ortaksın! O hâlde hadi, biraz aklın varsa gayretini kavîleştir. Bunun yolu sadece söz ile değil, hâl ile de duâya koyulmandır. Bırak olmayan hazineni uzaktakilerle paylaşmanın hayalini de, elinde olanı yanı başındaki kardeşinle bölüşmeye bak! Zîrâ paylaşmayı unutmuş olmasaydın, o belki de günahtan korunacaktı. Üstelik bu sebeple, sen de rahmete gark olunacaktın. Hâlbuki şüphesiz ihtiyaç sahipleri, dünyada vermediğin haklarını, âhirette söke söke alacaklar. İşte o gün “Hayret…” diyeceksin, “Günahkâr o idi, eziyet neden bana?!.”
*
Bilmiyor musun ki azîz eden de zelîl eden de Hak’tır. Sen Yûsuf kıssasını da mı duymadın ki, orada bir Züleyhâ vardır. Ve Allah, onu dedikodularıyla yerin dibine batırmak için didinen gâfillerden birini değil, onların kınayıp durduğu Züleyhâ’yı peygamberine hanım seçmiştir. Susup beklemesini bil. Ne “Oldum!..” de, ne de “Olmadım!..” Olmayacak iş yoktur.
*
Bazen, bütün ömrünü anlamaya adasan, yine de yetmez. O hâlde, her iş için akıl yürüterek durumunu zorlaştırmak yerine, mürşidini taklid ederek, sükûnetle yaşamaya bak. Böyle yapa yapa umulur ki, bir gün, hakikate erişenlerden olursun.
*
Bir güzel dedi ki: Mecnûn olmayan, onun hâllerinden de, yasından da, bayramından da bîhaberdir. Aşk anlatılmaz, âşık anlaşılmaz... Kimse bir başkasının aşkını anlayamaz...
Aşk, parmak izi gibidir. Aynaları olmakla birlikte, aynısı yoktur. O hâlde, sana tuhaf gelse de, mecnun kimseyi hor görme.
*
Her türlü ziynet, sende ancak emânettir. Bölüştüğün, ikram ettiğin sürece bereketlenir. O hâlde, şu sözlerden ne kadarını kulağına küpe ettiysen, önce sevdiklerinden başlamak üzere, Allâh’ın kullarıyla paylaş…
Neslihan Nur Türk
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
ARKADASMISIN? DOSTMUSUN?


Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır

Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır

Arkadaş senin ağladığını görmez

Dostunun omuzu ise senin göz yaşlarınla ıslanır

Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir

Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gideR

Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur

Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için

Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür

Dost ise tekrar arar

Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister

Dost ise her zaman senin arkandadır

Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir

Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder

Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar

Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır

Arkadaş sizi ikinci görmek ister

Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar

Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır

Dost sıkıntınız olduğunda size koşar

Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız

Dostlarınız size huzur vermeye çalışır

Arkadaş bu mesajı okur ve umursamaz

Dost okur ve Dostlarına yollar
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Seni yarattım”


ÇELİMSİZ, KÜÇÜK BİR kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş; yiyecek, para, ya da alabileceği herhangi birşey için dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık giysiler vardı. Yüzü gözü ise kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı.

Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti. Ama, belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat, az sonra, gördüğü o dilenci kız aklını takıldı yeniden. Duyguları birşeylere itiraz ediyordu.

Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi?

İçin için, O’na karşı:

“Böyle birşeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için birşeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı.

Biraz sonra, ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:

“Yaptım. Seni yarattım!”

ZEKAT VE SADAKA NIN ÖNEMINI SIMDI DAHA IYI ANLIYORUZ DEGIL MI
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
3 soru 3 cevap
Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında
okuduktan sonra vatanına
ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç
kimse cevap veremediğinden dolayı
canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni
oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük
ilim sahibi olan köyün hocasına
götürürler. Hoca ve delikanlının arasında
geçendialog şöyle devam eder.
Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma
cevap verebilecek misin?
Hoca: Allah'ın bir
kuluyum ve Onun izniyle sorularına cevap
verebileceğim.
Delikanlı: Emin misin? Proferserler
bile cevap veremedi bana.
Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım
Delikanlı: 3 sorum var
1. Allah yaşıyor mu? öyle ise,
şeklini bana göster
2. Takdir (kader)
nedir?
3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa
neden cehenneme yollanıyor,
cehennemde
ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl
yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi?

Bu arada, aniden bizim hocamız
delikanlının başı üzerinde bir saksı
kırar.
Delikanlı canı yana yana sorar; Neden
sinirlendin ki?
Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim üç
soruna bir cevabım der.
Delikanlı: Hiç birşey
anlamadım.
Hoca: Nasıl hissetin kendini saksıyı
başında kırınca
Delikanlı: Tabii ki, fena bir acı
hissettim.
Hoca: Yani, acının varlığına inanıyor
musun?
Delikanlı:
Evet
Hoca: Bana bu acının şeklini göster
ozaman!
Delikanlı:
Gösteremem.
Hoca: Bu benim ilk cevabım. Herkes
Allah'ın varlığını hisseder ama
Allah'ı
göremez.
Hoca: Dün gece rüyanda benim
başında saksı kırdığımı gördün
mü?
Delikanlı:
Hayır.
Hoca: Bugün böyle birşey ile
karşılaşacağını hiç düşündün mü?
aklından
geçti mi? Delikanlı:
Hayır
Hoca: Bu işte takdir dir
(kader)
Hoca: Biz neyden yaratıldık?
topraktan yaratılmış değil miyiz
?
Delikanlı: Evet böyle
denir.
Hoca: E o zaman ? Saksıda topraktan
yapılmadı mı? Allah isterse
ateşten
yaratılan şeytanı ateşin içinde
cezalandıramaz mı?
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
bir dinle bin düşün
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say, ama yerinde sayma!
Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver, ama sırrını verme!
Emek ver, kulak ver, bilgi ver, ama hiç bir zaman boş verme
Eşini beğen, işini beğen aşını beğen, ama kendini beğenme!
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama kin besleme!
Davet et, hayır et, affet, tövbe et ama ihanet etme!
Okumaktan zarar gelmez, oku ama lanet okuma!
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama ağzını açma!
Hedefe koş, yardıma koş ama ortak koşma!
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Huzurlu Bir Hyatın Yolu
Ölü olsun diri olsun kimseyi küçük görme; sonra helak olursun. Çünkü bilemezsin, belki o senden daha hayırlı biridir. Kötülediğin kimse, şimdilik fasık olabilir, ancak sonuç önemlidir. Kim bilir belki sen onun şimdiki hali üzere ölürsün, o ise güzel bir halde gidebilir.
Sırf zengin olduğu için kimseyi gözünde büyütme. Çünkü bütün dünya ve içindekiler, Allah katında küçüktür. Dünya ehlini gözünde büyüttüğün an, dünya büyümüş, ancak sen Allah katında küçülmüş olursun.
Dünyalık elde etmek için sakın dininden ve edebinden bir şey verme. Böyle yaparsan değil Allah katında, kendilerine şirin gözükmek istediğin insanların gözünde de düşmüş olursun. Ayrıca eline de bir şey geçmez. Hem dinden hem dünyalıktan olursun. Böyle davranmakla eline dünya malı geçerse, hayırlı olanı verip adi olanı almış olursun ki sonuç yine zarardır.
Yüce Allah’ın takdirine razı ol. İnsanlara ve özellikle dünya ehline halinden şikayet etme. Sonra Allah seni onlara bırakır, perişan olursun.
Kendin zengin isen, kimseye ihtiyacım yok diye kibirlenme. Çünkü Allah bir gün seni beğenmediğin o kimselere muhtaç eder ve sana kibrinin cezasını çektirir.

(İmam Gazali )
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
ÖLÜM ANI..
Hz. Ebu Hureyre (R.A) anlatıyor: “Resulullah (S.A.V) buyurdular ki:
“Bir Müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: 'Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah’ ın Rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabb'ine kavuş.' Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyleki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: “Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel” derler. Sonra onu mü’minlerin ruhlarına getirirler.
Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona “Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?” diye (dünyadakilerden) haber sorarlar. Melekler: “Bırakın onu, onda hala dünyanın tasası var!” derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): “Falan ölmüştü yanınıza gelmedi mi?” der. Onlar: “O, annesine, Haviye Cehennemi'ne götürüldü!” derler.
Aleyhissalat-ü ves Selam devamla derler ki: “Kafir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: “Bu cesedden kendin öfkeli, Allah’ ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah’ ın azabına koş!” Bunun üzerine , cesedden en kötü bir cife kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler.
Orada: “Bu koku nede pis” derler. sonunda onu kafir ruhların yanına getirirler.” (Nesai)
Sahabelerden Bera b. Azib (R.A) şöyle anlatmıştır:
"Peygamber Efendimiz ile birlikte Ensardan birinin cenazesine katılmıştık. Mezarlığa vardığımızda ölü henüz toprağa verilmemişti. Peygamber Efendimiz orada bir yere oturdu, bizde onun çevresinde yere çöküverdik. Sanki başımız üzerine kuş konmuş gibi oturuyorduk. Peygamber Efendimiz' in elinde bir çöp vardı, onunla toprağı eşiyordu. Birden başını kaldırarak: "Kabir azabından Allah' a sığınınız." (Ahmed b. Hanbel) buyurdu.
Ey nefsim!
Sen neyi istersin? Son nefesinde Ölüm Meleği sana çok korkunç bir vaziyette görünmesini ve ruhunun o kıl torbasına konarak korkunç azaplarla ölmeyi mi, yoksa çok güzel yüzlü ve latif görünümlü bir şekilde gelen Ölüm Meleği ruhunu sanki yağdan kıl çıkar gibi verip latif ve misk kokulu meleklerin elinde ölmek mi?
Tabi latif bir ölüm istersin değil mi?
Ey nefsim!
Bu gaflet halinden uyanman ve Allah-u Zülcelal' e ibadet etmen gerekir. Gerçek manada ve hakiki müslüman olarak ibadetlerine dikkat etmen ve Allah-u Zülcelal' in yolunda Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünnetinde ve evliyaların istikametinde yürümen gerekir. Yoksa sonunun ne olacağını iyi düşün.
** Mü’min kulun ruhunun "yağın içinden bir kılın çekilmesi gibi kolay çıkacağı" hadisini bilen bir zat dedi ki: "Ben o kadar Kur'an okuduğum halde bu manayı Kur'an'da bulamadım. Oysa ki ben biliyorum ki Ku-an'da şu ayet vardır:
"Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın." (En’am; 59)
Kur'an'ı Kerim’ de herşey bulunur. İşte bu yüzden ben bu mana niye Kur'an' da yoktur diye merak ettim. Bir gün Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i rüyamda gördüm. Ona: "Ya Resulullah! Böyle böyle, bu mesele bana merak oldu." dedim. O da bana: "Yusuf suresini oku." dedi. Yusuf suresini okudum. Orada şöyle geçiyordu: "Mısırdaki kadınlar; 'Züleyha kendi kölesine muhabbet besliyor' diye onu itham ettiler, kınadılar. Züleyha da onları topladı ve her birisinin eline bir elma ve bıçak verdi. Onlar elmaları soyarken, Yusuf’ u da onların yanına çıkardı. Kadınlar Yusuf' un güzelliğine bakarken, ellerini kesmeye başladılar. Yusuf’ la meşgul olmaktan ellerinin kesildiğini hissetmediler, hiç acı duymadılar." Ben bunu okuyunca anladım ki, mü’minin ruhu vücuttan çıkarken, Allah-u Zülcelal, onun gözlerinin önüne ahiretteki yerini, Cennet-i Ala' yı getiriyor. Mü’min de onunla meşgul olurken, ruhun çıkarken verdiği acıyı hissetmiyor.
Bir gün Hz. Ömer (R.A) Ka’b (R.A)’a “Ey Kaab, bize, biraz ölümden söz et.” deyince, Ka’b şunları söylemiştir: “Ölüm, insan oğlunun içine sokulmuş bir diken ağacına benzer. Bu ağacın her dikenli ucu, adamın damarlarından birine batmıştır. Bir süre sonra çok kuvvetli bir insanın o ağacı geri çektiğini düşün! Ağaç geri çekilince kopardığını koparır ve bıraktığını da bırakır.”
Ey nefsim!
Akıllı olan bir kimse gibi, ölüm anının dehşetini göz önüne getir ve onu iyice düşün. Dünyayla sarhoş olan bir kişinin yapacağı şekilde bu anlatılanları sanki duymamış, okumamış gibi olma.
Ey nefsim!
Eğer sen dünya muhabetiyle, keyf-u sefasıyla sarhoş değilsen ve aklın yerindeyse bu ikisinden kendine faydalı ve selametli olanını seç. Eğer ruhunun yağdan kıl çekilir gibi alınmasını ve ölürken Cennet' teki yerini görmek istiyorsan, söylediğimiz programa uy ve Allah' a itaat et ! Tabii ki sen, canının kolay alınmasını ve ölürken cennetteki yerini görmek istersin değil mi? Öyleyse: Ey nefsim! Birbirimize söz verelim, birbirimizi aldatmayalım, bu kadar gaflet yeter... Bu ömrümüz, senin elinde hep boşa sarfoldu. Sen bana ne kadar yaramaz bir arkadaşlık yaptın. Ben hep senin istediğin gibi davrandım. Şimdi tevbe edelim, Allah' a yönelelim, ömrümüzü boşa sarfetmeyelim. Şimdi madem ki önümüzde böyle tehlikeler vardır, ben de senin dediğine uyuyorum. Sana teslim oldum de, bir daha yanlış yapmamaya söz ver...
Allah-u Zülcelal şöyle buyurmuştur:
"Sonra onu öldürür ve kabre koyar." (Abese; 21)
Ey nefsim!
Düşün ki sen öldün. Şimdi kabre girmek zamanı geldi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Kabir ya cennet köşklerinden bir köşktür ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi, Beyhaki)
Hz. Peygamber (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur :
“Mü’min genişleyen ve aydınlanan kabrinde yeşil bir bahçede olur. Kafir ise, daralan ve kararan kabrinde yılan ve akreplerin hücumuna uğrar. Bu yılan ve akrepler, kıyamete kadar onu ısırıp zehirlerler.” (İbn-i Hıbban)
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
BÖYLE BİR DOST VARMI.?


Öyle birini dost edinme fırsatınız var ki :

• Her zaman sizin ona ihtiyacınız oluyor , onun ise aslında size hiç ihtiyacı olmadığı halde sizi dost telakki ediyor , size tenezzül buyurup iltifat ediyor ,
• Siz ona 1 adım yöneldiğinizde o size 10 adımla yöneliyor ,
• Darda kaldığınızda imdadınıza yetişiyor , zorlukları açıp kolaylaştırıyor ,
• Çokça ikram ediyor , cömertliğini hiç bırakmıyor ,
• Çok zengin , hiçbir şeye muhtaç olmuyor ,
• Çok merhametle ve şefkatle muamele ediyor , merhameti gazabına gâlip geliyor ,
• Sözünden asla dönmüyor ,
• Özür dilediğinizde hatanızı görmezden geliyor , affediyor ,
• Her yaptığı işi yerli yerince ve kusursuzca yapıyor ,
• Kendisini vekil edinenlerin işlerini mükemmelce yerine getiriyor ,
• Hayırlı işlerinizde sizi destekleyip size yardım ediyor ,
• Kendisini memnun eden işleriniz için kat kat fazlasıyla karşılığını veriyor ,
• Çok sabırla ve yumuşak muamele ediyor ,
• Bir şey talep ettiğinizde bu talebinize muhakkak karşılık veriyor ,
• Mağlup edilemiyor , her şeye gücü yetiyor ,
• Hakemlik yaptığında en adaletli hükmü veriyor ,
• Kendisine itimat edenlerin umudunu boşa çıkarmıyor ,
• Kendisini sevdiğinizde , itaat ettiğinizde sizi sevip koruyor ,
• Her şeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteriyor ,
• Dilediği şeyi mutlaka yapıyor ,
• Sizin için faydalı olan doğru yolu tavsiye ediyor ,
• Mazlumun hakkını zalimden zerresine kadar alıyor ve zalimi zelil ediyor ,
• Kendisine sığınanları himaye edip emniyete kavuşturuyor ,
• Sevdiklerinin mertebelerini yükseltip güzel makamlar veriyor ,
• Hiç beklemediğiniz bir anda sizi sevindiriyor ,
• Bütün icraatlarında hakkı , adaleti ve dengeyi gözetiyor ,
• Cezalandırmaya gücü yettiği halde cezalandırmada acele etmiyor , muhataba kendini düzeltir diye mühlet veriyor ,
• İdaresi altında bulunanların bütün ihtiyaçlarını karşılıksız temin ediyor ,
• Siz öldükten sonra yüzyıllar geçse de sizi unutmuyor , sizinle ilgileniyor ,

O ; SİZE HİÇ DE UZAK OLMAYAN , ŞAHDAMARINIZDAN DAHA YAKIN OLAN ALLAH’TIR .
BU DOSTLUĞUN TEK BİR ŞARTI VAR : “ HAYATINIZ VE ÖLÜMÜNÜZ ”
O ‘ NUN İÇİN ve O ‘ NUN YOLUNDA OLMALI .
Düşünün bir kere O ‘ na dost olunca , O’ nun dostlarına da dost oluyorsunuz :
En başta Hz . Muhammed olmak üzere Hz . İbrahim , Hz . Musa , Hz . İsa ve diğer peygamberlerimiz ....
Resulullah ‘ın yakın arkadaşları , Hz . Ebubekir , Hz . Ömer , Hz . Osman , Hz . Ali ve diğerleri , diğer peygamberlerin arkadaşları ....

Ve ismini sayamayacağımız nice âlimler , mü ‘ minler ..... ( Hepsine selam ve rahmet olsun )
O ‘ NUNLA ve ONLARLA DOST OLMAYA DEĞER , DEĞİL Mİ ?
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
SİLÂHINA AŞIK OLURSUN!
Önce çok istersin hayalini kurarsın ulaşamayacağını sanır ağlarsın üzülürsün gidenlerin ardından gözyaşı dökersin..
Tam "Herşey bitti, burada kaldım!" derken Mevla öyle bir imkan verir ki sende şaşırırsın...
Birde bakmışsın cdlerden baktığın o Mücahidlerin arasında elinle pilav yemektesin...
Kurşun sesleri ilkin ürkütür ürperti verir... Silah sesleri... tekbirlere karıştığında... Ürperti degişik bir hal alır... Korku kalmaz...
Sadece ileriye dogru gitmek için heyecan artar...
Silahına aşık olursun...
Namlusunu koklarsın barut kokusu hoşuna gider...
Üstündeki techizata bakar ve "Benden önce hangi şehide aitti?" diye düşünürsün...
Sabah alacakaranlığında bastığın çimenlerden yayılan koku hep burnunda tüter... O kokuyu Türkiye'de evinde iken duyduüunda aklına cephe gelir düşünceye dalarsın...
Konuştuğun sohbet ettiğin arkadaşın yanında düşer kanlar içinde kalır...
Önce ürperirsin... Sonrada sekinet iner üstüne... Korku kalmaz... Çünkü Allah cc öyle buyurmuştur... Mücahidlerin kalbinden korkuyu alır... Ölüm sevimli gelmeye başlar...
Huriler gilmanlar gelir aklına... Cennet gelir...
En önemlisi de birkaç gün önce şehid düsen kardeşin gelir aklına "Onunla nasıl buluşacağım?" dersin... Hayal kurarsın...
Yemekten sonra namaz kılarsın topluca... Gözlerini kaparsın... Namazın sonunda bakarsın ki gözlerin yaşarmış...
Sonra herkes çekilir kendi köşesine... Sessizleşir heryer herkes hayal kurmaya başlamıştır... Hapiste olanların hergün genel af hayal etmesi gibi...
Oradakilerde de konuşmalar hep ameliyeler üstüne geçer... Ameliye ne zaman? Bu soru eksik olmaz... Yarın ameliye var hazır olun denildiğinde... Hasta olanlar bile dik yürümeye çalışır...
Yaralılar "İyileştim!" der... Yüzler güler...
Dünyanın başka hiç bir yerinde kurşunun önüne atlamaya meraklı böyle bir insan topluluğu bulamazsın...
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
bu ne oğlum? . karga baba
80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sahbet ettikten sonra oğlu susmuş, kalkmak isteğinin sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümserek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: 'Bu ne oğlum?'
Oğlu şaşkın, cevapladı: "o bir karga baba."
Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: "Bu ne oğlum?"
Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: "Baba, o bir karga"
Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: "Bu ne?"
Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönüştü: "O bir karga baba, üç oldu soruyorsun." "Beni işitmiyor musun?"
Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti: "Baba bunu neden yapıyorsun ? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?"
Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümsemeye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.
"Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Çünkü onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurmuştu."
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
İnsanın Değeri Değer Verdikleridir

İnsanın kıymeti, muhabbet ettiği, sevdiği, değer verdiği şeylerle belli olur. İnsan ne ile meşgul olursa, gönlü ona kayar. Bunun için Din Büyükleri; “Dünya işleri ile çok uğraşmakta, dünya işlerine gönül bağlamak korkusu vardır” buyurmuşlardır.
Ebu Bekr-i Ebheri hazretleri buyuruyor ki: “Her sınıf insanın, ulaşmak için gayret ettiği bir gayesi, himmeti vardır. Salihlerin himmeti, Allahü teâlâya isyan etmeden, Onun razı olduğu işleri yapmaktır. Âlimlerin himmeti, sevabın artmasına gayret etmektir. Ariflerin himmeti, kalblerinde Allahü teâlânın büyüklüğünü bulundurmak, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan şeyleri terk etmektir.”
Mimşad ed-Dineveri hazretleri anlatır: Bir yolculuğumda, yaşlı bir zat gördüm. Salih bir kimse olduğu yüzünden okunuyordu. Kendisinden nasihat isteyince buyurdu ki; “Himmetini koru. Himmet, niyet; bütün işlerin başlangıcıdır. Himmeti temiz, gayreti iyiye yönelen kimsenin, yaptığı işleri de temiz olur. Halleri ve amelleri de düzelir.”
Himmet; gayret, emek, çalışmak, çabalamak, yardım gibi anlamlara gelmektedir. İnsanın kıymeti, kıymet, değer verdiği şeylerle ölçülür. Bir kimse neye değer vermiş ise, onu elde etmek için çalışır. Bu kimsenin bütün gayreti, çalışması hep bu yönde olur. Sadece yeme ve içmeye kıymet verenin değeri de, o kadar olur. Kim neye kıymet veriyorsa, kendi kıymetini de ortaya çıkarmış oluyor.
Kutbüddin Kaki hazretleri buyuruyor ki: “Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibadette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silahlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz dünya işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır. Böyle dünyalık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusur ve bu yolda ilerlemeye mani bilmelidir.
Dinin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır. Zira gayret olmayınca, ilerlemek de olmaz. Bu yolda ilerlediğini söyleyen fakat dinin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan kimse, yalancıdır.”
Her mahlukun, kendi yaratılışı ile alakalı olarak bir himmeti, gayreti olur. Nefsin de himmeti, gayreti, yaratılanların en cahili olması sebebi ile, kendini mahvetmek üzerinedir. Bir kimse, nefsine tâbi olursa, kadir ve kıymeti de nefsi kadar yani nefsinin kıymet verdikleri kadar olur. Bunun için insan, nefsine ve nefsinin himmet ettiklerine tâbi olmayıp, himmetini yani isteklerini, arzularını, taleplerini çok yüksek, kıymetli şeylere çevirmelidir.
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebeple yaratıp, göndermektedir. Yüksek, kıymetli şeylere kavuşmak isteyen kimse, bunlara kavuşturan sebeplere yapışır, himmetini bu yöne kullanır. Cenab-ı Hakkın rızasına talip olan bir kimse, kötü şeylere ve nefsine tâbi olmaktan kendini korur. Abdullah bin Hubeyk hazretleri buyuruyor ki: “Yarın sana zarar verecek şeyler için keder ve gam içinde bulun. Ahiret saadetini harap eden şeyler için üzül. Yarın sana fayda vermeyecek şey için sevinme!”
Bir gün Ömer bin Abdülaziz hazretleri cemaate hitaben buyurdu ki:
“Ey insanlar! Sizler, ölüm için hedefler durumundasınız. Ölüm sizden dilediğini seçer. Size yeni bir nimet verildiği zaman, önceki nimet orada sona erer. Ağza bir lokma alınmasın, bir yudum su içilmesin ki, onunla beraber bir keder ve bir üzüntü olmasın. Dün geçti. O, sizin hakkınızda iyi bir şahittir. Bugün mühim bir emanettir. Onun kıymetini bilmek ve iyi değerlendirmek lazımdır. Yarın, içinde hadiselerle beraber gelmektedir. Sizi almak için gelen ölümün elinden kaçış nereye olacak. Sizler şu dünyada, eşyalarını bineklerine yüklemiş, yolcularsınız. Yüklerinizi, buradan başka bir alemde çözeceksiniz. Sizler, şu dünyada sizden önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi, sizden sonra gelenlere vereceksiniz. Sizin aslınız ve dünyaya gelmenize vesile olanlar kalmadı. Sizler, onlardan dünyaya gelen kimseler olarak, nasıl baki, devamlı kalabilirsiniz. Sizler de bu dünyadan göçeceksiniz.”
Netice olarak, Akşemseddin hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, mihnetlere, bela ve musibetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar. Bu mihnet, dünyalığın olmaması veya eksilmesi, elden çıkması ile olur. Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle, sabır, tevekkül, kanaat ve yumuşaklık gibi güzel hasletleri artar. Böylece olgunlaşan insanın kalb aynasındaki kirler, cevherin halis hâle getirilmesi gibi temizlenir.”
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Dünyadan Değil Ahiretten Diploma Almaya Bakın

Dünyadaki yegâne amacın diploma almak olduğu telkin ediliyor. "Al, sana bir diploma, en önemli şey budur. İşte mevkiinde şudur, daha da senin taleb edeceğin birşey yoktur." diyerek asıl dünyaya niçin geldiğinden gençleri habersiz bırakıyorlar. Böylece diplomayı alan bu dünyada aranılanı bulduğunu zannediyor.
Halbuki matlûbun yolunda bir adım bile atmış değildir. Ne zamanki Azrail ( Aleyhisselâm ) : " Emaneti almaya geldim. " deyip de ahiret tarafından bir kapı açıldığında, dünyaya niçin geldiğini, işin hakikatını anlayacak ve kulluğa yöneleyim, kusurlarımı telâfi edeyim, günahlarımı affettireyim diye ölmemeyi bir müddet daha isteyecek. Fakat buna imkân verilmeyecek, iş işten geçecek, bu pişmanlık fayda etmeyecek.
İşte fırsat elden gitmeden Mevlâ ile işimizi yoluna koymak için bir birimize acıyalım. Birbirimizi Allah-u Telâ Hazretlerinden ve onun dininden haberdar ederek ahiretin saadet yollarını kazanalım. Onun için Allah Tealâ Hazretleri, Kuran-ı Kerim'de birçok yerlerinde bu tenbihi beyan etmektedir. Bunlardan biriside İbrahim suresinin şu ayet-i kerimeleridir :
(Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, "Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve Peygamberlerin izinden gidelim" diyecekler. Onlara şöyle denilecek: "Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?" ( İbrahim Suresi 44)
Son nefeslerinde ahiret tarafından bir kapı açıldığında zalim olanlar bakacaklar ki bu yolculuk için bir adım bile atmış değiller. Mesele onların bildiği gibi değilmiş. Kur'an'dan, Hadisten, fıkıhtan, akaidden okuyup, beyan edenler doğru söylemiş.
Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak zalimlere söylüyor. Zalimler ise hazırlanmayanlardır. Allah Tealâ Hazretleri herkesin sonunda ne diyeceğini biliyor. O zaman onlara Cenab-ı Hak şöyle buyuracak :
"Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik." ( İbrahim Suresi 45)
Şimdi siz işinizi yoluna koymak için tehir ettirilmezsiniz. Ben Allah olarak ve size asla muhtaç olmayarak sizin için yüzdört kitap indirdim. Birçok Peygamberler gönderdim. Sizse, ibret almadınız.Beni dinlemediniz.Ben de bugün sizi dinlemiyorum.
Ey müslümanlar! İbret almak lazım. Ölüm gelebilir. Herşeyden evvel kendimizi ölüme hazırlayalım. Bundan sonra yapacağımız işleri islamın emrettiği üzere yapalım. Kendi felsefelerimize, kendi kafamıza uymayalım.
Felsefe ve kafa, insanı maksada ulaştırmaktan acizdir. Bu şekilde düşünüp ve böyle bilenlere merhametli olmak gerekir. Çünkü kaybedenler çok büyük şey kaybediyor. Bunlanlarsa çok büyük şey buluyor.
İmam-ı Masum ( Kuddise Sırruhu) Mektubat'ında anlatıyor;
Evliyaullah'dan Ebu Aliyyid Dekkak ( Kuddise Sırruhu ) Hazretleri vefat etti. Vefatından sonra büyüklerden birisi rüyasında gördü ki şiddetle ağlıyor. Yavaş yavaş yanına yaklaşıp kemâli edeple sordu: " Ya Mevlâna niye ağlıyorsun ? Dünyaya geri dönmek mi istiyorsun ? "
Ebu Aliyyid Dekkak ise : " Ey oğul dünyaya geri dönmek istiyorum ama âilemi özlediğim için, onlarla birlikte olmak için değil. Buraya gelince anladım ki, insanlar öyle büyük şeyler kaybediyorlar ki, eğer dünyaya dönebilsem elime bir değnek alır herkesin kapısını çalardım. Çok şeyler kaybediyorsunuz derdim. " buyurdu.
Duymakla görmek bir değildir. Gördükten sonra durumu daha da değişti. Biz de öldükten sonra hakikatı göreceğiz, biz de piman olacağız. Nasıl bu yola daha fazla eğilemedik. Nasıl daha fazla takva sahibi olamadık. Nasıl daha çok okuyup okutamadık diye pişman olacağız.
Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. ( Zümer 54 )
Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce. ( Zümer 55 )
Niçin bu işleri yapın biliyor musunuz ?
Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, "Allah'ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay halime! Gerçekten ben alay edenlerden idim" demesin. ( Zümer 56 )
Yahut, "Allah beni doğru yola iletseydi elbette O'na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum" demesin. ( Zümer 57 )
Yahut azabı gördüğünde, "Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam" demesin. ( Zümer 58 )
(Allah şöyle diyecek: ) "Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkarcılardan oldun." ( Zümer 59 )
"Rabinizden siz indirilen ( Kuran'ı Kerim ) e tâbi olun ( uyun ) ve ondan başkalarını veliler ( dostlar ) edinipte kendilerine uymayın. Ne kadar az düşünüyor ( az öğüt tutuyor ) sunuz." ( Araf 3 )
Ya erhamerrahimin, bizi kendi başımıza bırakma. Elimizden tut. Vazifelerimizi hakkıyla yaptır. Sevmediğin işlerden bizleri uzak eyle. Amin!.
Dışı kıpkırmızı elma. ama içi kurt dolu. Görünüşte müslüman ama içi müslüman değil. Böyle olmaya kim razıdır ? Önümüzde ahiret vardır. Cennet vardır.
Ben kısa konuşayım siz uzun anlayın. Hep Avrupa'nın ahlâktan mahrum gençlerine benzemeye çalışıyorsunuz. Eğer bilseydiniz kimlere benzemeye çalıştığınızı kendinizden nefret ederdiniz. Bu ayette büyük mana vardır. Dostumuzu düşmanımızı iyi bilelim.
Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez. ( Hûd 113 )
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
namazla ilgili önemli şidetle okuyun .... ????

Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah'a karşı tesbîh, ta'zîm ve şükrün ifadesidir.
Namaz, Kur'an'da doksandan fazla ayette zikredilir
sayfaların devamını okuyun
namaz vakitlerindeki sır
Âlem öyle nurlu bir sarmal içinde ki, her an beş vaktin beşi de dünya içinde ayrı ayrı yerlerde yaşanabiliyor. O vakitlerin öyle güzel sırları var ki, bize kulluğumuzu ve ahireti hatırlatıyor.
Namaz, Rabb’imizin “Celal”ine karşı kavlen ve fiilen “Sübhânallah” deyip takdis etmek, “Kemal”ine karşı, lâfzan ve amelen “Allahü Ekber” deyip tâzim etmek. “Cemal”ine karşı da kalben, lisanen ve bedenen “Elhamdülillâh” deyip şükretmektir.
İbâdetin mânâsı da kulun Rabb’ine karşı kendi kusurunu, acz ve fakirliğini görüp her şeyi elinde tutan Yüce Rabb’imizin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Her namaz vaktinde ruhumuzda canlanan şey, tek ve sonsuz olanın O (cc) olduğudur, bakî, sermedî, ebedî olan O’dur. Nurun kaynağı, ebedi saadetlerin sahibi O’dur. Her namaz vaktinde zihnimizde bu duygular sümbüllenir.
Başka bir kapı yoktur. Başımızda ecel kılıcı, ensemizde Azrail’in (as) nefesi bulunmaktadır. Kabrimizi karanlıklar yurdu olmaktan çıkarıp Cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirecek olan şey imanımız, amelimiz ve Rabb’imize olan muhabbetimizdir. Ümidimiz O’nun (cc) rızasına, Habibi’nin (sas) şefaatine nail olmaktır. Bu yüzden her bir namaz vaktinde gizlenmiş sırlara vâkıf olmamız gerekir.
Bediüzzaman Hazretleri, namaz vakitlerini izah ederken gece ve gündüzlerin alemin büyük saatinde “saniyeler”, senelerin “dakikalar”, ortalama insan ömrünün “saatler” ve alemin hayat devirlerinin de “günler” hükmünde olduğunu belirtiyor. Yine bunların birbirine baktığını, birbirine misal olduğunu, birbirinin hükmünde olduklarını ve hatırlattıklarını ifade ediyor.


--------------------------------------------------------------------------------
SABAH VAKTİ:
Yepyeni bir başlangıçtır
Sabah tatlı bir neş’edir. Mahmurluk perdesi altında alemde pırıl pırıl tecelli eden yaratılışa aynadır. İmsak vakti, yani sabah namazı vaktinin girmesi, yani şer’i günün başlayışıyla yepyeni bir hayat başlar. Her bir namaz vakti için bir saati göz önüne getirelim (dijital saati değil!). Akrep, sabah namazı vaktini gösterdiğinde o an aynı zamanda, bizim anne karnına düştüğümüz ânı, yine kâinatın yaratıldığı 6 günden ilk günü ve yıl içindeki bahar mevsimini gösterir. Elimizi Allahü Ekber deyip kaldırdığımızda zihnimizde ana rahmindeki halimiz ve kâinatın Rahmetenlil Alemi’nin (s.a.s.) yüzü suyu hürmetine ve yine O’nun (s.a.s.) nurundan yaratılışı canlanır. Tesbih, tahmid ve tekbirlerimiz hep o hale şükür içindir.


--------------------------------------------------------------------------------

ÖĞLE VAKTİ:
Gençlik ateşi ve Cehennem!
Öğlenin şiddetli hararetinin başları yaktığı zaman, yazın en sıcak dönemine, insanda gençliğin söz dinlemeyen en ateşli çağına işaret eder. Yine, öğlenin sıcağı bize hiçbir gölgenin bulunmayacağı mahşer gününü hatırlatır. Kainatın ömründe ise öğle vakti Hz. Âdem’in yeryüzüne iniş dönemine işaret eder.


--------------------------------------------------------------------------------

İKİNDİ VAKTİ:
Ömrün sonu ve sonbahar
İkindi vakti, güneşin renginin sarardığı, batmaya meylettiği zamandır. İçinde sonbahar hüznünü de taşır. Yine, insanoğlunun da artık saçlarına ak düşüp, belinin yavaş yavaş bükülmeye başladığı, dünya lezzetlerinin de “acılaşmaya” başladığı döneme işarettir. İkindi vakti, insanoğlunun ve kainatın son dönemine de işaret eder. Yine, son peygamber olan Efendimiz’in (s.a.s.) vazifeye başlamasıyla âlemin son sürece girişini de hatırlatır. Biz ikindi vaktini yaşarken az sonra güneşin batacağını, yakında kendimizin ve kâinatın da öleceğini düşünürüz. İkindiyi eda edip de her şeyin batmaya doğru gittiğini görürken tek sığınılacak kapının Rabb’imiz ve O’nun Resulü’nün sünnet-i seniyyesi olduğunu tefekkür ederiz.


--------------------------------------------------------------------------------

AKŞAM VAKTİ:
Ölüm ve kıyamet ânı
Artık gün batmıştır. Ferdi olarak imtihanımız bitmiş, son nefesimizi vermişiz. Ne güneşte o cebbar yakıcılıktan, ne de bizde küçük dağları ben yarattım havasından eser kalmıştır. Sonbahar gibi ikindinin tatlı serinliği geride kalmış, güneş kaybolmuş, hafif bir kızıllık dışında ondan hiçbir eser görünmüyor. Az sonra günle birlikte biz de karanlıklara karışmış olacağız. “Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde...” (Tekvir, 81/1-3) ikazları kulaklarımızda çınlıyor. Akşam ezanı okunduğunda ve namaz için ellerimizi kaldırdığımızda sanki kendi cenaze namazımızla birlikte tüm kainatın cenaze namazını da kılıyor gibi oluruz. Önümüzdeki tabutta hem geride kalan gün, hem sonbahar mevsimi, hem kendi cesedimiz, hem de tüm canlıların naaşı vardır. Bu namaz bu kadar hüzünlüdür. Artık geriye dönüş yoktur. Alem susmuş, Sûr üfürülmüştür. Bütün diklenişler, bütün ceberrutluklar son bulmuş, müthiş bir sessizlik, alemi kaplamış, İlahi kader ânı beklenmektedir. Geriye dönüş artık mümkün değildir ve “keşke”ler, “eyvah”lar dönemi başlamıştır.


--------------------------------------------------------------------------------

YATSI VAKTİ:
Büyük sessiz karanlık
Artık geride kalan ne güne ne mevsimlerin tatlılığına, ne de insan olarak “yaşadığımıza” dair hiçbir iz yok. Gündüzün ne sıcağı ne de ışığı kalmış. Bizim için de acı son gerçekleşmiş. Kimse, kendi torunlarımız bile bizi hatırlamıyor, çoğu ismimizi bile unutmuş. Hayat susmuş, kainat dahi ölmüş. Toprağın üstündeki tüm cıvıltı, kargaşa sona ermiş. Herkes hesap gününü bekliyor. İşte bu kadar karanlıklar içinde o geceyi ancak “teheccüd”ümüz aydınlatabilir, bize yoldaş olabilir. O karanlıkları aydınlatacak yegane nur kaynağı odur.


--------------------------------------------------------------------------------

İKİNCİ SABAH VAKTİ:
Ba’sü ba’del mevt
Yeni doğan güneş ise haşrin sabahını ihtar eder. Sur yeniden üfürülmüş, ruhlar yeniden iade edilmiş, milyarlarca insan haşir meydanında toplanacak, ölüler yerden bitkiler gibi bitirilecek. İşte bu şuurla kılınan namazın kişiye faydası olur. “Desinler”, “görsünler” için kılınan namazın kimseye faydası olmadığı gibi maalesef zararı da olacaktır. Evet şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı, ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kesinliktedir.

İşte bu beş vaktin her birinde bir mü’him, inkılâp başındadır
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Sen Namazı Boşver, Benim Kalbime Bak ?!!

BENİM KALBİM TEMİZ”, “Sen benim kalbime bak”, “İçin temiz olsun yeter” gibi sözlere sığınan bazı insanlar, ibadeti, namazı, tesbihi, zikri pek önemsemez, “olmasa da olur” gibi bir yaklaşım sergilerler.
Oysa kalbin sahibi ALLAH’tır.
Kalbi kim yaratmışsa, onun temizlik hükmünü de ancak O verir. Bunun için bir insanın kendini “temize çıkarması” yetmez. Üstelik temize çıkarmakla da temize çıkmış olmaz; gerçekte temiz olmalı.
Bu düşünceye sahip olan kişileri Kur’an anlatırken der ki:

“Görmüyor musun, kendisini temize çıkaranları? Oysa Allah dilediğini temize çıkarır, hiç kimse de kıl kadar haksızlığa uğramış olmaz.” (Nisa, 4:49)

Mütevazı olan kimse “Ben mütevazı bir kişiyim” diyemez, ihlâslı olan kişi de “Ben ihlâslı bir insanım” diyemeyeceği gibi…
Yine bir kimse, “Ben iyi bir adamım”, “Ben hayırlı bir kimseyim” diyerek kendini öne çıkaramaz, çıkarmaması gerekir.
Bu açıdan “Ben temiz kalpli bir kişiyim, benim kimseye bir kötülüğüm yok” gibi sözlerle bir insan kendini anlatamaz. Çünkü kim bu faziletleri sahiplenerek dile getirirse, o faziletlerden yoksun olduğu ortaya çıkar.
Kur’an’ın ifadesiyle, “Siz kendinizi temize çıkarmayın. Kimin takva sahibi olduğunu en iyi O bilir.” (Necm, 53:32)
“Temize çıkmak” Allah katında hâlis ve takva sahibi bir kul olmak anlamına geliyor. Bir insan takva sahibi olmaya çalışır, takva üzere bir hayat yaşar, ama kimin gerçek anlamda muttaki olduğunu ancak Allah bilir. Bu da ancak Allah’ın lütfu ve rahmeti sayesinde olur.
“Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, ebediyen hiçbiriniz temize çıkamazdınız. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır” (Nur, 24:21) âyeti bu gerçeği dile getirirken, insanın sahip olduğu bütün nimetlerin, manevî hallerin, ahlakî üstünlüklerin bütünüyle Allah’ın bir ikramı ve ihsanı olduğunu anlatıyor.
Âlâ Suresi’nde ise, “Temize çıkan kurtuluşa erdi” âyetinin devamında, “Rabbinin adının anıp namaz kılan” âyeti gelir ki, gerçek anlamda temizliğin iman ve namazdan geçtiği bildirilir.
Zaten Kur’an’da imanla birlikte namazın geçtiği, imanla namazın peş peşe, yan yana bulunduğu birçok âyet vardır.
Kalbin temizlenmesi, ruhun arınması, nefsin ıslahı ve insanın terakki etmesi/yücelmesi imanla ve ibadetle mümkün olur.
Bazı kimseler, kalp temizliğini sadece, insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek yahut yardımsever olmak gibi basit bir çerçevede anlıyorlar. Bununla da kalmayıp, insanlara iyi davranmakla, ibadet sorumluğundan kurtulduklarını sanıyorlar. Bu düşünce, şeytanın bir oyunu ve tuzağıdır, nefsin de bir aldatmacasıdır.
Bu kişiler, namazında niyazında olan bazı kimselerin, İslam’ın ruhuna aykırı düşen, başkalarına zarar veren davranışlarını tespit ediyorlar. Bunu bahane ederek, “Bak, bu kişiler namaz kıldıkları halde şu şu hataları da yapıyorlar. Ben böyle bir ikilem içine girmektense, namazı hiç kılmam daha iyi” diyerek kendi namazsızlıklarını bir özür olarak öne sürebiliyorlar.
Bir defa, farzlarda yorum yapmaya hiç gerek yoktur. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve gerçeği saptırmaya da kimsenin hakkı yoktur. Çünkü ortada yoruma açık bir durum söz konusu değil. İnanan bir insanın yerine getirmesi gereken en önemli ve en hayatî ibadet namazdır. Kendi tembelliğini, kendi ihmalini bahane göstererek “kalp temizliğini” öne sürüp namazı gereksiz görmek bir akıl mantık işi değildir.
Karşınızda açlıktan kıvranan bir yoksul duruyor, hemen yanında da para içinde yüzen zengin birisi. “Bu adama niçin yardım etmiyorsun?” diyecek oluyorsunuz. O da “Siz benim yardım etmediğime bakmayın, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu” diye karşılık veriyor.
Şefkat ve merhamet, kalbe ait birer güzelliktir. Fakat şefkat ve merhamet ancak aç ve fakir insanlara yardım edince kendini gösterir.
İmanın da bu şekilde bir ortaya çıkışı vardır. Kalbin, Allah’ın emirlerine itaat etmesi bir güzelliktir. Bu güzelliğin belirtisi ve ispatı ise ibadettir.
Kalplerinin temizliğini iddia ederek ibadetten kaçanların büyük çoğunluğu, nefsine uyarak ruhlarını karartan ve maddeden başka bir şey görmeyen insanlardır.
Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre düzenleyememişse, bu adam namazın ruhuna erememiş demektir. Ama o kul, bu hatasını namazı terk ederek tedavi edecek değildir. Bunun yolu yine namazdan geçer. Bu adam namazını böylece kılmaya devam etse de, özlenen o kemal noktaya varamadan ölse ne olur?
Mahşerde, o büyük hesap gününde, namazının sevabı da tartılır, işlediği hataların günahı da... Neticede, günahları galip gelse ve cehenneme gitse de, sonunda yine cennete döner. Ama elbette oradaki makamı da o noksan namazına uygun olacaktır.
O mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacaktır. Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi başköşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız.
Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız. Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek. Bu dünyada bile onun misallerini yaşamıyor muyuz?
Bir meyveye elimiz erişmediği zaman, ayağımızın altına bir şeyler koyuyor ve ona ulaşıyoruz. Yoksa boyu bizden daha kısa olanlara bakmakla midemize bir şeyler gitmiyor.
Geliniz, hayalen mahşere gidelim:
“Günahkâr bir kimse ister ki o günün azabından (kurtulmak için) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran sülalesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendisini kurtarsın.” (Mearic, 70:11-15)
Şimdi bu âyetin sergilediği tabloyu birlikte seyredelim. En yakınlarımızı bile feda etmemizin para etmeyeceği o meydanda, başkalarının kusurlu oluşunun bize bir fayda sağlamayacağını iyice anlayalım.
Sonra dönelim dünyaya, kendimize gelelim. Kusurlarımızı görüp, noksanlarımızı bilelim. “Senin kalbin temiz” diyerek bizi oyalamaya çalışan ve ibadetten uzaklaştıran nefsimizi en büyük düşman tanıyalım. Onunla çarpışalım. Zaman en büyük sermaye. Onu başkalarını tenkide değil, kendimizi tekmile sarf edelim. (*)
Bu açıdan namazı küçümser bir tavır içinde bulunmak insanı tehlikeye götürür, imanını zedeler, dinî hayatını uçuruma sürükler. Zaman içinde İslamî hassasiyeti de azalarak kendisini bütünüyle şeytana bir oyuncak haline getirir.
 
Üst