Neler yeni
MEGAForum - Teknoloji Forumu

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı yada giriş yapmalısınız. Forum üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • Web sitemizin içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için Web sitemize kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Web sitemize üye olmak tamamen ücretsizdir.
  • Sohbetokey.com ile canlı okey oynamaya ne dersin? Hem sohbet et, hem mobil okey oyna!
  • Soru mu? Sorun mu? ''Bir Sorum Var?'' sistemimiz aktiftir. Paylaşın beraber çözüm üretelim.

Felsefe Sözlüğü

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
En Eski Özdek Nedir?

Değişenin altında değişmeden kalan.

Değişirlik felsefesine göre mademki sürekli bir değişiklik vardır, öyleyse sürekli olarak değişen bir şey var demektir. Oysa bu sürekli olarak değişen şey, sürekli olarak değişmekle varlığını koruyor ve bir bakıma değişmeden kalıyor demektir. İşte bu şey en eski özdek'tir ve değişenlerin tözüdür.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Epikurosçuluk (Epikürcülük) Nedir?

Epikuros'un öğretisi.

Antik Çağ Yunan düşüncesinin en ilginç düşünürlerinden biri olan Epikuros, felsefesini, Demokritos'un atomculuğuyla Pyrrhon'un Şüpheciliği üstüne kurmuştur. Bilimsel özdekçiliğin ustalarından biri, 15 Nisan 1841'de Jena'da verdiği Demoktritos'un doğa felsefesiyle Epikuros'unki arasındaki fark adını taşıyan doktora tezinde Epikuros'un atom düşüncesini nasıl zenginleştirdiğini ve onu eylem merkezi yaptığını, gerekircilik anlayışını nasıl yumuşatarak rastlantıya ve insan iradesinin müdahalesine yer verdiğini, felsefeyi dinden ve tanrı düşüncesinden nasıl kurtardığını anlatır ve onu birinci derecede önemli düşünür olarak niteler. Ona göre özdekçilik, ilkçağdan bu yana hiçbir zaman yalın bir mekanikçilik olmamıştır ve bunu en iyi belirten de Epikuros'tur.

Epikuros'a göre bütün doğa olayları atom bileşimleridir. Bölünemeyen parçacıklar ve bunların devimlerinin yer aldığı boşluk evrenin temelidir. Bu bölünemeyen parçacıklar, Demokritos'tan farklı olarak, sadece biçimleri ve büyüklükleriyle değil, ağırlıklarıyla da birbirlerinden ayrılırlar. ''Epikuros'un, atomların düşey devinmelerinin, ağırlıkları ve kendiliğinden varolan bir özgücü nedeniyle doğru çizgiden çok hafif bir sapmayla meydana geldiği düşüncesi, dünyanın özdekçi bilgisi için çok büyük bir önem taşır''. Epikuros, bilimlerin denetinden yoksun bulunduğu halde üstün bir seziyle, dünyanın her zaman ve insan bilincinden bağımsız olarak varolduğunu, sonsuz ve ilksiz bulunduğunu, insanın bu dünyayı ancak duyularıyla tanıyabileceğini söylemiştir. Epikuros, bahçesinde (ki bu yüzden okuluna Yunanca bahçe anlamına gelen Kepos da denir) insanlara gerekli olan tek bilimin mutlu yaşama bilimi olduğunu öğretmiştir. Şöyle der: ''Aç kalmamak, üşümemek, susamamak: İşte Zeus'u bile kıskandıracak mutluluk'' İki büyük korkunun, Tanrı'yla ölümün, insanları mutsuz kıldığını görmüş ve bunlarla savaşmıştır. Ona göre mutluluk acının yokluğudur, buysa salt sükûn (Yu. Ataraxia) halidir. Bu duruma bilgelikle erişilebilir. Dostluk ve kardeşlik dışında, bu ruhsal sükûnu bozabilecek her türlü ilişkilerden kaçınmalıdır. Birey olarak insanın mutluluğunu sağlamak görevinde bulunan felsefe; fizik, kanonik, etik olmak üzere üç kolda çalışır. Her üç kol da doğru eylemin ölçülerini vererek insanı bilgeliğe ve böylelikle de mutluluğa ulaştırır. Doğru eylem, doğru bilgiyle gerçekleşir. Doğru bilgi de duyu verilerinin tekrarlanmasıyla elde edilen tasarımlar'dadır. İnsana huzursuzluk veren ve böylelikle de en büyük mutluluk olan ataraxia durumunu bozan; bu genel tasarımların içine hayal, masal, düş gibi doğal olmayan düşüncelerin karıştırılmasıdır. Mutluluk, doğal bir dünya görüşüyle mümkündür. İnsanı boş yere mutsuz kılan bu düşçülüklerden kaçınmalı ve her şeyin doğal nedenleri olduğu bilinmelidir. Epikuros'un bu düşüncesi kör bir gerekircilik değildir. Tersine, özgücün ve kendiliğinden devinim (devimin N.) varlığı rastlantının gerçek bulunduğu, insan iradesinin (birçok iç ve dış koşullarla belirlenmekte olmasına rağmen) bu nedenleri her zaman etkileyebileceğini savunmakla Epikuros yadgerekirciliğin (endeterminizmin) kurucusu sayılabilir. Epikuros, insanın mutlu olabileceğini söyler, demek ki mutlu olmak insanın elindedir. Haz (Yu. Hedone) isteği doğaldır. Ama bu haz, acının yokluğundan doğan olumsuz bir hazdır. Epikuros, bununla, kötü anıları bulunmayan bir geçmişle tinsel ve tensel sükûn içinde bulunan bir şimdiyi ve güvenilen bir geleceği kapsayan acısız bir ruh ve vücut yapısını dilegetirir. Ataraxia kavramıyla ilerisürdüğü haz, böylesine bir hazdır. Bu savını yanlış yorumlayarak kendisini zevk düşkünlüğüyle suçlayanlara Menoikeos'a mektup'unda şöyle der: ''Bizi anlamayan bilgisizlerin suçlamalarına kulak asma Menoikeos. Haz en üstün iyidir dediğimiz zaman ne sefihlerin duydukları hazzı, ne de hayvanca hazları ilerisürdük. Bizim sözünü ettiğimiz haz, sadece ruh rahatsızlığıyla beden acısının yokluğundaki hazdır. Bedenimiz acısız ve ruhumuz rahatsa mutluyuz. İnsanı mutlu kılan ne tıkabasa yeme, ne çatlayasıya içme, ne de cinsel sapıklıklardır. İnsanı mutlu kılan; usa uygun ve sade alışkanlıklar, arayacağımız ve sakınacağımız şeyleri iyice ölçebilen bir ruha rahatsızlık veren yanlış ve boş inançları söküp atabilen bir ustur. O halde bütün bu söylediklerimizin ilkesi, iyiliklerin en üstünü olan bilgelik'tir. Onu felsefeden de üstün tutmak gerek. O, bütün erdemlerin kaynağıdır''. Oysa erdemli olunmadan bilge de olunamaz. Epikuros'un bulduğu en yüce erdem, mutluluğa götüren araçların tam ve doğru olarak tartılması erdemi'dir. Bilgelik de bu erdemle gerçekleşir. Tam ve doğru tartılınca, ne ölüm korkusu ne de Tanrı ürküntüsü kalacaktır. Epikuros, çocukluğunda, Tanrı ürküntüsüyle ölüm korkusunun serseme çevirdiği insanların, büyücülük eden annesinden nasıl yardım dilediklerini görmüştür. Oysa ''ölüm varken biz yokuz, biz varken ölüm yoktur. Onunla hiçbir zaman karşılaşmayacağız ki ondan korkalım'' ve ''Evreni tanrılar yaratmamıştır: Durup dururken niçin yaratsınlar? Kendi kendilerine yeter oldukları halde yeterliliklerini zedeleyen bu işe neden girişsinler? En yüksek derecede mutlu bulunurlarken evreni yönetmek gibi ağır bir yükün altına neden girsinler? Böylesine kötülüklerle dolu bir dünyayı, kendileri tüm iyilik oldukları halde, niçin yaratsınlar?''

İlksiz ve sonsuz özdek düşüncesi de Herodotos'a mektup'unda şöyle açıklanır: ''İlkin her sözcüğün anlamını incelemek gerekir Herodotos. O zaman diyebiliriz ki hiçbir şey hiçten doğmaz. Çünkü her şeyin kendisine özgü doğurucu bir tohumu olmasaydı her şey, her şeyden doğabilirdi. Öte yandan da her gözden yok olan yokluğa dönseydi bütün şeyler yok olurdu. Çünkü gözden yok olan her şey ancak yoklukta barınabilirdi. Bundan çıkan sonuç şudur ki: Dünya, her zaman şimdi olduğu gibi, varolagelmiştir ve bundan sonra da var kalacaktır. Dünya, özdeklerden kurulmuştur. Bu özdeklerin varlığını da duyumlarımız tanıtlamaktadır. Cisimlerden kimileri bileşiktir, kimileri de bileşikleri meydana getiren elemanlardır. Elemanlar, görünmez ve değişmez nitelikteki atomlardır. Çünkü, hiçbir şey yokluğa dönmediği için, bileşikler dağılınca, onları meydana getiren varlıkların da var kalmaları gerekir. Dünya sonsuzdur. Çünkü her sonlunun bir ucu olması gerekir, dünyanın ucu olmadığına göre sonsuzluğu açıktır. Sonu olmadığına göre de zorunlu olarak sonlu değil demektir. atomların devimlerinin başlangıcı yoktur. Çünkü atomlar boşluk kadar öncesizdir. Atomların devimleri sürekli ve sonsuzdur'' (Bu mektup parçaları, Mehmet Karasan'ın Büyük Filozoflar Antolojisi'ndeki değerli çevirisinden alınmıştır). Epikuros'un bu parlak sezileri Lukretius'un aracılığıyla Roma'ya geçmiş ve sonunda Gassendi'yle Bacon'u etkileyerek doğabilimlerinin gelişmesini büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Bilimsel felsefenin ustalarından biri şöyle der: ''Fransa'da özellikle Descartes tarafından temsil edilen 17. yüzyıl metafiziği, doğar doğmaz, karşısında uzlaşmaz bir hasım olarak, Gassendi'nin kişiliğinde Epikuroscu maddeciliği bulmuştur. Fransız ve İngiliz maddediciliği, her zaman, Demokritos ve Epikuros'a sımsıkı bağlı kalmıştır''. Romalı Lukretius Carus'ün Epikurosculuğu açıklayan yapıtının adı De Rerum Natura'dır. Rönesans düşünürlerinden Montaigne, Pierre Charon, Sanchez, Lamothe-Levayer vb. Epikurosculuğu izlemişlerdir. Osmanlı sözlükleri, Epikurosculuğu şöyle sunmaktadırlar: ''Lakin bu mezhebe mahsus bir düstur vardır ki o dahi elemden ihtiraz et düsturudur. İşte o lezzetin mahiyeti bu düsturdan daha iyi anlaşılır. Epikür mezhebi bir şehvet mezhebi değil itidâl ve aklı selim mezhebidir deniliyorsa da Cenâbı Allah'ı inkar ve bedâyii kâinatı tesadüfe atıf ve intiharı tavsiye eden bir mezhep kadar aklı selime münâfi bir şey olamaz''. (Bk. İsmail Fenni, Lugatçei Felsefe, . 231) Epikurosculuk, görüldüğü gibi, metafizikçilerin, idealistlerin ve tanrıbilimcileri kasıtlı anlatımlarıyla anlam değiştirmiştir ve Epikuros'un kendisi genellikle anlaşılan anlamda bir Epikuroscu değildir. İdealistler onu kasıtlı olarak kaba ve hazcı saymışlardır, oysa Epikuros antikçağ Yunan felsefesinin en üstün ve en önemli düşünürlerinden biridir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Erdem Nedir?

Erdem, insanın kendini aşma gücüdür.

Kendini aşmak, evrensel oluşuma, her an biraz daha artan bir çapta katılmak demektir. İnsanın kendini aşması, sürekli olarak her an artan bilginin ve eylemin gerektirdiği bir zorunluluktur.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Erek Nedir?

Sebebin içerdiği son.

Masa yapılınca erek gerçekleşmiş, yapılan iş son bulmuştur. Metafizik ve düşünceci dilde sebep karşılığıdır ve sebep ereği içerir. Genellikle erek deyimi, erişilmek istenen anlamında kullanılır hedef deyimini karşılar ve amaç deyimiyle anlamdaştır. "Herhangi bir canlının erişmek ya da elde etmek için çaba gösterdiği bir nesne ya da nokta."
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Erekbilim Nedir?

Doğa, insan ve toplumun ereklerle belirlenerek yönetildiğini ileri süren öğreti.

Terimin Aristoteles'ten gelen metafizik anlamı, erek sözcüğünün bütün anlamlarında ereklilik'in incelenmesini dile getirir. Nesnelerin neden meydana geldiklerini açıklayan nedensellik yasasına karşı, nesnelerin hangi erek için meydana geldiklerini araştıran ereksellik anlayışı, evrende böylesine bir erek güdebilecek üstün bir gücün varlığı inancına dayanır. Oysa bu öznel metafizik erekselliğin karşısında, nesnel ve bilimsel bir ereksellik de vardır. Metafizik ereksellik Tanrılık planının sonucu, bilimsel ereksellikse özdeksel ve nesnel nedenselliğin sonucudur. Erekbilim'in törebilimsel anlamı, insan yaşamındaki törebilimsel erekleri saptamaya çalışır. Metafizik erekbilim, evreni, ereklerle araçlar arasındaki ilişkilerin bir toplamı sayar. Metafizikçiler bilimsel nedenselliğin karşısına, ruhsal erekselliği çıkarırlar. Bu anlayışa göre herhangi bir varlığın yapısını ve gelişmesini belirleyen onun nedeni değil, ereğidir. Bu ereği de ruhsal bir ilke, üstün bir us ya da açıkça tanrı koymuştur. Örneğin buğdayı buğday eden, buğday tohumu değil, tanrıca saptanmış olan buğdaylaşma ereğidir. Bu alanda kimi metafizikçiler işi nedenselliğin tümüyle yadsınmasına kadar vardırırlar. Örneğin L. Wittgenstein'e göre "nedensellik bir peşin yargıdan başka bir şey değildir". (Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, Londra 1955, s. 108) 18. yüzyılda İngiliz düşünürü Hume'da deneyin, bize olaylar arasındaki zorunlu bağlılığı, eş deyişle nedenselliği asla göstermediğini ilerisürmüştü. Oysa insanlar doğa ve toplumdaki nedenselliği keşfedemeselerdi hiçbir eylemde bulunamazlar, eş deyişle bilim yapamazlardı. Bilim, tümüyle, nedensellik anlayışının ürünüdür. Toprağa buğday tohumu atıp gerekli koşulları sağlayınca buğday üreteceğimizi kesinlikle bilmeseydik üretemezdik. Engels, "bir olayın başka bir olayı doğurduğu, eş deyişle nedensellik, insan faaliyeti sayesinde ortaya çıkmıştır" (Engels, Doğanın Diyalektiği, Editons Sociales, Paris 1955, s. 232) der. Eytişimsel özdekçilik, özellikle canlı örgenliklerin anatomik yapılarındaki ve davranışlarındaki erekselliğin temelinde nesnel ve özdeksel nedenlerin bulunduğunu göstermiştir. Darwin kuramı, bunu, bilimsel olarak tanıtlamıştır. Hayvan ve bitkilerdeki değişiklikler, çevre koşullarındaki değişiklikler nedenine dayanır. Ortam değişikliklerine uyma zorunluluğu, doğal ayıklanmayla gerçekleşir ve soyaçekimle kuşaklardan kuşaklara geçerek canlı örgenliklerin yapısında erekselleşir. Canlı örgenliklerdeki her oluşum elbette ereklidir, yaşamı sürdürme ereğine dayanır. Ama bu ereklilik, tarihsel süreçte, nesnel ve özdeksel nedenlerle meydana gelmiştir. Çevreye uyabilme çabasıyla gerçekleşen çeşitli değişiklikler arasında en uygunu, yaşamı sürdürmeyi sağlayanı, doğal ayıklanmayla muhafaza edilerek ve soyaçekimle saptanarak kuşaklardan kuşaklara geçirilip canlı örgenliklerdeki erekliliği gerçekleştirmiştir. Tek sözle özetlersek, metafizik ereksellik tanrılık planının sonucu, bilimsel ereksellik nesnel ve özdeksel nedenlerin sonucudur.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Ereksel Nedenler Kanıtı Nedir?

Varlık düzeninin bu düzeni kuran bir öncel zekâyı gerektirdiği savı.

Bu sav, metafizikte, erekbilimsel bir kanıt olarak ileri sürülür. Bu anlayışa göre her sonucun bir nedeni olması gerektiği gibi, her erekselliğin de bir ereksel nedeni olması gerekir. Her düzen bir düzenleyiciyi gerektirir, öyleyse doğa düzeni de Tanrı'nın varlığını gerektirir. Düzen bir zeka işidir, buysa öncel bir zekanın varlığını tanıtlar. Bu öncel zeka, Tanrı'dır. Doğadaki düzen, Tanrılık gücün öncel planına göre gerçekleşmiştir. Bu bilimdışı sav, Newton'dan Darwin ve Einstein'a kadar hemen her bilimsel bulguyla çürütülmüştür. İngiliz tanrıbilimcisi W. Paley'in göz örgeninin bir ereğe yönelmek için her türlü koşulları kendinde toplayan bir örgen olduğu ve bundan ötürü de ereksel nedenler kanıtının en yetkin örneklerinden biri bulunduğu savına karşı fizikçi Helmhpltz, ‘'gözü bir fizikçi yapmış olsaydı beceriksizliğinden ötürü geri gönderir, paramı geri isterdim'' der. Koyu bir metafizikçi olan Profesör F. A. Lange, Histoire du Materialisme adlı yapıtından (cilt 1, s. 267-8) örgensel varlıkların oluşumunda doğanın hiç de düzenli ve hesaplı davranmadığını, tersine, milyarlarca hayvan ve bitki tohumunun boş yere harcanıp gittiklerini ve ancak bunlardan küçük bir bölümünün doğada bir yer edinebildiğini uzun uzun anlatır ve bunu bir avcının bir tavşan vurmak için her yöne milyonlarca kurşun atmasına benzetir. Kurşunlar bir ereksel nedenle atılsaydı, her kurşunun hedefini bulması gerekirdi.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Erkecilik Nedir?

Evrenin ana tözünün özdek olmayıp özdeksiz erke olduğunu ileri süren öğreti.

Alman kimyacısı ve doğabilimcisi Wilhelm Oswald tarafından savunulmuştur. Temelde Kantçı bilinemezciliğe ve Hegelci olaycılığa dayanır. Erkenin özdekten ibaret bulunduğu Einstein tarafından tanıtlanmış bulunmakla bu metafizik öğretinin de, birçok benzerleri gibi, hiçbir anlamı kalmamıştır.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Eşitlik Nedir?

Eşit olanların niteliği.

Eşitlik kavramı, Antik Çağ Yunan düşüncesinden beri, gittikçe önem kazanarak, hemen bütün düşünürlerce ele alınmıştır. Önce Apolonnialı Diogenes Doğa Üstüne adlı yapıtında bu kavramı ele almış ve "Değişmeye bağlı olan nesnelerden her biri bir başkasına eşit olamaz, çünkü eşit olması için onunla aynı şey olması gerekirdi" demiştir. Platon da Phaidon'unda Sokratik diyaloglarla "eşitlik kavramına bütünüyle uygun olan iki nesne olamaz" sonucuna varır. Bu diyaloglara göre iki şeyi eşit kılmak için önce onları ayırt etmek gerekir. Alman düşünürü Leibniz, ayırt edilmezlik ve özdeşlik ilkeleriyle Diogenes-Sokrates-Platon düşüncelerini yenilemiş ve Monadologie adlı yapıtında, "Doğada, hiçbir zaman, tümüyle birbirine eşit olan, aralarında bir ayrım yapılamayacak olan iki şeyin bulunmadığını" ileri sürmüştür. Coste'a yazdığı mektupta: "Evren birbirine tümüyle eşit ya da benzer iki parçaya bölünemez. Bundan ötürü, iki şeyin tümüyle birbirine eşit olacağı ve bizde eşit bir izlenim bırakacağı durum hiçbir zaman varolmayacaktır" (Erdmann, 19.12, 1707, s. 447) der. İslam gizemciliğinde de "tecelliyâtı ilâhiyede tekrar yoktur" sözüyle doğal eşitsizlik dile getirilir. Aynı düşünce antikçağın Stoacılarınca da ileri sürülmüştür. Leibniz, Newton'un öğrencilerinden Clarke'a yazdığı mektuplarda, Stoacıların deyişini kullanarak, "nasıl tümüyle birbirine eşit iki yaprak yoksa, iki eşit monat da yoktur" der. Eşitlik kavramı, giderek, hukuksal, uygarsal, siyasal, toplumsal açılardan da incelenmiştir. Metafizik düşünce özellikle Hıristiyanlığa dayanarak, eşitliğin törebilime aykırı olduğunu ileri sürer. Örneğin Alman düşünürü Max Scheler'e göre insan eşitliğini düşlemek ahlaksızlıktır, çünkü Tanrı kimini bağış'lamış, kimini de bağış'lamamıştır, eşitlik isteği yersiz olarak değerliyi kıskanmaktan başka bir şey değildir. Bilimsel açıdan toplumsal eşitlik, sınıf farklarının ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Evhemerosçuluk (Euhemerosçuluk) Nedir?

Kireneli Euhemeros'un tanrıtanımazlık öğretisi.

Aritippos'un hazcılık okulundan yetişen Messeneli Euhemeros, Kirene okulunun dinsel alandaki tutumunun kuramcısıdır. Ona göre bilgeliğin ön koşulu, boş inançlardan sıyrılmaktır. Tanrılar, insanların yaratısıdırlar ve ön çağın büyük adamları olup kendilerine duyulan sevgi ve saygının gelişmesinden doğmuşlardır. İnsanlar, büyük kişilere duydukları saygıyı giderek Tanrılık kata çıkarmışlar ve çeşitli Tanrılar uydurmuşlardır. Euhemeros, bütün bunları romanımsı bir gezi yapıtında anlatır ve Hint Okyanusundaki Penkhaia adasında bir tapınakta bulduğu bir yazıtta okuduğunu söyler. Romalı ozan Ennius Euhemeros adlı yapıtıyla, İ.Ö. 300 yıllarında yaşamış olan Helenistik romancı Euhemeros'un bu düşüncelerini Roma'da yaymıştır. Euhemeros hazcı ve usçudur, amacı kendi çağının tanrılarıyla savaşmaktır. Oysa Hıristiyanlığın ünlü kilise babası Augustinus, onun bu açık tanrıtanımazlığını, çoktanrıcılığın ve putataparlığın saçmalığını tanıtlayarak Hıristiyanlığı yüceltmek için kullanmıştır. Euhemeros'un böylesine bir üne kavuşmasının nedeni de budur. Euhemerps'un bu düşünceleri, çok daha sonra, İngiliz düşünürü Herbert Spencer tarafından savunulmuştur.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Evren Nedir?

Varolanların tümü.

Evren, dünyamızı da içeren sonsuz doğa bütünlüğü. Kozmos, dünyamızın dışındaki sonsuz doğa bütünlüğü.

1. Düzenlilik (düzensizlik karşıtı)

Yunanca kozmos sözcüğü düzen anlamındadır. İlkçağın evrenin doğuşu düşüncelerine göre önce düzensizlik, esneyen boşluk anlamında khaos vardı. Sonra bu düzensizlik düzenlendi. Anaksagoras'a göre onu düzenleyen de bu düzensizliğin dışında bulunan bilinçli ilke nous'tur. Bu düzen düşüncesini evren anlamında kullanan ilk düşünürler Pitagorasçılardır.

2. Varlığın bütünsel birliği

Bu evrensel bütünlük, doğanın en küçük zerresinde bile kendini belirtmektedir. Claude Bernard'ın dile getirdiği gibi, en küçük bir varlığın yaşamı, evrendeki topyekün yaşamın bir parçasıdır. Fizikçi Einstein, özel ve genel bağıntılılık kuramıyla, bu evrensel bütünlük ve bağıntılılığı bilimsel olarak tanıtlamıştır.

Klasik felsefede evren, insan duyularıyla algılanıp algılanamayacağı bakımından anlaşılır evren ve anlıkalır evren olarak ikiye ayrılmıştı. Bu ayrımda, duyuyla algılanamayanın usla algılanabileceği dile getiriliyordu. Pascal "evren beni bir noktaymışım gibi yutuyor, ben de onu usumla bir noktaymış gibi yutuyorum" diyordu (Pascal, Pensées, 6). Daha sonra evren, matematiksel ölçüler bakımından üçe ayrıldı:

İnsansal oranlar evreni
Sonsuz küçükler evreni
Sonsuz büyükler evreni

İnsan, meydana getirdiği aletler ve bu aletlerin verdiği sonuçları değerlendiren matematiksel başarılarıyla kendi ölçülerini aşarak her iki uçtaki sonsuzluklar alanına girmiş bulunmaktadır. Einstein'ın birleştirilmiş alan kuramı, tek ve bütünsel evren yasasını gerçekleştirmeyi amaçlamıştı. Kaldı ki bu amaç, daha 1610'larda, Padua Üniversitesi Matematik Profesörü Galileo Galilei'nin kendi eliyle yaptığı teleskopunu Müşteri yıldızına çevirmesiyle başlamıştı. Galileo, teleskopunu aya çevirdiği zaman onun Giordano Bruno'nun düşünsel tahminine uygun olarak dünyamıza benzeyen bir dünya olduğunu, güneşe çevirdiği zaman da antikçağ Yunan matematikçilerinin (Pitagoras, Filolaos, Aristarhus (Aristarkhus)) düşünsel tahminlerine uygun olarak onun yerinde durduğunu ve dünyamızın güneşin çevresinde dönmekte olduğunu görmüştü. Günümüzdeyse üç milyar yıllık uzaklıkları (10 milyardan fazla yıllık N.) inceleyebilen araştırma araçları gittikçe evrenin sonsuzluğuna sokulmaktadırlar. Ne var ki evren sonsuz olduğu oranda bilgi süreci de sonsuzdur. İnsanoğlu sonsuzca yeni bilgilere doğru açılacaktır. Genellikle evren deyimiyle kozmos deyimi aynı anlamda kullanılmaktaysa da evren'le dünyamızı da içeren sonsuz doğa bütünlüğü dile gelir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Evrenbilim Nedir?

Evreni yöneten genel yasaları araştıran bilim. Klasik felsefe evrenbilimi metafiziğin bir bölümü saymıştır.

Evren, kuramsal olarak Thales'ten ve bilimsel olara Galile'den beri, gittikçe daha geniş bir etkinlikle açıklanmaktadır. Newton'un evreni Galile'nin evrenini; Einstein'ın evreni hem Galile'nin hem de Newton'un evrenini kapsamıştır. İnsan bilgisi, birbirini yalanlayarak değil, birbirini içererek genişlemektedir. Bu çaba, fiziksel kavramların, gittikçe daha etkin bir biçimde, birleştirilmesi yolunda gerçekleşmektedir. Sayısız sanılan elementler önce doksan elemente, sonra da birkaç temel parçacığa indirildi. Çeşitli erkesel güçlerin de aynı erkenin değişik biçimleri olduğu anlaşıldı. Uzay, zaman, yerçekimi, erke ve özdek olmak üzere beş niceliğe indirilen evrensel kavramlar; Einstein'ın bağıntılılık kuramlarıyla özdek temelinde toplandı. Birleştirilmiş alan kuramıyla da sonsuz büyüklerle sonsuz küçüklerin aynı yasada birleştirilmesine çalışıldı.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Evrenselcilik Nedir?

Evrenselliğe ya da tümellemeye eğilimli öğretilerin genel adı. Örneğin törel yasaları her zaman ve her yerde geçerli sayar». Kant'ın törebilim anlayışı, evrensel bağımlılık ve bütünlüğü savunan eytişimsel özdekçilik evrenselcidir.

Özel bir anlamda, insanların sonunda tümüyle kurtulacaklarını ve Tanrı'nın bağışına kavuşacaklarını ileri süren bir Hıristiyan inancına da evrenselcilik denir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Evrim Nedir?

Gelişerek değişme.

Herakleitos hiçbir şeyin durmadığını ve sürekli olarak değiştiğini söylemekle evrim düşüncesinin babası sayılabilir. Kaldı ki Herakleitos, sadece değişme'yi ileri sürmekle de yetinmemiş, ''Bir şeyden birçok şey ve her şey'' diyerek bu değişmeye gelişimsel bir yön vermiştir.

Daha sonra Empedokles de yaşamın zamanla gelişen bir olaylar sürekliliği olduğunu ve yetkin olmayanların daha yetkine çevrildiğini savunmuştur.

Aristoteles, 'Entelekheia kavramıyla bu yetkinliğe doğru gelişme düşüncesini felsefesine temel yapmıştır. Aristoteles'e göre oluş, sürekli olarak alt yapılardan üstyapılara doğru gerçekleşir ve yetkinliğe doğru gelişme özdeksel ve tinsel her şeyin başlangıcında içkin bulunmaktadır. Hayvanlar Üstüne Araştırmalar adlı yapıtında cansızdan canlıya doğru bir çıkış olduğunu; cansız maddeden canlı bitkiye, bitkiden hayvana ve hayvandan da insana varıldığını söyler.

Yunan atomcuları da kalımlı hayvan türlerinin çevreye uyan türler olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Metafizik dünya görüşü, evrim konusunda, tanrıbilimi desteklemek için çeşitli, bilimdışı kuramlar ileri sürmüştür. Bütün bu bilimdışı kuramların ortak varsayımlarına göre evrensel oluşmada bir ilerleme değil, tersine, gerileme vardır. her şey, her an, daha kötüye gitmektedir ve tarih bir tekerrürden ibarettir''. Evrim düşüncesini yadsıyan bu metafizik varsayımların yanında evrim düşüncesine boyun eğen (kabul etmek zorunda kalan N.) metafizik varsayımların ortak savlarına göre gelişmenin kaynağı özdeğin dışındadır ve çeşitli kavramlarla dile getirilen 'Tanrı'dır.

Herakleitos'tan eytişimsel felsefeye gelinceye kadar çeşitli düşünce akımlarında evrim düşüncesine yatkın görüşler ileri sürülmüştür. Nicolas de Cusa, Giordano Bruno, Bacon, Descartes, Leibniz, Kant, Fichte, Schelling, Diderot, Rousseau, vb. gibi büyük düşünürlerin yapıtları felsefenin bu temel gerçeğinden izler taşımaktadır.

Empedokles'in 'yetkin olmayanların daha yetkinlere çevrildiği' düşüncesini geliştiren İngiliz düşünürü Herbert Spencer birtürden'in ayrıtürden'lere dönüşerek geliştiğini ileri sürmüştür.

Evrim, eytişimsel yasanın baş kavramıdır. Eytişimsel ve tarihsel özdekçilik, doğasal ve toplumsal evrimin genel yasalarının bilimidir. Eytişimsel felsefeye göre evrim terimi nicesel değişmelerin sıçramayla nitesel değişmeleri gerçekleştirdiği gelişme sürecini dile getirir.

Evrimin kaynağı ve gerçekleştiricisi, doğasal ve toplumsal bütün olgulardaki karşıtlık'lardır.

Evrimsel gelişme, Hegel felsefesinde olduğu gibi her şeyin karşıtına dönüştüğü bir mekik devimi değil, daima daha üstün bir düzeyde gerçekleşen bir 'sarmal gelişim' devimidir. Evrim ve devrim, gelişme'nin kopmazca birbirine bağlı iki yanıdır. Evrim, birdenbire sıçramalar ve yeni niteliklerden yoksun, adım adım ve yavaş niceliksel bir gelişmedir. Devrimse eskinin tümüyle yeniye dönüşümünü içeren hızlı, birdenbire sıçramalı niteliksel bir değişmedir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Evrim ve Devrim Nedir?

Birbirlerini hazırlayan ve birbirlerinin koşulu bulunan nicesel ve nitesel oluşum.

Gelişme, doğasal ve toplumsal bütün olgularda, nicesel ve nitesel değişmelerin birbirlerini oluşturmasıyla gerçekleşmektedir. Örneğin kaynatılan su, yüz dereceye gelinceye kadar nicelikçe değişmeler (evrim) sürecini izler ve yüz derecede birdenbire sıçrayarak nitelikçe değişime (devrim) uğrar ve buharlaşır. Bunun gibi toplumda da bir düşünce önce nicelikçe çoğalır (evrim) ve gereken birikim gerçekleşince birdenbire toplumun niteliğini değiştirir (devrim). Doğasal ve toplumsal gelişme süreci, nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçişlerle sürüp gider. Örneğin bir makine (nitelik) üretimi artırır (nicelik), üretimin artması yeni bir makineyi (nicelikten niteliğe geçiş) gerektirir, yeni makine de üretimi daha çok artırır (nitelikten niceliğe geçiş). Oluşma süreci böylesine eytişimsel bir düzeyde gerçekleşir. Nicelikçe değişme azar azar, nitelikçe değişme ise birdenbire sıçramayla olur. Ama bu hız, oluşumun yapısına ve sıçramanın içinde meydana geldiği koşullara göre değişir.

Gelişme, daima daha üstün bir düzeye doğru ve sarmal, daima eskinin yerine yeniyi getirerek aşağıdan yukarıya bir süreçle gerçekleşir.

Yeni, eskinin kalıcı ve sağlam yanlarını da saklar ve içerir. "Gelişme, hiçbir alanda, kendisine ait eski varlık biçimlerini yadsımaksızın meydana gelmez". Gelişme sürecinin daha önceki aşamalarında elde edilmiş olumlu kazançların sürekliliği ve korunması, evrimsel birikimi gerçekleştirir. Böyle olmasaydı, yeninin eskiyle bütün bağlarını koparmış bulunması evrimsel birikime son verirdi ve eskinin değerli hazinesini taşımayan yeni sadece bir başkalaşmayı gerçekleştirmiş olurdu. Oysa, evrim, aşağıdan yukarıya, yalından karmaşığa doğru yükselen bir 'ilerleme' sürecidir.
 

Lilith

ad astra per aspera
MFC Üyesi
  • Üyelik Tarihi
    5 Ağu 2017
  • Mesajlar
    1,117
  • MFC Puanı
    11
Eytişim (Diyalektik) Nedir?

1. İlk Çağ: İlk Çağ'ın Çin, Hint ve Yunan düşüncelerinde görünen sonsuz çeşitliliğin karşıt güçler taşıdığı ve bunlarla oluştuğu sezilmişti. O zamanlar kuru-yaş, aydınlık-karanlık, sıcak-soğuk, boş-dolu vb. birbirlerine karşıt sayılıyor ve bu karşıtların aynı şeyin değişik yüzleri olduğu ileri sürülüyordu. Bu karşıtlıklardaki çatışmanın bütün değişmelerin itici gücü olduğu sezisi, en ilkel düşüncelerde bile belirmekteydi. İlkel dinlerin ana-baba-çocuk olgusundan doğan kutsal üçlemeleri, Hegel'in tez-antitez-sentez diyalektiğinin ilk biçimidir. Yunan mitolojisindeki Eros'un karşıtlık kardeşi Antero, gelişmenin karşıtların çatışmasıyla gerçekleştiği düşüncesini açıkça belirtir. Diyalektik terimi ilkçağ Yunanlılarında 'tartışmacılık' anlamında kullanılıyordu ve bu bakımdan bütün bilgiciler 'eytişimci' sayılmıştı. Bu tartışmaların zamanla boşsöz oyunlarına dönüşmesi, insanlığın gerçeğe yaklaşmada en parlak buluşu olan 'eytişim'in gözden düşmesine ve yüzyıllarca küçümsenmesine sebep oldu.s.105

2. Herakleitos: Eytişimin babası Herakleitos bu terimi bilmez ve kullanmazdı. Ama evrensel oluşmanın karşıtların savaşıyla gerçekleştiğini ileri süren ve "bir şeyden birçok şey ve her şey" deyimiyle evrensel bağımlılığı, değişme ve gelişmeyi, karşıtların birliğini ve aynılığını belirtir. Herakleitos'un kimi yerde saflıkla dile getirdiği bu dahice sezişleri, yüzyıllarca sonra, bir başka büyük eytişimci olan Hegel'e "Herakleitos'un hiçbir sözü yoktur ki lojiğime almamış olayım" dedirtecektir.s.105

3. Sokrates: Sokrates'e göre eytişim, bir doğurtma yöntemiydi. Sokrates bu yöntemle, bir tartışmada, karşıt düşünceleri ortaya çıkarır ve bunları karşısındakine çözümleterek (sentezleterek N.) gerçeği doğurtmaya çalışırdı. s.105

4. Zenon: Aristoteles'e göre eytişimin kurucusu Elealı Zenon'dur. Aristoteles Herakleitos felsefesinin eytişimsel niteliğini görememiş ve kavramların çelişik yanlarını bulup ortaya çıkaran Zenon'u eytişimin kurucusu saymıştır. Zenon, ünlü kanıtlarıyla karşısındakinin kabul etmiş olduğu ilkelerden yola çıkarak onu çürütme sanatı olarak eytişimi kullanmıştır.

Aristoteles'e göre eytişim, yanlış sonuçlara götüren uslamlamalar mantığıdır. Kesin sonuçlara varamaz, kılı kırk yararak olasılıklar üstünde dolaşıp durur. Aristoteles'in bu anlayışı, eytişimin yüzyıllar boyunca küçümsenmesini gerektirmiştir.

5. Platon: Platon'a göre eytişim, duyulur bilgilerden duyulmayan idealara ulaşmak için çok yararlı bir sanattır. "Bir varsayım kurulunca, sadece bundan çıkanı incelemek değil, aynı zamanda bunun karşıtından çıkanı da görüp anlamak gerekir" Platon'a göre bir idea'yı başka idea'lardan bağımsız olarak düşünmek imkansızdır.

Antik Çağ Yunanlıları karşıt düşünceli iki kişinin konuşmasına dialogos, tartışmasına dialektike derlerdi. Günümüzde kullanılan bilimsel dialektik kavramının bu eski anlamlarla hiçbir ilgisi yoktur (ilgisi vardır, değişmiş, gelişmiştir N.).s.105

6. Orta Çağ: Orta Çağ'da eytişim biçimsel mantık anlamında kullanılmış, söz sanatına karşı tartışma sanatı olarak Stoacılardan alınmıştır.

7. Rönesans: Rönesans'ta Nicolas de Cusa ve Giordano Bruno gibi düşünürler sonlu'yla sonsuz, eğri çizgi ile doğru çizgi gibi karşıtların birbirleriyle uzlaştıklarını ileri sürmüşlerdir.

8. Kant: Kant, eytişimi, Aristoteles düşüncesine uygun olarak, olumsuz anlamda kullanmış, ona göre eytişim bir yanlış düşünme mantığıdır.

9. Fichte: Herakleitos,-Sokrates-Platon'dan sonra, Aristoteles'in gözden düşürdüğü eytişimi ustaca kullanan ilk düşünür Fichte'dir. Fichte'ye göre bilgi, karşıtlıkları aşarak oluşur. Bir şeyi bilmek demek, önce onu görmek, sonra onu başkalarından ayırt etmek ve daha sonra da onu başkalarıyla birlikte tanımak demektir.

10. Schellin: Alman idealizminin büyük üçlüsünün ikinci düşünürü Schelling, eytişimi, Fichte'nin düşünsel sürecinden doğal sürece aktarır ve doğal gelişmenin yasası yapar. Ona göre sadece bilgi değil, doğa da karşıtlıkları aşarak gelişir.s.106

11. Hegel: Hegel, Herakleitos'tan beri ve ondan üstün düzeyde, eytişimin evrenselliğini ortaya koyan ilk büyük düşünürdür. Hegel'e göre bilgisel süreçle doğasal süreci kapsayan ve bir 'düşünce'den ibaret olan 'saltık varlık'ın gelişme süreci eytişimle gerçekleşir. Her sav, karşı sav'ıyla yadsınarak bireşime (sentez) ulaşır. Saltık varlık, önce açılarak doğalaşmış ve insana kadar gelen bir evrim sonunda gelişme sürecini insansal bilinçte sürdürmüştür. Bu gelişme, 'saltık varlık'ın kendi bilincine ulaşmasına dek sürecektir. Saltık varlık (düşünce, fikir) ilkin insan bireyinde uyanmıştır, sonra başka 'ben'lerle bağıntılı olan bir kültür düzeyine atlayarak gelişmiş ve kendi özüne uygun bir evreni gerçekleştirmiştir. Daha sonra da kendisinin bilincine ulaşarak felsefe, din ve sanat gibi saltık değerleri gerçekleştirmiştir.

Hegel, idealist bir düzeyde kalmakla beraber, eytişimin bütünsel mekanizmasını sergilemiştir. Ne var ki Hegel'deki bu bütünsellik çevrimsel ve tamamlanmış bir bütünselliktir. Oysa doğasal ve toplumsal yaşam, hiç bir zaman bu çevrimsel bütünselliğe sığmayarak sürüp gitmektedir. Hegel'e göre, değil insan bilinci, insansız ve nesnel bir dünya varolmadan önce 'saltık' bir 'düşünce' vardı. Her şey bu 'saltık düşünce' den oluştu. Bu, pratikle doğrulanamayan ve asla doğrulanamayacak olan bir varsayımdır ki Hegel öğretisinin çürük yanını dile getirir. Doğadan daha önce varolan ve eytişimsel yöntemle gelişerek doğalaşan ve insan bilincinde kendisini bulan bu 'saltık varlık' felsefesel bir 'Tanrı'dan başka bir şey değildir. Bilindiği gibi düşünce, doğasal bir evrimin sonucu olarak insan varlığında gerçekleşmiştir. Başlangıcı bu sonuçla açıklamaya kalkmak, babayı çocuğuyla açıklamaya kalkmak demektir. Bu halde, her ne kadar doğasal ve bütünsel evrimi kapsadığı ileri sürülse de, Hegel'in eytişimi, kurgusal bir başlangıçla kurgusal bir son arasında kalan 'salt düşüncenin gelişme yasasıdır'
Hegel , bunu, 'Mantık Bilgisi' adlı yapıtının birinci kitabının girişinde şöyle anlatır: "Bilgide ilerlemeyi gerçekleştirmek için gereken tek şey bu mantık yasasını kavramaktır. Bu mantık yasasına göre olumsuz aynı zamanda olumludur ya da karşı duyulan her neyse yoklukta sıfır olmaz, sadece özünün yadsınmasında sıfır olur. Sonuç şudur ki yadsıma, belli bir yadsıma olmakla aynı zamanda belli bir içerik taşır. Bu içerik yeni bir anlayıştır, yeni bir kavramdır; ama öncekinden daha yüksek, daha zengin bir kavram. Çünkü yadsınmasıyla, yani karşıtıyla zenginleşmiştir; onu içermektedir, hem de kendisinden fazla olarak -çünkü hem kendisini hem de karşıtını-içermektedir. İşte kavramlar sistemi böyle oluşur. Her türlü dış müdahaleden bağımsız olarak kesintisiz bir akışla böyle gelişir".

Buna karşı, 'Felsefe Tarihi Üstüne Dersler' adlı yapıtında da şöyle der: "Genellikle dialektik dış dialektiktir, 'devim'le 'devimin kavranması' birbirinden ayrıdır. Birincisi nesnelere bakmanın, onların nedenlerini göstermenin bir yoludur. İkincisiyse nesnenin içten düşünülmesidir. Nesne kendisi için, dış ilişkilere ve yasalara bağlı olmadan ele alınır. Nesnenin içine girilir ve gözlemlenir. Nesnenin içinde kendi iç belirlenimlerine göre düşünülür. Böylece nesne kendisini aşar, karşıt belirlenimler taşıdığını ve ancak kendisini böylelikle aştığını gösterir."
Bu yüzdendir ki, eytişim ustalarından biri şöyle demektedir: " Dünya, yani doğal, tarihsel, anlıksal her şey ilkin Hegel'de bir süreç olarak, yani sürekli devim, dönüşme, değişme, gelişme içinde tasarımlanmıştır".

Hegel de, bir ölçüde Kant, Fichte ve Schelling gibi 'bilme'yle ilgili 'eylem'in gerçek özdeksel temelini göremiyordu. Bu yüzdendir ki, üstün ve hayranlık verici başarılarına rağmen, diyalektik anlayışı yetersiz ve sınırlı kalmıştır. Düşünceye diyalektiği getirmiş olan Hegel, ne yazık ki diyalektik bir düşünceyle düşünememiştir, düşünme yöntemi metafizik kalmıştır. Hegel'in güçlü yanı, bu düşünce sürecinin gelişmesinde eytişimsel mantığın temellerini atarak biçimsel mantığın engelleyici egemenliğine son vermiş olmasıdır. Eytişimsel özdekçiliği hazırlayan, Hegel'in bu çok üstün aşamasıdır. 'Çelişmeli oluş' un gerçekliğini meydana koyan Hegel'in eytişimi, doğasal, bilinçsel oluşun kendi felsefesinde son bulduğu büyük çelişmesinden temizlenmekle eytişimsel özdekçiliğin temelleri atılmıştır. Daha açık bir deyişle, eytişimsel özdekçiliğe, Hegel'in çelişmesi aşılarak varılmıştır.s.106,107

12. Feuerbach: Alman düşünürü Feuerbach, düşüncecilikle eytişimsel özdekçilik arasında bir düşünsel köprü olmuştur. Feuerbach'ta kaba özdekçilik, eytişimsel bir yola yönelmiştir. Ona göre, din, insanın kendi kendisine gösterdiği bir saygıdır. Ne var ki insan bu erdemini, din adı altında kendisine yabancılaşarak, kendisinin dışında geliştirmiştir. Felsefe insana bu çelişmeyi aşmayı öğretir ve insan bu çelişmeyi aşarak dinin insanlar arası bir bağıntı olduğunu anlar. Bu özdeksel ve eytişimsel aşma insanı geliştirir. Din'in gerçeği aşk'tadır. Önceleri insanlar kendi niteliklerinin fantastik yansımaları olan tanrılar yaratmışlardı, Tanrılar insanlık düzenini kurmaya yetmediler. Oysa bu düzeni kuracak olan, insanın başka insanlara karşı duyduğu bağlılıktır. Bu bağlılık en yetkin biçimine aşk'ta ulaşır. Cinsel aşk, bu duygusal insan bağlılığının en yoğunlaşmış biçimidir. İnsanlar arasındaki bütün sorunlar aşkın gücüyle çözülecektir. Varlık yapısının temeli 'özdek'tir ama kendisi 'düşünce'dir…
Görüldüğü gibi, Feuerbach'ın özdekçiliği sonunda gene idealizme varan bir özdekçiliktir ve Hegelciliğin bir başka çeşididir. İnsanın Tanrı'ya tapmasını yasaklayan özdekçi Feuerbach'ın karşısında, insanın insana tapmasını buyuran düşünceci Feuerbach yer alır. Feuerbach "özdekçilikle geride beraberim ama ileride beraber değilim " der. Engels'de şöyle demektedir: "Feuerbach'ın gerçek idealizmi onun din felsefesinde ve törebiliminde görülür. Feuerbach dini asla ortadan kaldırmak istemez. İstediği onu geliştirmektir. Felsefenin kendisi dinin içinde erimelidir."s.107

13. Eytişimsel ve Tarihsel özdekçilik: Eytişimsel ve tarihsel özdekçi felsefe 'eytişim'in doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün alanları kapsayan evrensel niteliğini keşfetmiş ve tüm ayrıntılarıyla açık seçik sergilemiştir. 'Teori'yle 'pratik'in eytişimsel birliğinden doğan bu eşsiz başarı, 'eski'yi korumaya çalışan 'metafizik dünya görüşü'nün yerine 'yeni'ye katılan 'eytişimsel dünya görüşü'nü getirmiştir. Bu yeni dünya görüşü, insanlık tyarihinin gerçeğe yanaşma sürecinde en büyük 'aydınlanma'dır. Karşıtların çelişerek çatışması ve bu çatışma sonunda aşılması yoluyla, teksözle etytişimsel olarak gelişen doğa, bilinç ve toplum olgularının gerçeğine ancak eytişimsel bir bakışla varılabilirdi. Eytişim, hem evrensel bütünlüğün 'gelişme yasası' hem de bu gelişmenin 'inceleme yöntemi'dir. Oysa eytişim, Herakleitos'un parlak sezişlerinden Hegel'in ökece açıklamalarına kadar, 'eytişim yöntemi'yle değil, 'metafizik yöntemi'yle incelenmiş; bu yüzden bulanık, varsayımsal, kuramsal ve bilimdışı kalarak öz benliğine kavuşamamıştır. Eytişimsel ve tarihsel özdekçi öğreti, gerçeğin, doğasal evrimin insanlı döneminde, bir ucu özdekte ve bundan ötürü pratikte, öteki ucu bilinçte ve bundan ötürü kuramda bulunan ikili karakterini aydınlığa çıkarmakla eytişimin Hegelci metafizik evrensel karakterini ortaya koymuştur. İnsanlığın bilim ve pratikle bağlantı kuramayan tekyanlı bilinç ve kuram evresinde metafizik dünya görüşü nasıl zorunlu olmuşsa, bilim ve pratikle bağıntı kurulan bu çokyanlı evresinde de eytişimsel dünya görüşü öylece zorunludur. Bilimin gelişmesiyle kendini sınırlamayan ve başıboş bir özgürlük içinde alabildiğine pratik gerçekten uzaklaşan düşünce, zorunlu olarak metafiziği gerektirmiştir. Her an gelişen bilimle sınırlanan ve bilimsel pratikle kendini denetleyerek gelişme yoluna giren düşünce de böylece zorunlu olarak eytişimi gerektirmektedir. Eytişimsel ve tarihsel özdekçiliğe göre eytişim, metafiğin tam karşıtıdır. "Benim eytişimim temelde Hegel'inkinden yalnız farklı değil,ona taban tabana karşıttır. Hegel'e göre, ide adı altında bağımsız bir özne haline dönüştürdüğü düşünce süreci gerçek dünyanın yaratıcısıdır ve gerçek dünya idenin yalnızca dış görünüşünü meydana getirir. Bana göre ise tam tersine, ide, insan zihninin yansıttığı ve düşünce biçimlerine dönüştürdüğü özdeksel dünyadan başka bir şey değildir". "Bütün doğa,en küçük şeyden en büyüğüne, bir kum taneciğinden güneşe, ilk canlı hücreden insana kadar sürekli bir meydana geliş ve yok oluş, sürekli bir akış, durmayan bir devim ve değişme içindedir. Nesnel denen eytişim, bütün doğada geçerlidir. Öznel denen eytişim, yani eytişimsel düşünce ise bütün doğada zıtların karşıtlığından doğan devimin geçerliğini yansıtır. Düşünce ve bilinç, insan beyninin ürünleridir. İnsan da doğanın bir ürünüdür, doğal çevresinde doğayla birlikte gelişmiştir. Bundan şu doğal sonuca varılır ki, insan beyninin ürünleri-ki sonuç olarak onlar da doğanın ürünleri demektir-doğayla çelişme halinde değil, doğanın bütünüyle uygunluk halindedir".

Eytişim, doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının çatışarak aşılmasıyla durmaksızın devindiren ve geliştiren bir süreç'tir.

Demek ki doğanın işleyiş mekanizmasıdır, toplumun geliştirici gücüdür, düşüncenin gerçeğe varmak için kullanabileceği tek bilimsel yöntemdir.

Özdekçi eytişime gelinceye kadar metafizik düşünce, ister idealist ister materyalist yönde olsun, ne doğayı, ne toplumu ve ne de düşünceyi çözümleyememişti. Doğa nedir ve nasıl işler, toplum nedir ve neden böyledir, düşünce nedir ve insan neden böyle düşünür? Bütün bunlar saçmasapan nedenlere bağlanıyor, hayal ürünü varsayımlarla açıklanmaya çalışılıyordu. Tarihte ilk kez insan neden insan olduğunu ya da olması gerektiğini anlamıştır.

Eytişimin üç büyük yasası özdeksel doğadan, tarihsel toplumdan ve bilinçsel düşünceden gözlemlenerek şöylece saptanmıştır:

Her olay ve olgudaki gelişmenin o olay ve olgunun iç gelişmelerinden (çelişmelerinden N.) doğan kendiliğinden bir devimle gerçekleştiğini açıklayan 'karşıtların birliği ve savaşı yasası',
Her olay ve olgudaki gelişmenin sayıca çoğalmaların birdenbire nitelik değişmesini gerektirmesiyle gerçekleştiğini açıklayan 'nicelikten niteliğe geçiş yasası'

Her olay ve olgudaki gelişmenin eskinin olumlu yanlarını özümseyen bir yenileşmeyle gerçekleştiğini açıklayan 'olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası'

Doğanıni toplumun ve düşüncenin işleyiş mekanizmasını açıklayan bu üç büyük eytişim yasası şu eytişimsel yasalarla tamamlanır:

1. Özel ve genel
2. İçerik ve biçim
3. Öz ve olgu
4. Neden ve sonuç
5. Zorunluk ve rastlantı
6. Olanak ve gerçeklik
7. Tümel ve tekil
8. Görünüş ve gerçek
9. Kuram ve kılgı
10. Soyut ve somut
11. Mantıksal ve tarihsel vb. gibi bağımlı ulamlar arasındaki eytişimsel bağlılığı açıklayan yasalar

Eytişimin iyice kavranabilmesi için özellikle şu kavramların açık seçik bilinmesi gerekir:

1. Özdek
2. Devim
3. Bilinç
4. Oluş
5. Yasa
6. Zaman ve uzay
7. Bilgi
8. Kuram ve eylem

Eytişim, nesnel gerçekliğin gelişme yasası olmakla 'nesnel eytişim' ve nesnel gerçekliğin insan bilincinde yansıması olmakla 'öznel eytişim' olarak adlandırılır.
 
Üst Alt