• Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Dini Sohbet

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
EFENDİMİZ'DEN (S.A.S.)EN GÜZEL NASİHATLER


BİR ADAM,NEBİ(A.S.)'E GELEREK,"SİZE DÜNYA VE AHİRETLE ALAKALI SORACAK SORULARIM VAR" DEDİ.EFENDİMİZ:"NE İSTİYORSAN SOR."BUYURDULAR.O ZAT DA ŞU SORULARINA BAŞLADI:

*EY ALLAH'IN PEYGAMBERİ! BEN İNSANLARIN EN ALİMİ,EN BİLGİLİSİ OLMAK İSTİYORUM.NE YAPMALIYIM?/ALLAH'TAN ÇOK KORKUP TAKVA DAİRESİ İÇİNE GİRERSEN İNSANLARIN EN ALİMİ OLURSUN.

*İNSANLARIN EN ZENGİNİ OLMAK İSTİYORUM/ KANAATKAR OLURSAN İNSANLARIN EN ZENGİNİ OLURSUN.

*İNSANLARIN EN HAYIRLISI OLMAK İSTİYORUM./İNSANLARIN EN HAYIRLISI,FAYDALI OLANDIR.SEN DE İNSANLARA FAYDALI OL.

*İNSANLARIN EN ADALETLİSİ OLMAK İSTİYORUM./KENDİN İÇİN İSTEDİKLERİNİ İNSANLAR İÇİN DE İSTERSEN İNSANLARIN EN ADİLİ OLURSUN.

*İNSANLAR İÇİNDE ALLAH'A EN YAKIN,O'NUN EN HAS KULLARINDAN OLMAK İSTİYORUM./ALLAH'I ÇOK ZİKREDİP,ANAR -HATIRLARSAN O ZAMAN ALLAH'IN EN HAS KULU OLURSUN.

*MUHSİNLERDEN,İYİLİK EDENLERDEN OLMAK İSTİYORUM./ALLAH'A O'NU GÖRÜYORMUŞ GİBİ İBADET ET,HER NE KADAR SEN O;'NU GÖRMESEN DE O SENİ GÖRÜYOR.

*İMANIMI KEMALE ERDİRMEK İSTİYORUM./GÜZEL AHLAKLI OLURSAN İMANIN KEMALE ERER.

*ALLAH'IN EMİRLERİNE İTAAT EDEN KULLARINDAN OLMAK İSTİYORUM./ALLAH'IN FARZLARINI YERİNE GETİR,İTAAT EDENLERDEN OLURSUN.

*ALLAH'A GÜNAHLARIMDAN ARINMIŞ,TERTEMİZ OLARAK GİTMEK İSTİYORUM./CÜNÜP OLDUĞUNDA TERTEMİZ OLACAK ŞEKİLDE GUSÜL ABDESTİ AL,KIYAMET GÜNÜ ÜZERİNDE HİÇBİR GÜNAH OLMAKSIZIN ALLAH'A KAVUŞURSUN.

*KIYAMET GÜNÜ NUR İÇİNDE HAŞROLMAK İSTİYORUM./HİÇ KİMSEYE ZULMETME,KIYAMET GÜNÜ NUR İÇİNDE HAŞROLURSUN.

*RABB'İMİN BANA MERHAMET ETMESİNİ İSTİYORUM./ÖNCE KENDİNE VE İNSANLARA MERHAMET ET Kİ;ALLAH(A.C.) DA SANA MERHAMET ETSİN.

*GÜNAHLARIMIN AZALMASINI İSTİYORUM./İSTİĞFAR EDEREK GÜNAHLARININ BAĞIŞLANMASI İÇİN ALLAH'A YALVARIRSAN,GÜNAHLARIN AZALIR.

*İNSANLARIN EN KERİMİ OLMAK İSTİYORUM./ALLAH'A KULLARINI ŞİKAYET ETMEZSEN İNSANLARIN EN KERİMİ OLURSUN.

*RIZKIMIN BOL OLMASINI İSTİYORUM./TEMİZLİĞE DEVAM EDERSEN RIZKIN BOL OLUR.

*ALLAH(A.C.) VE RASULÜ(A.S.) TARAFINDAN SEVİLMEK İSTİYORUM./O ZAMAN ALLAH VE RASULÜNÜN SEVDİKLERİNİ SEV,SEVMEDİKLERİNİ DE SEVME.

*ALLAH'IN BANA KIZMASINDAN KENDİNMİ KORUMAK İSTİYORUM./KİMSEYE KIZMAZSAN ALLAH'IN GAZABINDAN VE KIZMASINDAN KURTULURSUN.

*DUAMIN KABUL OLMASINI İSTİYORUM./HARAMLARDAN SAKINIRSAN DUALARIN KABUL OLUR.

*ALLAH'IN BENİ BAŞKALARININ YANINDA REZİL ETMEMESİNİ İSTİYORUM./NAMUSUNU KORUYUP İFFETLİ OL Kİ;İNSANLAR YANINDA REZİL OLMAYASIN.

*ALLAH'IN AYIPLARIMI,KUSURLARIMI ÖRTMESİNİ İSTİYORUM./KARDEŞLERİNİN AYIPLARINI ÖRTERSEN ALLAH DA SENİN AYIPLARINI ÖRTER.

*BENİM GÜNAHLARIMI NE SİLER?/GÖZYAŞLARIN.HUDÜUN(SAYGIYLA ALLAH'A KULLUĞUN)VE HASTALIKLAR.

*ALLAH(C.C.) YANINDA HANGİ İYİLİK DAHA FAZİLETLİDİR?/GÜZEL AHLAK,TEVAZU,BELALARA SABIR VE KAZAYA RIZA.

*ALLAH(A.C.) YANINDA EN BÜYÜK GÜNAH HANGİSİDİR?/KÖTÜ AHLAK VE ALLAH'IN EMİRLERİNE KARŞI GÖSTERİLEN CİMRİLİK.

*RAHMAN ALLAH'IN(A.C.) GADABINI NE DİNDİRİR?/GİZLİDEN GİZLİYE SADAKA VERMEK VE SILA-I RAHİM (AKRABALARI ZİYARET,GÖRÜP-GÖZETMEK)

*CEHENNEM ATEŞİNİ NE SÖNDÜRÜR?/ORUÇ....
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
DÖRT MESELE

MUAZ (R.A.)DİYOR Kİ:"KUL,KIYAMET GÜNÜ DÖRT MESELEDEN SORGUYA ÇEKİLMEDİKÇE HESAP YERİNDEN AYRILAMAZ":
1-VÜCUDUNU NEREDE ESKİTTİĞİNDEN ,
2-ÖMRÜNÜ NEREDE TÜKETTİĞİNDEN,
3-MALINI NEREDEN KAZANIP,NERELERDE HARCADIĞINDAN,
4-İLMİYLE NASIL AMEL ETTİĞİNDEN.
MUAZ (R.A.)ŞÖYLE DİYORDU:"DİLEDİĞİNİZ KADAR BİLGİ SAHİBİ OLUN,AMEL ETMEDİĞİNİZ SÜRECE ALLAH SIRF İLMİNİZDEN DOLAYI SİZE ECİR VERMEZ."
ENES (R.A.)DE ŞÖYLE DİYORDU:"ÖĞRENMEK İSTEDİKLERİNİZİ İSTEDİĞİNİZ KADAR ÖĞRENİN! ÖĞRENDİKLERİNİZLE AMEL ETMEDİKÇE ALLAH SIRF İLMİNİZDEN ÖTÜRÜ SİZE ECİR VERMEZ.GERÇEK BİLGİNLERİ,ÖĞRENDİKLERİNİ KAVRAMA VE AMEL ETMEK İLGİLENDİRİR.BİLMEYENLERİN GAYESİ DE SADECE RİVAYET (DUYDUKLARINI NAKLETMEK)TİR."
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Sen "Sen"den ayrı düşünce
Dünyaya bak!..
Sonra daralt pencereyi; yaşadığın ülkeye..
Ve şehrine...Sonra evine..
Daha daralt -
ya da genişlet kainat kadar -
İçine, SANA bak!..
Ne görüyorsun?..
Keşmekeş, bin çeşit huzursuzluk,
gözyaşı, ızdırap..MI?..
Öyleyse düşün; Neden?..
Neyi kaybetti ki insan?..
Ve.. neyin sancısında?..
Ya da neyi bulamıyor ki?..
O'nu mu?..
Cevaplar bin gizemli sır içinde..
Arala perdeleri..
Ötene, ötelere bak!..
Bil ki O;
Sana senden de yakın..
Sana en Sevgili..
En merhametli..
O, Sen bıraksan da seni,
Seni asla bırakmayandır..
Kulak versen mahlûkâta;
O akışa, O çağrışa, O yanışa....
Başın döner, mest olursun O'nu tesbihlerinden..
Yani?..
Yani; O daima hazır ve nâzır..
Gâib olan SEN sin...
O hep SEN de.. SENINLE...
Göremesen de aslında sen de maddeten,
her an O'nunlasın,
Zerrelerinin tek tek şehâdetiyle...
Öyleyse?...
Sorgula içini!...
Sen! SEN NERDESIN?..
Bir sen vardır sende senden içeru..
İşte anla;
Ayrı düşünce Senden,
Sen O'ndan ayrı düştün...
NERDESIN?..
Ara Seni..
Bil ki;
Seni bulduğunda O'na kavuşacaksın...
Bil ki;
O'nu bulmanın yolu, Seni aramaktır.
Durma!
Çok geç olmadan ARA Seni....
Ki, O'nu bulasın..Âleme sultan olasın..
Ve...
Ol cümlesi, şu sırdandır;

Kim ki kendini bildi,
işte o Rabbini bildi..
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Dünyadakiler birbirini yiyor

Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için, dünyadakiler birbirini yiyor.
* İnsanda hayallerin, ideallerin yerini anılar almaya başlamışsa, yaşlılık başlamış demektir.
* Kalb ne ile dolu ise dudaklardan dökülen odur.
* Öyle adamlar gördüm üstünde elbisesi yok, öyle elbiseler gördüm içinde adam yok.
* Para her şeyi yapar diyen adam, para için her şeyi yapan adamdır.
* İstediğiniz bazı şeylere sahip olamamak, mutluluğun bir parçasıdır.
* Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.
* Birçok insan mutluluğu burnunun üstünde unuttuğu gözlük gibi etrafta arar.
* İnsanların yaptığı sahte paralardan çok, paraların yaptığı sahte insanlar vardır.
* İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olmadıklarını önemser.
* Dal rüzgarı affetmiştir ama, kırılmıştır bir kere.
* Söz kalbden çıkarsa kalbe kadar gider, dilden çıkarsa kulağı aşamaz.
* Bildiğini bilenin, arkasından gidin. Bildiğini bilmeyeni, uyandırın. Bilmediğini bilene, öğretin. Bilmediğini bilmeyenden, kaçın.
* Gül sunan bir elde daima biraz gül kokusu kalır.
* Zaruret olmadıkça başkalarına iş havale edilmez.
* İnsanlar arasında ihtilaflar zuhur etmesinin sebebi, herkesin dünya menfaatini düşünüp, ona göre hareket etmesidir.
* İtirazdan küfür kokusu gelir. Peki demek ruhun, itiraz etmek nefsin isteğidir.
* İslamiyet peki demektir. Nefs hayır demektir.
* İtaat akıldandır. Her akıldan daha üstün akıl vardır.
* Şöhretin insana vereceği şey sıkıntıdır.
* Bir baba evlatlarının iyi geçinmesine çok memnun olur. Allahü teâlâ da kullarının iyi geçinmesine sevinir. O halde herkes ile iyi geçinin.
* Sakın beddua etmeyin.
* İnsan demek aciz demektir.
* Ne kadar seversen sev, bir gün ayrılacaksın.
Ne kadar toplarsan topla, bir gün bırakacaksın.
Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin.
Ne yaparsan yap, bir gün hesabını vereceksin.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
CEHENNEM DAVETCİLERİ


Bu saptırıcı imamların, kendilerine uyanları cehenneme götüreceklerine dair Kur’an-ı kerim’de apaçık ilâhî hüküm vardır.
ALLAH-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Zâlimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!”
(Kasas: 40)
Hepsi de helâk olup gittiler.
Cürümlerinin cezasını kat kat gördüler.
Yaptıkları yanlarına kâr kalmadı.
Onlar arkalarına taktıkları kimseleri cehenneme götürecek işleri yapmaya dâvet ediyorlardı.
Onları ilâh edinerek tâbi olanlar da bilgisizce peşlerinden yürüdüler.
“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.”
(Kasas: 41)
Kendilerine teveccüh eden azabı hiçbir kimse onların üzerinden kaldıramayacak.
Ahiret rüsvaylığının yanısıra dünya rüsvaylığına çarptırılacaklar.
ALLAH-u Teâlâ’nın, meleklerin ve müminlerin lâneti üzerlerine olacak, rahmet-i ilâhîden tardedileceklerdir.
“Bu dünyâ hayatında biz onların peşine bir lânet taktık. (Daima lânetle anılacaklardır.)
Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.”
(Kasas: 42)
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hem burada hem kıyamet gününde lânete uğratılırlar.
Ne kötü yerdir onların götürüldükleri yer!”
(Hud: 99)
ALLAH-u Teâlâ’nın hükmünü umursamayan, kendi zannını hüküm yerine koyanlar var ya!
İşte bu Âyet-i kerime’lerde açıkça görülüyor ki ALLAH-u Teâlâ bunlardan nefret ediyor, lânet ediyor.
Bu öyle bir lânettir ki, ahirette çok çirkin sıfat-ı hayvaniyede görünecekler, pek iğrenç bir halde teşhir edileceklerdir.
ALLAH-u Teâlâ kıyamet gününde ateşin başında durduruldukları, oranın hâl ve ahvâlini gördükleri, o büyük korkuları gözleri ile müşahede ettikleri zamanki durumlarını Âyet-i kerime’lerinde haber veriyor:
“Ateşin kenarına getirilip durdurulduklarında:
‘Ah ne olurdu, keşke dünyâya geri çevrilsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, inananlardan olsak!’
dediklerini bir görsen!”
(En’am: 27)
Fakat bütün bu temennileri neticesiz kalır.
ALLAH-u Teâlâ onların tıynetlerini ve bâtıl üzerindeki ısrarlarını hiç süphesiz bilmektedir.
Bu temennilerinin şaşkınlıktan ileri geldiğini, pişmanlıklarında samimi olmadıklarını Âyet-i kerime’sinde beyan buyuruyor:
“Hayır! Evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da onun için böyle söylüyorlar.
Eğer geri döndürülselerdi, yine kendilerine yasak edilen şeyleri yapmaya devam ederlerdi.
Çünkü onlar gerçekten yalancıdırlar.”
(En’am: 28)
Onlar iman etmeyi arzu ettiklerinden dolayı dünyaya dönüşü istemiş değillerdir.
Azaptan korktukları için ve kendilerini kurtarmak için istemektedirler.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır.”
(Âl-i imran: 105)
Onlar cehennem azabına giriftar olacaklardır.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
KÜSME MÜSLÜMANIN SAKINMASI GEREKEN BİR CAHİLİYE AHLAKIDIR


Kuran’dan uzak insanların ahlakının en belirgin özelliklerinden birisi “küsme”dir. Küsme, insanların birçoğunun hoşlanmadıkları durumlarla karşılaştıklarında, öfkelendiklerinde, sinirlendiklerinde, karşı taraftan bekledikleri tavrı görmediklerinde geliştirdikleri bir ‘karşı tavır’ türüdür. Kuran ahlakında yeri olmayan bu tavır, insanların çocuklukta öğrenip geliştirdikleri bir kötü ahlak özelliğidir. Ailelerinden, arkadaşlarından, çevrelerinden bu özelliği görerek büyüyen çocuklar, bir süre sonra bu tavrı daha da geliştirerek karakterlerinin bir parçası haline getirirler. İstediği oyuncak alınmadığında ya da istediği yere gezmeye götürülmediğinde bir çocuk anne-babasına küser. Bir arkadaşına öfkelendiğinde arkadaşına, haksızlık yaptığını düşündüğünde kardeşine, çok ödev verdiğini düşündügünde öğretmenine ve bunun gibi hayatında yer alan bir çok kişiye karşı küsme eylemini geliştirerek büyür. Cahiliyenin bu ahlakıyla büyüyen insanlar yetişkinliklerinde de bu ahlakı göstermeye, kendi iş arkadaşlarına, çocuklarına veya komşularına küserek yaşamaya devam ederler.

İnsanların birçoğu küsmeyi bir yaşam şekli haline getirirler. Konuşmak, soru sormak, dinlemek gibi, küsme de günlük hayatın içinde yer alan bir tavır haline gelir. Böyle insanlar ölürken de birçok kişiyle küs olarak ölürler.
Çocukken şuur sahibi olmamanın ve dünyayı, insanları tanımamanın sonucunda oluşan bu tavrı, yetişkin, olgun ve aklıbaşında her insanın mutlaka terk etmesi gerekmektedir. Bu da ancak Kuran’da Allah’ın bizden istediği ahlakı göstermekle, olaylara Kuran’ın gösterdiği bakış açısıyla bakmakla mümkündür.

Müslüman böyle bir ahlaktan neden kaçınmalıdır?
Müslümanın cahiliye ahlakına ait bu özelliğe karşı hem çok dikkatli olması hem de böyle bir ahlak göstermekten şiddetle kaçınması gerekmektedir. Çünkü herşeyden önce küsme dine uygun bir tavır değildir. Allah’ın Kuran’da bizlerden göstermemizi istediği ve Kuran’da tarif edilen üstün ahlaktan çok uzak bir tavırdır. Allah’ın beğenmediği ve razı olmayacağını bildirdiği bir karakter bozukluğudur. Ancak elbette küsme dendiğinde yalnızca çocuklukta olduğu gibi hiç konuşmama, birşey sorulduğunda başını diğer yöne çevirme gibi davranışlar algılanmamalıdır. İnsan küstügünde karşı tarafla konuşmak, sorulara cevap vermek, zorunlu durumlarda gereken diyaloğu kurmak durumunda kalabilir. Küsme, insanın karşısındakiyle olan samimi, içten insani bağlantısını koparmasıdır. Sevgisini, saygısını, şefkatini, merhametini ifade etmesini, birinci dereceden bir ruh bağlantısı kurmasını engelleyen, insanı karşısındakinden uzaklaştıran bir ruh halidir. Küsme, insanın küstüğü kişiyle arasında manevi bir boşluk oluşturur; şefkat, merhamet hissini yok eder. Kişinin üzerinde negatif bir elektrik meydana getirir. Ruhta oluşan bu manevi boşluk insanın yüzüne, konuşmalarına, bakışlarına etki eder. İnsan küstüğü kişiye güzel, anlamlı bakamaz, vicdanı rahat olmadığı için bakışlarını kaçırır, samimi konuşamaz, karşısındakini övemez, onun güzel özelliklerinden dolayı mutlu olamaz.
Küsme her yönüyle insana zarar veren bir tavırdır. Allah Kuran’da insanlardan nasıl bir ahlak göstermelerini istediğini bildirmiştir. Küsme Kuran’ı yaşamayan ve Allah’ın istediği ahlaktan uzak insanların gösterdiği bir tavır bozukluğudur. Müslüman Allah’ın razı olmayacağı bu ahlaktan şiddetle sakınmalıdır. En başta Allah’ın razı olmayacağını bilmek, kişinin sakınmasını sağlayacak en önemli sebeptir.
İnsanın böyle bir tavır içerisine girdiği anlar, Kuran ahlakından uzaklaştığını gösterir. 1 saat, 1 gün, 1 hafta veya 1 dakika ne kadar sürerse sürsün, insan bu ahlakı gösterdiği zaman süresince Allah’ın istemediği bir tavrı yapmakta ve o zaman dilimini kayıp içerisinde geçirmektedir. İnsanın Allah’ı düşünürken, Allah’ın kendisine şahdamarından bile daha yakın olduğunu bilirken böyle bir tavra girmesi mümkün değildir. Böyle zamanlar insanın büyük olasılıkla Allah’ın yakınlığını, Allah’a hesap vereceğini unuttuğu ve vicdanının sesini gözardı ettiği anlardır. Örneğin insan Müslüman kardeşine küserek geçirdiği 1 saati, Allah’ın ahirette karşısına kendisinden hoşnut olmadığı bir an olarak çıkaracağını bilse, böyle bir tavra cesaret edemez. Allah’ın Enam Suresi’nin 162. ayetinde, “De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." sözleriyle bildirdiği gibi, Müslüman hayatının her anını Allah için yaşar ve Allah’ın istemediği bir tavrı göstererek tek bir saniye bile geçirmekten kaçınır. Bu yüzden Müslümanın Allah’ın istemediği her tavırdan uzak durması, dikkatini açması ve iradesini, gücünün yettiği ölçüde kullanması gerekir.
Küsmenin insana getirdiği zararlardan birisi de, kişinin neşesini, sevincini yok etmesidir. Oysa sevinç ve iş neşesi Allah’ın Müslümana hem dünyada hem de asıl hayatları olan ahirette verdiği en büyük nimetlerdendir. Müslümanın dünyada da kesintisiz olarak ahiret neşesi içinde olması gerekir. Küsme insanın neşesini, sevincini ve coşkusunu ortadan kaldırır; içine kapanmasına, sürekli bir öfke haline ve gerginliğe sebep olur. İnsan bu şekilde kendisine zulmetmiş ve kendisini mutsuz edecek, neşesini engelleyecek bir ahlaka kendi kendisini itmiş olur. Müslümanın böyle bir tehlikeye karşı uyanık ve temkinli olması, cahiliyeden getirilen bu ahlakı üzerinden tamamen atması gerekmektedir.
Müslümanı bu ahlakı göstermekten alıkoyacak en önemli sebeplerden birisi de, insanın dünyadaki vaktinin küsmeye ayrılamayacak kadar kısa ve geçici olmasıdır. Müslümanın dünyada geçirdiği zamanın her dakikası, her saniyesi çok değerlidir. Bu geçirilen son derece kısa zaman diliminin her saniyesi, Allah’ın hoşnut olmasıyla sonsuz bir cennet hayatına veya Allah’ın razı olmaması sonucu ebedi bir cehennem hayatına dönüşebilir. Bu yüzden Müslüman, her an bitebilecek olan dünya hayatının her anında Allah’ı razı etmeye, Allah’ın beğendiği ahlakı göstermeye çalışmalıdır. Küsmenin Allah’ın beğenmediği bir tavır olduğunu bilerek, bir an dahi olsa Allah korkusunun gücüyle bu tavra cesaret etmemelidir.

SONUÇ
Küsme Kuran’dan uzak insanların yaşadığı cahileye ahlakının bir parçasıdır ve Allah’ın beğenmediği bir ahlak özelliğidir. Allah’tan korkan ve samimi iman eden Müslümanlar ahlaklarında bu özelliğin en ufak bir parçasına bile yer vermekten kaçınırlar. Müslüman bu tavrın hiçbir şeye bir çözüm olmadığının, insana manevi olarak büyük kayıplar verdiğinin, kişinin dini samimi olarak yaşamasının önünde engel oluşturduğunun bilincindedir. Samimi ve yalnızca Allah rızasına dayalı bir sevgi ve dostlukta küsmeye yer olmadığının; ihlasla iman eden bir kişinin küsmeye güç bulamayacağının farkındadır. Müslüman herşeyin çözümünü, her sorunun cevabını Kuran’da bulur. Kuran dışında cahiliye kurallarına, cahiliye ahlakına yönelmekten sakınır. Allah Maide Suresi’nde hükmü en güzel olanın Rabbimiz olduğunu bizlere şöyle bildirmektedir:

Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Din Olmazsa Sosyal Sistem Nereye Gider ?


Dinsiz bir ortamda öncelikle aile kavramı ortadan kalkar. Aileyi oluşturan sadakat, vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler tamamen yok olur. Unutulmamalıdır ki aile, toplumun temelidir ve
eğer aile çökerse toplum da çöker. Dolayısıyla devlet ve millet olmanın bir anlamı kalmaz, çünkü devleti ve milleti oluşturan tüm manevi değerler yıkılmış olur. Ayrıca dinsiz toplumlarda kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet
duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı kızgınlık oluşur. Farklı kavimlere karşı saldırgan olunur, isçiler patronlarına patronlar isçilerine, baba okula oğul babaya karşı saldırganlaşır. Sürekli kan dökülmesinin, gazetelerdeki "uçuncu sayfa haberleri"nin nedeni dinsizliktir. Bu haberlerde her gün gözünü kırpmadan ve çok sıradan sebeplerle birbirlerini öldüren kişilerin haberleri verilir.Oysa ahrette hesabini vereceğini bilen bir insan, silahı başka bir insanin yüzüne doğrultup onu öldüremez. Allah'tan korkar ve kötü
hesaptan kaçınır. Allah insanları bozgunculuk çıkarmaktan Kur'an'da şöyle men etmiştir:
Düzene konulmasın (ıslah)dan sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
İntiharların bu kadar yaygınlaşmasının temelinde de dinsizlik vardır. İntihar eden aslında cinayet islemiş olur. Örneğin kız arkadaşı kendisini terk ettigi için intihar etmeye kalkışan kişi sunu
düşünmelidir: O kız sakat kalsa, yaslansa veya yüzü yansa onun için intihar etmeyi düşünür muydu? Elbette düşünmezdi ama bakımlı ve
sağlıklı gördüğünde onu gözünde büyütür, Allah'tan, ahretten ve dinden daha önemli görerek onu Allah'a ortak koşmuş olur. Onun için
ölmeyi göze alır. Ama Kur'an'a bağlı bir insan bunu kesinlikle yapmaz, böyle bir düşünceyi bir an olsun aklından dahi geçirmez. İnanan bir insan ancak Allah rızası için yasar ve Allah'ın kendisine dünyada verdiği her turlu zorluk ve sıkıntı karşısında sabreder. Ve bu sabrın
karşılığını hem dünyada, hem de ahrette kat kat fazlasıyla alacağını unutmaz.Dinsiz toplumlarda hırsızlık da çok yaygın olur. Hırsızlık yapan
kişi eşyasını çaldığı kişiye nasıl bir sıkıntı verdiğini düşünmez. Karşısındaki kişinin 10 yıllık emeğini 1 gecede alıp gider, o kişinin ne kadar mağdur olacağını hiç hesaplamaz. Karşısındaki
kişiye acı verdiği gibi kendisi de vicdan azabı ile ayrı acı çeker. eğer vicdan azabı çekmiyorsa bu, onun için daha da kötüdür. çünkü böyle bir insan her turlu ahlaksızlığa açık hale gelmiş demektir.
Dinsiz toplumlarda misafir ağırlama, insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Herşeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler çünkü birbirlerini maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan,maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana hizmet etmek, onu ağırlamak, ona güzellikler
sunmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar birbirlerine değer vermezler. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez.
İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya
çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun sure bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece
sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında isletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği
zararı hesaplamaz. Ancak kendi kazanacağı paranın derdine düşer. Bunlar günlük hayatta sik karşılaşılan birkaç örnektir. Burada
önemli olan mantık, kişilerin ancak bir çıkar karşılığında birbirlerine iyi davranmaya yanaşmalarıdır. Oysa Kuran ahlakında
insanlar birbirlerine Allah'ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi isler
yapıp hayırlarda yarışarak Allah'ın rızasını kazanmaya çalışırl
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
MEVLANADAN BİRKAÇ NASİHAT
Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefâsı var mı? Ası ona bak! Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa, vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir.
Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak, iyi tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman, deniz dalman, derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret, gösteriş, deniz kıyısına düşen köpüktür.
Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.
Haydi, şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! Bütün insanlarda aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünya da çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin da anlamı birdir, çeşitli kaplara konan sular, kaplar birleşirler, bir su hâlinde akarlar. Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, mânâsız düşünceleri söküp atarsan, can, mânâ gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler.
Sende bulunan beş duygu ışığını, gönül nuruyla aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Gönlünse yedi âyetten ibâret olan Fatiha Sûresi'ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.
Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakk'ın nuruyuz, Hakk'ın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz.
Mânâların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de aldı, götürdü."Nereye götürdü?" diye den bana sor. Aklımı da, gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Ben öyle bir revâka, öyle bir kemer altına ulaştım ki, orada ne ay gördüm, ne de gök. Öyle bir dünyaya eriştim ki, orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder.
.
Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz'den öğren de, Allah sana ne verirse ona razı ol. Başına gelen derde, balaya razı olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla. Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır. Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma, onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.
Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yalayış vardır. Her şeyi gizleyen bu örtünün altında, yüzlerce güzel Yusuflar vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun kalkar. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl olduğunu anlamak istersen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa cennet bahçelerine kanat çırpmaktadır.
Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun! Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de, daha iyi bir hâl, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!
Ezel sofrası üzerinde her ne kadar halk kavgadaysa da, yediler ve yerlerse de, sofra yine o sofradır, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.
Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olusursun! Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terket de, daha iyi bir hâl, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!
Ezel sofrası üzerinde her ne kadar halk kavgadaysa da, yediler ve yerlerse de, sofra yine o sofradır, ondan hiçbir şey eksilmez. O olduğu gibi durur. Bir kuşu bir dağın üstüne konsa, sonra uçup gitse, dağda bir fazlalık veya bir eksiklik görünür mü?
Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bit yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, yârimizdir. O, bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli bir er, Rüstem gibi bir yiğit olmayan oraya nasıl varabilir? Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini yıkıp alt eden, dünya âşığı değil, Allah âşığı olan kişidir. Böyle bir kişinin bedeni mezara girince; mezarın toprağı ile örtülünce, o bedenden tohum nasıl baş verir yücelirse, tıpkı onun fini Hak tarafından kabul edilmiş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu bir gönül erinden başka, o nura âşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?
Sermâyesi kanaat olan kişinin; her yaptığı iş, tâ'at olur, ibâdet sayılır. Onun yemesi, içmesi, uyuması, Hakk'ın emrini tutması, yerine getirmesi içindir. Sakın Hak'tan başkasını dost edinme!

Allah'ın
her an bizi gözetlediğini aklından çıkarma!
O, senin her halini bilir.
Seni dilediği yerde,
dilediği şekilde var ya da yok kılar!
Dilin daima Allah'ı ansın!
Sabah ve akşam şükür
ve dualarına devam et!
Allah için sev ve iyilik et,
imanın en sağlam kulpu budur!
Bir çift güzel sözle de
olsa iyiliği mükâfatlandır!
İnsanlara karşı alçakgönüllü,
güler yüzlü, tatlı sözlü ol!
İyiliğe yönel, kötülükten sakın!
Her işinde sabrı kuşan!
Yiyip içtiklerinin temiz
ve helâl olmasına dikkat et!
Allah ancak iyi kimselerin
çağrısına karşılık verir.
Yalnızca iyi kimselere
melekleri vasıtasıyla yardım eder.
Kulağını boş söz, ayıplama, kınama,
insanları incitme ve hoşlanmadıkları şeyleri
onlara duyurma amacı güden
sözlerden koru!
Gözlerini haramdan sakındır!
İnsanların ayıplarını arama!
Gözlerin insanlara kıskançlıkla bakmasın!
Allah' başkalarına verdiği şeyler için
insanlara kıskançlıkla bakma!
Bu, Allah'ın sana verdiği nimetleri
küçümsemekten seni alı kor!
Daha büyük işler başarmak için
senden daha şevkle çalışanların
çalışmalarını incele
Senden iyilerle yarış!
Seven bir kalp ve temiz duygular
ve aşk olmaksızın
Allah'ın rızasını almadan
sevdiğine kavuşamaz
ve mutluluğu bulamazsın!
Hesabını iyi yap!
Nefsine hâkim ol!
Evinde ve çevrende nasıl temizlik yapıyorsan
belirli aralıklarla nefsini de temizle,
haramdan ve günahlardan arındır!
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Müslümanın üç görevi

Allahü teâlâ islâm dînini, her memlekette, her yeniliği ve buluşu karşılayacak şekilde kurmuştur. İslâm dîni, yalnız sosyal hayatta değil, ibâdetlerde bile tolerans, müsâmaha göstermiş, insanlara serbestlik vermiş, başka şartlar ve zaruretler karşısında, ictihâd hakkı tanımıştır. Mecelle’de, zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümlerin değişebileceği bildirilmiştir. Nassa, delîle dayanan ahkâm, zamanla değişmez. Esas değişmeyip, hükümlerin hâdiselere tatbîki, zamanla değişebilir. Bunları, ancak fıkıh âlimleri tespit edebilir. Hazret-i Ömer ve Emevîler zamanında ve koca Osmânlı imparatorluğunda, kıt’alara yayılan çeşitli milletler toplulukları, âdil bir şekilde idâre edilerek, başarıları, şanları, târîhlere ün salmıştır. Gelecek zamanlarda, büyük, küçük her millet de, İslamiyetin bildirdiği, değişmez olan güzel ahlâka sarılacağı, bunları uygulayacağı kadar, rahata, huzûra, saadete kavuşacaktır. İslamiyetin bildirdiği ahlâktan, ahkâmdan ayrılan insanlar, milletler, sıkıntıdan, ızdırâbdan, felâketden kurtulamamışlardır. Geçmiş milletlerde böyle olduğunu târîh yazmaktadır. Gelecekte de, elbette böyle olacaktır. Târîh, tekerrürden ibârettir. Müslümanlar, millî birlik ve berâberliğe çok önem vermeli, memleketlerinin kalkınması için maddî, mânevî çalışmalı, din bilgilerini iyi öğrenmeli, haramlardan sakınmalı, Allaha ve devlete ve kullara karşı olan vazîfelerini, borçlarını yerine getirmelidir. İslâmın güzel ahlâkı ile bezenmeli, kimseye zarar vermemelidir. Fitne, yani anarşi çıkarmamalıdır. Dînimiz, böyle olmamızı emir ediyor. Müslümanın birinci vazîfesi, nefsine,
şeytâna uymayıp ve kötü arkadaşlara, azgın, âsî kimselere, anarşistlere aldanmayıp, kanûna karşı suçlu olmaktan, Allahü teâlâya karşı da günah işlemekten sakınmaktır. Allahü teâlâ kullarına üç vazîfe verdi: Birincisi, şahsî vazîfesidir. Her Müslüman, kendini iyi yetişdirecek, sağlıklı, edebli, iyi huylu olacak, ibâdetlerini yapacak, ilim ve güzel ahlâk öğrenecek, helâl lokma kazanmak için çalışacakdır. İkinci vazîfesi, âile içindeki vazîfesidir. Ailesine, ana-babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yapacaktır. Üçüncü vazîfesi, toplum içindeki vazîfeleridir. Bunlar, komşularına, âilesine, emrinde olanlara,devlete, bütün vatandaşlara, dîni ve milleti başka olanlara karşı vazîfeleridir.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
İyiliğe teşekkür


İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık îcâbıdır. İyilik edenlere hurmet edilir. Nimet sâhibleri, büyük bilinir. O hâlde, her nimetin hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya şükür etmek, insanlık îcâbıdır. Aklın lüzûm gösterdiği bir vazîfe, bir borcdur. Fakat, Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan uzak, insanlar ise, ayıp kirlerine ve noksanlık lekelerine bulaşmış olduğundan, Onunla hiç münâsebetleri, alâkaları yoktur. Onu nasıl büyük bileceklerini, nasıl şükür edeceklerini anlıyamazlar. Ona karşı söylenmesini güzel sandıkları şeyler, Ona çirkin gelebilir. Onu büyültmek, hurmet etmek sandıkları, hakâret ve küçültmek olabilir. Ona hurmet ve şükür şekilleri, yine Ondan bildirilmedikce, Ona lâyık olacağına güvenilemez ve Onun kabûl edeceği bir ibâdet olamaz.
Çünkü, insanların hamd etmeleri, Ona belki hakâret olur. İşte, Onun tarafından bildirilen, tazîm, hurmet ve şükür şekli, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirdikleri dinlerdir. Ona kalb ile yapılacak hurmetler, dinde bildirilmiş, dil ile yapılacak şükürler, orada gösterilmişdir. Her uzvun yapacağı işleri, açık ve geniş olarak, beyan buyurmuşlardır. O hâlde, Allahü teâlâya inanmak ile ve kalbin ve bedenin yapması ile şükür etmek, ancak dîne uymakla olur. Allahü teâlâya, dînin dışında yapılacak hurmete ve ibâdete güvenilemez. Çok defa tersine olup, sevap sanılan, günah olur. Bu söylenilenlerden anlaşılıyor ki, dîne uymak, insanlık îcâbıdır ve aklın istediği ve beğendiği birşeydir. Allahü teâlâya, Onun dîninin dışında şükür edilemez. Allahü teâlânın bildirdiği her din, iki kısmdır: İ’tikâd ve amel. Yani iman ve ahkâm. Bunlardan i’tikâd, her dinde aynıdır. İ’tikâd, dînin aslı ve temelidir. Din ağacının gövdesidir. Amel ise, ağacın dalları, yaprakları gibidir. İ’tikâdı olmıyan, Cehennemden kurtulamaz. Kıyâmette azaptan kurtulmasına imkân yoktur. İmanı olup, ameli olmayan veya eksik olanın işi, Allahü teâlânın irâdesine kalmış olup, isterse af eder, isterse, günahları kadar azâb ederek, sonra Cehennemden çıkarır. Cehennemde ebedî kalmak, islâm dîninin bildirdiği doğru i’tikâdı olmayanlar, yani, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği islâm dîninden olan şeylere inanmıyanlar içindir. Bu i’tikâdı olup da, ameli olmıyanlar, yani kalb ile beden ahkâmını yerine getirmiyenler, Cehenneme girseler bile, sonsuz kalmıyacaklardır.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Kıssa'dan Hisse !!!


Fatih Sultan Mehmed Han İstanbulu feth ettiği zaman hocası Akşemseddin hazretlerine, Cum'a namazını Ayasofyada kılmak istediğini ve hocası Akşemseddin hazretlerinin imam olmasını söylemiş. Bütün millet Ayasofyayı cami yapmak için seferber olmuş.

Cuma gününe cami yetiştirilmiş, cemaat namaza başladığı sırada Fatih Sultan Mehmed Han'ın abdesti kaçmış. Tabii sultanın yanında da rasgele insanlar olmaz... sağında ve solunda da en büyük hocalar, şeyh efendiler saf tutmuşlar. Kamet getirilmiş, imam Allahü ekber demiş, Fatih Sultan Mehmed han, neyapacağını şaşırmış.. Abdestsiz namaz kılınmaz. Abdest almağa çıksa izdiham olacak,... Abdestsiz yatıp kalksa, Cum'adan mahrum kalacak.

Ya rabbi, ben ne yapayım şimdi derken, yanındaki bir şeyh efendi firasetiyle vaziyeti anlamış. Cübbesini açmış, buradan abdest al demiş. Sultan bakmışki, çeşme var, su var. Acele olarak abdestini almış ve rükua varmadan evvel hocaya yetişmiş. Namaz bitmiş, selam verilmiş, dualar yapılmış,

ertesi gün Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri hocası Akşemseddin hazretlerini ziyarete gitmiş.

Ayrılırken, hocam dua buyurun demiş.

O da, Allah iman selameti versin, demiş.

Fatih, beklemiş kalmış, daha uzun dua bekliyormuş. Hocası sormuş,

ne oldu, beyenmedinmi demiş. O da,

bu kadar mı efendim demiş.

Akşemseddin hazretleri ''rahmetullahi teala aleyh', dün sana keramet olarak cübbesini açıp abdest aldıran şeyh efendi bir saat evvel vefat etti, ama imansız gitti. Çünki ona kibir geldi demiş.

İmanla ölmek en büyük gayedir... son nefesde imanla ölmek için dua etmekde çok mühimdir. Kibir küfre en yakın, en büyük günahtır. Çünkü Allahü teala Azâmet ve kibriya bana aittir, kim bu hususta bana ortak olmak isterse onu yakarım, buyuruyor.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Öfkede ölü gibi olmak!..

Öfke; kızmak, sinirlenmek, hiddet ve gadab anlamlarında kullanılmaktadır.
İnsanın vücudu, anâsır-ı erbe’a denilen; su, ateş, toprak ve havadan meydana gelmiştir. Öfke, ateş maddesinden kaynaklanmaktadır. Bunun için Peygamber efendimiz;
(Gadab, şeytânın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytân, ateşten yaratılmıştır. Ateş, su ile söndürülür. Gadaba gelince, abdest alınız!) buyurmuşlardır.
İnsan, öfkelendiği zaman aklı örtülür. İslâmiyyetin dışına çıkar. Gadaba gelen kimse, ayakta ise oturmalıdır. Hadîs-i şerîfte;
(Gadaba gelen kimse, ayakta ise otursun. Gadabı, öfkesi devâm ederse, yan yatsın!) buyuruldu.
Ayakta iken öfkelenen kimsenin intikam alması kolaydır. Oturunca, azalır. Yatınca, dahâ da azalır. Gadab, kibirden doğar. Yatmak, kibrin azalmasına sebep olur.
Din büyükleri, talebelerine, sevenlerine hep;
“Cömertlikte akarsu gibi olunuz. Şefkatte güneş gibi, kusurları örtmekte, gece gibi olunuz. Öfkede ise, ölü gibi olunuz. Tevazuda toprak gibi, müsamahada deniz gibi olunuz. Ya olduğunuz gibi görünün veya göründüğünüz gibi olunuz” diye nasihat etmişlerdir.
Gözleri kör eder!..
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri;
“Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır” buyurmuştur.
Ömer bin Abdülazîz hazretleri ise;
“Öfke ve hırstan korunmuş olan kurtulmuştur” buyurmaktadır.
Öfke, kanın hareketinin artmasından, insanın kendini üstün bilmesinden yani kibirden meydana gelir. Bunu iyi bilmeyenler, gadaba yani öfkeye, şecâat, erkeklik izzet-i nefs, gayret ve hamiyyet diyorlar. Bu güzel isimlerle, gadab kötü huyunu süslüyorlar, güzelleştiriyorlar. Gadab etmenin, öfkelenmenin iyi olduğunu anlatıyorlar ve bu anlattıklarını kuvvetlendirmek için de, din büyüklerinin gadab ettiklerini, öfkelendiklerini gösteren hikâyeler anlatıyorlar. Böyle yapmak, câhilliktir, aklın, ilmin noksan olduğunun alâmetidir. Rislân Dımeşkî hazretleri;
“Gadabın, öfkenin sebebi, kendinden üstün birinin, hoşlanmadığı bir şekilde hücûm etmesidir. Öfke, insanın içinden dışına doğru çıkar. Hüzün ise, dışından içine doğru işler. Öfkeden güç ve intikam hırsı, hüzünden ise dert ve hastalık doğar” buyurmuştur.
Hastalar, sağlam olanlardan, ihtiyârlar da, gençlerden dahâ çabuk kızmaktadır. Bir işle meşgûl olana, düşünceli, üzüntülü ve sıkıntıda olana bir şey söylemek, bir şey sormak da, onları öfkelendirmeye sebep olabilir. Çocuğun ağlaması, hayvanın bağırması da, bazıları için öfkelenmeye sebep olmaktadır. Böyle şeylere öfkelenmek, çok çirkindir. Cansızların hareketinden öfkeye kapılanlar da olmaktadır. Bu ise, öncekilerden dahâ kötüdür. Mesela, elindeki kitabı bir yere koyduğunda, oradan kayarsa, bir şeyi kırmak için elindeki keseri vurduğunda o şey kırılmazsa, birden öfkelenip söven, kendine vuran, elindeki eşyayı helâk eden, yakan kimseler de mevcuttur. Kendi yaptığına kızan, bunun için kendine söven, kendine vuran da yok değildir. Halbuki Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kuvvetli olmak, başkasını yenmek demek değildir. Kuvvetli olmak, kahraman olmak, kendi öfkesini yenmek demektir.)
Zünnûn-i Mısrî hazretleri buyuruyor ki:
“Ey kardeşim dikkat et! İnsan hangi husûsiyeti ile meleklerin kendisine doğru secde edileni olmuştur. Bu üstünlük, şayet yeme ve içmesi sebebi ile olsa idi, buna, insandan önce deve lâyıktır. Çünkü bir deve, elli insanın yediğini yer. Şehvet kuvveti sebebiyle olsa, buna eşek daha uygundur. Çünkü ondaki şehvet kuvveti yanında, insanınki hiç kalır. Gadab ve kızgınlık sebebi ile ise, aslan buna daha lâyıktır. Görmek kuvveti sebebi ile olsa, buna akbaba daha uygundur. Akıl kuvveti sebebi ile ise, buna melekler daha uygundur. Çünkü insanın aklı, meleklerin aklının yanında çok az kalır. Eğer insanları doğru yoldan çıkarmak, kandırmak, aldatmak sebebiyle ise, şeytan buna daha lâyıktır... Görülüyor ki, insana mahsus olan özellikler, ondaki muhabbet cevheri ve aşk ateşidir. Bu, insanoğlundan başka hiçbir canlıya verilmemiştir.”
Dostları çoğaltmak için...
Hasan Sezâî hazretleri oğluna yazdığı bir mektupta buyuruyor ki:
“Gözümün nûru evlâdım. Her hâlinle seni cenâb-ı Hakk’a emânet ettim. Kalb gözün açık olsun. Mahlûklara güzel ahlâk ile muâmele edesin. Bütün amellerin en güzeli, güzel huylu olmaktır. Dili tatlı olanın dostu çok olur, buyurulmuştur. Dâimâ insanların aybını gizle. Kimsenin aybını yüzüne vurma. Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış. İhtiyârlara karşı hürmet et. Bir fakir gördüğün zaman, gücün yettiği kadar elinde bulunandan yardımda bulun. Bunlara riâyet edersen ömrün uzun olur, Hak teâlâ her yerde seni azîz eder.”
Ve Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bir kimse gadabını örterse, Allahü teâlâ onun ayıplarını, kabâhatlerini örter.)
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Yok olan ahlâkî değerler


Erzurum Valisi Mustafa Malay’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Merkezi’nde diploma töreni vesilesi ile yaptığı konuşmasında şöyle diyordu:
“Vatandaşlarımız ehil olmayan insanlardan öğrendikleri bilgilerle, din konusunda yanlış yetişiyorlar. Bunu önlemenin yolu din adamlarımızın doğru bilgilerle halkı aydınlatmasından geçer. Din adamlarımız namaz kıldırmanın yanı sıra, vatandaşlara ağaç dikmenin önemini, israfı ve temizliği de anlatmalılar. Halkımıza din iyi öğretilmiş olsaydı, yolsuzluklar, hırsızlıklar ülkemizde bu kadar çok olmazdı...”
Bu güzel tespitlerin, bilhassa son cümlesi çok önemli. Evet, gerçekten, halkımıza din iyi öğretilmiş olsaydı, İslam ahlakı ile bezenseydi yolsuzluklar, hırsızlıklar ülkemizde bu kadar çok olmazdı.
Eskiden bırakın devleti soymayı, “Tüyü bitmedik yetim hakkı var” diye, devlete üç olan borcunu beş olarak verirdi bu milletin dedeleri. Allah kul hakkını affetmez, diye pazarda yanlışlıkla aldığı fazla parayı vermek için sahibini, günlerce, haftalarca arar; bulamazsa fakirlere verirdi. Parası kirlenmesin, bereketi gitmesin diye cebine bile koymazdı bu parayı.
Gerçekten üzerinde çok düşünmemiz gereken bir konu. Bu millet, bu hale nasıl geldi veya nasıl getirildi. Ülkemizde işini tam yapan dürüst insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azaldı. Herkes işin üç kâğıtçılığına kaçıyor. Müteahhidinden bakkalına, kasabından manavına, tamircisinden terzisine, emlâkçısından boyacısına kadar yaptığına, sattığına güvenilecek insanlar mumla aranır oldu.
Kimseye güvenemiyoruz. Kimse bize güvenmiyor. Yapan sahtekâr, satan sahtekâr... Hak, hukuk, kaide, prensip, nezaket hakgetire... Peki, Batı’da, dini eğitim olmadığına göre neden onlarda olmuyor veya bizde olduğu kadar yaygın değil?
İnsanları bazı şeylere alıştırmak, onları kontrol altında tutmak vicdan işidir, bu da iki yolla olur: Birincisi dindir. Allah korkusudur. Allah korkusu içine işlemiş bir kimse, O’nun bildirdiği kuralların dışına çıkamaz. İnsanları zapturapt altına almada en sağlam yol budur.
Asırlardır, Osmanlı’da bu metot tatbik edildi. Bu metodun önemli bir özelliği de insanın her ânına hitap etmesi... Boşluk olmaması. Allah korkusu olmayan bir kimse, insanların olmadığı bir zamanda, kanundan kaçabilir. Ama Allahın her an kendisini gördüğünü, yaptığı her hareketin hesabını vereceğini bilen kimse kaçamak yapamaz.
İnsanları kontrol altına almanın ikinci yolu ise, ikna etme, faydasına inandırma yoludur. Bu da eğitim ile olur. Bugün Amerika’nın, Avrupa’nın yaptığı budur. Daha çocuk kendini tanımaya başladığı 3- 5 yaşında eğitime başlıyorlar; “İnsan nedir, insan hakları nedir, devlet nedir, vergi nedir, kurallara uyulmazsa ne olur?..” gibi hususlar iyice öğretiliyor.
Bütün bunlar, çocuğun benliğine ustaca yerleştiriliyor. Çocuğa, hayatta kalabilmenin ancak bunlara uymakla mümkün olduğu anlatılıyor. Çocuk da bu ahlâki değerlere inanıyor. Davranışlarını buna göre ayarlıyor.
Biz ise, “iki cami arasında kalmış beynamaz” gibi olduk. Yukarıda bahsettiğim gibi Osmanlı zamanında Allah korkusu hakimdi. Bu da din eğitimi ile sağlanıyordu. Osmanlının son zamanlarından beri bu eğitim gereği gibi verilemedi. Bu verilemediği gibi, Avrupa tarzı bir eğitime de geçilemedi. Allah korkusunun yerleştirilemediği, Batı’nın uyguladığı ciddiyette bir eğitimin de verilemediği insandan, başka ne beklenir? 1850 yılından beri yönümüzü döndüğümüz Batı’nın sadece örf âdetini değil de hiç olmazsa eğitimini bari alabilseydik, bu hâllere düşmezdik herhalde?
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
TEVAZU

Alçakgönüllülük, Kibirlenmenin, büyüklük taslamanın zıttı.
Tevazu, beğenilen bir özelliktir. Ancak, sınırı çok iyi ayarlanmalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran hafifmeşreplik tevazu değildir. İnsan, büyüklük taslamamakla birlikte, zamanın ve yerin gerektirdiği davranışı göstermelidir. Yoksullar, düşkünler ve çocuklarla ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sormak tevazudur. İnsan, mevkîsi ne olursa olsun Allah'ın kulu olduğunu unutmamalıdır.
İslâm tevazu'a büyük önem vermiştir. Peygamberimiz bu özelliği hem bizzat üzerinde taşımış, hem de sözleriyle tavsiye etmiştir. Bir gün kendisine bir adam getirilir, gelen şahıs korkudan titremeye başlar. Bunu gören Allah Resulu: "Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş 'ten, kuru et yiyen bir kadının oğluyum” buyurmuştur (Gazalî, İhyâu Ulûmi'd-din, Kahire, 1954, II, 483, 484).
Tevazu, alçakgönüllü olmak demektir. Böylelerine, mütevâzi insan denilir. Tevazu sahipleri kendilerinden aşağıda olanlara küçük muamelesi yapmaz, onları hor ve hakir görmezler. Arkadaşları arasında büyüklük taslamazlar. Vakar ise, ağırbaşlı olmak demektir. Vakûr kişiler mevki ve haysiyetlerinin hakkını gereği gibi korumasını bilen insanlardır.
İnsan hem mütevazi, hem vakûr olmalıdır. İslâm tevazu ve vakar sahibi olmayı teşvik etmekle beraber, bu hususta aşırı gitmeyi yasaklamıştır. Çünkü, tevazuda aşırı gitmek insanı zillet ve meskenete düşürür, herkesin maskarası haline getirir ki bu doğru bir şey değildir. Mütevazi olacak başkalarına karşı alçakgönüllülük gösterecek diye herkesin hakaretine, âdice davranışlarına tahammül göstermek, aşağılamalarına razı olmak ahlâkî bir fazilet sayılmaz. Vakarda aşırılık ise insanı kibirli yapar.
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor: "Allah katında en değerliniz en çok Allah'tan korkanınızdır" (Hucurat, 49/13). Öyleyse insanların kendilerini üstün görmeleri yanlış bir davranıştır. Başka bir ayette de Allah Teâlâ: Siz nefislerinizi övmeyiniz, kimin müttakî olduğunu Allah daha iyi bilir" (Necm, 53/32) buyurarak yine bize mütevazi olmamızı emretmiştir.
Bu konuda Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur; "Muhakkak Allah Teâlâ, bana, sizin mütevazi olmanızı vahyetti" (Rizazu's-Salihin, II, 37). "Her kim Allah için alçakgönüllülük yaparsa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir” (Müslim Bir ve's Sıla, 69; Tirmizî, Birr, 82).
Hz. Lokman oğluna şöyle tavsiye etmişti: "Kibirlenip insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme; çünkü Allah kurulup öğünenlerin hiç birini sevmez” (Lokmân, 31/18). Peygamber (s.a.s)'in aşağıdaki sözleri de tevazu ve vakarın insan için önemini göstermesi bakımından dikkat çekicidir: "Allah için alçakgönüllülük edeni Allah yükseltir, Allah 'a karşı böbürleneni de Allah alçaltır" (Feyzü'l-Kadîr, VI, 108-109).
Görülüyor ki tevazu ve vakar sahibi olmak dinin emridir ve insan haysiyetine yakışan da budur.
Hz. Peygamber: "Eğer paça yemeğine çağırılsaydım icabet ederdim ve bana paça gönderilseydi kabul ederdim" (Riyazü's-salihin, II, 41) buyurmuştur. Bu hadis, "mütevaziyim" demekle tevazu sahibi olunmayacağını, tevazuun bir davranış biçimi olduğunu göstermemektedir.
 

tufan35

MFC Üyesi
Üyelik Tarihi
14 Ara 2018
Konular
83
Mesajlar
1,149
MFC Puanı
650
Akıllı insan olmanın alâmetleri


Hazret-i Ali’nin oğluna nasihati: Ey oğul! Akıllı ol! Akıllı; şehvetten uzaklaşan, ahireti dünya ile değişmeyendir. Akıllı, yalnız ihtiyacı kadar ve delille konuşur, sadece ahiretinin ıslahı için çalışır. Akıllı, günahlardan sakınır, ayıplardan uzak durur.
Ey oğul! Önünde çıkılması ve geçilmesi pek güç bir basamak vardır. Orada yükü hafif olanlar ağır olanlardan daha kolay geçer. Üzerinden zorla geçenler çabuk geçenlerden daha zararlıdır. Bu basamağa ulaşan her insan ya Cennete veya Cehenneme gider. Bu menzile ulaşmadan önce kendi nefsine dön ve hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çek. Oraya ulaşmada yolunu düzelt. Ölümünden sonra Allahı razı etmek için sana hiç fırsat verilmez.
Ey oğul! Yerin ve göklerin içinde bulunan her şeyi elinde tutan Rabbimiz, sana kendisinden istemek ve dua etme nimeti verdi. Duana icabet edeceğine de söz verdi. Sana bir şey vermesi için kendisine dua etmeni emretti. Ondan rahmet dile ki sana rahmet etsin. O, seninle kendisinin arasına bir perde koymadı ve seni korumak için başkasına teslim etmedi.
O seni ayıplamaz!
Ey oğul! Bir kötülük işlediğin zaman O’na dön ve tevbe et. O, kendine döndüğün için seni ayıplamaz. İşlediğin günahın cezasını vermekte acele etmez. Yaptığın suçu başkalarına bildirmez. Tövbe etmeni de zorlamaz. Günahları niçin işlediğin hakkında seninle münakaşa etmez.
Ey oğul! Allahın rahmetinden ümidini kesme. Ancak O, günahtan dönmeyi sevapla mükâfatlandırır. Kötülüğün karşılığını bir, iyiliğin karşılığını da on misli kabul eder.
Sana dönme ve tevbe kapısını açık bıraktı. O’na hitap edersen hitabını duyar, içinden bir şey istersen, ne istediğini bilir. O, gizliyi açık olan şey gibi bilir. İstediğini arz etmeden, içini Ona dökmeden dertlerini ve sıkıntılarını bildirmeden O bilir. İşlerinde muvaffak olmak için Ona sığın.
Ey oğul! Yapacağın işler senin ve dinin için hayırlı olsun. Sana günah yükleyecek işleri yapmaktan sakın. Mal yanında kalmaz, sen de malın yanında kalmazsın. Dünya için değil, âhiret için yaratıldın. Ölüm için yaratıldın, burada yaşamak için değil.
Ne zaman terk edeceğini bilmediğin bir menzildesin. Âhiret için kâfi derecede azık hazırlayabileceğin bir yerdesin. Âhiret yolunu tutmuş, gitmek üzeresin.
Nereye kaçarsan kaç, seni takip eden ölümden kurtulamazsın. Onun seni bir kötülük üzerinde iken yakalamasından ve tövbe etmemekten kork.
Şayet böyle bir şekilde yakalanırsan kendi kendini helak etmiş olursun. O zaman seni hiçbir kimse kurtaramaz. Ölümü çok hatırla. Bugün ele geçirmek için çırpındığın ve âhirette kendisinden hesaba çekileceğin şeyleri şimdiden düşün. Hesap için hazırlıklı ol.
Ey oğul! İnsanların dünyada uzun süre yaşamaları ve istedikleri gibi gezip tozmaları seni aldatmasın. Dünya, havlayan köpek ve vahşî hayvanlar gibidir. Birbirlerine saldırırlar. Zengin fakiri yer, büyük küçüğü ezer, kahreder.
Bazıları konaklamış kervanın hayvanları gibi bağlı, bazıları da bağından boşanmış, başıboş, sonu meçhul bir yolun yolcusu olmuştur ki, bunlardan birinci grup fakirler ve hiçbir şeye gücü yetmeyen zayıflar; ikincisi ise, kuvvetli olanlardır.
Bil ki, bunlar sarp bir vadide bela ve âfete uğramış sürüler gibidir. Kendilerini güdecek bir kimse olmadığı gibi, bu vadiden kurtuluş yolunu gösterecek de yoktur.
Bunlar, dünya denizinin içine girerek dalgalarla ölüm kalım savaşı verdiler. Dünyayı bir kurtarıcı sandılar. Oynadılar, oynaştılar, fakat ondan sonrasını düşünmediler.
Bu gafletten uyanıldığı zaman cehaletin haktan gizlediği şeyler şüphesiz meydana çıkacaktır. Bütün insanlar bineklere binmişler, pek kısa bir zaman sonra da bu neticeye ulaşacaklardır.
İlim maldan hayırlıdır!
Ey oğul! Her isteyen isteğine kavuşamayabilir. Her kötülük işleyen de mahrum olmayabilir. Bir kötülük seni en üstün mertebelere ulaştıracak olsa bile kendi nefsini ondan alıkoy. İlim, maldan daha hayırlıdır. İlim seni, sen de malı korursun. İnsan, malı kendisini korumak için toplar. Fakat malı toplarken kendini onun yolunda harcamaktan sakın. Aksi takdirde kaybettiğin şey topladığından çok daha hayırlı ve iyidir.
Allah ile aranda bir perdenin olmasını istemiyorsan açgözlülükten sakın. Tamahkârlık seni felâkete götürür. Sen kendine düşen payı idrak edebilir ve ona uyabilirsin. Allahtan gelen az da olsa kullardan gelen çok şeylerden daha iyidir.
Ey oğul! Ahmak adamın seninle irtibatı kesmesi, akıllıya kavuşmaya denktir.
Ey oğul! Susarak kaçırdığın bir şeyi telâfi etmek konuşarak gücendirdiğin bir kalbi tamir etmekten daha kolaydır. Tulumdaki suyu muhafaza etmek, ağzını sıkı bağlamakla olur
 
Üst